# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
CARTEL – Cartel
| 07.08.2022

Gerçek olan her şey ölümsüzdür.

Oğuz Sel

Yıl: 1995. Yer: Hakkâri/Yüksekova.

Ben: İyi günler abi, Cartel’in kaseti var mı?
Kasetçi 1: Yok kardeş.

Ben: İyi günler abi, Cartel’in kaseti var mı?
Kasetçi 2: İki üç tane gelmişti, hepsini sattım, şimdi yok.

Ben: İyi günler abi, Cartel’in kaseti var mı?
Kasetçi 3: Grup Kardelen mi, var var.
Ben: Yok Kardelen değil, Cartel.

Hangi gündü, okuldan önce miydi, sonra mıydı, inanın hatırlamıyorum. TRT’nin kadim programı “Gezelim Görelim” misali, babamın görevi nedeniyle bir o şehre bir bu şehre gittiğimiz için o zamanki son durağımız olan Yüksekova’da en büyük eğlencelerimden biri, televizyondaki müzik programlarını takip etmekti. İki senedir bulunduğumuz bu memlekette Deniz Arcak’ın “Vurur” klibini izleyip gereksiz bir hüzne de bu şekilde boğulmuştum, Mirkelam’ın “Her Gece” klibini de bu yolla görmüş, sonra kasetçiye “koşup” Mirkelam’ın ilk kasetini satın almıştım. Aslına bakarsanız yazının girişindeki diyalogların yaşanma nedeni biraz da buydu. Çünkü daha önce Kenan Doğulu’nun ilk albümünü de Barış Manço’nun “Müsaadenizle Çocuklar” albümünü de (kaset olarak tabii) bu kasetçi abilerden almıştım. Televizyonda karşıma çıkıp beni daha 13 yaşındayken bir savaş makinesine çeviren Cartel adlı bu ne idiği belirsiz gençler topluluğunun da bir kaseti olabileceğini düşünüp kasetçilerin yolunu tutmuştum ama aktardığım üzere elim boş dönmüştüm. Hatta bu vesileyle Grup Kardelen diye bir müzik topluluğu olduğunu da öğrenmiştim. Birkaç ay sonra döneceğim Mersin ve sonra Adana’da Cartel tişörtleri ve hoodie’leriyle sokaklarda fink atacak bir Cartel manyağına dönüşeceğimden; ezberlediğim Cartel şarkılarıyla okulda, sokakta, evde rap yapacağımdan habersizdim tabii. Cartel’e dair yığınla anım var ama bu defa anı yerine grubun nasıl ortaya çıktığından ve albümdeki şarkılardan biraz bahsedeceğim. Kimdi bu sert çocuklar, neden öfkelilerdi, bu kadar ilgi çekici şarkıları nasıl yaptılar?

Aralarında amcamın da bulunduğu yüz binlerce insan, 1961’de Türkiye ile Federal Almanya arasında imzalanan Türkiye-Almanya İş Gücü Antlaşması neticesinde Almanya’nın Berlin, Frankfurt, Hamburg, Köln gibi kentlerine, işçi olarak gitti. İkinci Dünya Savaşı sonrasında özellikle zorlu işlerde çalıştıracak işçi bulamayan Almanya’ya işçi gönderen sadece Türkiye değildi ama en zorlu koşullarda çalışıp barınan (barınmaya çalışan) şüphesiz Türklerdi. Bunu mübalağa olsun diye veya bir başka amaçla yazmıyorum, zira değil 1960’larda, 1980’li yıllarda bile Türklerin çalışma koşulları berbat durumdaydı. Bunun böyle olduğunu, kanıtlarıyla ortaya koyansa o dönemin başarılı araştırmacı gazetecilerinden Günter Wallraff’tan başkası değildi. Bir Türk kılığına girip adını da Levent Ali Sinirlioğlu olarak değiştiren gazeteci, Almanya’daki Türk işçilerle birlikte çalışmaya başladı. Türk işçilerin yaşadığı sömürüyü, ne denli tehlikeli işlerde güvensiz şekilde çalıştıklarını ve aldıkları düşük ücreti ortaya çıkardı. Wallraff’ın “En Alttakiler” kitabı, Türklerin çalışma koşullarını tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi.

Türkiye’nin işçi göndermesinin en temel nedeni, giden Türklerin orada yeni bir medeniyet görüp ülkelerine kültürlü ve Alman çalışma disiplinini kazanarak dönmeleriydi. Elbette oradayken ülkeye gönderecekleri dövizler de Türkiye’ye ekstra bir getiri sağlayacaktı. Ne var ki evdeki hesap çarşıya uymadı ve İkinci Dünya Savaşı’nın kabaca 15 yıl sonrasında Almanya’ya, ortalama iki yıllığına diye giden “misafir” Türk işçileri, Alman siyasiler, antlaşma gereği Türkiye’ye göndermek istediler. Fakat işçilere alışan, onlara dil öğreten, iş öğreten işverenler, onları göndermek istemediler. Durumu işçilerle konuşan işverenler, bekledikleri gibi Türk işçileri Almanya’da kalmaya ikna ettiler. Başlarda uzun süre boyunca Almanya’da yaşayacağını düşünmeyen ve memleket hasretiyle yanıp tutuşan işçiler, yaşayabilecekleri kadar parayı yanlarında tutup geri kalanını ailesine, akrabalarına gönderdiler, hasret dolu mektuplarıyla birlikte… Aile ve çocuk hasretiyle başa çıkamayan işçiler, ailelerini Almanya’ya getirmeye, henüz bekâr olanlar ise Almanya’da evlenip çocuk sahibi olmaya başladılar.

Belki işçi, belki çiftçi çocuğu olan Almanya’daki Türk işçilerin çocukları, anne-babalarıyla aynı kaderi yaşamadı ve doğrudan Alman okullarında iyi sayılabilecek bir eğitim aldılar. Ancak bu durum, Almanya doğumlu çocukların, kimlik krizi yaşamalarına neden oldu. Evde Türkçe konuşan, sokakta arkadaşlarıyla Almanca konuşan, sosyokültürel olarak Alman ama özünde Türk olan bu çocuklar, Alman mı, Türk mü oldukları noktasında zaman zaman bocaladılar. Günler günleri kovaladı ve Türkiye’de 12 Eylül darbesi gerçekleşti. “Sakıncalı” sanatçıların, haklarında çıkarılan tutuklama kararından kurtulmak için sığınacakları ilk liman, Almanya oldu. Hem sağ (Ozan Arif) hem sol cenahtan (Cem Karaca) gelen sanatçılar, ideolojilerini de müziklerini de Almanya’ya taşıdılar. Almanya’da yaşayan ve kimlik krizi yaşayan ikinci kuşak Türk gençlerinden bazılarına bu durum, ileride üretecekleri eserlerde önemli ilhamlar verecekti.

Almanya’da yaşayan Türkler için hayat, her ne kadar Günter Wallraff’ın ortaya çıkardıklarından sonra maddi ve sosyokültürel açıdan iyileşmiş olsa da hiçbir zaman mükemmel hâle gelmedi. Kültürel olarak kendi içlerinde yaşayıp giden ve çoğunlukla getto olarak nitelendirilebilecek yerlerde ikâmet eden Türklere, 1970’li yılların sonlarından itibaren ırkçı Neo-Naziler saldırmaya başladılar. 1979’da Hamburg’da Ramazan Avcı’nın katledilmesiyle başlayan ırkçı saldırıların arkası kesilmedi. 1988’de Bavyera kasabası Schwandorf’ta üç Türk ve bir Alman vatandaşının, yapılan kundaklama neticesinde evde hayatlarını kaybetmelerini 1992’de Schleswig Holstein eyaletine bağlı Mölln kasabasındaki kundaklama takip etti. Bu ev kundaklamasında üç Türk daha hayata gözlerini yumdu. Çok değil, bir yıl sonraysa hatırlandıkça iç burkan bir başka kundaklama olayı gerçekleşecekti. Kuzey Ren Vestfalya eyaletindeki Solingen kasabasında bir eve yapılan kundaklama sonrasında üçü çocuk toplam beş Türk katledildi.

Yaşanan bu travmatik olaylar, ikinci kuşak Türk gençlerini derinden etkiledi. Kendini Türk olarak tanımlayan gençler, 1980’lerden itibaren kendilerini ya çeşitli sportif faaliyetlere ya da sanata adadı ve sorunlarını bu yollarla ifade ettiler. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD askerlerinin ilk geldiği ve gelirken kültürlerini de getirdikleri Nürnberg; soul ve funk gibi müzik türlerinin ülkeye yayılmaya başladığı kent oldu. 1980’lerde ise hip hop kültürü de Almanya’ya bomba gibi düştü. Ancak Almanlardan ziyade ikinci kuşak Türkler bu kültürü benimsediler; bu kültürü ortaya çıkaran, horlanan ve azınlık konumundaki ABD’li siyahiler gibi. Sokakları grafitilerle donatıp breakdance yapan ve kendilerince rap müzik eserleri üreten Türk gençleri, ilk etapta İngilizce sözlerle müzik üretseler de konumuz olan Cartel’i oluşturan önemli isimlerden Alper Ağa’nın ilk projesi King Size Terror, Nürnberg’de faaliyet göstermeye başladı. Farklı etnik kimliklere sahip grup üyelerine kucak açan King Size Terror, aynı zamanda bir rap grubu olup ilk Türkçe sözlü rap müzik parçasını üreten ekip olmayı da başardı. Evet, aklınıza Gökhan Semiz’in başı çektiği Grup Vitamin’in ürettiği birbirinden absürt ve eğlenceli rap parçaları gelebilir. Hatta Parla Şenol’un “Dam Üstünde Saksağan” adlı ilginç yapıtını da rap eseri şeklinde değerlendirebilirsiniz. Ama bugün anladığımız anlamda ilk Türkçe rap parçası, King Size Terror’ın 1991’de yayımladığı “Bir Yabancının Hayatı” adlı eserin 1.52’den itibaren başlayan kısmıdır.

King Size Terror, Cartel’i oluşturan üç gruptan biri olan Karakan’ın da doğuşuna vesile oldu. 14-15 yaşlarında farklı müzik türleriyle tanışan ama bir yandan da Türk müzik eserlerinden kopmayan Kâbus Kerim, çeşitli mekânlarda başladığı DJ’lik kariyerini, Alper Ağa ile tanışmasının ardından King Size Terror altında sürdürdü. 1991’de yayımlanan ilk Türkçe rap parçası olan ve ileride “Defol Dazlak” parçasına dönüşecek olan “Bir Yabancının Hayatı” şarkısı sonrasında Türkçe rap alanında daha fazla şarkı yapmaya başlayan ve artık Karakan’a dönüşen oluşum, “Defol Dazlak” kayıtlarını kendi olanaklarıyla yayımladı. Tabii aklınıza bir plak şirketiyle anlaşma gibi bir şey gelmesin. Grup, hazırladıkları CD’leri, alışveriş yaptıkları marketlere bıraktılar. Markete ekmek, peynir almaya gelen vatandaşlar da ilgilerini çekerse bu CD’yi satın aldılar. Hem bu CD’nin etkisi hem de katıldıkları ve farklı Türk rap gruplarıyla tanışmalarını sağlayan yerel hip hop jam’lerdeki iyi performansları sayesinde Karakan’a, Karakan adıyla albüm yapma teklifi geldi. Ellerinde çok sayıda parça olmadığı için teklifi getiren şirkete, “Başka Türk rap gruplarıyla iş birliği yaparak albümü hazırlayabilir miyiz? diye soran Karakan, şirketten olumlu yanıt alınca daha önce tanıştığı altı farklı rap grubuyla iletişime geçti ve nihai noktada Erci E ve Cinai Şebeke ile birlikte albüm yapmaya karar verdi. Temel hedefleri Almanya’daki sorunlarını dile getirmek ve kendilerini ifade etmek olan rap gruplarının arasında çok ciddi bir sinerji oluştu. Ayrıca Solingen’de yaşanan ırkçı saldırı, ortaya çıkan yeni grubun enerjisini de yer yer kızgınlığını da besledi. Albümü, Türkiye’deki müzikseverler için değil de Almanya’daki gençler dinlesin diye hazırlayan ve adı Cartel olarak belirlenen grubun niyeti, yıldız olmak veya çok para kazanmak değildi. Öyle ki Kâbus Kerim’in sözlerine göre albüm kapağında hiçbir grup üyesinin bulunmaması, kapağın Türk bayrağını andırır şekilde tasarlanması, grubun logosunda ay bulunması ve Cartel logosunun çevresinde Türk motiflerinin yer alması, yapımın bir Türk albümü olduğunu vurgulaması ve dikkat çekici hâle gelmesi adına yapılmış. Albümün pek satacağını düşünmeyen ve “önemli olan yapabilmek” diye düşünen Cartel, Almanya’da küçük bir etki yaratsa da asıl patlamasını Türkiye’de yaptı.

Klip çekimlerini 1994’ün sonlarında yapıp stüdyo çalışmalarını 1995 nisan ayında başlatan Cartel, grubu temsil eden ve her bir grup üyesinin en az bir kere mikrofon gerisinde bulunarak seslendirdiği “Cartel” parçasıyla küçük büyük herkesin ilgisini çekti. Şarkının özelliği, yazının başlarında bahsettiğim sağ cenahın, 1980 darbesi sonrasında Almanya’ya gitmek zorunda kalan önemli sanatçılarından Ozan Arif’in, Turgut Özal’ın kızı Zeynep Özal’la evlenen davulcu Asım Ekren’i eleştirdiği “Nereden Aldın Bu Parayı” adlı parçanın sample’ları üzerine inşa edilmesi ve akılda kalıcı nakaratla donatılmasıydı. Cartel’i oluşturan grup ve sanatçıları tanıtma parçası da olan eser, “Cartel” albümünün içerdiği diğer parçaların nasıl olacağına dair fikir de veriyordu.

1995 yılından bu yana hâlâ sıkılmadan dinlediğim albümde beş adet Karakan parçası, üçer adet Erci E ve Cinai Şebeke parçası bulunuyor. Projeye en hazırlıklı olan ve albüme dâhil ettikleri parçaları bir süredir farklı sample’lar ve altyapılarla farklı mecralarda söyleyen Karakan, albümün yıldızı konumunda. Albümün ortak parçasından sonra başlayan “Çek Bir Fırt”, Karakan’ın gölge karakteri Ahmet Ölmez İşçitürk’ün sample bulma, altyapıya yedirme ve yaratıcı işler çıkarma konusundaki uzmanlığının -diğer Karakan parçalarında olduğu gibi- bir göstergesi. Önceleri Karakan’ın kadrolu üyesi de olan ve artık Almanya’da stand-up’çılık yapan İşçitürk, altyapısını hazırladığı eserlerde yalnızca 1970’ler ve 1980’ler Türk müziğine hâkim olduğunu ispatlamıyor aynı zamanda Zeki Alasya ve Metin Akpınar’ın başı çektiği Devekuşu Kabare’nin tiyatro eserlerini de ne derece bildiğini neredeyse her Karakan şarkısında gösteriyor. “Çek Bir Fırt”ta, Devekuşu Kabare’nin “Reklamlar” adlı tiyatro oyununda, Selim Naşit’in konuşma kesitini kullanan İşçitürk, “Araba Yok”ta ise “Deliler” adlı oyunun en komik bölümlerinden biri olan “Galaksi Taksi”nin unutulmaz repliklerini şarkıya yediriyor. Olabilecek en akıllıca Doğu-Batı sentezini bu yolla gerçekleştiren Karakan, “Barış Manço Changed My Life” tişörtüyle televizyon programlarına katılacak kadar Barış Manço hayranı olan Kâbus Kerim’in de katkılarıyla hemen her parçalarında birer Manço eserinden sample kullanıyor. “Çek Bir Fırt”ın başlarındaki org sesleri, Manço’nun “Yeni Bir Gün” parçasından; ilk yarısı erotik diğer yarısı didaktik “Evdeki Ses” ise “Lambaya Püf De” şarkısından alınma. Karakan’ın içeriğiyle de genel dokusuyla da en karanlık eserlerinden biri olan “Kan Kardeşler”deki meşhur kasvet yumağı org sesi ise Esin Afşar ve Kurtalan Ekspres’in “Güneşe Giden Gemi” parçasından geliyor. Karakan’ın elinden çıkan her bir şarkının dikkatlice yazılmış, akılda kalıcı ve farklı temaları temsil eden, yer yer tebessüm ettiren, yer yer can sıkan sözleri bulunuyor. Yazının sonsuza doğru uzamaması adına şarkılara uzun uzun değinmeyeceğim ama bugün itibarıyla her Karakan şarkısını, sözlerine eşlik edecek kadar ezbere bildiğimi söyleyeyim.

İki eleştirel bir de eğlence odaklı üç parçayla “Cartel” albümüne katkıda bulunan Erci E, tek tabanca takılan bir rapper olarak öne çıkıyor. Sample ve altyapı zenginliği bakımından Karakan’a göre daha zayıf olsa da parçalarının içine yerleştirdiği İngilizce bölümlerle mesajını daha geniş kitlelere ulaştırmayı hedefleyen Erci E, yerel enstrümanları da parçalarına katmaktan çekinmiyor. Daha önce bahsettiğim, ikinci kuşak Türk gençlerinin yaşadığı kimlik bunalımına “Türksün” ile mercek tutan sanatçı, bugün daha bir aptal kutusuna dönüşen televizyonu da “Televizyon” parçasıyla ele alıyor. “Party” ise teknik açıdan da içerik bakımından da yeterli bulmadığım bir eser maalesef.

“Cartel” albümünün en atarlı üyesi olan ve bunu adıyla da gösteren Cinai Şebeke, yapıma, yaklaşık 8 dakikalık “Yetmedi mi?” ve “Der Weg Den Du Gehst” adlı Barış Manço sample’lı parçalarla dâhil oluyor. Ancak grubun en sert ve tavizsiz hâli, şüphesiz “Posse Attack” parçasında ortaya çıkıyor. “Cartel” parçasında olduğu gibi tüm grup üyelerinin en az bir defa kendi meşreplerince flow’a katıldıkları parça, albümde, “Hani Bana Para” ile birlikte zurna sesi duyduğumuz ikinci şarkı olma özelliği taşıyor. Ayrıca şarkının girişindeki gerilimli yaylı bölümünün, albümün çıktığı dönemde ana haber bültenlerinde, terör saldırıları aktarılırken de kullanılmışlığı var. Cinai Şebeke, görece kalabalık kadrosuna rağmen şarkılarında tüm üyelere daima yer vermiyor. Mesela albümü kapatan uzun isimli Almanca parça, sadece Olcay lakaplı Alman grup üyesi tarafından seslendirilirken zaman zaman mantıksız ve ciddi olayım derken komikleşen sözler içeren “Yetmedi mi”de Olcay da Kübalı Babalu da bulunmuyor.

Bir rap gurusu olmadığım için “Cartel”deki tüm şarkıların altyapılarının kalitesi, sözlerin müzikle ve gidişatla uyumu gibi konularda derinlemesine ahkâm kesmem mümkün değil ama albümün inanılmaz bir başarı elde ettiğini belirtmeden geçmek istemem. Wiki sayfalarından görebileceğiniz albüm satış sayılarını, grubun kazandığı ödülleri, verdikleri stadyum konserini, MTV’ye çıkmalarını filan anlatmayacağım. Ama şunu eklemeliyim. “Cartel” albümü Türkiye’deki dinleyiciler için tam bir gurur vesilesiydi. Yaşı ileri olan ve rap müzikle ilk defa tanışanlar, “Çocuklar özlerini unutmamışlar, sazlı sözlü çağdaş müzik yapmışlar, ne güzel.” derken Almanya’daki Türkler de “Bizim yerimize konuştunuz, dertlerimizi dile getirdiniz.” dediler.

Zamanında dinlemekten kaset bantlarını eskittiğim/ezdiğim için toplam üç defa kasetini aldığım (o zamanlar Discman’im yoktu) “Cartel” Türk müzik tarihinin en nadide örneklerinden biri. Türkçe sözlü rap’i ilk defa bu kadar geniş kitlelere tanıtan, türle alakalı olan olmayan herkesin diline “Cartel, bir numara, en büyük! Cehennemden çıkan çılgın Türk!” sözlerini dolayan, eskiden bu yana var olan “Alamancı” yaklaşımını kıran ve Almanya’daki insanların da ciddi sorunlarının olduğunu haykıran bu samimi, “gerçek” ve “ölümsüz” albümü, türler üstü bir eserler bütünü değerlendiriyorum. Kâbus Kerim’in de dediği gibi “Gerçek olan her şey ölümsüzdür.”

Albümün okur notu: 12345678910 (7.37/10, Toplam oy: 38)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
1995
Şirket
Mercury Records/Raks Müzik
Kadro
KARAKAN
Kerim Yüzer (Kâbus Kerim)
Alpertunga Köksal (Alper Ağa)

ERCİ E
Erci Ergün (Erci E)

CİNAİ ŞEBEKE (DA CRIME POSSE)
M. Ali Aksoy (M. Ali)
Abdurrahman İnce (Çelik Bilek Apo/İnceefe)
Miguel Perelló (Babalu)
Ole Peter Jeß (Olcay)
Şarkılar
1. Cartel (CARTEL)
2. Çek Bir Fırt (KARAKAN)
3. Party (ERCİ E)
4. Hani Bana Para (KARAKAN)
5. Yetmedi mi? (CİNAİ ŞEBEKE)
6. Evdeki Ses (KARAKAN)
7. Türksün (ERCİ E)
8. Araba Yok (KARAKAN)
9. Posse Attack (CİNAİ ŞEBEKE)
10. Kan Kardeşler (KARAKAN)
11. Televizyon (ERCİ E)
12. Der Weg Den Du Gehst (CİNAİ ŞEBEKE)
Web
  Yorum alanı

“CARTEL – Cartel” yazısına 44 yorum var

  1. Cryosleep says:

    Site tarihinin en iyi incelemelerinden biri olmuş, sağ olasın Oğuz ağabey.

  2. Bu yazı için ne kadar emek verdiğine ilk elden şahidim, eline sağlık Oğuz. Uzun yorumumla yarın burada olacağım.

  3. Yenal says:

    Bu albümü çok dinledim.Cartel üyelerinden biri de Alper ağa yani Karakan ın Yozgatlı(Hemşehrim) olduğunu biliyorum.Ayrı bir albümde çıkarmıştı gerçekten başarılıydı.Bu grup çıktığında 1995 yılıydı ve Türk usulü değilde daha evrensel dünya normlarında söz yazımı,vurgular,kafiyeler dikkatimi çekmişti.Cartel den önce Karakan ın çıkarmış olduğu Defol Dazlak parçası Almanya da tepki çeken bir parçaydı.Bu başarı devam etmesede halen ilk albümlerini arada açar dinlerim.Karakan ın bir sonraki sene çıkardığı Kapıkule parçası https://www.youtube.com/watch?v=ivzOwx2_dbA

    Ouz

    @Yenal, Karakan’ın albümü süperdi. Neden buralarda tutmadı anlamıyorum gerçekten.

  4. Dysplasia says:

    Bir kuşağın omuriliğine yazıldı bu sözler resmen. Bir yerden başladı mı şarkının sonuna kadar devamı istemdışı geliyor. Benim de aldı(rdı)ğım ilk kasetlerden biriydi, hala duruyor. Şu an rapten genel olarak tiksinen bir insanım ama bu albüm bir istisna.

    Yenal

    @Dysplasia, tiksinmekte haklısın bende şu anda dinleyemiyorum. Nerde eski 80ler 90 lar(ortalarına doğru) albümleri var onları dinliyorum.Yani bir rap sever olarak benimde midem kalkmaya başlamıştı.

    Dysplasia

    @Yenal, Yok ben 80′ler 90′lar rapinden de tiksiniyorum.

    Yenal

    @Dysplasia, 😊👍

  5. Yenal says:

    Ayrıca bu siteyi esnek ve açık görüşlü olduğu için daha farklı seviyorum.En sert,farklı metal türlerinin harmanlandığı bir mecra olmasına karşın bir bakıyorum bizim Cartel şaşırdım biraz.Böyle bir site var mı acaba..Biz Rap müziği severlere de hitap ediyor.

  6. Tuna says:

    Ben en son rock metal dışı kritiği yaptığımda gördüğüm ufak çaplı tepkiden dolayı artık rock metal dışı kritiklere elimi sürmüyorum ama cidden hala böyle şeyler görebilmek ve Ahmet abinin de böyle farklılıklara alan açan açık görüşlü bir insan olması çok güzel ve değerli. Umarım bir gün Ezhel – Müptezhel kritiği de gelir çünkü o albüm hem sadece Rap’i değil genel anlamda Türk müziğini şekillendirdi.

  7. Bora says:

    O yıllarda Çek bir fırt ve Araba yok’u bir defa dinlemiş insan bir daha unutmaz. Eline sağlık.

  8. Paul Pogba'nın Bir Kolu Uzun Bir Kolu Kısa Forma Altı Tişörtü says:

    Türkiye’ye Rap müziği ciddi anlamda getiren ilk grup.

  9. Sözlerime başlamadan önce PA’daki 500. albüm incelemesi vesilesiyle Oğuz’a yürekten teşekkür etmek ve kendisini kutlamak istiyorum. 13 yılı geride bırakan PA için verdiğin emeğin, bana yaptığın yardımın, zor anda imdada yetiştiğin anların haddi hesabı yok. Gerçekten çok teşekkür ederim. Hakkın ödenmez.

    Evet şimdi başlayabilirim.

    Rap ve hip-hop’a yönelik ilgisi sıfır olan bir insanım. Seksenlerin ikinci yarısında annem babam arabada ne çalarsa onu dinlerdik; Nilüfer, Kayahan, Sezen Aksu, MFÖ vb. Doksanların ilk yarısında, kendi müzik zevkim oluşana dek her türlü şeyi dinledim. 1991′de dayım sayesinde Metallica’yla, sonra Iron Maiden’la ve Manowar’la tanıştım. Ancak 1991 yılında bir metalci değildim elbet. Müzik zevkimi oluşturmaya çalışıyordum. Hayatımda aldığım ilk kaset annemle gidip kasetçiden aldığımız bir Coşkun Sabah albümüydü. Doksanların ortalarında Haluk Levent’in, Şebnem Ferah’ın ilk albümlerini, Tarkan’ın ilk iki albümünü dinlerken bir yandan da Metallica Siyah Albümü dinliyordum ancak yine de belirli bir müzikal anlayışa sahip değildim. MTV’nin ülkeye girişiyle birlikte müziğe olan bakış açımız da değişti. Herkes gibi ben de Enigma, Ace of Base, Meat Loaf, Brian Adams, Phil Collins, R.E.M., bir dolu şeyle bir anda karşılaştım ve sonradan klasikleşen “hoşuma giden her şeyi dinlerim”ci bir dinleyici oldum.

    Sad But True’nun Gül Döktüm Yollarına’dan; Spirit Horse of the Cherokee’nin All That She Wants’tan pek bir farkı yoktu. Dedemin klasik müzik plakları arasından Dvorak, Grieg gibi şeyleri açıp çok rafine bir müzik zevkim olduğunu düşünüyordum. Sonuçta hepsi güzel müzikti, hepsini seviyordum.

    Seksenlerin sonlarında Türkiye’de anaakım düzeyinde rap müzik diye bir şey yoktu, ancak belli ki bir şeyler yaklaşıyordu ve rap müziğin sahip olduğu bazı dinamikler insanların ilgisini çekecekti. MFÖ’nün 1990 çıkışlı “Geldiler” albümü sanırım bunun ilk ve en önemli göstergesiydi, zira koskoca MFÖ yeni albümünü iki rap şarkısıyla açıyordu. “Ali Desidero” ve “Anında Görüntü” 9 yaşındaki ben ve akranlarım için o zamanki en cool şeydi. Çünkü müzikten ziyade, arkasında müzik de olan enteresan sözler, bir olay anlatımı dinliyorduk. Bize bir olay anlatılıyordu, içinde bir ana karakter vardı ve ilginç şeyler yapıyordu. Mahalledekilerle laf dalaşına giriyor, hoşlandığı kıza yazıyordu. Tüm bunlar çocukken çok ilginç geliyordu.

    Hayatım boyunca gerçek anlamda rap müziğe ilgi duyduğum sadece iki an oldu. Bunun metalcilikle falan alakası yok. Ömrüm boyunca pek çok şey dinledim ama rap hiçbir zaman bunlardan biri olmadı. Rap’e dair dikkatimi çeken ilk şey MC Hammer’ın 1990’da çıkardığı U Can’t Touch This’ti. Çok bol eşofman altımı giyip o şarkının klibindeki gibi rap hareketleri yapıyordum, hatta havaya sıçrayıp bir ayağım önde yere düşme hareketini bile yapabiliyordum.

    1990’da çıkan (belki Türkiye’ye biraz daha geç gelmiştir) ilk Teenage Mutant Ninja Turtles filmiyle hayatım değişince ve Ninja Kaplumbağalar her şeyden önemli hâle gelince, filmin soundtrack’ini alıp deliler gibi dinlemeye başlamıştım. İlk şarkı yine MC Hammer imzalı This is What We Do’ydu ve TMNT sayesinde rap denen şey hoşuma gidiyordu. Muhtemelen o sıralarda bu müziğe rap dendiğini bile bilmiyordum. Muhtemelen değil, kesin bilmiyordum. Zaten aslında hoşuma giden rap de değildi; sevdiğim bir şeyin içinde rap olması sayesinde rap’i de enteresan buluyordum. 10-11 yaşlarındaydım, sınıfa yeni gelen bir kız defterine Michelangelo resmi çizdiği için ona anında âşık olmuş ve karşılık olarak müthiş Leonardo çizimimi ona vererek hayatımdaki ilk yürüyüşümü gerçekleştirmiştim.

    TMNT furyasının bitmesiyle rap ile olan bir şarkılık ilişkim de sona ermiş oldu.

    1995′e geldiğimizde 14 yaşındaydım ve artık büyük oranda sadece metal dinliyordum. Queen dinlediğim ve yumuşak geldiğini düşündüğüm o Ankara akşamını hatırlıyorum. Güzeldi evet, ama onu kapatıp dayımın …And Justice for All CD’sini takma isteği duymuştum. Belki de benim için ilk “metal devrimi” anı oydu. Sanırım artık ben bir metalciydim.

    Ancak bu 14 yaşındaki metalci hiç beklemediği bir sürprizle karşılaşmak üzereydi.

    Takvimler 1995’i gösterdiğinde bir anda ortama bir bomba düştü. Cartel diye bir şey her an her yerdeydi ve o dönemde 12 yaşından büyük ve muhtemelen 40 yaşından küçük herkes için çok enteresan bir şeyle karşılaşmıştık bir anda. Şarkının sözlerini ezbere bilmeyene cahil gözüyle bakılan o dönem, televizyon ve basının da rolüyle belki de Cartel’i Türkiye müzik tarihinin en kısa sürede en çok ünlenen oluşumu yapmıştı. Adamlar tek bir şarkıyla ve o şarkının klibiyle Türkiye’nin en çok konuşulan olayına dönüşmüştü.

    Oğuz grubun nasıl bir etki yaptığını yukarıda çok güzel anlatmış. Kendi yaşadıklarımdan söylersem, o dönemdeki en büyük eğlencelerden biri arkadaş grubumuzla Cartel şarkısını açıp topluca eşlik etmekti. Arabada, evde, en az 4-5 çocuk bu kaseti takıp aynı anda “KARTEEEL BİRR NUMARRA EN BÜYYÜÖÖK!” diye başladığımız o kadar çok an var ki. Hatta yeterli sayıya ulaşamadığımız ve Cartel elemanlarını “bölüştüğümüz”, sonra da şarkıyı açıp klipteki hareketleri yaparak söylediğimiz harika eğlencelerimiz de oldu. Kendi kendime söylerken Babalu ve Ole’nin bölümlerini gerçeğine çok yakın söylediğimi düşündüğümden, arkadaşlarla Cartel’cilik oynarken “Babalu ve Almanca kısım benim” diye atıldığım anları hâlâ hatırlıyorum.

    Aslında albümde 11 (kardeşim) ila 14-15 yaşında çocukların anlamasının zor olacağı epey şey var. Herhangi bir sorunu, sıkıntısı olmayan, iyi bir muhitte yaşayan bir arkadaş grubu olarak bu yaşlarda “bir gecelik aşkta 25 pozisyon, fan fini fin fon, seksi don, 1 2 3 4 round sonra manita oldu mafiş ben ise bomba”, “Mersoyla gezdik ya cüzdanda bol para, para yoktu ama arkada 3 manita vardı. İkisi kara birisi sarı, gece yarısı sokaklar doludur karı” gibi sözleri inana inana, neden bahsedildiğini çok iyi biliyormuş gibi söylemek, günümüzden bakınca cidden enteresan işlerdi.

    İşte Cartel bunu yapmayı başarmıştı ve 5 yıl önceki Ali Desidero’lar gibi şimdi de bunu, üstelik de çok daha yetişkin temalar işleyen sözler eşliğinde söylüyorduk.

    Cartel dışında albümde en sevdiğim şarkı, sözleri ve temposu bakımından ona en yakın parça olan Posse Attack’ti ve o şarkıyı da baştan sona ezberleyip, dinlerken sessizce eşlik etmeyi çok seviyordum. Onun haricinde Evdeki Ses ve Hani Bana Para da eşlik etmesi çok güzel şarkılardı. Güzide’yle birlikte son 1 aydır Oğuzların yazlığında kalıyoruz ve bu inceleme vesilesiyle son 1 haftadır sürekli Cartel muhabbeti var. Arabayla bir yere giderken arada Cartel açıyoruz, yine eşlik ederek söylüyoruz. Tahmin edileceği gibi “gibi geliyor bana yoksa şüphen mi var?” kısmını genelde hep birlikte söylemeden edemiyoruz. <3

    Bu süreç boyunca, muhtemelen son 25 yıldır anca 2-3 kez dinlediğim bu şarkıların sözlerini bu kadar iyi hatırlıyor oluşumu ve şarkılar çalarken gerçek zamanlı eşlik edebildiğimi görmek cidden şaşırtıcı oldu. Demek ki Cartel bu kadar iyi işlemiş gönüllere.

    Sonrasından devam edecek olursam, 1995 yılından günümüze kendi isteğimle, merakımla rap dinlemedim, rap adına ilgimi çeken herhangi bir şey de olmadı. Zaten 1996 olduğunda Cartel rüzgârı dinmişti ve en sevdiğim grup, hatta hayatta en sevdiğim şey Metallica’ydı. Artık hayatın ta kendisiydi benim için. O zamanlarda hayattaki başlıca derdim Load’un ne kadar iyi ya da ortalama olduğu konusunda yaşadığım ikilemlerdi. Hayatımda gördüğüm ilk mp3 dosyasını tesadüfen açıp Pantera’yla tanışmıştım, sınıfa yeni gelen çocuk “Megadeth diye bir grup var. Dinle ama Metallica’dan daha çok seversen seni döverim” diyordu, Şebnem Ferah ilk albümünü çıkarmıştı ve artık kendini gerçek anlamda metalci olarak gören; annesiyle Raksotek’e gidip Sepultura – Arise kaseti satın alan benim için Yağmurlar klibinde aşırı güzel görünüyordu.

    Benim için sonrası zaten sadece ve sadece metal oldu. Yıllar boyunca hep konuşulsalar da adı sürekli geçtiği için bildiğim isimlerden Ceza’nın, Sagopa Kajmer’in ve o tür bilinen insanların kendi isteğimle açıp dinlediğim herhangi bir şarkısı olmadı. Hiç merak etmedim, etmiyorum da. Zaman zaman sitede övülen Kendrick Lamar gibi isimler veya dün Adana’da Güzide, Oğuz, Kadir (owlbos) ve şahsım olarak yaptığımız 45 dakikalık yoğun rap/hip-hop muhabbeti sırasında adı geçen onlarca ismin bile hiçbirini dinlemedim. Adlarını zikrettim, ancak neredeyse hiçbirini kendi isteğimle açıp dinlemedim. Şimdi duysam “şunu dinliyorum” diye ayrıştıramam. Dolayısıyla çocukluk yıllarını saymazsak, yukarıdaki yorumlarda da dendiği gibi ben de rap ile uzaktan yakından alakası olmayan ve rap müziğe ilgi duymayan bir insanım. Şanışer’in Susamam şarkısının klibinde sokak hayvanlarıyla ilgili kısımda rap’ten bağımsız olarak o sakat köpeğin çıktığı yerlerde tüylerim ürperiyor, içim acıyor o kadar.

    Ama işte 41 yıllık ömrümün birkaç aylık döneminde Cartel diye bir şey vardı ve internetin şunun bunun olmadığı o zamanlarda Cartel hakkındaki her şeyi öğrenmeye çalışıyor, Cartel’e dair her şeye cidden bayılıyorduk. Hem müzikal olarak çok hoşumuza gidiyordu hem de bir oyuna dönüştürüp Cartel’cilik oynayacak kadar da seviyorduk. Sonrası, sonrası benim için mutlak rap’sizlik. Rap’ten hoşlanmıyorum, dinlemiyorum, ama Cartel albümünü o zamanın ruhunu hatırlattığı ve hayatımızın bir dönemine damgasını vurduğu için çok seviyorum.

    Fırtına gibi gelir üzerine şebekem.

    Yenal

    @Ahmet Saraçoğlu,sizi ve yazılarınızı büyük bir keyifle takip ediyorum.Size rap müziğini neden sevmiyorsunuz demem saçma ve komik olur.Ben de 45 i bitirip 46.yaşıma gireceğim.Artık olgunluk dönemlerindeyiz.Ne kadar hızlı ve sert müziklerle çoşsakta yine de bazı şeyler değişiyor.Ben de Vanilla İce Mc Hammer la başladım rap serüvenine.Ama İsaac Hayes,James Brown gibi soul funky şarkıcılarını da dinliyordum.Sizden ricam rap müzikten ne kadar uzak olsanızda şu söyleyeceğim albüme ve gruba müzik kalitesine politik duruşlarına söylemlerine bir dalmanız olacaktır.Yani bazı türlerde bazı istisnalar vardır.Benim söyleyeceğim albümde böyle bir albüm.Ön yargısız sabır içinde dinlerseniz farklı işlerde varmış diyebilirsiniz.Rap tarihinin en politik en kaliteli albümlerinden.Beğenmeseniz de hayatınıza bir farklılık katar diye düşünüyorum.Kaliteli bir kulaklık yada ses sistemiyle dinlemeniz ümidiyle.Kolay gelsin.https://www.youtube.com/watch?v=se65otxUOz0&list=PLrbFUdbfepXXCxsrv3hYV1QYe5NPOUSaO Albüm listesi.

    Ahmet Saraçoğlu

    @Yenal, teşekkürler. Public Enemy’yi ismen biliyorum elbet ancak bugüne dek dinlemedim. Bakacağım teşekkürler.

    Yenal

    @Ahmet Saraçoğlu, teşekkürler nezaketiniz için.Bu grup rap ı eğlence olmaktan çıkarıp farklı bir yöne taşıdı.

    Bora

    @Ahmet Saraçoğlu, Yakın yaşlarda oluşumuzdan ötürü müzik zevki ve rap müziğe ilişkin zaman çizelgemiz neredeyse aynı. Benim çizelgede ayrılan tek noktam ise farazi&kayra albüm ve işleri oldu. Kendi adıma başka hiçbir rap grubuna katlanamazken bu adamlar bence 95′te cartel’in yakaladığı çocukları, onlarca yıl sonra tekrar yakalayacak şarkıları yaptılar, şiddetle tavsiye ederim.

    Ahmet Saraçoğlu

    @Bora, Farazi & Kayra da son günlerde evde epey konuşuluyor çünkü Oğuz da benzer şeyler söylüyor, eşim Güzide ise Kayra’yı üniversiteden tanıyor. Bu konuda Oğuz veya Güzide’nin bir şeyler demesi daha iyi olacaktır, gerekli şarkıları Oğuz bana zaten söyler. Sağ olasın.

    woodenpint

    @Bora, Farazi & Kayra’nın Hayalet Islığı albümü bence son 20 yıldır falan çıkmış en iyi ve en underrated Türkçe rap albümü, rap müziğin yanından geçmediğim halde bu arkadaşların ağır hayranıyım, old school anlayışta olmasını ve orjinalliğini falan geçtim direkt olarak ”iyi müzik” o albüm. Farazi & Kayra’yı mevzubahis albüm çıktığı zaman burada paylaşan birinden görüp dinlemeye başladığım için elime ne zaman fırsat geçse övesim geliyor burada hahahah.

    Ouz

    @Bora, Farazi&Kayra’nın “Mertel Kasetçilik” parçası beni epey şaşırtmıştı. Sonra diğer eserlerine de göz attım. Modern zamanların bana en yakın Türkçe rap eserlerinin bu arkadaşların elinden çıktığını söyleyebilirim.

  10. Aykut taştan says:

    “Madem Türksün, göster ürksün…” Albümü görünce ağzımda koca bir gülümsemeyle aldın fırlattın bizi taa o 90ların harika diyarlarına Oğuz ellerine sağlık. Bu albüm nekadar efsaneyse kritikte bir o kadar efsane olmuş. Bu albümle ilgili ve o tarihlerde çıkan albümlerle ilgili o kadar çok anılar var ki. Hepsi zihinde karman çorman ama hep çok iyi tebbessümle ilgililer. Belli bir zaman kadar discman çocuğu olamadık çoğunlukla walkmann çocuğu olduk. Daha çok dinlemek adı altında pil bitmesin diye yaptığımız aktrasyonlardan dolayı çok kasetin anasını ağlattık. Sonradan çok aradık 2. veya 3. Kasetleri piyasada. O dönemlerde haftaiçi hergün yaptığım silivri istanbul yolculuklarında bu efsaneler bana dost arkadaş kankardeş olmuşlardı. Ah beee…
    “Gerçek olan herşey ölümsüzdür.”🤘🏻🤘🏻

  11. owlbos says:

    Yazı acayip emek kokuyor, ne diyeceğimi bilemedim. Ellerine sağlık Oğuz abi. Cartel trenini kaçırmış olabilirim, bu yüzden bir çok duyguyu yaşayamasam da yaşamış kadar oldum, teşekkürler.

    İnsanların global anlamda rapten nefret etmelerine hatta dalga geçmeleri konusunda asla fikirlerini değiştirme gibi bir düşünceye girmiyorum. Sadece söylemek istediğim şey rap popüler olan rapten daha fazlası. Özellikle 80 sonu 90 başının hastasıyım son zamanlarda.

    Kritik okurken dinlenen bazı şarkılar:

    A Tribe Called Quest-Award Tour

    https://www.youtube.com/watch?v=NKXMZlw_efM

    A Tribe Called Quest – Jazz (We’ve Got)

    https://www.youtube.com/watch?v=DvzOfm0ZhS8

    Digable Planets – Where I’m From

    https://www.youtube.com/watch?v=JMQHQy7fIp8

    Goodie Mob – Cell Therapy

    https://www.youtube.com/watch?v=6Uh5-Pz_pe0

    Pete Rock & CL Smooth – They Reminisce Over You (T.R.O.Y.)

    https://www.youtube.com/watch?v=k6mdRv0ZdR8

    TanSolo

    @owlbos, A Tribe Called Quest gelmiş geçmiş en iyi gruplardan biri.

    owlbos

    @TanSolo, Dün küçük bir PA buluşması oldu Adana’da. Tansolo ismin geçti, müzik zevkimi onaylayan bu yorumlar üzerine. Gerçekten örtüşen bi kulak zevkimiz var, var ol.

    TanSolo

    @owlbos, çok teşekkür ederim. Kapıyorum arada senden bazı şeyler sen de var ol.

    owlbos

    @TanSolo, o zaman ne mutlu bana

    İlker

    @TanSolo, Şuna +1

  12. Raddor says:

    Islamic Force dinleyen bir tek ben miyim? Türkçe sözlü ilk Rap grubudur kendileri.

    Selamın Aleyküm, Aleyküm Selam

    Müziğimize devam

    Paul Pogba'nın Bir Kolu Uzun Bir Kolu Kısa Forma Altı Tişörtü

    @Raddor, Killa Hakan’ın eski grubu muydu o?

    Ouz

    @Raddor, Türkçe sözlü değil de Türkçe müzik altyapısı kullanan ilk Türk rap grubu Islamic Force. İlk Türkçe rap grubu, yazıda da belirttiğim üzere Alper Ağa’nın King Size Terror’u olarak geçiyor. Aksine, bu yazıyı hazırlarken dinlediğim/izlediğim kayıtlarda da denk gelmedim.

    @Paul Pogba’nın Bir Kolu Uzun Bir Kolu Kısa Forma Altı Tişörtü, Aynen, Killa Hakan’ın eski grubu Islamic Force.

    Raddor

    @Ouz, ben ilk Türkçe Rap yapan grup sanıyordum. O zaman ya ben yanlış anlamışım ya da grup üyeleri partalcı olabilir. :D

    Raddor

    @Paul Pogba’nın Bir Kolu Uzun Bir Kolu Kısa Forma Altı Tişörtü, yorumunu kaçırmışım. Evet onun eski grubu. Almancıların sorunlarına değinen, oradaki atmosferi bize iyi yansıtan bir gruptu. Killa Hakan grubun isminden dolayı Türkiye’ye konsere gelirken sorunlar yaşadığını anlatmıştı. Harbiden terör örgütü gibi grup ismi aq. :D

    Raddor

    @Paul Pogba’nın Bir Kolu Uzun Bir Kolu Kısa Forma Altı Tişörtü,

    Yav bir de Dio’n varsa şu nick’i biraz kısaltırsın !!! :D Kime yorum yaptığın anlaşılmıyor ve bu sitede asla “Bu yazıya yeni yorum yapıldığında haberim olsun.’a bastığımda bana bildirim gelmedi.

    Paul Pogba'nın Bir Kolu Uzun Bir Kolu Kısa Forma Altı Tişörtü

    @Raddor, hahahaha size bu işkenceyi çektireceğim :)

  13. Ouz says:

    Arkadaşlar, ilginiz ve yorumlarınız için teşekkür ederim.

    owlbos

    @Ouz, Türkçe rap dair dinlediğim en eski şey Nefret albümleri. Dinlemeni öneriyorum Oğuz abi.

    owlbos

    @owlbos, herif manyak yüzünden belli :)
    https://youtu.be/IOZcgTYo14A

    Ouz

    @owlbos, Dinleyeceğim mutlaka, sağ olasın. :)

  14. deadhouse says:

    2002-2010 arası çok fazla Türkçe Rap dinleyen ve genellikle old school seven biri olarak naçizane Türkçe rap Top 3′üm.

    1 https://www.youtube.com/watch?v=6Q5tu3fIZqU&ab_channel=skafaceaka

    2 https://www.youtube.com/watch?v=gaIc3ehJZPU&ab_channel=basemodefilms

    3 https://www.youtube.com/watch?v=xMXO-ynIJJ4&ab_channel=O%C4%9FuzhanKorkut

    owlbos

    @deadhouse, mode xl cok severim, cok kıyak albümdü militanz

    owlbos

    @owlbos, su klibi de bir Carcass şarkısına koy, sırıtmaz.

    deadhouse

    @owlbos, “… Çok mu faşist buldun beni?
    Bozabilir dengeni; gösterebilir sana rengini
    Parayı bulabilir her biri
    Ama kimse olamaz bizim kadar Hip Hop zengini.”

  15. ismail vilehand says:

    Bu albümde acayip bir Cypress Hill etkisi var. Karakan’dan Alper Ağa baya B-Real tarzı söylüyor. Yani bunu ben Cartel albümü çıktığından 10 sene sonra farkettim.

    Ahmet Saraçoğlu

    @ismail vilehand, “Insane in the Membrane” derkenki vokallerine çok benziyor cidden Alper’in bazı vokalleri.

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.