# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
Yapay Zekâ: Sanatın Reenkarnasyonu – 2. Bölüm
| 10.09.2024

Metal müzik örneği.

Emre Görür

 

Yapay zekâyla ilgili genel teorik konuların ele alındığı ilk bölümde uygarlığın aydınlanma ülküsünün taşıyıcısı olma rolünün artık makinelere geçeceği belirtilmişti. Bu ikinci ve son yazıdaysa, metal müzik özelinde yapay zekânın sanat üzerindeki etkileri analiz ediliyor.

 

İnternet Devrimi

İnternet Devrimi’nin konumuz bağlamındaki ilk dönemi hem söz konusu teknolojinin insanların gündelik hayatlarına sirayet etmeye başladığı, hem de MP3 formatının yayınlandığı 1993 yılından başlatılıp, dijital ses dosyalarının paylaşımına odaklanmış bir peer-to-peer programı olan Napster’ın ortaya çıktığı Haziran 1999’da noktalanabilir. ‘90’ların ikinci yarısında web sitelerinden MP3 dosyalarına ulaşabilmek mümkün hale gelmiş, Aralık 1997’de de mp3.com açılmıştı, ancak müzik piyasasına asıl darbeyi vuran Napster ve ardılı uygulamalar oldu. İnsanların birbirlerinin bilgisayarlarındaki müzik dosyalarına erişebilmesi korsan olgusunu yeni bir seviyeye çıkardı. Bu noktada, üretici-pazar-tüketici zinciri ciddi hasar gördü ve dinleyiciler müzisyenlerin kayıtlarına doğrudan ve minimum zahmetle ulaşmaya başladılar. Bunun sonucunda, doğal olarak albüm kazançları dramatik şekilde düştü. Napster-öncesi dünyada tüketicinin ürüne ulaşmak için çaba sarf etmesi ve ciddi bir maliyeti göze alması gerekirken, sonrasında dinleyicilerin bir şarkıyı veya albümü dinlemesi zamanla lütuf addedilmeye başlandı.

Tabii indirme (download) devri de pek uzun sürmeyecekti. 2000’li yılların ortalarına doğru ADSL’in dünya genelinde yaygınlaşması, birkaç yıl sonra da akıllı cep telefonlarının kaydettiği gelişim dinleyicileri müziği depolama zahmetinden kurtarmaya başladı. Myspace, YouTube, Spotify, Bandcamp, Deezer, SoundCloud, Amazon Music, Apple Music gibi uygulamalar, müzisyenler açısından kayda değer bir gelir yaratamasalar dahi, dijital müzik formatlarını belli bir yasal zemine oturttular. Günümüze kadar uzanan bu dönemde daralmış durumdaki pazarın yapısı yeniden şekillendi.

Müzik endüstrisinin bu dönüşümü kaçınılmaz olarak metalin evrimini de belirleyecekti. Bu sürecin başlarında, rock müzik piyasasının 1991’de geçirdiği dramatik dönüşümün bir neticesi olarak, metalin geleneksel formları anaakımdan dışlanmış bulunuyordu. 1983’ten beri metal müzik pazarını domine eden ABD sahnesi bu durumu veri alarak trend odaklı bir seyir izlemeye devam etti. 1998-2003 arasında nu metal, 2004 sonrasında da metalcore etkili oldu, lakin ticari açıdan bunun devamı gelmeyecekti. Her yeni trend bir öncekinden daha az ekonomik kazanç yaratıyordu ve 2010’lara gelindiğinde bu yol fiilen tıkandı.

Fakat bu durum metalin evrimini anca kısmen etkiledi, çünkü 1996-1997 yıllarından itibaren belirginleşen şekilde metal geleneği ikiye bölünmüş bulunuyordu. O dönemde yeni bir odak olarak yükselen Almanya ve Nordik ülkeler merkezli Avrupa sahnesi, ABD’dekinden farklı olarak, müzik endüstrisinin genel yönlendirmelerinden bağımsız, kendi gelişim dinamiğine sahip bir metal sahnesinin inşasına yoğunlaşmıştı. Metalin temel türlerine dönük ilginin yeniden canlanması ve bunların yeni toplumsal, kültürel gerçekliklerle alaşıma sokularak bir füzyon dönemine girilmesi bu alternatif piyasa olmadan yaşanabilecek gelişmeler değildi.

O yıllarda bu olgu metal müzik üretiminde yaşanan bir artışın doğal sonucu gibi algılanmıştı, ancak günümüzde ‘90’lara ait istatistikler incelendiğinde bunun en fazla kısmen doğru olabileceği anlaşılıyor. Aslında belirleyici olan metalin yaşadığı bir yükseliş değil, yeraltı hareketliliğinin gittikçe daha fazla görünür hale gelmesiydi. 1996 ve sonrası internetin ticarileşip patlama yaptığı yıllardı. Yani söz konusu gelişmenin ontolojik temeli yeraltı sahnesinin internet dinamikleriyle desteklenmesiydi esas olarak.

Bu yükseliş eğilimi Napster sonrasında da artarak devam etti. Her takvim yılında çıkan metal albümü sayısı bir öncekine göre istikrarlı bir yükseliş sergiledi. Yeraltının anaakım karşısında gösterdiği ilerleme ekstrem metali tarzın merkezine taşıdı. Black ve death, metalin lokomotif türleri haline geldiler. Metalin yeraltı/anaakım oranı yüksek bir tür olması onu diğer müzikal tarzlar karşısında da öne çıkardı. Dinlenme istatistiklerine göre, metal en popüler müzik türlerinden biri haline geldi. Bu yüzden, örneğin Heavy Blog is Heavy’nin 2015 dolaylarında metalin altın çağının yaşanmakta olduğunu iddia etmesinde şaşılacak bir durum söz konusu değildi. Metal müzik üretimi hem nicelik, hem de nitelik açısından belki de hiç olmadığı kadar iyi durumdaydı.

Yani İnternet Devrimi önce sağladığı teknik imkânlarla, sonrasındaysa endüstriye vurduğu darbeyle sürecin başında fiilen ölüm döşeğinde bulunan bir tarzın çarpıcı bir evrim yaşamasına vesile oldu.

Tabii bu noktada ticari kaygıların oldukça düşük seviyede seyrettiği yeraltı sahnesinden bahsediyoruz asıl olarak. Bu olgunun metalin bütününü aynı şekilde etkilediğini iddia etmek mümkün değil.

Napster-sonrası gerçekliğinde, müziğe atfedilen değer düşmüş, rock star’lık statüsü pratikte ortadan kalkmışken, yeni bir grubun büyük ticari başarılar elde edebilmesi neredeyse imkânsız bir durum. Metalde bir tür kast sistemi oluşmuş gibi görünüyor. “Üst” seviye topluluklar sadece tarihsel olarak oraya yükselebilmiş birkaç isimden ibaret ve artık son demlerini yaşıyorlar. “Orta” seviyenin isimleri fiilen arafta kalmış durumdalar. Ne yukarı çıkma ihtimalleri bulunuyor, ne de pozisyonlarını yitirme kaygısına sahipler. Tek olası geçişkenlik “alt”tan “orta”ya doğru, ama bunun da sık rastlanılan bir durum olduğu söylenemez.

 

Metallica, metal tarihinin tartışmasız en büyük topluluğu olarak Napster ile yüzleştiğinde yeni bir seviyeye yükselme, rock müzik endüstrisindeki pozisyonunu güçlendirme çabası içerisindeydi. Grubun lideri Lars Ulrich’in verdiği abartılı tepkiyi bu bağlamda yorumlamak gerekir. Napster ile birlikte topluluğun bütün gelecek planları anlamını yitirdi. Grup son olarak 2003’teki “St. Anger”da nu metalle ilişkilenme girişiminde bulunduktan sonra piyasa hareketlilikleriyle ilişkisini kesti. Aynı şekilde bütün kariyerini rock müzikteki trendlere göre pozisyon alarak geçirmiş olan Judas Priest de Rob Halford’un 2005’teki geri dönüş albümü “Angel of Retribution” ile beraber hareket tarzını değiştirmiş bulunuyor. Artık rüzgarından yararlanılabilecek bir trend mevcut değil. Bu seviyedeki topluluklar sonucu dert etmeden serbestçe hareket edebiliyorlar ve risk almayıp potansiyel kitlelerinin olabilecek en geniş kesiminin beğenisine odaklanma tercihi ellerindeki en ticari hamle aslına bakılırsa.

Söz konusu sürecin metale verdiği en büyük zararsa “orta” seviye gruplarda görülüyor. Metal müzik genel olarak albüm formatını terk etmeye karşı direnç sergilese bile, bu kategorideki toplulukların önemli bir kısmı için albümler basit birer araç fonksiyonuna sahip. Artık albümlerden para kazanılamıyor olması ister istemez konserlerle ürün satışlarının önemini arttırıyor ve albüm yapmak yeni bir turne organize etmenin gerekçesi olmaktan çok da fazla bir anlam taşımayabiliyor. Bu hayatta kalma tarzı ister istemez üretilen müziğin kalitesini ciddi şekilde düşürmüş durumda.

Diğer yandan, topluluklar arasındaki mevzubahis “kast hiyerarşisi” aslında bir tür “demokratikleşme süreci”nin tezahürü. ABD sahnesinden bahsederken gördüğümüz gibi, zamanında dümeni elinde tutan majör plak şirketleri fiilen denklemin dışındalar. Yeni rock star’lar ortaya çıkmıyor ve var olanların eski mitik pozisyonlarını koruyabildiklerini iddia edebilmek pek mümkün değil. Konserlerle festivallerin öneminin iyice arttığı bir ortamda tabanda bir araya geliniyor. Dinleyicilerle müzisyenler arasındaki mesafe giderek kapanıyor.

 

Yapay Zekâ Devrimi

Aralık 2023’te Suno’nun, Nisan 2024’te de Udio’nun piyasaya sürülmesiyle birlikte önceki bölümde ele aldığımız süreçte yeni bir aşamaya geçilmiş olması kuvvetle muhtemel.

Aslına bakılırsa, yapay zekânın müzik alanında kullanılmasının tarihi gayet eski. 1950’lerde dahi bilgisayarlar tarafından bestelenmiş parçalara rastlıyoruz. Yani yapay zekâ-müzik ilişkisinin kendisi herhangi bir yenilik arz etmiyor. Bu noktada çığır açma potansiyeli taşıyan husus söz konusu programlar ve benzerlerinin yapay zekâ aracılığıyla müzik yapabilmek için teknik bilgiye sahip olma ihtiyacını ortadan kaldırmaları. İsteyen herkes artık basit yazılı komutlarla kendi bestelerini oluşturabilirken, müzik endüstrisi de, Napster zamanında olduğu gibi, mahkeme yoluyla sürecin önünü almaya çalışıyor.

Bu gelişmelerden önce yapay zekâyı metal dünyasına taşıma yönündeki en önemli girişim Dadabots idi. Bu iki kişilik oluşum, Krallice, Meshuggah, The Dillinger Escape Plan, Archspire gibi isimlerden etkilenerek, 2017’den beri çeşitli albümlere ve projelere imza attı.

Günümüzdeyse, bekleneceği üzere, sanal metal gruplarının sayısı gittikçe artıyor. Örneğin, Metalverse isimli bir kolektif bünyesinde faaliyet yürüten Frostbite Orckings, yapay zekâ tarafından oluşturulan ilk heavy metal albümünü çıkardığı iddiasıyla oldukça ilgi toplamış durumda.

Fakat sürecin evrim dinamikleri açısından bunların önem arz etmeleri pek olası görünmüyor. Eğilim müzisyenlerin piyasadaki yerlerinin sanal topluluklar tarafından doldurulması değil kesinlikle. Napster bağlantılı gelişmeler pazar yapısında değişikliklere neden olmuşlardı. Yapay zekâysa endüstriyle birlikte üreticilerin pozisyonunu da tehdit ediyor. Uygulamalar gelişip işledikleri veri miktarı arttıkça müzisyenlere duyulan ihtiyaç giderek azalacak. Genel olarak sanat, özel olarak da müzik bireysel bir deneyim haline gelecek.

Yapay zekâ programlarının potansiyel olarak gerçekleştirebilecekleri şeyleri düşünelim. Bir kere, gelişmiş teknik analiz kapasiteleri sebebiyle, bu uygulamalar grupların müzikal yapılarına zamanında o besteleri yapmış müzisyenlerden bile daha fazla hâkim olacaklardır. “72 Seasons” gibi bir albümü dinlemek için 7 yıl bekleyeceğinize saniyeler içerisinde kendi Metallica albümlerinizi yaratabilirsiniz. İsterseniz “Ride the Lightning”in bir versiyonunu oluşturun, isterseniz topluluğun belli dönemlerini istediğiniz oranlarda sonuca dâhil edin. Bu noktada grupların kendi müzikal sınırlarını veri almak gibi bir zorunluluğunuz da olmayacaktır. Motörhead’in dar kalıplarının farklı tarzlarla etkileşim halinde nasıl tınlayacağını duymak ister misiniz? Var olan albümlerin müzisyenlerini değiştirmek de ilgi çekici sonuçlar verebilir. Mesela, “The Fragile Art of Existence”ı bir de Warrel Dane’in vokalleriyle dinlemeye ne dersiniz? Yoksa, hayatını kaybetmese Chuck Schuldiner’ın hangi topluluklardan etkilenebileceğini öngörüp buna göre yeni Death ve Control Denied albümleri mi ortaya çıkarsanız? Tabii bu ve benzeri olasılıkların ötesinde en önemli husus dinleyicilerin istedikleri müzikal unsurları kullanarak kendi bestelerini yapabilecek olmaları.

Hâlihazırda uygulamalar için herhangi bir yasal kısıtlama söz konusu değil. Aynı şekilde, telif hakları meselesi de Napster döneminin aksine oldukça tartışmalı. Yine de, belli bir vadede müzisyenlerle grupların bu sistemde içerilmeleri ve teknik olarak mümkün olduğu noktada, kendi resmi programlarını çıkarmaya başlamaları beklenebilir.

Elbette bu sürece direnç gösterenler de olacaktır. “Organik” ürüne dönük talebin tamamen ortadan kalkmasının zorluğu bir yana, mantıken metalin güçlü yeraltı sahnesi kendisini uzun yıllar belli ölçüde koruyabilir. Lakin mevzu bu kadar basit değil.

The Metal Archives’in yapay zekâ tarafından üretilen müzikleri siteye kabul etmeme kararını ele alalım. Onlar farklı argümanlarla hareket etseler de, kısa süre içerisinde sayısı astronomik biçimde artabilecek ve gittikçe bireyselleşen bir olgunun kaydını tutmaya çalışmak zaten beyhude bir çaba olurdu. Yani buraya kadar bir sorun yok. Grupların stüdyo hilelerini de muhtemelen yapay zekânın kendisi belli bir aşamadan sonra açığa çıkarmaya başlayabilir. Peki ama yapay zekâ tarafından bestelenip profesyonel topluluklar tarafından kaydedilen albümleri ne yapacağız? Müzisyenlerin mantıken bunları belli oranda düzenlemeye tabi tutacaklarını da düşünürsek, gerçek besteciyi tespit etmek fiilen imkânsız olacaktır. Öyleyse, yapay zekânın, The Metal Archives gibi tutucu platformlar da dâhil, metalin her alanına sirayet etmesinin önüne nasıl geçilebilecek?

Zaten elinin altında böyle işlevsel bir araç bulunun müzisyenlerin buna başvurmamasını ummak ne kadar gerçekçi olabilir? Sizin profesyonel bir grubun bestecisi olarak aylar, belki de yıllar boyunca uğraşıp üretebileceğiniz miktardaki müzikal materyali size çok kısa bir süre içerisinde, üstelik de kendi tarzınızı yansıtacak şekilde sunan bir uygulamaya ne kadar direnç gösterebilirsiniz?

Yapay zekânın denkleme dâhil olması ister istemez dinleyicilerde müzisyenlere dönük bir güven bunalımını tetikleyecektir. Her albümün potansiyel olarak yapay zekâ desteğiyle hazırlanmış olabileceği bir ortamda müzik eskiden dinleyiciler nezdinde sahip olduğu değeri koruyamaz. Esere dönük şüphe arttıkça ona verilen değer de buna orantılı şekilde düşecektir. Yani insan üretimi müziklerin değersizleştiğini görmek için yapay zekâ tarafından yaratılanların ondan daha değerli addedileceği dönemi beklemek gerekmez.

Yapay zekâ öncesinin gerçekliğinde dâhi olarak görülebilecek yeni müzisyenler bile bu koşullarda fark yaratamayacaklardır. Önem atfedilen yegâne isimler zamanında bu statüyü kazanabilmiş olanlardan ibaret kalırken, onlar da kendilerini yapay zekâyla yıpratıcı bir rekabet içerisinde bulacaklardır. Steve Harris’in yapay zekâdan uzak durmayı seçtiğini farz edelim. Ortalıkta Iron Maiden’ın en parlak dönemlerinden çıkmış gibi duran çok sayıda yeni beste ve bu müzikal yapı temel alınarak yapılmış ilgi çekici denemeler varken, bir şarkının “gerçek Steve Harris” tarafından üretilmiş olması onu önemli kılmaya yetecek midir? İlgiyi canlı tutmak için açık veya örtük biçimde yapay zekâdan faydalanıp kendi müziğinin en iyi versiyonlarını yaratmaya çalışmak hiç değilse kısa vadede daha mantıklı bir hareket planı gibi görünüyor, fakat er veya geç bu dönüşüm sancılarının nihayete ermesi ve yukarıda da belirtildiği üzere, müziğin bireysel bir deneyim haline gelmesi beklenmelidir.

Bu noktada yapay zekânın zanaatkâr olmanın ötesine geçerek sanat üretemeyeceği, insani duyguları yansıtmakta yetersiz kalacağı iddialarıyla karşılaşılabilir. Sanat-zanaat ayrımı ve ruh-beden düalizmi… Bu teorik kabuller gerçekten de yapay zekânın bu alandaki ilerleyişini frenleyecek doğal sınırlar olabilirler mi?

Sondan başlamak ve gereksiz felsefi tartışmaları bertaraf etmek gerekirse, yapay zekânın daha emekleme aşamasında ulaştığı seviye bu idealist iddiaya yeterince güçlü bir pratik cevap veriyor olsa gerek. Big data denen olgunun yapay zekâ alanında tetiklediği devrimsel gelişmelere bakarak, yeterli veri birikiminin sağlandığı koşullarda, bilgisayarların her türlü duyguyu başarıyla taklit edebilecekleri söylenebilir. Zaten mevzu yapay zekânın insani duygular edinmesi değil, bunları analiz edip yeniden-üretebilmesi.

Kökeni 15. yüzyılın başlarına uzanan sanat-zanaat ayrımıysa İtalya’da esmeye başlayan aydınlanmacı rüzgârların bir sonucuydu ve bireysel yaratıcılığı kolektif üretimden üstün tutan liberal bir yaklaşımı yansıtıyordu. Eskiden ürünlerine metrekare başına değer biçilen ressamların bir kısmı kısa süre içerisinde yıldız statüsüne erişti. Yani aslına bakılırsa, sanatçıyı zanaatkârdan ayıran temel unsur ilkinin imzasının yarattığı ekstra değerdi. Ancak bu hiçbir şekilde sanat üretiminin bu kategorideki bireylere özgü olduğu anlamına gelmez. Aksi bir bakış açısı bu ayrımı tanımayan Batı-dışı toplumların sanat üretme kapasitelerinin olmadığı gibi absürt bir netice doğuracaktır. Sanatçıyla zanaatkâr arasında mesleki bir fark bulunsa da, bu ilişki sanat-zanaat ayrımıyla özdeş değildir. Kısacası, yapay zekânın üretimlerini sanat olarak niteleyebilmek için onun sanatçı apoletini hak ettiğine ikna olmak gerekmez.

 

Sonuç

Buraya kadar yapılan analizlerden yapay zekânın internet döneminin eğilimlerini mantıki sonuçlarına taşıyacağı anlaşılıyor. Müziğin değersizleşmesi, müzisyenle dinleyici arasındaki açı farkının kapanması gibi olgular yeni koşullarda mutlak bir hüviyet kazanmaya başlıyorlar.

Henüz kimi sanat dalları bunun etkilerini diğerlerine göre daha az hissediyor olsalar bile, sanat bir dönüşüm sürecine girmiş bulunuyor. Bu yazıdaki analizler haliyle bazı sanat dalları için direkt geçerli olmayabilir, ama metal müzik özelinde ortaya konan tablonun yapay zekânın sanat karşısındaki genel yönelimini yansıttığını iddia etmekte bir sakınca olmasa gerek. Onun sağladığı teknik araçlar kurulu piyasa yapılarında onulmaz hasarlara sebep olma potansiyelleri taşıyorlar. Hollywood prodüksiyonları kalitesinde filmler hazırlayabilme imkânı sunan uygulamaların sinema endüstrisinde yaratacağı depremi tahayyül edin mesela. Yapay zekâ geliştikçe sanat ticari bir faaliyet olmaktan çıkacaktır.

Hâlihazırda değinilmiş bulunan bir diğer husus da insansal sanatın karanlık geleceği. Yapay zekâ karşısında yalnızca bir meslek olarak sanatçılık değil, insan üretimi sanat da tehdit altında. Bir yandan insansal sanatın giderek maddi getiri yaratmayan bir faaliyete dönüşmesi, öte yandan makinelerle rekabet etmenin zamanla imkânsızlaşacak olması bu neticeyi koşullayacak.

Varılacağı öngörülen bu aşama önceki yazıda “kararma” (endarkenment) çağı olarak isimlendirilen olgunun sanat alanındaki tezahürüne denk düşüyor. Zaten bu yazı ona giden geçiş sürecinin bir analizi olarak değerlendirilebilir. Sanat adeta bir bünyeden ötekine taşınıyor. Organik ama sınırlı insani maddi gerçeklikte gittikçe sönümlenmesi pahasına, mekanik fakat engin insani sanal gerçeklikte yeniden kuruluyor. Bu yüzden sanatın ölme ihtimalinden değil, reenkarnasyonundan bahsetmek uygun olacaktır.

Bu yazılanlar pek iç açıcı görünmeyebilir, ancak ideolojik ön kabuller bir kenara bırakılırsa, bunun aslında bir kıyamet senaryosu olmadığı fark edilecektir. Bu yeni zemin sağlayacağı maddi olanaklarla sanatın ufkunu alabildiğine genişletebilme imkânını beraberinde getirmektedir.

Yukarıdaki ikinci bölümde yapay zekânın metal müzik özelinde bize vadedebileceklerine dair bazı örnekler vermiştik. Şimdi metalin evrimi üzerine daha sistematik biçimde düşünmeye çalışalım.

Metal müziğin küreselleşme ve sentez kabiliyeti bu denli yüksek olmasaydı İnternet Devrimi’nin sunduğu imkânlar anca kısmen değerlendirilebilirdi. Bu esneklik metale ciddi bir evrimsel güç katıyor. Metal bir yandan yerkürenin her tarafına, her kültüre sirayet etme eğilimi gösteriyor, diğer yandan da her müzik tarzıyla alaşıma sokulabiliyor. Lakin bunlara rağmen günümüzde metalin olası evriminin sadece ufak bir kısmı gerçeklik kazanabilmiş durumda ve insansal sanat şartlarında bu süreç oldukça yavaş bir şekilde ilerleyecektir.

Peki ya yapay zekâ müzik alanında potansiyelini gerçekleştirme seviyesine geldiğinde neler değişebilir? Yeryüzündeki bütün müzikal türlerin ve kültürlerin derinlikli bilgisine sahip bir makine zekâsının mevcudiyeti mantıken bu alandaki evrimin sınırlarına varmasına neden olacaktır. Türlerin hem kendi içerisinde, hem de sentez halinde yaşayabilecekleri her tarz değişim bundan böyle yapay zekâ bünyesinde potansiyel olarak zaten gerçekleşmiş durumdadır. Her gün sayısız aktörün yapay zekâ aracılığıyla bireysel müzik üretiminde bulunduğu, bildiğimiz anlamdaki endüstrinin ortadan kalktığı bir ortamda evrim süreci lineer bir olgu olmaktan çıkıp atomize olur. Bu noktadan sonra müziğin bir tarihi olmayacaktır artık.

 

Birinci bölüm için tıklayın.

 

Albümün okur notu: 12345678910 (8.71/10, Toplam oy: 7)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
Şirket
Şarkılar
Web
  Yorum alanı

“Yapay Zekâ: Sanatın Reenkarnasyonu – 2. Bölüm” yazısına 7 yorum var

  1. Eline sağlık Emre, siteye değerli bir yazı daha kazandırmış oldun.

    Epey kaotik bir dönemden geçiyorum, ilk fırsatta konuyla ilgili düşüncelerimi yazacağım.

  2. BK says:

    Çok güzel olmuş. Eline sağlık.

  3. osman says:

    Üzerine düşünmek gereken konular hakkında güzel bir yazı olmuş, elinize sağlık. Beni metinlerde yapay zeka kullanılamayan The Headbangers günlerindeki yazılarınıza götürdü :) Saygılar, selamlar.

    Emre Görür

    Teşekkürler arkadaşlar.
    @osman, mesajınla beni 20 küsur yıl öncesinin İzmir’ine ışınladın. Sen de orada mıydın o tarihlerde? The Headbangers günleri keyifliydi. Bekam’ın evinde Mötorhead üstüne Şiki Şiki Baba dinlerdik, haha.

    osman

    @Emre Görür, İzmir’de değildim ama derginin sıkı bir takipçisiydim. Zor’la birlikte olmazsa olmaz iki dergiden biriydi benim için. Motorhead üzerine Şiki Şiki Baba dinlemek gibi hareketleri biz de yapıyorduk. Bunların keyfini verecek şeyleri taklit edebilecek bir (tabirimi mazur görün) yapay geri zeka geliştirebileceklerini sanmıyorum :)

    Emre Görür

    @osman, bizim için durum farklı tabii. Ben şahsen yapay zeka kullanmayı geçtim, Spotify hesabına bile sahip değilim. Hala indiriyorum dinleyeceğim albümü. Ama yeni kuşaklar duruma adapte olup kendi “geri zekalı” eğlence tarzlarını oluştururlar yapay zeka üzerinden :)

  4. Zeynel says:

    Müziğin git gide daha bireysel bir hale geleceği çok önemli bir tespit bence yazının genelinde en çok ilgimi çeken kısım bu oldu.

    Bu konu üzerine düşünürken bir yandan da şunu farkettim, aslında şu anda veya müziğin analog olarak tüketildiği dönemde bile müzik dinlemek bireysel bir deneyim sonuç olarak. Sevdiğimiz albümleri dinlerken hepimiz aynı şeyleri mi hissediyoruz? Bazen çok coşkulu şeyleri dinlerken duygulanabiliyoruz hele de metal müzik dinleyicileri olarak daha fazla deneyimlediğimiz bir şey bu belki de. Ya da melankolik müzikleri eğlenmek için dinlediğimiz de oluyor. Bizim alımlayışımız eserin genel olarak nasıl bir ruh halini temsil ettiğinden farklılaşabiliyor. Bir adım ileriye taşıyıp şunu da iddia edebiliriz, sanat eserleri içerisinde pek çoğundan ayrıksı olarak müzik bireyden bireye anlık olarak da farklı deneyimlenebilen bir şey. Aynısı sinema için çok da geçerli değil gibi geliyor bana. (Aşağı yukarı aynı deneyimi hayatın farklı dönemlerinde tekrar yaşamak için bir romanı ya da filmi tekrar tekrar tüketiyoruz) Ama müzik pek öyle değil gibi, Spotify listelerimdeki Slayer parçaları farklı bir işlevdeyken evde oturup CD’yi takıp dinlediğim Slayer başka hissettiriyor.

    Yazıdaki tahmini anlıyorum, sanat eseriyle daha müdahil bir ilişki kurma olasılığından bahsediliyor tabii ki. Şöyle olasılıklar da kolayca düşünülebilir örneğin, bugün müziği iki tane kulağımızla ve mevcut bilincimizle özünde “tek başına” dinliyoruz. Kulaklıkta da bir konser alanında da böyle. Bu neuralink vb. şeyler akıllı telefon gibi herkesin erişiminde yaygın teknolojiler olduğunda müzik dinleme etkinliği değişecek mi acaba? Mesela müziği tek başına dinlerken farklı, kankalarla zihinleri birleştirip dinlediğimizde farklı deneyimleyeceğiz gibi görünüyor. Ya da bir mosh pitte herkesin kafasındaki cihazı açtığını düşünün :D Komik geliyor ama çok uzak olmayan bir gelecekte böyle enteresan deneyimler pazarlanabilir bence. Meselenin sonuçta da gerçeğin sanalla daha iç içe geçeceği, deneyim odaklı, kişisel tercihlerin daha ağır bastığı bir yere ilerleyeceği kesin.

    Sitede böyle yazılar görmek güzel, emeğinize sağlık…

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.