Emre Görür
“Bana kalırsa Accept’in sırrı ‘güzel ve çirkin’ idi.
Ben canavardım. Grubun geri kalanıysa güzel kısmı oluşturuyordu.”
(Udo Dirkschneider)
Klasik Accept kadrosuna bakıldığında net bir kontrast hemen göze çarpar. Vokalist Udo Dirkschneider ile gitarist Wolf Hoffmann başta gelmek üzere, grubun diğer üyelerinin fiziki özellikleri birbirinden oldukça farklıdır. Güleç bir profil çizen Hoffmann sarışın, uzun boylu, yakışıklı bir figürken, yirmilerinde dahi gayet yaşlı gözüken tıknaz bir adam olan Dirkschneider ne sevimlidir, ne de fiziksel açıdan toplumca benimsenen güzellik kriterlerini karşılar. Bu tezat işin müzikal kısmında da görülür. Estetik normlar bakımından genel metal sahnesinin önemli gitaristlerinden biri olan Hoffmann’ın aksine, Dirkschneider kendi karakteristik tarzının ötesine geçebilecek bir sese sahip değildir.
İki isim de oluşumun yapısını bu çelişkili durum temelinde analiz eder, fakat vardıkları sonuçlar birbirine zıttır. Dirkschneider topluluğun taşıdığı büyüyü bu gerilime bağlarken, Hoffmann burada Accept’i kısıtlayan sınırlar görmüştür.
Hoffmann grubun klasik dönemindeki çekirdek kadrosunun parçaları bestelemekten sorumlu üç kişiden meydana geldiğini iddia eder. Bu sürece katılmalarına izin verilmeyen ikinci gitaristlerle birlikte Dirkschneider’i de bunun dışında tutmaktadır, çünkü Hoffmann’a göre o şarkı yazamamasının yanında toplulukla bütünleşmeye de yanaşmamıştır hiç. Kendisi, basçı Peter Baltes ve davulcu Stefan Kaufmann diğer ilgili kişilerle beraber her şeyi tamamladığında stüdyoya gelip vokalleri yapmaktan ibarettir onun albümlerdeki emeği. Bu yüzden, Hoffmann’ın 1987’de görünüşü ve sınırlı vokal tarzı sebebiyle grubun gelişimini engellediğini düşündüğü bu “trolden”[1] kurtulma kararı alması hiç de şaşırtıcı bir hamle değildir aslında.
Wolf Hoffmann ‘80’lerin başlarında Accept’in lideri haline geldi.
Lakin “Eat the Heat” deneyiminin acı dersiyle hareket eden Hoffmann 2005 sonrasında boşuna ses rengi ve yorumu Dirkschneider’e en çok benzeyen vokalisti arayıp bulmadı. Grubun temel kompozitörü kendisi olsa bile, Accept denildiğinde akıllara basit yapılı ama etkili parçalarla toplumsal duyarlılığı yüksek şarkı sözleri kadar, hatta belki de daha fazla, Dirkschneider’in vokalleri gelir ve bu noktada onun bestelere katkı verip vermemesinin özel bir önemi yoktur. Dirkschneider-Accept ilişkisi frontman’iyle büyük ölçüde özdeşleşen klasikleşmiş metal topluluklarına verilebilecek tipik örneklerden biridir.
Diğer yandan, Hoffmann, Dirkschneider’in kendisiyle kişisel sorunları olduğu konusunda haklıdır, ancak bunun tarihsel arka planını ortaya koymaya yanaşmaz. Kendisi, Dirkschneider tarafından kurulan Accept’te iktidarı ana besteci olması nedeniyle değil, menajer Gaby “Deaffy” Hauke ile ilişkisi sayesinde ele geçirmiştir.[2] 1981’de başlayan ve 1989’da evlilikle neticelenen bu ilişki Hoffmann’ın topluluk adına alınacak kararları istediği gibi belirleyebilmesini sağlar. Buna ek olarak, 1981’de Dirkschneider’e imzalatmayı başardıkları bir anlaşma sayesinde grubun isim hakları da Hoffmann’a geçmiştir ve ikili arasındaki şahsi husumetlerin temel kaynağı budur. Zaten Dirkschneider 2010 öncesinde kendisine gelen iki teklifi direkt reddetmez. Farkında olmadan kaybettiği isim hakkının geri verilmesi koşuluyla yeniden birleşmeye katılacağını, yollarının bir daha ayrılması halinde U.D.O.’yu üçüncü kez kurmak yerine Accept adı altında devam etmeyi yeğleyeceğini belirtmiştir. Yani Accept’teki geleceğinin yasal olarak garantilenmesi durumunda Hoffmann ile tekrar bir araya gelmeye hazırdır. Bu konuda Hoffmann’ın bunu kabul etmemesi ne kadar normalse, U.D.O.’nun seyrinden hoşnut olan Dirkschneider’in zamanında kendisini topluluktan uzaklaştıran, “Predator”da vokallerine el atan, fiziksel özelliklerini tiye almaktan çekinmeyen bir otoriteye tabi biçimde kariyerini sürdürmeye razı gelmemesi de o kadar normaldir.
‘90’larda Dirkschneider ile Hoffmann’ın yolları ikinci kez birbirinden ayrıldı.
Buraya kadar yapılan analizlerin Hoffmann’ın Baltes’ı da kaybederek neden Accept geleneğini temsil etme iddiasında yalnız kaldığını açıkladığı düşünülebilir, ancak bağlamı bireysel ilişkilerden ontolojik koşullara kaydırıp değerlendirmeyi boyutlandırmak da mümkün.
Baltes’ın 2018’e dek Hoffmann ile beraber hareket etmesi ne Dirkschneider ve Kaufmann ile olan müzikal zevk farkından, ne de kişisel ilişkilerden kaynaklanan bir tercihti. Belirleyici unsur grup tarihi zirvesine ulaştığında söz konusu iki kesimin buna verdikleri reaksiyondu. Accept üyeleri 1984-1986 dönemini turneler sebebiyle büyük oranda ABD’de yaşayarak geçirdiler. Bu durum Hoffmann, Baltes ve Hauke’nin gözlerini kamaştırıp oraya yerleşmelerine neden olurken, “Amerikan rüyası” Dirkschneider ile Kaufmann’da aynı etkiyi göstermedi. Topluluğun yapısında ortaya çıkan tarihi yarılmanın ontolojik zemini buydu. Araya giren fiziki mesafe başlarda iki kesimi kafaca birbirinden uzaklaştırmıştı. Birincilerin ABD gerçekliğiyle bağlantıları “Eat the Heat”te ve “Objection Overruled” sonrasında gündeme gelen stil değişikliklerinin sebebiydi şüphesiz. Hoffmann ve Hauke’nin 2000’lerde Almanya’ya geri dönme kararı almasıysa aradaki açı farkının kapanmaya başlaması sonucunu doğuracaktı.
Yani üyelerinin ABD pazarıyla ilişkilenme tarzlarındaki farklılık Accept’in ikiye bölünmesine yol açarken, bunun ortadan kalkmasının bir birleşmeyle neticelenmemiş olması Hoffmann’ın gruptaki mutlak denebilecek liderliğinin rıza temeline dayanmamasından kaynaklanmıştır. Onun 1981’de topluluğun iplerini ele geçirerek yarattığı fiili durum Accept geleneğinin sonraki tarihini baştan başa kesen bir gerilim kaynağıdır.
[1] Bu ifade “Balls to the Wall”un yeniden basım CD’lerinden birinde geçer.
[2] Aynı durum gitarist Glenn Tipton ve menajer Jayne Andrews özelinde Judas Priest’te de yaşanmıştır. Bu konunun ele alındığı bir yazı için tıklayın.
I. bölüm için tıklayın.
II. bölüm için tıklayın.
III. bölüm için tıklayın.
Emre eline sağlık. Gayet güzel bir seri oldu. Nispeten eski bir dönemi ve yaşlı bir grubu konu ettiği için daha ziyade meraklısına hitap eden bir seriydi, ancak okuyan herkesin bir şeyler öğrendiğini tahmin ediyorum.
Emeğin için ve özellikle de son derece profesyonelce hazırlanmış dosyaların sayesinde işimi çok kolaylaştırdığın için çok teşekkürler.
30.12.2021
@Ahmet Saraçoğlu, sağ olasın. Aslında baştaki düşüncem Maiden ile KK’s Priest kritiklerinden sonra bu sefer de U.D.O.’nun yeni albümü vesilesiyle Accept tarihine değinmekti, ama araştırdıkça bu konuda detaylı bir kaynak olmadığını fark ettim. Grup elemanlarıyla yapılmış röportajları okudukça da Accept’in tarihini ve iç ilişkilerini kategorik bir tarzda ortaya koyma düşüncesi ilgimi çekti. Hem görece bakir bir alan olduğu için puzzle’ın parçalarını keşfedip tabloyu oluşturma işi keyifliydi, hem de konu metalin doğuş ve gelişim koşullarını ele alabilme imkanı veriyordu. Tabii bu kadar uğraşmamın bir diğer sebebi de 1999-2002 arasında hazırladığım fanzinin isminin Metal Heart olması.
Elinize sağlık çok güzel bir seri olmuş, keyifle okudum. Bu tarz bilgiler dinlediğim gruplara olan sevgimi arttırıyor, bestelere, albümlere olan bakış açımı büyük ölçüde de etkiliyor.
güzel seri