‘80’lerde hangi üyesi tarafından yazıldığına bakılmaksızın bütün şarkılarının teliflerini paylaşan bir gruptur Accept. Bu durum ona kolektif yapısı güçlü bir oluşum izlenimi verse de, aslında vokalist Udo Dirkschneider ve gitarist Wolf Hoffmann temelli gerilimler erken tarihlerden itibaren eksik olmamıştır.
Kamuoyuna yansıyan ilk ciddi sorunun tarihi 1983’tür. O yıl Dirkschneider, Accept’in önceli Band X’te müzikal kariyerine birlikte başladığı geleceğin ünlü prodüktörü Michael Wagener ile Double Trouble isimli bir şirket kurup Raven’ın “All for One” albümünde prodüktörlük yapar ve onlarla beraber bir single yayımlar. Bu gelişmelerin “Balls to the Wall”un kayıtlarıyla çakışması dönemin metal basınında onun Accept’ten ayrıldığı, hatta topluluğun dağıldığı haberlerinin çıkmasına yol açacaktır. Neticede Dirkschneider Raven’a katılmamış olsa bile, bu ayrılık iddiasını Hoffmann da doğrulamaktadır. Onun belirttiğine göre, bu Dirkschneider’in daha sonra birçok kez tekrarlanacak olan gayri resmi şekilde grubu terk edişlerinin ilkidir.
Yine de iki isim arasındaki ipler uzun süre kopmaz. Hoffmann, menajer Gaby “Deaffy” Hauke ve plak şirketinin “Eat the Heat”te Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olması klasik Acceptsound’unun temsilinden feragat etmeleri anlamına geliyordu ve U.D.O.’da –öncesinde Gravestone’da yer almış bulunan– Sinner gitaristi Mathias Dieth ile güçlerini birleştiren Dirkschneider memnuniyetle bunu sahiplenmeye soyundu. Hauke’nin katkılarına ilaveten, 1990 tarihli üçüncü albümleri “Faceless World”de prodüktör olarak onlara eski Accept davulcusu Stefan Kaufmann’ın katılması da şüphesiz bu temsili güçlendiriyordu, lakin onun varlığı bu aşamada müzikal açıdan buna zıt bir sonuç ortaya çıkaracaktı. Bu noktada grup klasik Accept çizgisinden kısmen uzaklaşarak kariyerinin en farklı, en özgün çalışmalarını yayımlamaya yöneldi. “Faceless World”U.D.O.’nun en ticari yüzünü yansıtırken, Judas Priest klasiği “Painkiller” etkili ardılı “Timebomb” ise bunun tam aksine topluluğun en sert halinin örneğiydi. Ancak –Accept’in “Metal Heart”ın ardından “Russian Roulette”i çıkarmasını çağrıştıran– farklı tarzdaki bu girişimler istenilen tesiri yaratmadı. 1991’de U.D.O.’nun plak şirketi RCA’in grubun sözleşmesini sonlandırmaya karar vermesi ve bir sene önce piyasaya sürülen Accept’in konser albümü “Staying a Life”ın doğurduğu ilgi neticesinde Dirkschneider-Kaufmann ile Hoffmann-Baltes’ın yolları 1992’de yeniden birleşecekti.
Accept, kariyerinin ilk konser kayıtları için daha önce hiç gitmediği Japonya’yı tercih etmişti.
Beş yıl süren ve Hoffmann’ın bu sefer tek gitarist konumunda bulunduğu bu ikinci dönem, diğer klasik heavy metal grupları için olduğu gibi, Accept açısından da gayet zorluydu. Grunge ile beraber 1991’de rock müzik piyasasının yapısının değişmiş olması Iron Maiden ile Judas Priest üzerinde dahi yıkıcı etkiler yaratıyor ve ciddi biçimde ölçek küçültmelerine yol açıyordu. Bu nesnel basınca rağmen, Accept yeniden birleşmenin estirdiği taze rüzgarlarla bu periyoda klasik çizgisini yansıtan 1993 tarihli “Objection Overruled” ile başladı. Ancak sonrasında 1994’teki “Death Row”da kısmen, 1996’daki “Predator”daysa büyük ölçüde zamanın metal anlayışına uyum sağlamaya yöneldiler. Bu sefer Dirkschneider –gönülsüz şekilde de olsa– sonuna kadar kadroda kalırken, Kaufmann tekrar omurilik diskinde yaşadığı sorunu gerekçe göstererek 1994’te grubu bıraktı. Metalin can çekiştiğini düşünen Hoffmann, basçı Peter Baltes ve menajer Hauke ile birlikte gemiyi yine ticari sulara sürerek batmasına sebep olmuştu.
Bu deneme sonucunda Hoffmann müzik endüstrisinden kopup profesyonel fotoğrafçı olarak çalışmaya başlarken, çektiği “eziyetten” kurtulan Dirkschneider farklı bir kadroyla solo projesi U.D.O.’yu tekrar kuracaktı. Kaufmann bu sefer kendisine hem prodüktör, hem de müzisyen olarak destek verdi. Nihayet davulu bırakıp arzu ettiği gibi bir gitariste dönüşebilmişti. Bu yıllarda Almanya metal sahnesi yazının ilk bölümünde bahsedilen yükseliş trendini yaşıyordu ve Dirkschneider ile Kaufmann klasik Accept çizgisine benzer bir tarz tutturarak özellikle Rusya pazarında önemli bir yer edindikleri üretken ve tatminkar bir dönem geçirmekteydiler.[1] Bu yüzden Hoffmann 2005’te Accept’i yeniden canlandırma fikriyle geldiğinde Dirkschneider bunu festival konserlerinin ötesine taşımayı düşünmedi. Artık bir davulcu olmayan Kaufmann ise zaten bu konserlerde yer almayacaktı.
‘90’lardaki yeniden birleşme girişimi iki kesim arasındaki mesafenin daha da açılması sonucunu doğurmuştu ve Hoffmann müzik endüstrisine geri dönme yönünde adımlar attıkça tansiyon iyice yükseldi. Onun açısından gerilimin kaynağı Dirkschneider’in kendisini reddederek Accept’in olası bir yeniden birleşmesini daha baştan akamete uğratma ihtimaliydi. 2009’da Dirkschneider gibi Brian Johnson ekolünden geldiği söylenebilecek bir vokalist olan eski TT Quick üyesi Mark Tornillo’da karar kılmaları ve uzun yıllardır U.D.O.’ya bıraktıkları klasik Acceptsound’unun temsiline artık sahip çıkmaya yönelmeleri, yani onun gibi “metalik AC/DC” rolünü benimsemeleriyse Dirkschneider-Kaufmann cephesindeki gerilimi arttıracaktı. İki kesimin ilişkileri bu noktadan sonra düşmanca denebilecek bir hale büründü, karşılıklı açıklamalar ciddi biçimde sertleşti.
Accept beyhude şekilde rock müzik endüstrisinin ‘90’lardaki dönüşümüne adapte olmaya çalışmıştı.
Halbuki Dirkschneider’in yorumuna göre, Accept’te kendisiyle Kaufmann gelenekçi kanadı, Hoffmann ile Baltes ise ticari kanadı teşkil ediyordu. Kaufmann “Eat the Heat”te yer alsa da o dönemdeki stil değişikliğine bir dahli olmamıştı. Hem onun, hem de Kaufmann’ın Accept’e katılma teklifini gönül rahatlığıyla reddetmiş olmasının görünürdeki nedeni buydu. Hoffmann’ın müzik endüstrisiyle ilişkilenme tarzı sebebiyle bir kez daha başarısızlığa uğrayacağını öngörmüşlerdi, lakin göz önüne almadıkları faktörler vardı. En başta, halihazırda metal müzik piyasası büyük ölçüde farklılaşmış bulunuyordu ve bu durum Hoffmann’ın eklemlenebileceği bir trend bulma arayışına girmesini gereksizleştirmekteydi. Nuclear Blast mevcut koşullarda geçer akçe olabilecek klasik Acceptsound’unun promosyonunu gayet başarılı biçimde gerçekleştirebilecek bir şirketti. Başlarda Hoffmann ile Baltes klasikleşmiş tarza uygun şarkılar bestelemekte zorlansalar bile, bu noktada da devreye prodüktör Andy Sneap girdi ve daha sonra Judas Priest’te yapacağına benzer şekilde, bir grup üyesi gibi Accept’in izlemesi gereken müzikal çizgiyi başarıyla belirledi.
2010 tarihli “Blood of the Nations” ile başlayan ve topluluğun eski stilini modern –ama aslına bakılırsa mekanik– bir prodüksiyonla sunduğu bu yeni dönemde Accept kariyerinin en büyük liste başarılarını elde etti, festivallerin belli başlı headliner’larından birine dönüştü. Napster sonrasının gerçekliğinde bunlar artık eskisi gibi yüksek ticari kazançlar yaratamadığı için bu periyodun Accept’ini ‘80’lerdekiyle karşılaştırmak pek anlam taşımasa dahi, ortada inkar edilemeyecek bir başarı olduğu açıktır. Grup bu dönemin zirvesine 2014 tarihli “Blind Rage” ile ulaşır, ancak devamında bir düşüş eğilimine girer. Daha önce de toplulukla çalışmış bulunan gitarist Herman Frank ile davulcu Stefan Schwarzmann’ın[2] gruptan kovulmasının ardından Hoffmann’ın sadık yol arkadaşı Baltes da Kasım 2018’de topluluğu bırakır. Bu son gelişmenin Hoffmann’da yarattığı hayal kırıklığı Baltes’ın Dirkschneider & the Old Gang projesinde Udo ile Kaufmann’a katılmasıyla katlanacaktır. Hoffmann geleneği temsil etme konusunda diğer üç isme karşı yalnız kalmıştır.
“In a new tomorrow / Human kind is dead / … / No more lies – pay the price”
Karşılaştırmak icap ederse, daha mütevazı bir pozisyonda bulunan, albümlerini Kaufmann’ın prodüktörlüğünde ve onun stüdyosu The Roxx’ta kaydeden U.D.O. ise 2010’ların başlarında bir değişimin eşiğindeydi. Kaufmann, sonrasında gruba kısmen destek vermeye devam edecek olsa bile, son beşi AFM Records etiketiyle yayımlanan dokuz albümün ardından 2012’de U.D.O.’nun daimi üyeliğini bıraktı. Dirkschneider bestecilik konusunda oluşan boşluğu başta Kaufmann ile aynı dönemde topluluğa katılmış olan eski Bullet basçısı Fitty Wienhold ile doldurmaya yönelse de, iki albüm sonrasında bundan vazgeçerek daha kolektif bir beste anlayışını benimseyecekti. Buna ilaveten, söz konusu değişimin yaşandığı çalışma olan “Steelfactory” grubun Dirkschneider ismiyle son kez Accept parçalarını çaldığı üç senelik konser serilerinin sonuna denk gelmişti ve bu iki temel sebep ortaya Accept-U.D.O. geleneğinin en iyi eserlerinden birinin çıkmasını sağladı. Aynı zamanda Udo’nun davulcu oğlu Sven’in topluluğun kadrosunda yer aldığı ilk stüdyo albümü olan “Steelfactory”U.D.O. tarihinin en başarılı liste performansını sergiliyordu.[3]
[1]Dirkschneider bu periyodun en parlak çalışması olan 1999 tarihli “Holy” ile U.D.O.’nun solo projeden gerçek bir gruba dönüştüğünü belirtir.
[2]Schwarzmann 1988-1991 ve 1996-1998 yılları arasında U.D.O. kadrosunda yer almıştır, fakat bu süre zarfında çıkan beş albüm içerisinde sadece “Timebomb”da, o da plak şirketi o aşamada topluluğun sözleşmesini feshetmeye karar verdiği için, davulları kaydetmesine müsaade edildiğini açıklar. Diğer dört albümün davulları bilgisayarda programlanmıştır ve bu uygulamanın hiç değilse Kaufmann gruptan ayrılana kadar sürmüş olduğu tahmin edilebilir.
[3]17 albümlük U.D.O. diskografisinde özel bir yer edindiğini iddia etmek pek mümkün olmasa da, kısa süre önce yayımlanan “Game Over”ın bu ivmeyi kısmen koruduğunu belirtmek gerek. Dirkschneider’in 69 yaşındayken çıkardığı bu pandemi dönemi çalışmasındaki Accept etkisi “Steelfactory”dekine kıyasla düşüktür.