# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
MAKALE: Doksanlarda Okulun Metal Dinleyen Üç Kişisinden Biri Olmak
| 17.04.2019

Son Bölüm: “Güzel günler göreceğiz.”

Metal özelindeki hayatımı, ya da diğer bir deyişle hayatımı anlattığım yazı dizisinin beşinci ve son bölümüyle karşınızdayım. Önceki bölümlerde bu müziğin hepimizin hayatına yönelik benzer etkilerini, hepimizin tecrübe etmiş olabileceği ortak yaşanmışlıkları anlatmış; ilkokul-üniversite arası dönemimi işlemiştim. Bu bölümdeyse üniversite bitiyor, sıkıntılı zamanlar geride kalıyor. Bu yüzden daha aydınlık şeylerden bahsedeceğim. Önceki bölümlerden farklı olarak bu bölümde biraz daha anı temelli, enstantane odaklı, biraz daha öznel, daha sevimli bir içerik var. Aynı zamanda önceki bölümlerin iki katı kadar da bir içerik var.

Yazarken zaman zaman zorlandığım, zaman zaman tebessüm ettiğim bu retrospektif yazı dizisini okuduğunuz, kendinizdeki yansımalarına yönelik olarak yorum yaptığınız için teşekkürler. Sonraki yazı dizilerinde görüşmek dileğiyle.

***

Bundan 8 yıl önce yazdığım “Blackwater Park” incelemesinde, albümün çıkışından sonraki hayatımı çeşitli dönemlere ayırmış ve albümdeki her bir şarkıyı birer birer bu dönemlerle eşleştirmiştim. O şarkılardan “Bleak” ve “Harvest”, Bursa’daki günlerime denk geliyordu. “Bleak” adından da anlaşıldığı gibi belirsizlik ve boşluk içinde geçen sıkıntılı dönemleri, “Harvest” ise o zor zamanların ardından verdiğim emekler sonucunda okulu bitirip İstanbul’a geri dönüşümü anlatıyordu.

“Bleak” kısmında şöyle demiştim:

2002, Bursa

Herhangi bir Şubat akşamüstüsü. Girer girmez gözlük camlarımın buğu olduğu, nefret ettiğim dış çevreyi görmek istemeyişimin de etkisiyle, bu şekilde hiçbir şey görmeden, buzlu camın arkasından bakmayı tercih ettiğim bir otobüs içi. Her zamanki gibi ayaktayım. Okumaya, eğitilmeye gidiyorum. Bilmem kaçıncı kez gittiğim aynı yolun bomboşluğu, birazdan varacağım fiziki hedef ile geleceğe yönelik mental hedeflerim arasındaki uçurumu daha da büyütüyor…

Ev ile okul arasındaki yirmi iki kilometrelik dümdüz yol uzarken, ne benim etrafı gördüğüm ne de etrafın görebildiği gözlerim, o buğu içerisinde bambaşka şeyler görüyor. “Devious movements in your eyes…” diyor ses. Bu yolu daha kaç kere gideceğim? İlk gidişimde de etraf boştu, beş yüzüncü gidişimde de boş. Hiçbir şey görülemeyen buğulu gözlük camlarının yanında, çocukluğumda ameliyatla alınan göz merceklerim olmaksızın baktığım kızın atkısının arasından görünen beyaz ensesi bile daha seçilebilir duruyor. “Mist ripples round your thin white neck…” diyor ses; ben beş yüzüncü kez bindiğim içi et dolu metal kutuda saatte doksan kilometreyle, aslında hedefim olmayan hedefe doğru ilerlemeye devam ediyorum.”

Sonra tüm bunlar geri kaldı, “Harvest” dönemi geldi:

2004, Bursa

Mutlu bir Temmuz akşamüstüsü. Güneş ne de güzel batıyor. Sarı ile turuncu arası, pastel bir sıcaklık var tüm kutuların üstünde. Artık perdesiz ve halısız olan odanın boşluğunda, parkeler üzerine dizili kutularda duruyor son birkaç yılın sıkıntıları. Boşa geçtiğini düşündüğüm zamanlar belki; belki yıllar sonra baktığımda böyle düşünmemin yanlış olduğunu bana gösterecek şeylerin kazanıldığı zamanlar… “Stay with me a while…” diye çınlıyor ev. Yüzümdeki tebessüm, beni güzel şeylerin beklediğini gösteriyor. Seninle yeterince uzun zaman kaldım, artık gerçekten de hedeflediğim şeye doğru yol almanın zamanı geldi diyorum içimden… Kutuların kapaklarını kapatan her paket bandı, atmak istediğim sonraki adımın yolunu yapıyor adeta. Sesin çınladığı ev de durumun farkında olacak ki, “…all I see is departure” diye tamamlıyor sözlerini.”

Bir önceki bölümde epey kapsamlı bir değerlendirme yaptım ve üniversitedeki 5 yılımı bir çırpıda anlattım. Böyle söyleyince elbet kolay gözüküyor ancak gerçekten de sıkıntılı, bir an önce bitmesi için çırpındığım dönemlerdi. Üniversiteyi bitirdiğimde kafamdaki tek düşünce üniversiteyi bitirmiş olmamdı aslında. Beni neyin beklediğini pek de fazla umursamıyor, aslına bakarsanız bilmiyordum.

2004 yılının Kasım ayıydı. Önceki bölümün sonunda bahsettiğim ekşisözlük günleri devam ediyordu. O sıralarda şimdiki hâlinden çok farklı, çok daha samimi ve masum olan ekşisözlük’e sürekli metalle ilgili entry’ler giriyor, sitenin metal içeriğini zenginleştirmeye çalışıyordum. İşte bir önceki bölümün sonunda bahsettiğim o THE HAUNTED – “rEVOLVEr” entry’sinin ardından mesaj kutumun yanması ve daha önce hiçbir temasımın olmadığı spidey nick’li kişinin bana bir metal sitesi açmak istediğini söyleyip katılmamı teklif etmesi de o döneme denk geldi.

Sadece metale adanmış bir sitede metalle ilgili bir şeyler yazmak ve insanlarla paylaşmak… Bundan daha güzel ne olabilir ki? 2000’lerin başında Bursa’da az non-serviam’lar, Enred’ler okumamış, İstanbul ziyaretlerimde az metal sitesi takip etmemiştim. Tabii ki hemen kabul ettim.

Dönemin şarkısı: THE HAUNTED – All Against All

www.metal-pit.com adıyla yayın yapacak bu site sayesinde istediğim albüm hakkında istediğimi söyleyebilecek, gruplarla röportaj yapabilecektim.

spidey, yani Ufuk ve kardeşi Uğur’la birlikte siteyi açtık. Aslına bakarsanız siteden çok forum kısmıyla ilerleyen bir oluşumdu. O forumdan ne arkadaşlıklar, dostluklar çıktı. Forum buluşmaları mı dersiniz, çeşitli konularda birbirimize yardım etmeler mi dersiniz… Şu anda eşim olan Güzide’yle ilk kez o forum vasıtasıyla tanıştık, yıllar sonra işe girmeme de o forumda tanıştığım birileri yardım etti. Kısacası metal-pit forumunun hayat akışıma pek çok olumlu etkisi oldu.

Bu arada ekşisözlük üzerinden ilginç gelişmeler olmaya da devam ediyordu. Bir gün mesaj kutuma gelen “grup kuruyoruz, davul çalar mısın?” sorusu ile bir anda kendimi stüdyoda buldum. Çaldığımız şarkılar NIGHTWISH, THE GATHERING, PARADISE LOST, WITHIN TEMPTATION gibi neredeyse hiç dinlemediğim grupların daha önce hiç duymadığım şarkılarıydı. 2 gün içinde hepsini ezberleyip hazır hâle geldim. Hepsiyle ilk defa tanıştığım bu çocuklarla, hayatımda ilk kez 2 gün önce duyduğum birtakım parçaları çalmaya çalışmıştık. Provalar bir süre devam etti, sonra da bıraktık. İlginç zamanlardı.

Dönemin şarkısı: PARADISE LOST – No Celebration

Bu dönemde bende doğal olarak bir “üniversite bitti, peki şimdi ne olacak?” düşüncesi belirdi. Okuduğum şeyi yapmayacağım açıktı ve diğer tek seçenek de yeteneklerim üzerinden gitmekti. 2005 yılının ilk yarısını 2 kitap tercümesi yaparak ve bir sonraki hedefim olan yurt dışında görsel bir şeyler okumak için portfolyo hazırlayarak geçirdim. Bu süreçte “God’s Defenders – What They Believe and Why They Are Wrong” ve “The CIA’s Black Ops. Covert Action, Foreign Policy, and Democracy” adlı kitapları Türkçeye çevirdim ve bir dolu kara kalem resim yaparak, karakterler tasarlayarak okula gönderdim.

Bu sırada metalle ilgili işler de devam ediyordu tabii. metal-pit için kritikler yazıyor, röportajlar yapıyordum. Sitenin güncellenmesinden sorumlu olan Ufuk, işlerinin yoğunluğundan dolayı siteyi ayda bir güncelliyordu ve ben bu konuda bir miktar rahatsızlık duyuyordum. Sonuçta bu bir dergi değildi ve sürekli güncellenmesi, güncel olması gerekiyordu. Oysa benim yazdığım yazılar yayınlanmak için 3 ila 4 hafta arası bekliyorlardı, haberler güncelliğini yitiriyordu. Ben de Ufuk’la bu konuyu konuştum ve kendi sitemi açarak çok daha aktif şekilde çaba sarf etmek istediğimi söyledim. 2005 yazına doğru tamamen kendime ait olan, her şeyi tek başıma yaptığım ilk sitem olan www.aksakritim.com’u açtım.

aksakritim.com o dönemde ülkemizdeki tüm metal sitelerinden farklı olarak tamamen beyaz bir tasarıma sahipti. Logosundaki ufak detaylar dışında sitenin metalle ilgili olduğuna dair pek bir belirti dahi yoktu. O sitede haftada 2-3 albüm incelemesi yayınlıyor, her gün düzenli olarak haberler giriyordum.

Dönemin şarkısı: DARK TRANQUILLITY – The New Build

Esas uğraşımsa elbette ki yurt dışına gitmekti.

İstikamet Kanada’ydı. Vancouver’da bulunan ve portfolyomu gönderdiğim Vancouver Institute of Media Arts’tan gelen kabul mail’i ile her şey bir anda değişti ve 2005 Ağustos’unda kendimi bir anda Vancouver’ın aşırı huzurlu, dertsiz, tasasız topraklarında buldum.

Vancouver’a ayak bastığım gün CANNIBAL CORPSE konseri olduğunu, aradan birkaç gün geçtikten sonra öğrendim. “Haydaaa, kaçtı koskoca CANNIBAL CORPSE” diye üzülürken, bulunduğum şehirde konsersiz gün geçmediğini fark etmemle neşem yerine geldi. Kanada günlerimin okul okumak ve konsere gitmekten ibaret olduğunu söylesem yeterlidir. Sadece 1 sene içinde MESHUGGAH’sından STRAPPING YOUNG LAD’ine, DARKANE’inden HATE ETERNAL’ına, THE DILLINGER ESCAPE PLAN’inden BETWEEN THE BURIED AND ME’sine, SUFFOCTION’ından CRYPTOPSY’sine, ABORTED’ına kadar Türkiye’de izlememin çok zor olduğu 100’e yakın grup izledim. Minicik bir barda Nergal’le dip dibe BEHEMOTH şarkılarına eşlik ettim, dana kadar bir hokey salonunda JUDAS PRIEST’le mest oldum.

Kevin Talley ile “Destroy the Opposition’da ne çalmışsın be babuş” muhabbeti de yaptım, Mikael Åkerfeldt’in yanına sokulup fotoğraf çektirirken “ay çok acayip bir şey bu yhaaa :DDD” diye sevindirik bir ibişe de dönüştüm.

Dönemin şarkısı: PSYCROPTIC – Cleansing a Misguided Path

Bu yazı dizisi tamamen metal odaklı olduğu için olayın metal tarafından gideceğim ve gittiğim onca konser arasından bir tanesine parantez açacağım.

Bu konser 31 Ocak 2006’da Croatian Cultural Center’da gerçekleşen IN FLAMES, TRIVIUM, DEVILDRIVER, ZAO konseriydi. Konserden önce Scrape Records adlı nefis metal shop’ta bir imza günü olmuş, yüzlerce insan inanılmaz bir yağmur altında IN FLAMES’ten imza alıp muhabbet etmek için sırada beklemiştik. Sırada beklerken tam önümdeki çocuklar da önceden gittikleri IN FLAMES konserlerinden bahsediyorlardı. Bu sıradan muhabbetin bir anda bana dönmesi ve olaya el koymam ise şöyle gerçekleşti:

Çocuk 1: …tabii başka hiçbir konseri IN FLAMES’in İstanbul konseriyle karşılaştıramazsın.
Çocuk 2: Aynen, o setlist bugüne dek çaldıklarının en iyisi. Nette gördüm ve inanamadım.
Çocuk 1: O konserde olmayı o kadar çok isterdim ki.
Ben: Ben o konserdeydim (suck it bitchez).
Çocuk 2: Hadi canım, cidden mi?
Ben: Ben Türküm (kıskanacaksınız!!!1!).
Çocuk 1: Çok şanslısın. İstanbul setlist’i burada efsane oldu. Bazı forumlarda, şurada burada setlist’i gördük ve inanamadık.
Ben: Gerçekten muazzamdı. Gittiğim en iyi konserdi.
Çocuk 1: İnanılmaz.
Çocuk 3: IN FLAMES Amerikalı değil mi?

Bu muhabbetin ardından bir anda ortamın yıldızı olunca (olmadım) yağmuru falan unuttum, gevşek gibi sırıtmaya başladım. Nihayet sıra bana gelince grupla şöyle bir diyaloğum oldu:

Ben: Selam, Türkiye’den geliyorum.
Jesper: Vay, evden çok uzaktasın. Bizim gibi hehe
Ben: Evet, bu arada burada insanlar geçen yılki İstanbul konserinizden bahsediyorlar. Ben de o konserdeydim, hâlâ unutamadım.
Anders: Kesinlikle en iyi konserlerimizden biriydi.

İmza gününde grubun yeni DVD’si “Used & Abused – In Live We Trust”ı satın aldım, çantama attım ve konser mekânına gittim. Öyle bir yağmur vardı ki, mekâna vardığımda (otobüse binmeme rağmen 2 dakika yürümem gerekti) çantamdaki DVD’nin kartoneti, fotoğraf makinesi, her şey sırılsıklam olmuştu. Resmen donuma kadar ıslanmıştım.

Ama sonuçta 3 Temmuz İstanbul konserinde yağmur altında “Artifacts of the Black Rain” dinlemiş seçkin kitleden olduğum için tüm bunlara bir gram üzülmemiş, ıslak donumla geceye devam etmiştim.

Dönemin şarkısı: NOVEMBRE – Aquamarine

Günler geçti, okulun sonları yaklaştı. Bu süreçte metal her an çok güçlü bir unsur olarak varlığını sürdürdü. Okuldan arta kalan zamanlarda aksakritim.com’a incelemeler yazıyor, metal-pit forumunda arkadaşlarla konuşuyor, konserlere gidiyordum. Okuldan Jameel adlı Zimbabwe doğumlu, aşırı metalci Hint çocuk ve Alex adlı Rus arkadaşla grup kurma projemiz, ilk provamızın ilk 5 dakikası kadar sürmüş, lojistik sebeplerden ötürü bunun mümkün olamayacağına kanaat getirmiştik.

Okulun son günlerinde bitirme ödevimi yaparken, hazırladığım filmin arkasında çalacak bir şarkı arıyordum. Herkes elektronik, ambient, hafif rock’ımsı bir şeyler kullanırken, ben yine duramamış ve SUMMONING’le olan kısa bir mail’leşme sonrasında (ulan bari daha normal bir şey koy, SUMMONING nedir artık) bitirme ödevimin arkasına “Mirdautas Vras”ın 1,5 dakikalık bir kısmını yapıştırmıştım. Sonra bu kısım, tüm mezunların ve hocaların yer aldığı ve herkesin bitirme projesinin gösterildiği mezuniyet balosunda koca salona dinletilmişti (kalp kalp).

Dönemin şarkısı: SUMMONING – Mirdautas Vras

Sonra okul bitti. Eve, İstanbul’a dönmek üzereyken Vancouver’ın sevdiğim yerlerini son bir kez ziyaret ediyor, şehirle vedalaşıyordum. 6 Ağustos 2006 Pazar günü öğleden sonra, Scrape Records’a da son bir kez uğramış, sonra bulmamın zor olacağı şeyler olur mu acaba diye bakınıyordum. Rafta duran “Lords of Chaos” kitabını görür görmez alıp kasadaki elemanla muhabbet ederken, 8 Ağustos’ta, yani 2 gün sonra çıkacak yeni SLAYER albümü “Christ Illusion”ı da alıp dönmek istediğimi ancak yarın döneceğim için bunu 1 günle kaçırdığımı söyledim.

Her açıdan hak hukukla yönetilen, birbirini tanımayan insanların bile birbirine “günaydın” dediği, trafik sıkışınca otobüs şoförlerinin “ayaktakiler oturanların kucağına otursun” diye şakalı anons yaptığı ve herkesin buna gülebildiği düzeyde medeni olan, belediye seçimlerinde “WE WANT MORE GOLF COURTS” yazan tabelalar taşıyan insanlar göreceğiniz raddede bazı şeyleri aşmış bir nüfusa ev sahipliği yapan bu dünyanın en yaşanılası, en düzenli şehrinde bulunan bu metal-shop’ta çalışan fotoğraftaki bu abi, benim bir cümlemle oldu sana Tarlabaşı çocuğu Cüneyt, Çinçin bebesi torbacı Ferit. Hafif bir kaş göz eşliğinde sessizce tezgâhın altından siyah bir poşet çıkardı ve resmî çıkışına 2 gün olan “Christ Illusion” CD’sini elime tutuşturuverdi. Ne olduğunu anlayamadan poşeti cebime sokup 20 Dolar’lık banknotu uzattım.

Bu acayip olayla birlikte Kanada günlerim sona erdi, Türkiye gerçekleri geri geldi. Eylül-Nisan 2006 arasını Ankara’da geçirdim. Yıllar önce beni metale başlatan doktor dayımlara yerleşerek Kanada’da öğrendiklerimi sağlık sektörüne taşıdım. Dayımla birlikte ameliyatlara giriyor, ardından ameliyatta yapılanları 3D animasyonlarla anlatarak bu filmleri ameliyat aleti firmalarına satıyordum.

O dönemde yoğunluktan dolayı aksakritim.com’a yeterli zaman ayıramadığımdan siteyi kapattım ve yine aynı dönemde Ankara merkezli ZOR dergisinden gelen teklifle dergiye katıldım. ZOR zaten bildiğim, her sayısını aldığım, çok sevdiğim bir oluşumdu ve dergide yer aldığım için çok mutluydum. Dergide SRÇ adıyla kritikler yazıyor, röportaj soruları hazırlıyordum. Derginin son sayısında, sonradan Pasifagresif kadrosuna da katılacak Güzide de GÜZ adıyla yer almıştı. Henüz onunla hiç karşılaşmamış, tanışmamıştık, ancak derginin Haziran 2008’de çıkacak sayısı için ortak bir MOONSORROW röportajı hazırlamıştık.

O sıralarda o sayının derginin son sayısı olacağından da, 4 yıl sonra evlenip mutlu bir yuva kuracağımızdan da habersizdik.

Dönemin şarkısı: NETTLETHRONE – Preaching The Crisis Discipline

ZOR bence Türkiye metal tarihi için çok önemli bir yayındı. 21 Nisan 2009’daki “ZOR dergisi kapandı!” duyurusuna kadar çıkan 12 sayısıyla ülkemiz metal dinleyicisinin böyle bir içeriği almaya hazır olan kesimine son derece değerli, faydalı şeyler sundu. Buna ben de dâhilim. Bugün Pasifagresif diye bir şey varsa, bunun başlıca sebeplerinden biri ZOR dergisinin vizyonu, karakteri, iş disiplini ve yaptığı işe olan saygısının bana olan yansımalarıdır. Bu vesileyle, Okan Yardımcı başta olmak üzere tüm ZOR ekibine teşekkürü bir borç biliyorum.

ZOR dergisi kapanmıştı, ancak ben albümler dinlemeye, incelemeye, metalle ilgili bir şeyler yapmak istemeye devam ediyordum. aksakritim.com yapı itibarıyla sınırlı bir blog’dan ibaret olduğundan onu tekrar canlandırmak yerine yeni bir şeye başlama fikri daha cazip geldi.

Zamanında metal-pit forumunda tanıştığım eskinin ANTISILENCE, bugünün SÜLFÜR ENSEMBLE vokalisti Erdem Çapar vasıtasıyla tanıştığım yine eski ANTISILENCE, o dönemin MALT davulcusu Güray Gürsoy aracılığıyla, 1 gün bile iş aramadan işe girmiştim. Aşkımı da işimi de metal vasıtasıyla bulmuştum ve bu cidden süper bir şeydi. İşte işe başladığım ilk gün, üstelik o dönemde selfie çekmek gibi bir muhabbet olmamasına rağmen çektiğim bir selfie.

ZOR’dan aldığım disiplin ve internetteki metal basınını yıllardır inceliyor oluşumdan hareketle açılacak bu yeni sitenin ülkemizdeki mevcut metal sitelerinden farklı olması gerektiğini düşünüyordum. Renklerinden diline, yayın politikasından insanların birbiriyle olan iletişimine kadar samimi, temiz, müzik odaklı bir şey olmalıydı. O dönemin sitelerinde beni rahatsız eden, bana ters gelen ne varsa tam tersini yaparak siteyi oluşturdum.

Uzun lafın kısası, tarihler 8 Haziran 2009’u gösterirken pasifagresif.com yayın hayatına başladı. İyi ki de başladı. Yıllar geçti, kadro değişiklikleri oldu, binlerce albüm incelemesi yazıldı, binlerce haber girildi, yüzlerce röportaj, yüz binleri aşan yorum yapıldı… Bu süreçte hayatımın en doğru kararını vererek Güzidemle evlendim, harika insanlarla tanıştım, sıkı dostluklar kurdum, kendi grubumu kurup en sevdiğim gruplarla binlerce insanın önünde çaldım, hayatıma etkisi olmuş grupların elemanlarıyla sohbetler ettim, acısıyla tatlısıyla sayısız deneyim kazandım. Bugün baktığımda hepsi de iyi ki olmuş, iyi ki zamanında bu işe girmişim diyorum.

Böylelikle 5 bölümlük bu yazı dizisinin sonuna geldik. Aradan geçen 10 yılda bizimle olan, bizimle birlikte eğlenen, yeni gruplar keşfetme ve kaliteli müzikler dinleme heyecanımızı bizimle paylaşan, konuk yazılarıyla ve yolladıkları haberlerle bize destek olan, konserlerde selam veren herkese teşekkürler. Sayenizde pasifagresif bugün de ilk günkü tutkusu ve heyecanıyla devam ediyor, siz buralarda olduğunuz sürece de devam edecek.

Kendinize iyi bakın.

Albümün okur notu: 12345678910 (9.41/10, Toplam oy: 46)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
1981
Şirket
Şarkılar
Web
  Yorum alanı

“MAKALE: Doksanlarda Okulun Metal Dinleyen Üç Kişisinden Biri Olmak” yazısına 18 yorum var

  1. Celebrimbor says:

    Tebrikler arkadaşım, dolu dolu bir yaşam sürmüşsün, tanrılar devamını erdirsin.

  2. HaNNibaL says:

    Okuması çok keyifli bir yazı dizisiydi. Pasif agresif için emeği geçen herkese teşekkürler.

  3. Ouz says:

    Çok akıcı, okurken hem tebessüm ettiren hem de duygulandıran bir yazı dizisiydi; ellerine sağlık Ahmet.

  4. Aykut says:

    Çıkış tarihi 1981…

    Ahh be reis. Ne yaptın sen böyle yahu. Yeminle gözümden yaş geldi.
    İşyerinde bütün opeth ve katatonia albümlerini açtırdın bana.
    Herşeyden önemlisi karakter meselesi ve iyi niyet alçak gönüllülük hoşgörü ve bunlar sende fazlasıyla mevcut.

    İyiki de böyle bir siteyi kurdun. Bir çok gençte bu metal müziğe yeni başlayan arkadaşlara çok iyi yol izlettirdin. Metal müziğe yaşam biçimiymiş gibi bakan bir çok insana da ilham kaynağı oldun ve olmaya devam ediyorsun. Buna emin ol üstad…🤘

    Ulcerate konserine kadar canlı tanışma fırsatımız olmamıştı ama daha önceden yazılarından okuduğum kadarıyla yukarıda bahsettiğim karakterlerle birlikte canlı bir kanıt oldu resmen. Sen 10 senelik bir metal sitesinin kurucusu ve emektarı bir adamsın. Sitenin 10.yıl etkinliğinde gayet sakin alçak gönüllü ve hoşgörülüydün. Bilmiyorum başka bir insan olsaydı heralde ego ve artistliğinden geçilmezdi. Hatta bir ara konser esnasında uzun uzun seni izledim. Sanki daha yeni değilde çok yıllar önce tanışıyormuşuz gibi bir izlenim oluştu.

    Bu yazı dizisindeki olaylar gruplar hayatın belli bir noktasında hep benimde karşıma çıktı. Belkide bu sebeptendir.

    Unutmadan bende söyliyim o türkiye in flames konserinde bende vardım…:))
    Ve reis tekrardan iyi ki bu siteyi kurdun iyi ki varsınız. Siz bu sitesi sürdürdüğünüz sürece burayı takip eden bizlerde her zaman burada olucaz…🤘(enaz kendi adıma söyliyim)
    Görüşmek üzere üstad…
    Kendinize iyi bakın…

    Ahmet Saraçoğlu

    @Aykut, sözlerin için sağ ol Aykut. Ulcerate’te fazla konuşamadık, Watain’de daha çok konuşuruz umarım. :)

  5. Kişiliğimiz mi metal dinlemeye uygun yoksa metal mi kişiliğimizi bunca sene şekillendirdi bir sonuca varamıyorum. Ama hiç tanışmasaydık çok çok farklı insanlar olacağımız kesindi. Ben ufak yaşlarda dinlemeye başlamasaydım şu anda subaydım. Zaten bütün ailem general ve subay, sınavlarını da kazanmıştım ama iki konseri hiç unutmuyorum, 2000 yılında Raptiye diye Levent’te bir mekandaki Kurban konseri ve 2001 Megadeth. Kurban ilk konserimdi, pogo yapıyorlardı aşırı derecede tırsmıştım ortamdan ama adrenalinin bağımlısı olmuştum yaş 14. Ardından da Megadeth ama peder bizi sınavlar için Ankara’da kampa almış. Dışarıda hep bunları keşfetmek, Pentagram Cenk’e gidip ”abi Testament diye bi grup var onun son albümü versene, – yok o sana çok sert gelir sana Low vereyim”, kankalarla evde koca müzik setinde ayinsel biçimde Slayer dinlemek varken cazip gelmiyordu başka hiçbir şey tabii. Yalvardım yakardım kendimi duvarlara çarptım vermesinler askeri okula diye. Tek sebebi bu metal ve onunla beraber gelen metalcilik, hayatının değişmesi. Saç uzatmak, sakalım çıksa da sakal bıraksam, küpe, piercing taksam aman aman. Uzun saçlı olmak bana o kadar cool bir şey olarak geliyordu ki. Anlayanlar olacaktır bunu. O zamanlar orduevlerine bile almıyorlardı, defalarca kapılarda kaldım hatta yeri geldi ailem millete mahçup bile oldu ama hiç umurumda değildi.

    Ahmet hocam benzer yollardan geçmişiz seninle. Geçen hafta bizim şehre Voivod ve YOB geldi beraber, ufak bir bar var, her hafta mutlaka birilerini getiriyor. Bu haftasonuna Sleep konseri koydular, o kadar çok bilet satıldı ki sik kadar barda ertesi güne tekrar konser koydular, iki gün üst üste Sleep konser verecek. Din, ırk, vatan, millet edebiyatından o kadar uzaklaştırdı ki bütün bu 20 senelik metalcilik, artık sadece metalcileri kardeşim olarak görüyorum neredeyse. Güzide’yle mutlu bir yuva kurduk diyince valla helal olsun diyerek seviniyorum, öz kardeşim evlense düğününe gitmem.

    Bu siteyi bayağı bir geç keşfettim, eskiden bütün muhabbet Bunaltı’da dönüyor gibi geliyordu bana. Sanırım burası bir gün kapanırsa hiçbir platform kalmayacak okumak yazmak için.

    Ahmet Saraçoğlu

    @Godless Killing Machine, dediklerin için sağ ol. Sitenin kapanması şu an için çok ütopik, hiç olmayacak bir şey gibi geliyor ama hayat tabii. Yine de 10 yıl geçmesine rağmen hakikaten bir bıkkınlık emaresinin olmaması zaman zaman beni bile korkutuyor ahah

    Bu arada başta senin Amerika’da yaşadığını unuttum bir an için, tıngır mıngır okurken “Geçen hafta bizim şehre Voivod ve YOB geldi” cümlesini görünce “OHA HANGİ ŞEHİR LAN O BİZİM NASIL HABERİMİZ YO- ya tamam ya adam Amerika’da üffffpppfffffssss” oldum.

  6. dice says:

    metal pit ve aksakritm zamanından beri (ki kapandıgında ee nasıl okuyacagız seni diye mail atmıslıgım da var:) takip ediyorum. iyi ki ediyorum. fakat gercekten zaman hızlı gecmis.

  7. OblomoV says:

    Çok güzel bir yazı dizisiydi. Emeğinize, dimağınıza sağlık.
    İyi ki Pasifagresif var. Umarım daha da güzel olacak hep birlikte.

  8. Sacramentum says:

    Vancouver a kalıcı yerleşme planin var mıydı ya da düşündün mü hiç?

    Ahmet Saraçoğlu

    @Sacramentum, oraya kalıcı yerleşmek ve çalışmak pek de kolay değil. Özellikle çalışma konusunda, bir şirketin seni çalıştırması için ekstra vergi ödemesi gerekiyor, dolayısıyla bunu göze alacakları düzeyde çok iyi olman gerekiyor. Ben yeni mezun biri olarak orada kalmaya çalışsaydım uzun süre karın tokluğuna çalışmam gerekecekti, dolayısıyla oraları çok sevsem de dönmek durumundaydım. Bizim 20 küsur kişilik sınıftan Kanadalı olmayan sadece 1 kişi Vancouver’da kalabildi, ki o çocuk da aşırı yetenekliydi (Japon’du). Okul biter bitmez EA Sports işe aldı çocuğu.

  9. northern says:

    zor dergisi gerçekten efsane bir işti. 1. sayıyla son sayı arasındaki fark, gelinen noktayı göstermesi açısından gerçekten inanılmazdı. çok iyi röportajları vardı. dizayn, inceleme, ekstra bölümleri vs. cidden çok kaliteliydi. keşke atmasaydım o dergileri. (şimdi farkına varıyorum da son sayının kapağında sanki kepenkleri kapattıklarını bilirmiş gibi “DOWN” yazması da ayrı olmuş. bilerek miydi acaba…)

    bir de bu yazı dizisini okuyunca kendimin gerçekten hiç de öyle “metalhead” olmadığını gördüm. arabada sabah akşam işe giderken hariç neredeyse “düzenli olarak” hiç dinlediğim yok ki o şarkılar da hep eskilerden. bu siteyi 2009′da görmesem 2010′lardan sonra yeni gruplardan da haberim olmayacaktı büyük ihtimalle. bir mgla’yı buraya borçluyum mesela. kapanırsa tam “yeaa ne varsa eskide var yeaaa” moduna geçerim ister istemez.

    bu arada sitenin yenilenmesi diye de bir olay vardı sanki. her tool haberinin altına “site de yenilenecekti hani…” yazıcam!

  10. Raddor says:

    Dergiciliğin bitmesinde Pasifagresif’in gibi sitelerin de etkisi oldu bence. Ben burayı bulduktan sonra dergi almayı bırakmıştım mesela. Gerek kalmamıştı. Artık haberleri, yeni çıkanları buradan takip edebiliyordum çünkü. İngilizcem gelişince Loudwire gibi yabancı siteler de etki alanıma girdi. Bu dergiler neden internet sitelerine daha çok ilgi göstermediler anlamıyorum. Anasayfalarına giriyorsun hala on yıl öncesinin haberleri karşılıyor. Lan bari kapatın siteyi:)

    “O sıralarda o sayının derginin son sayısı olacağından da, 4 yıl sonra evlenip mutlu bir yuva kuracağımızdan da habersizdik.”

    Geçen Yeşil Yol’u izlerken duygulanmayan ben, dün bu yazıyı okurken duygulandım. İdrak ettiğimizden daha büyük. Gücünü hafife aldığımız bir şey bu internet. Ahmet abi bize bu platformu sunduğun için sana içten teşekkürler. Başarının ve mutluluğunun devamını dilerim:)

    Pasifagresif olmasaydı metal dinlemeyi 50 kez bırakmıştım. Önceden sevdiğim grupları yine ara ara dinlerdim ama daha fazlasını keşfetmeyi bırakır, çoğunlukla classic rock dinleyen biri olarak hayatıma devam ederdim. Burası elektro gitarcılığın daha sert olan tarafını benim için hep taze tutmayı, bodoslama müziğe karşı hevesimin asla kaçmamasını sağladı. (kafamın içinden Extreme Aggression çalıyor şu an)

    Yalnız; bir tek ben miyim ya bu konserlerden hiç hazzetmeyen. O kadar alakam yok ki, ne severim ne giderim. Zorla götürülmüşlüğüm vardır. Enstrümanların öne çıktığı pek çok farklı müzik türünü severim. Araştırıp takip etmek en büyük hobim. Elektro gitar çaldığım için metal en öncelikli tarzlardan biri benim için. Ancak bu müziğin bir nevi ibadeti gibi görülen konserler hiç ilgimi çekmiyor. Bir tek ben böyle olamam herhalde. Hadi beni boşverin. Steven Wilson da böyleymiş lan:)

    Kimse dememiş ama metal-shop’taki abinin olayı efsaneymiş. Kafamda canlandırdıkça gülüyorum. “Çahtırma gel bakiyim” ahahah.

    OblomoV

    @Raddor, Konser olayı beni de çekmiyor eskisi kadar. Öncelikle yüksek bilet fiyatları ve şehrimde dişe dokunur konserler olmaması etken tabii. Ancak bunlar bir şekilde aşılabilir sorunlar çok istekli biri için. Benim esas sorunum konformist oluşum. Saatlerce ayakta dikilip o grubu beklemeyi, itilip kakılmayı yada konser alanında kazıklanmayı sevmiyorum. Bunlar beni itiyor. Yaş ilerledikçe daha da isteksiz bir hale geldim. Oysa işin dinleme kısmı öyle mi? ”Arkadaş çevremin büyük kısmı abi ben artık eskisi kadar dinleyemiyorum yaa” şeklinde burun kıvırırken bende değişen bir şey yok. Hala daha zevkle ve tutkuyla dinliyorum. Bir de şunu eklemeden geçemeyeceğim; konserlerde gördüğüm dinleyici kitlesinin çoğunluğu beni itiyor. Gördüğüm hal ve tavırlar ”abicim napıyorsunuz siz?!” dedirtiyor çoğunlukla. Müzikle kurduğum biricik bağı zedeleyen etmenler bunlar. Dediğim gibi rahata alışmışım fena halde. :D

    Raddor

    @OblomoV, konformist tutum bende de bayağı var galiba. Arkadaşlarımdan bana “Senin gibi isyandan, başkaldırıdan uzak, sakin biri nasıl böyle sert şeyler dinliyor anlamıyorum.” diyenler oldu. Dedim “Sen bunları sert zannediyorsun. En sevdiği albüm Panzer Division Marduk olanlar var.”. “Panzer ney?” dedi, dedim “boşver”.

  11. Ysf says:

    @Murad, bende 2012 yılında metal müzik dinlemeye başladım satanizmin tüyler ürperten müziği ile CoF grubu

  12. Emre says:

    Ufuk Y! Ismini gorunce yillar oncesine gittim. Sebek doneminde tanismistik. Sonra 2000′lerin basinda onunla ve Sanver ile Metal Heart isimli bir fanzin cikarmistim. Sanver’i sonrasinda bircok defa gordum, ama Ufuk ile haberlesmeyeli 16-17 yil olmustur herhalde.

  13. mahakali says:

    Abi ben bu yazıyı yeni gördüm, Mikael ile olan fotoğrafında aşırı sevimlisin haha. Zor dergisi de muhteşemdi, sonradan keşfedip satın almıştım ama ev taşırken kaybettim sanırım. Dört bir yanı görsel dolu olan dergilere alışmış bünyeme aşırı doyurucu gelmişti.

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.