Erdem Salva
İlk bölüme gösterilen ilgi ve yorumlar beni çok etkiledi. Bu kadarını gerçekten beklemiyordum. Görünen o ki, daha önceleri hep metalcilerin 90’lardaki yalnızlığından ve toplum baskısı gibi şeylerden bahsedilmesine karşın, aslında sadece iletişim kurmalarının zorluğu sebebiyle bu psikolojik altyapılar oluşmuş. Aynı sorunları yaşayıp farklı yerlerde olduğumuzu bilmek ama en nihayetinde birilerinin bir yerlerde aynı mücadeleyi verdiklerini öğrenmek güzel bir deneyim oldu.
Şimdi bakalım ‘95 yılından sonra neler olmuş. Asıl mevzu buradan sonra başlıyor, Erdo yavaş yavaş sahalara iniyor. Hadi bakalım, bedelleri ödeme zamanı.
1995: Şarkı çevirileri başlıyor: Çubuğun Kısalığı
Geçen bölümde de anlattığım gibi Metallica, oturan boğa gibi hayatımıza oturmuştu. Sabah akşam Metallica dinliyoruz, yeni gruplar keşfediyoruz, birileriyle deneyimlerimizi paylaşmak istiyoruz ama kimse neden bahsettiğimizi anlamıyor falan filan. O yıl ortaokula başladım (o zamanlar ilköğretim okulları vardı ama ilkokul ve ortaokul da ayrı ayrı olabiliyordu). Hep pısırık bir tipim vardı ama defterler, kitaplar hep karalamalarla dolu olduğu için ilgi de çekiyordum bir yandan. Şarkıyı hatırlayanlar vardır; “Okulda defterime, sırama, ağaçlara yazarım adını ey özgürlük”. Bense Megadeth, Metallica, Iron Maiden yazıyordum. İngilizce dersini ilk olarak ortaokulda anladım ve açıkçası hiç de beceremedim. Bütün sınıf “Emizar” diye bir şeyden bahsediyor. Ama her İngilizce dersinde emizar, emizar, emizar… Bahsedilen şeyin Am-Is-Are olduğunu anlamam 2 yıl sürdü. Ailece İngilizce konusunda sıkıntılıydık. Ama dinlediğimiz bütün şarkılar İngilizce ve ne söylendiğini merak ediyoruz. Bu konudaki en büyük faul yine Metallica yüzünden oldu. “The Shortest Straw” şarkısını büyük abim “Çubuğun Kısalığı” diye çevirmişti. Doğal olarak şarkıya hiçbir anlam veremedik. Çubuğun kısalığı ne demek olabilir ki? En sonunda hayırsever bir vatandaş: “Oğlum çubuğun kısalığı değil, en kısa çubuk” demiş. Meğer İngilizce konusunda en kısa çubuğu biz seçmişiz.
1996: “Load” albümü çıktı: Annem dedi ki…
Evde televizyon izlerken reklamları kolluyoruz. Çünkü reklamlar başladığı anda hemen MTV açılıyor. O fotoğraflardaki abim (Serkan) dedi ki, Metallica’nın yeni klibi çıkmış. Ama evde henüz kimse tam izleyememiş ve herkes ilk izleyen olmak için yarış içinde. MTV de sürekli reklam yapıyor. Serkan abim oradan görmüş. Dedim nasıl bir klipti? Dedi ki “James var arabanın arka koltuğunda gitar çalıyor, Jason şöyle bir bakıyor, bir de at var”. O nasıl bir tarif ya? O fragmanı görmesek anlayamayız nasıl bir kombinasyon olduğunu. Neyse ki o gün geldi çattı ve bir pazar günü “Mama Said” klibini izledik. “Offf ne şarkıydı yaa” homurdanmaları oluyor evin içinde. Metallica elemanlarını ilk kez kısa saçlı gördük. Hiç de sevmedik ama çok hoşumuza gitti. O kadar araftayız ki… James’in o değişik sakalı, Kirk’ün rimelleri falan ama en çok üzen Jason’ın saçlarını kestirmesi olmuştu. “Load” albümünü her geçen gün biraz daha keşfediyorduk. Resmen albümle yatıp albümle kalkıyorduk. Her ne kadar Metallica havası olmasa da albüm Metallica’nındı işte. Yeni Metallica’ya alışmamız biraz sürecekti. O aradaki farkı Testament’la kapatmaya karar verdik.
O yıldı yanlış hatırlamıyorsam, Gaziantep 19 Mayıs Lisesi’nde Bahar Şenlikleri yapılıyor. Kocaman bahçenin üzerine o dönemde büyük sayılabilecek bir sahne kurulmuştu. O dönemde ortaokuldan sınıf arkadaşım Serdar Mercan adında arabeskçi bir çocuk da sahne alacak. Ama tabii bu ortamı sabote eden bir grup var. Tahmin edeceğiniz gibi abim ve arkadaşları. Nereden olduğunu hatırlamıyorum ama bir ses sistemi bulmuşlar. Küçük bir mutfak masası üzerinde albüm, aksesuar vs. satıyorlar. O buldukları ses sistemi artık nasıl bir sistemse, okul yönetimi; “Şunun sesini kısın biraz, sahnedeki ses duyulmuyor” diye uyarı veriyor. Halbuki benim hatırladığım kadarıyla tek kolonlu bir sistemdi. Bizimki de üstünde herhalde yeşil olsa gerek (ben renk körüyüm de emin değilim o yüzden) bir bando ceketi var. Adam tarzını ortaya koyuyor yani. Mahmuzlu kovboy çizmelerine yara bandı yapıştırmalar, sağa sola şeker fırlatmalar (bunu da yıllar sonra tanıdığım bir arkadaşımdan öğrendim). Adam gümbür gümbür geliyor.
1997: Zehir genlerimizde varmış meğer
Papazlar o dönemleri hatırlar. HBB diye bir kanal vardı. Bir ara oraya Pentagram da çıkmıştı. Üstelik de canlı yayında ve mini bir konser de olmuştu. HBB reklamını verdi: Metallica konseri. Heyecanla gece olmasını bekliyoruz. Bütün programlar iptal oldu çünkü Metallica konseri her an başlayabilir. Sanırım saat 22:30 gibi Metallica sahneye çıktı. Abim dedi ki anneme bakın. Annem işten geldikten sonra yine bir baş ağrısıyla uzanmış ama, başımızı çevirdiğimizde devil horn yapıyordu. O gün konserden sonra öğrenecektik ki, annem Tina Turner hayranıymış ve ben bunu 13 yıl, büyük abim ise 24 yıl sonra öğrenmiş olduk. Yoksa tek şarkı dinlemeyle kim metalci olabilirdi ki? 2. şarkı “Enter Sandman”. Kameralar bir adamı çekiyor. Adam ses kulelerinden birine tırmanıyor ve grup elemanlarının dikkatini çekiyor bu. Şarkının sonuna doğru ara verildi ve Lars gidip adama aşağı inmesini söyledi. O sırada adam oradan düştü ve sallanmaya başladı bir süre. Daha sonra bir şeyler patladı, devrildi, yıkıldı. James bir anda yere düştü. Gözünü tutuyor. Herkes şokta. Herkes dediğim konser alanı değil, evde bizden bahsediyorum. Annem “Vııyyy gözüne gitti, gözüne gitti” dedi. Bu acı gerçeği duymak istemiyorduk ama olmuştu işte. Sonra her şey toparlandı. Lars geldi davulun üzerinde sallanan ampulleri yaktı. Sonra Jason ve en son da James ışıkları yakıp “Am I Evil?” söylediler. Bütün konserden sadece 3 şarkı verdiler. Yıllarca anlatacağımız bir konser izlemiştik. Yıllar sonra öğrendim ki, Texas “Cunning Stunts” konseriymiş.
1998 Part I: Eddie in da house
1998 yılını özellikle iki başlığa ayırmak istedim. Anlatılacak çok şey var bu yılda. 1998 yılının son çeyreğinde Gaziantep’in o zamana kadarki en klas alışveriş merkezi açıldı. İsmi Beğendik. Daha önceden Çetinkaya ve Real de açılmıştı ve buralardaki müzik reyonlarını ele geçiren metalci bir tayfa vardı. Annihilator’a kadar bir sürü albüm bulunabiliyordu artık. Erişilebilir bir ortam oldu Gaziantep’te. Beğendik ise baya büyük bir alışveriş merkezi oldu. Şehrin tam ortasındaydı. Ama bizim için önemli olan kısmı bu değildi tabii ki. Serkan Bey aktif olarak konuya el atmıştı artık. Beğendik’in müzik reyonunda çalışmaya başladı kendisi. Artık kaset değil CD arşivlemeye başladık. Normalde reyon çalışanı standına bakar, eksikleri tespit eder ve sipariş çeker. Bizimkiyse evdeki eksikleri tespit edip ona göre sipariş çekiyordu. Konuyla alakalı olarak hiç unutmadığım olaylardan birisi, Iron Maiden albümlerini yan yana dizince Iron Maiden albüm kapağındaki Eddie imajı oluşuyordu. CD’leri yan yana diziyor bakıyor arada eksik var. Önce bakıyor reyonda var mı diye, eğer yoksa evde olan Iron Maiden albümleri dışındaki bütün albümleri sipariş ediyordu. Bilemiyorsun çünkü hangi CD’ye denk geldiğini. 2002’de Beğendik’in kapanışına kadar evde 130 adet CD’miz olmuştu. Artık arşivciydik yani.
Ayrıca müzik reyonunda gitarlar, davullar, bağlamalar falan çeşit çeşit enstrümanlar da bulunuyordu. Hayatımda ilk defa canlı canlı Jackson Randy Rhoads’u orada gördüm. Daha da önemlisi Fender, Jakson, Ibanez hepsi orijinal üretim yerlerinden. 89.000 Lira asgari ücrete çalışıyordu abim sanırım. Asgari ücretinin yaklaşık 30-40.000 Lira üzerine Amerikan Fender aldı bir tane. Kırmızı beyaz renkleri olan bir Strat. Sevinçten havalara uçtum. Fender ya da Amerikan olması o sırada benim için çok önemli değil. Önemli olan eve bir gitar girmiş olmasıydı. Aynı dönemde bir de müzik seti almıştık. 3’lü CD çalarlı, kaset çalarlı, radyo çalarlı ve ne kadar çok çalarlı bir set. Marka yine Sharp tabii ki. Güzel yanı, bu setin jack girişi var. Gitar gelir gelmez sete bağladık. Distortion yok ama kim takar. Zaten o zaman bilmiyorum distortion nedir. Çok da önemli değil. Desen ki, “çalmayı biliyor musun?”, o da yok. “Nothing Else Matters”ın son melodisini biliyorum sadece. Sabah akşam onu çalıyorum ama nasıl gaza geliyorum.
Bir gün Tina Turner hayranı annem dedi ki: “Bu eve gitar giremez, geri götürün verin aldığınız yere” (Şu anda Dean 79 Flying V gitarım, Laney LV200 amfim ve Shakti Twin efekt pedalım var ve annem gözü gibi bakıyor aletlerime). Yanlış anlaşılmasın, kadın buna karşı değil. 1 hafta boyunca aynı melodi ve yüksek sesle çalınca bıkıyor tabii insan. Zaten işten geldiğinde yorgun argın, başı çatlıyor kadının. Neyse, ağla, yalvar yakar ne fayda. Gitarın evde ömrü çok uzun olmadı. Maalesef başka birine sattık o gitarı.
1998 yılını iki bölüm yapmıştım ya hani. Bu dizinin bir de 3. kısmı olacak mecburen çünkü düşündüm böyle daha heyecanlı oluyor. ‘98’in ikinci kısmının ve büyük olayların yaşandığı ’99 yılının yer alacağı 3. kısımda görüşmek üzere.
Beğendik’in müzik katında belirli albümleri dinlemek için stand vardı.Bazen metal veya rock gruplarının albümleri olurdu takar kulaklığı dinlerdim.
Pentagram’ın albümlerini ilk orada görmüştüm.
Serkan abi (küçük) çok güldüm 😛
27.03.2019
@Sucu sahalara geri dönmüş :)
Devamını bekliyoruz…
Hocu bu bölüm ilkinden çok daha güzeldi..
Devamını bekliyoruz helecanla..
Bu okuyucu ekibini bi toplayalım moda parkta ya :) yaz ayları bi gelsin de