Erdem Salva
Metal dinleyicileri, tıpkı zamanında blues, jazz, rock ‘n roll dinleyicilerinin de olduğu gibi, bütün dünyada hep ötekileştirilen, hor görülen, korkulan serseriler olmuştu. Herkes karşı çıkardı ama toplumun en azından bir “Nothing Else Matters” dinlemişliği de vardı. Yine de özellikle 1999 yılının Eylül ayından sonra tüm metal dinleyicileri bir anda Satanist yaftasını yemişti. Türkiye’nin büyük şehirlerinden yükselen bu yaftalama dalgası, bir dedikodu zinciri ve medya organlarıyla Anadolu’ya daha sert bir giriş yaptı. Bu konuya yazı dizisinin sonlarına doğru eğileceğiz. Şimdi gelin, o zamana kadar bizler neler yapıyorduk onlara bakalım.
Bu yazı dizisinde okuyacaklarınız, aynı anda hem trajedi hem de espriler içermektedir. Ama en önemlisi, hepsi yaşanmış, gerçek hikâyelerdir. Keyifli okumalar…
Gaziantep, 1991…
Metallica ile ilk tanışma
İki abim var. Bu yıllarda büyük olan üniversiteye yeni başlamıştı. O dönemde de (şimdi de olduğu gibi) üniversiteler sosyalleşmek için büyük fırsattı. Ergenliğin zehirli ve keskin testosteron kokusu hâlâ buram buram kokmaktaydı. Bizim genel karakteristiği çok da sosyal olmayan en büyük birader, İzmir’den gelen sert tipli, siyah tişörtler giyen cool bir vatandaşla tanışıyor. Yanlış hatırlamıyorsam adı Gürkan’dı. Metallica’nın o meşhur “Black albüm”ü yeni çıkmış. Dumanı üstünde.
Gürkan arkadaş, bizim büyük biradere “My Friend Of Misery” şarkısını dinletiyor. Bizimkinin gözleri yuvalarından fırlıyor. Ağzı açık şarkıyı sonuna kadar dinliyor ve bu albümü hemen bulmam lazım diyor. O döneme kadar “ihtiyaçları sınırsız kaynakları sınırlı aile çocukları” gibi biz de İbrahim Tatlıses, Orhan Gencebay vs. dinliyorduk (Serdar Ortaç’ı hiçbir zaman sevmedik).
O gün hepimizin aydınlanma miladı oldu. Abimler bir anda Gaziantep’teki mekânları keşfetmeye başladılar. Ben o sırada henüz 7 yaşında olduğum için, keşfedebileceğim şeyler alfabe ve okuma ödülleri ile sınırlıydı. Onlar ne verirse o müzikleri dinliyordum. Gerçi uzunca bir süre Metallica’dan çıkamadık ama olsun. Albüm bulmak o kadar kolay bir şey değil. En iyi ihtimalle yapabileceğiniz şey, bir müzik markete gidip oradaki kişiye liste vermek ve en erken 1 hafta sonra gidip, kayıt yapılmış Raks marka kaseti satın almaktı. İlerleyen yıllarda benim bir albüm için 10 gün beklemişliğim vardır. Sadece 1 şarkı dinlediğiniz bir albümün içinden ne çıkacağını bilemezsiniz. Sonuçta albümde 12 şarkı var ve sizin riske edebileceğiniz 5 kuruş paranız yok. Öyle düşünün.
Evimizin çok yakınında Metropolis adında bir müzik market varmış. Biraderlerin ilk keşfi bu oldu. 15 metrekare dükkânda Kenwood marka müzik seti ve dev kolonları varmış (daha sonra beni de götürdüklerinde şok olmuştum). Biraderler albümü söyleyince, orada Bora adındaki vatandaş hemen kaseti koyuyor o müzik setine ve sesi köklüyor. Gaziantep’te bir dönem yaşamış olanlar bilir, Antep Lisesi karşısında bir dükkân ve sokakta bangır bangır “Enter Sandman” çalıyor. Biraderler büyük bir şans eseri, orijinal albümü buldukları için hemen kopyasını istiyorlar. Orijinal albümü alamazlar tabii, çok pahalı çünkü. Kaset alınıp eve geliniyor ama, evde kaseti çalacak bir şey yok. E ne yapacağız şimdi?
1992: İlk müzik seti alınıyor
Her ne kadar kopyalanan kasetler dinlenemese de satın almalar devam ediyor. Aynı anda ebeveyn tarafına soru önergeleri gönderiliyor. “Şu seti alalım artık ya n’olur, lütfen, please, bitte, por favor” falan derken, sonunda ebeveyn denetimi mağlup oluyor ve bütün Gaziantep’i senede bağlamış yegâne kullanıcı elektroniği perakendecisi Neşet Kahraman Shop’a gidiliyor. Müzik seti ne gezer, ufak bir teyp alınıp eve geliniyor. Evde bir bayram havası. Bir de artık bu bayram havasından kaynaklı mı nedir bilmem, çok istediğimiz bir şey satın alınınca ebeveynlerin elleri öpülüp başa konuyor. Sonra da “Master Of Puppets” dinliyoruz hep beraber.
Sharp marka küçük bir teypti ama, radyodan doğrudan kasete kayıt yapabiliyordu. Bu bizim aynı anda hem ikinci aydınlanmamız hem de yokluk bilimine giriş dersimizin ilk konusu oldu. Artık kasete nadiren para vermeye başlıyoruz. Çünkü TRT Radyo’da Hicri Bozdağ’ı keşfediyoruz. Rock Station programı, 1993’ten sonra hayatımıza adeta bir Metal Hammer gibi girdi. Bu konuya da bir sonraki başlıkta tekrar döneceğim. Bir yandan hâlâ yerli türkücüler de dinliyoruz tabii. Kenan Temiz, Süleyman Oruç vs. hâlâ hayatımızda varlığını sürdürüyor.
1993: Metallica ilk defa Türkiye’de
Artık 3 kardeş aynı anda ama bireysel evrim süreçlerimize başlamış bulunuyoruz. Abimler daha havalı takılıyorlar, Bora’nın yerine sık sık gidiyorlar (ama kaset almıyorlar), rock müzik çalan yeni yeni kafeler keşfediyorlar. Ben de bu sırada ağlama şiddetine göre onlarla birlikte takılabiliyorum ya da evde ağlamaya devam ediyorum “beni de götürün” diye.
Tabii eğer 9 yaşındaysanız ve her şeye ağlıyorsanız, başçavuşun beygirinin yellenmesi ile sizin ağlamanız aynı değerde oluyor. Yani tamamen o ergen abilerin sizin hakkınızda verecekleri kararla hareket ediyorsunuz.
Günlerden bir gün o haber geliyor.
25 Haziran 1993, Metallica İstanbul’da. Hetfield bizim eve gelip yerde mercimek pilavı yese, ancak bu kadar sevinirdik. Yerimizde duramıyoruz ama bir yere de gidemiyoruz. Metallica geliyor daha ne olsun? Tek bir tesellimiz var, eğer yanlış hatırlamıyorsam, TRT Radyo’da Hicri Baba sanırım Metallica özel programı yapıyor. Konser saatine kadar Metallica’nın en favori şarkıları birer birer çalınıyor. Biz de o Sharp teybin başındayız. Doğru tahmin ettiniz, kaset dolduruyoruz. O teybi üreten mühendisler, eğer hâlâ yaşıyorlarsa, şu yazıyı okusalar keşke. Arkadaşım rec tuşuna neden kilit koymazsınız ya. Yapacağınız kayıt süresince o tuşa basılı tutmak zorundasınız. Bıraktığınız anda kayıt duruyor. Hicri Abimiz de sağ olsun sanırım 2,5 ya da 3 saat bir program yaptı. Büyük birader başladı önce o tuşu tutmaya. 15 dakika sonra “Erdo! Gel şuna bas ben tuvalete gideceğim” dedi. O tuvalet bitmedi. Kendisiyle aramıza 11 yaş olduğu için tepki de gösteremiyorum (bir de o arada karate kursu alıp evde bizi dövüyordu). Bir sağ elle basarsın, bir sol elle basarsın, konsere gitmiş kadar yoruldum. O gece bizim Kenan Temiz ve Süleyman Oruç’tan kopuş gecemiz oldu. Metallica şarkılarını onların kasetlerine kaydettik.
1994: Megadeth in da house
Bir yerden sonra “Arkadaş 4 yıl aynı grup dinlenir mi ya?” dedik tabii. Dave Mustaine eve giriş yaptı ama bu defa farklı bir grupla. Megadeth – “Youthanasia” bizim o süper işlevsel (!) teybimizi şereflendirmeye geldi. Kaynak: Tabii ki Metropolis Müzik Bora.
Metallica bizim için hep o 90’lardaki efsanevi büstünü koruyordu, ama kardeşim o “Family Tree”, “The Killing Road”, “Youthanasia”, “A Tout Le Monde”, “Train Of Consequences” neydi ya? Şarkı sözlerini ezberleyememek, melodilerin o mükemmel akışları, durmak bilmeyen bir enerji patlaması derken artık thrash metal camiasına girişimizi kutluyorduk.
Artık benim de kafa yavaş yavaş headbang etkisiyle yerine gelmiş olsa gerek, ilkokulda metalden başka muhabbet yapmıyorum. Gördüğüm herkesle Metallica, Megadeth muhabbeti yapmaya çalışıyorum. Tabii yine kimse anlamıyor beni ama durmak yok diyorum kendi kendime. O muhabbetler yapılacak. Herkes bu adamları öğrenecek.
Hâlâ oluyor mu bilmiyorum ama, o dönemlerde öğretmenler artık ders vermekten sıkıldıklarında ya da yorulduklarında, son dersi etkinlik dersi yaparlardı. Etkinlik de tahtaya kalkıp şarkı söylemek. O zamana kadar henüz metal şarkılarını ezberleyememiş olduğum için türküler falan söylerdim.
Ancak sonunda o an gelmişti.
Parmağımı kaldırdım:
“Öğretmenim! İngilizce şarkı söyleyebilir miyim?”
Sınıfta bir ölüm sessizliği. Şarkıyı bırakın, İngilizce kelimesini benden başka kullanan olmamıştı. Öğretmen: “Olur tabii gel bakalım” dedi.
Söylediğim şarkı “Sad But True” oldu.
Şarkı süresince o ölüm sessizliği hiç bozulmadı. Hoş, şarkı bitince de bozulmadı. Bitirdiğimde dönüp öğretmene baktım. Kadının gözler ayrılmış, ifadesi donmuştu. İngilizce bilip de şarkıdan bir şey anladığından değil, “Ne diyor bu acaba?” bakışıydı.
O gün benim okuldaki ilk havalı günümdü…
İkinci bölümde görüşmek üzere.
Eline sağlık Erdem.
Yazı dizisi teklifiyle geldiğinde, fikri duyar duymaz çok hoşuma gitmişti ve daha ilk bölümden görüyorum ki PA’da yer alan en güzel içeriklerden biri olacak.
Bir sonraki bölümü merakla bekliyorum.
tahtada “sad but true” söyleme kısmını çok sevdim :)) çok samimi bir yazı dizisi olacak, şimdiden belli. merakla bekliyorum, elinize sağlık.
Eline sağlık, devamını bekliyorum..
benim en çok üçüncü foto’da bilgisayar kasasını 2 farklı masaya birden konumlandırma fikri hoşuma gitti,benimde bir dönem televizyona aynı şeyi yapmışlığım vardır.diğer sehpa kısa olduğu için biraz yamuk duruyodu ama olsun.
Eline sağlık çok güzel bir yazı olmuş.
Metal dinlemenin en iyi yanlarından biri de hepimizin az çok çocukluğunda bunlara benzer hikayeler yaşamış olması sanırım
Bu arkadaşı tanıyorum galiba ;) Bende Gaziantep’te yaşıyorum ve benzer zorlukları bende yaşadım.Hatta benim metal müzikle ilk tanışmam daha komik.Babama sigara almak için gittiğim bir bakkalda eleman öyle bir müzik dinliyor ki korktum (6-7 yaşındayım) çok sonraları anladım ki herif black metal dinliyormuş ;)
Küçük yerlerde metal dinleyen olmak zordur.Ne kaset bulabilirsin ne tişört ne arkadaş.
Metropolis dediği yere hiç gitmedim ama yıl olmuş 2019 hala Gaziantep’te metal shp diyebileceğimiz bir mekan yok.Nedense tutmuyor öyle yerler bu coğrafyada.Hikayenin anlatıldığı yıllarda şehrin nüfusu 400.000 civarıdır şimdi nüfus resmi 2.000.000 gayriresmi 3.000.000 aradan geçmiş 20 küsur yıl ama Gaziantep hala metal konusunda çok geride.Hatta geçen gün üzerimde KISS tişörtü varken gencin biri “bu nasıl tişört la” bakışı attı ;)
Olsundu belkide metal yanlızlık demekti.
19.03.2019
@Kaan, dostum ben de aynı yerde yaşıyorum sanırım belediye pasajındaki buzul dönemine yetişmemişsin. bu şehirde black,doom konseri izlemişliğim, demokrasi meydanındaki death metal konserinde pogoya girmişliğim hatta dolmuşta emo tiplerin saçını bile kesmişliğim var :D şahsen çıksorutta oturmama rağmen saçlarımı da uzattım slayer tişörtüyle düğünlere bile gittim. o dönem her farklı adama satanist diyorlardı o sorun değil. önemli olan dayak yememiş olmamız, ykm önünde yeşillsuda kavgalara girdik ama dayak yemedik şimdi kendimizi ezmeye gerek yok. :D
20.03.2019
@necrobutcher, Bende Yazıcık’ta oturuyordum.Belediye pasajına çok gittim ama benim gittiğim dönem sadece yama satılıyordu.Benim anlatmak istediğim koca şehir ama metal dinleyen bir avuç insan benim şanssızlığım hiç bir arkadaşım dinlemiyordu.1999 yılında Beğendik’ten Pentagram’ın,Trail Blazer albümünü aldığımda kasiyerin bakışı hala aklımda :)
Şahsi kanaatim şu o zamanlar müzik daha kıymetli bir şeydi.Belki zor ulaşıldığı için belki az albüm çıktığı için bilmiyorum.Şimdi müzik inanılmaz çabuk tüketilen bir materyal oldu.
Hicri Bozdağ’ın programından bahsetmişken geçen hafta yayını sonlandırılına Güven Erkin Erkal’ın,Maksimum Rock programından bahsetmemek olmaz.
19.03.2019
@Kaan, Merhaba. Antep’te yaşayan biri olarak metal yetersizliğinden hepimiz muzdaripiz ama öyle garip bir kültür ki arada sürprizler de yapabiliyor. Mesela geçenlerde çalıştığım şantiyenin yanında ki diğer şantiyenin 20′li yaşlarda ki bekçisinin üzerinde çok şahane bir Children of Bodom hırkası gördüm. Kendisi Urfalı. “Ahmet bunu nerden buldun” dedim. “Neyi abi” dedi. Üstündekini diyince “ne var ki bunda” dedi. Bak bu böyle böyle bir grup falan diye anlattım ama hiç ilgisini çekmedi. O hırkayı nerden almış olabilir hâlâ anlamadım. Diğer bir olay ise bugün hâlâ atıl bir yatırım olan Uğur Plaza’da KALMAH Sweatshirt’ü bulunabilmesidir ki o da ayrı ve uzun bir hikaye.
19.03.2019
@ali, uğur plazada matrak vardı önce şimdi var mı bilmiyorum. onlar önceden daha çok metal ürün satarlardı kan merkezinin yanındaki mekanlarında.CoB giyen çoktu önceleri hatta bodomun çocuğu diye dalga tutardık giyenlerle onlardan birinin teknocu olmuş kuzenidir
20.03.2019
@ali, Çok enteresan bir şey bende Gaziler Caddesi’nde bir mağazadan Nirvana tişörtü almıştım ki baskısı falan şahane.Nerdeyse 10 yıl giydim o tişörtü ;) geçen yıl içim kan ağlaya ağlaya atmıştım
90′larda çocuk ve ya ergen olmuş nesil metale hep Metallica ve Megadeth ile girmiş. Yok mu taa o zamanlarda Pantera,Death ve ya Slayer ile giren bu işe?
kırk yıl düşünsem erdonun burada yazı yazacağı aklıma gelmezdi, uğraşmaz çünkü. ben ilhan dayı seni özledim. çok güzel yazı ikinci bölümü hemen yaz lütfen. rojbaş.
Herkese selamlar, hem buradan hem twitterdan yorumları takip ediyorum ve ikinci bölüme olan motivem katlanarak artıyor. Açıkçası geyik muhabbetini yaptığımız şeylerin bu kadar beğenilmesini beklemiyordum ne yalan söyleyeyim :) ikinci bölüm için spoiler vermeyeceğim ama daha komik olayların olacağını söyleyebilirim. Bu arada bi iki rafık gördüm buradan da :) herkese selamlar :)
19.03.2019
@Erdem, demokrasi meydanındaki death metal konserinde pogo yaparken neler yaşanmıştı abi onları yaz hahahah
20.03.2019
@necrobutcher, ben o sırada rock marketteydim ama 2000leri yazmama izin verilirse eğer pogo yapmak için üniversitenin dandik gruplarından birinin smells like teen spirit çalarken bi iki kişiyi sakatladığımı yazabilirim :)
vay bee St. Ümit, Mektup arkadaşları ve fanzinler, Radioactive,Yunan tv & radyoları.O konsere de gidebilmiştik. ne güzel lan :)
Teknolojinin kısa sürede ne kadar akıl almaz bir yol katettiğini düşündüm yazıyı okurken. Babamı eli müzik setinin düğmesine basılı halde, şarkıları boş kasetlere kaydederken hatırladım. Hala da durur o kasetler. Yirmi yıl sonra arabada hala çalardık. Aralarda radyo spikerinin konuşmaları da kaydedilmiş olduğundan, arabaya binen başka biri radyo dinliyoruz zannederdi. Dinlediği radyocunun sesinin yirmi yıl öncesine ait olduğunu bilmezdi.
Daha bundan 10-12 yıl önce Nokia 5130 sadece elli şarkı alırdı da yenilerine yer açmak için hangilerini sileceğim şimdi diye kafayı yerdim. 2 gb hafıza kartı alınca nasıl sevindiğimi hatırlıyorum daha çok şarkım olacak diye. İnternet çok sakıncalıymış diye bağlatmıyordu bizimkiler. Ben de sırf rock/metal sevgisi adına okuldan çıkınca iki saat internet kafede takılır, telefonuma şarkı indirmeye çalışırdım. Ne var ne yok bilmeden indirirdim. Disturbed, Adema, Marilyn Manson gibi alternatif metal grupları çıkardı daha çok. Sonra eve geç gelişimden ötürü deliren aileme hesap vermeye çalışırdım. Serserilerle mi takılıyor, karı-kıza mı düşüyor, yoksa kötü alışkanlıklara mı başladı bu çocuk diye endişelenirlerdi. Halbuki mp3 indiriyorum lan ahah. İşte nerd olmak böyle bir şey.
Şu yazdıklarım daha dün. ‘EMPE-ÜÇ’ dönemi. Şimdi ise ne dinlemek istersek anında ulaşıyoruz. Hafıza sorunumuz yok. Herhangi bir fiziksel efor sarf etmeden saniyede önümüzde istediğimiz müzik. Bir-iki saniye kopsa deliriyoruz Louis CK’in dediği gibi. Ve teknoloji durmuyor. Kolay ulaşabilmede nerelere varacak daha kim bilir? Bekli bilet fiyatını ödeyeceksin de grup evine ışınlanıp salonunda konser verecek. Haha olur mu olur. Olmaz dememek lazım.
@Raddor, hocam ikinci bölüme yazacaktım ama yeri gelmişken buradan yazıp ikinci bölümde yer açalım madem :P ’99 yılında MD diye bişey çıktı. Ömrü 3 ay sürdü ve sadece Sony marka belli müzik setleri çalardı. CD kadar hafızası olan disketten daha küçüktü. Mini CD demiyorum ama o ayrı bişey. 3 ayda bu teknoloji bitti gitti. O sırada Sony markasının taklitlerini üreten Sunny ve SQNY marka elektronik üreticileri vardı. Yanlış hatırlamıyorsam Sunny MD çayları piyasa sürdüğü hafta galiba MDler tedavülden kalktı :) teknolojinin ne kadar hızlandığını gösteren en güzel örneklerden biri de bu bence :)
Merakla devamını bekliyoruz. :)
Metallica konseri haber kupüründe; sağ alttaki punk, Gökhan Özoğuz..
@LifeHunter,
İlk adımım Burzum – Filosofem klibi(1996 Eko Tv – Kara Leke)