Bölüm III – 1998: “Ne kadar metalci olsam da böyle bir şeyi asla dinlemem” diyen gencin birkaç ay sonra duşta ağzına su alıp “emongst… dı katakombs… of nefren kaaaa!!!” diye böğürmeye çalışması yürekleri dağladı.
Bir önceki bölümün sonunda DEATH’le tanışır gibi olmuş, önümde açılan kapının farkında olmadan bu uçsuz bucaksız metal deryasına gerçek anlamda ilk adımlarımı atmıştım. Artık sadece METALLICA, MEGADETH, MANOWAR, IRON MAIDEN yoktu; neredeyse hepsini tesadüfi yollarla keşfettiğim PANTERA, SEPULTURA ve birkaç grup daha olaya dâhil olmuştu.
Bir gün annemle gittiğimiz Capitol’ün müzik marketinden sadece kapağı ilginç geldi diye aldığım SEPULTURA – “Arise” ile gerçek anlamda ilk kez sert vokallerle tanışmış, hayatımda dinlediğim ikinci mp3 dosyası olan “fucking.mp3” ile farkında olmadan PANTERA’yı hayatıma sokmuştum.
DEATH ile karşılaşmamı ve başıma gelenleri ilgili albümün incelemesinde yeterince anlattığım için o kısmı geçiyorum. DEATH’le tanıştıktan sonra benim için hayat METALLICA olmaktan çıkmış, yanına DEATH ve PANTERA da eklenmişti. Okuldan Levent ve Sarp’la gittiğimiz Akmar’da büyük oranda sadece kapağına bakarak aldığım albümler sayesinde PANTERA (“Vulgar Display of Power”), SEPULTURA (“Chaos A.D.”), TESTAMENT (“Souls of Black”) gibi gruplar da müzik setimin yanında yerlerini almıştı.
Bu dönemde her şeyin inanılmaz bir hızla değişmesine neden olan başlıca şey de nihayet hayatımıza girdi. 1998, 56k modemin yavaş nefesini ensemizde hissettiğimiz, gerçek anlamda internette gezinmeye başladığımız ilk yıldı. 1996-97 civarlarında “E-mail adresi mi? Bana gerek olmaz” gibi cümleler kuran bizler 1998’de müzik forumlarında gezen, çeşitli grupların sitelerinden biyografi okuyan gençlere dönüşmüştük. Ne de zevkliydi sevdiğim grupların sitelerini tek tek açıp yeni bir haber var mı diye bakmak… metallica.com, testamentlegions.com, officialpantera.com…
Bu sıralarda benim için her şeyin bir anda değişmesini sağlayan esas olay ise, ölene dek güzel hislerle anacağım, o zaman için dünyanın en güzel sitesi olan Audiogalaxy adlı şahanelikti. Bu site, içinde çok sayıda grubun mp3’ünü barındıran, ister şarkı şarkı ister albüm albüm indirebildiğiniz ve bir şeyi indirdiğinizde size “Bunu da sevebilirsin” diye öneriler getiren inanılmaz güzel, dopdolu bir siteydi.
Audiogalaxy’yi nasıl keşfettim bilmiyorum, ancak tüm bu yolculuğu başlatan, her şeyi hızlandıran esas olay o siteyi keşfetmem olmuştu. Misal METALLICA’nın bir şeyini mi arıyorsunuz? Aynı bugün Spotify’ın yaptığı gibi “Buna da bakmak isteyebilirsin” diye yanda benzer gruplar öneriyor, gruptan gruba atlaya atlaya sizi başka diyarlara götürüyordu.
Metal ateşiyle kavrulan ve çok daha fazlasını keşfetmek adına yanıp tutuşan bir insan, sadece birkaç saat içerisinde IN FLAMES, DARK TRANQUILLITY, AT THE GATES, CARCASS, ENTOMBED ve daha birçoğuyla tanışırsa ne olur tahmin edebiliyor musunuz?
“Food For the Gods… İlginç bir şarkı ismi” diye indirdiğim şarkının akabinde IN FLAMES’le tanışıp helak olmuş, ardından “Bak bunlar da var” kısmından rastgele tıkladığım şarkılarla “…of Melancholy Burning”den “Blinded By Fear”a, “Heartwork”ten “Eyemaster”a kadar aklımı kaçırmamı sağlayan pek çok şarkı vasıtasıyla göz açıp kapayıncaya kadar bir dolu grupla tanışmıştım. O ana dek dinlediğim grupların neredeyse hiçbirinde olmayan vokaller, melodiler, enstrüman kullanımları, beste yapıları gerçekten de aklımı başımdan almış, olduğum yerde “metal çocuk”a dönüşmemi sağlamıştı. Artık benim için hayatta metalden daha önemli hiçbir şey yoktu.
Farkındaydım; hayatım kaymıştı ve ben buna bayılıyordum.
Zaman içinde çok farklı şekillerde farklı gruplarla tanıştım. Ne mutlu ki 1998, birtakım grupları keşfetmek adına muhteşem bir seneydi. Misal Akmar’a gidip en ufak bir fikrim olmadan Atlantis’ten satın aldığım MESHUGGAH – “Chaosphere” o yıl çıkmıştı. İlk dinlememde olan biteni anlayamamış, o sırada o müziği anlamak adına gerçekten de yetersiz olan müzikal birikimim dolayısıyla albümü “Ya bırakın artık, farklı olacağız diye bu kadar da saçmalanmaz” diye bir kenara bırakmıştım. Yıllar sonra “Chaosphere” başta olmak üzere MESHUGGAH’dan başka bir şey dinleyemez hâle geleceğimi bilmeyen ben, yine Audiogalaxy sayesinde keşfettiğim CANNIBAL CORPSE’un “Gallery of Suicide” şarkısı için “bu müzik değil”; aynı yıl çıkan NILE albümünden “Ramses Bringer of War” şarkısı için “Tamam metalci olabilirim, ama böyle bir şeyi asla dinlemem”; hangisi olduğunu hatırlayamadığım klavyeli bir progresif metal grubu için de “Klavye pop müzikte kullanılan bir şey, içinde klavye olan bir grubu asla dinlemem” gibi beylik kelamlar etmiştim.
Oysa sadece birkaç ay sonra; duşa girdiğimde ağzıma su alacak, kaşlarımı çatıp dudaklarımı büzerek “emongst… dı katakombs… of nefren kaaaa!!!” diye böğürmeye çalışacak; birkaç ay sonra alacağım elektro gitarla “From Skin to Liquid”i kulaktan çıkarmaya çalışacak; bir sene sonra çıkacak “Metropolis Pt. 2: Scenes From a Memory”deki klavye/gitar oyunlarıyla kendimi şaşıracaktım.
1998’in benim adıma diğer bir önemli olayı da gittiğim ilk metal konserini içeriyor olmasıydı. Ne mutlu ki bu olaya da zirveden başladım ve 7 Eylül 1998’deki IRON MAIDEN Harbiye Açık Hava konseriyle seyircilik kariyerime başladım. Her anlamda büyüleyici bir gece olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Evet belki Bruce yoktu, ancak sevdiğim bir dolu şarkının IRON MAIDEN tarafından karşımda icra edildiğini görmek, hepsini geçtim yıllardır ne anlamlar yüklediğim “Fear of the Dark”ı tıpkı hayalini kurduğum gibi binlerce insanla birlikte söylemek gerçekten tarifsiz bir duyguydu.
Çember daralıyordu… Saha ve hava şartları gerçek bir metal neferi olmam adına son derece müsaitti. Metale dair her şeyi aşırı çekici buluyor, bunun benim için sadece “sevdiğim müzik türü” olmayacağını daha o günlerden hissedebiliyordum.
O dönemde diğer birtakım türler de hoşuma gitmeye başlamıştı. “Freak on a Leash” klibi sayesinde tanıştığım KoRn’un “Follow the Leader” albümünü ve “All I Want” klibiyle tanıştığım THE OFFSPRING’i de çok sevmiştim. THE OFFSPRING’in “Ixnay on the Hombre” ve “Smash” albümleri başta olmak üzere tüm albümlerini satın almış, hatta o dönem çıkan yeni albümleri “Americana”yı epey pop bularak burun kıvırmıştım. Tüm bunlar üstte fokurdayadursun, esas tencerenin alt kısmı cayır cayır yanıyor, beni yakında içinden çıkamayacağım bir girdaba doğru sürüklüyordu.
Akmar’da bir ayakkabı kutusunun içinde bulduğum ARCH ENEMY – “Stigmata” kasetinden tutun da bir gün atthegates.se sitesinde tesadüfen gördüğüm hate-song.mp3 adlı dosyayı indirerek tanıştığım THE HAUNTED’a kadar (o sırada ilk albümleri bile çıkmamıştı), her yerden karşıma yeni bir şeyler çıkıyor, beni günbegün allak bullak ediyordu. Bu dönemde bir yandan üniversite sınavına çalıştığımdan işler aslında o kadar da kolay değildi.
Beni sürekli kendine çağıran “metal” adlı şeytan ve bir yandan da geleceğimi şekillendirmek adına kabak gibi karşımda duran bir dolu sorumluluk sarmıştı dört bir yanımı.
Bu noktada epey bir eskiye gitmek ve olayın daha kişisel tarafına değinmek istiyorum. Evet, metal! Süper olay! Çok güzel. Ama sadece dinlediğim müzik türü olmaktan daha fazlasına dönüşmesi, karakterimi şekillendiren bir role bürünmesi de işte tam bu zamanlara tekabül ediyor.
Ben 1981 doğumlu bir insanım. Herkes bilir ki, eğitim söz konusu olduğunda 1981 doğumlular Türkiye tarihinde farklı, özel ve bir o kadar da bahtsız bir nesli ifade eder. Çocukken Adile Naşit’le Uykudan Önce izleyen; dünyanın en hızlı değiştiği dönem olan seksenler ve doksanlarda büyüyen bu nesil, özellikle sınavlar açısından ülkemizin en şanssız neslidir. 24 Mayıs 1992′de girdiğimiz Anadolu Liseleri Sınavı aynı gün iptal edilmiş, resmen (gerçekten “resmen”, “resmî” olarak) geleceğimiz, kaderimiz, hayatımız değişmişti. Bundan 7 yıl sonra tam biz girecekken üniversite sınav sistemi değişmiş, bir anda kendimizi bir bölüme (TM, fen, sözel, vs) atma mecburiyeti doğmuştu. Pek çoğumuzun kariyer hayalleri, o sıradaki not ortalamamız neyse onunla şekillenmek, onunla sınırlı kalmak durumda kalmıştı. Misal ileride zoolog, paleontolog ya da en azından veteriner olma hayalleri kuran ben, o sistem değişikliği döneminde fizik, kimya, biyoloji notlarım yeterince iyi olmadığı için tüm o hayalleri unutup TM seçmek zorunda kalmıştım.
Bununla kalsa yine iyi. 11 yaşında Anadolu Liseleri Sınavı’nda yaşadığımız travma yetmiyormuş gibi 2 Mayıs 1999′da girmemiz gereken ÖSS sınavı da sınavdan bir gün önce kitapçık çalındığı gerekçesiyle ertelenmiş, bir yıldır verilen emek içimizde patlamış, psikolojimiz helak olmuştu. Dolayısıyla 1981 nesli olarak sistemin kobaylık vazifesini başarıyla yerine getirmiş ve sonraki nesiller için beyaz birer sayfa açmıştık. İşte eğitim yaşantımızın en önemli anlarını etkileyen bu travmatik olayların da etkisiyle benim eğitime olan inancım, ilgim, hevesim zaten çoktan kırılmış, piç olmuştu. Hoş, ilkokuldayken de ödev yapmaktan hoşlanmaz, sürekli oyalanacak bir şeyler bulurdum. Dolayısıyla üniversiteye girdiğimde neredeyse hiçbir derse girmeden, okula dahi gitmeden, sadece sınav öncesi çalışarak okulu bitirmiş olmama da fazla şaşırmamak gerek. Neyse, bunu bir sonraki bölüme saklıyorum.
Üç paragraf öncesine dönersek, benim bu sevmediğim ve ilgi duymadığım eğitim öğretim hayatımın en önemli basamağı sayılabilecek üniversite sınavı öncesinde güç aldığım, çok iyi bir yeri kazanamayacağımı içten içe bilsem de kendime güvenmemi sağlayan başlıca şey de, nasıl olduysa, metal olmuştu. Metal, 17 yaşımdaki bana çok garip, tarifsiz bir güç, inanç, şevk veriyordu. Ne zaman başım sıkışsa, spesifik olarak bir grup, albüm veya şarkıdan bağımsız olarak, “metal kavramı”nın hep yanımda olacağını düşünüyor, bunu bilerek bir şekilde kendime güven tazeliyor ve bundan gerçekten de olumlu şekilde yararlanıyordum.
Bazısının inancı güçlüdür; üstün bir yaratıcı güce, varlığa sırtını dayar, dua eder, dilekler diler. Onun her zaman yanında olduğunu düşünerek zor zamanlarda kendini rahatlatmaya çalışır.
Bende durum farklıydı; ben manevi gücümü, kendime güvenimi ciddi ciddi metalden alıyordum.
“A New Level”dan, “Leper Messiah”tan, “Dead Embryonic Cells”den, “Over the Wall”dan, “Architecture of Aggression”dan, “The Trooper”dan güç alıyor; metali beni daima koruyacak, zor anımda başvurabileceğim bir güç olarak görüyordum.
Üniversite sınavını kazandıktan sonra hayatımda ilk kez ailemden ayrılıp başka bir şehre gidecek, orada tek başıma bir mücadeleye başlayacaktım. Acaba nasıl olacaktı? Orada metal dinleyen birilerini bulabilecek miydim? Endişelerim, tedirginliklerim vardı elbet; ancak bunu da bir şekilde halledeceğimi biliyordum. Kolay olmayacaktı, ama en azından beni hiçbir zaman yüzüstü bırakmayacak; içerdiği sözlerle, müziğinin verdiği güçle bana azim, inanç ve kuvvet verecek bir dost daima yanımda olacaktı (bok yanında olacaktı; bir sene sonra anan ağlayacak, hayattan soğuyacaksın, haberin yok).
Bir de bunun “Ben de brutal yapacağım?” aşaması var. İnternetten araştırılır. Niyet edip önce üç kere Hİİİİİİİ diyeceksiniz, sonra üç kere HÜÜÜÜÜÜ diye yazdığı görülür. Okul dönüşü her akşam çaydan bir yudum alıp başlanır HÜÜÜÜ, Hİİİİ diye sesler çıkarılmaya. Misery’s Crown açılır üstüne DON BİRİKEET, DON BİRİİKEET diye söylenmeye çalışılır. Rezil edilir şarkı. Kim bilir nasıl görünmüştür dışarıdan. Biri evde kendi kendine HÖAAA-HÜEYĞĞĞK diye sesler çıkarıyor. Şimdi kendimi görsem öyle eve almam herhalde. Neyse ki burası günah çıkarma yeri oldu. Ama hepiniz yaptınız bunu, itiraf edin!
Güzel. Keşke çevremde müzik namına iki kelam edebileceğim insanlar olsa dedirtiyor. Sabırlı ve bilinçli dinleyiciler bulmak o kadar zor ki. Arkadaşlarıma Porcupine Tree açtığımda şarkı 11 dakika diye mızıklandıklarını hatırlıyorum. Seri üretimden çıkar gibi hızlı yaşamaya ve sabırsız davranıp hemen sonuca ulaşmak istemeye o kadar alıştırılmışız ki gerçekten eski dönemlerin özlemini duyuyorum. Müzik dinleyebilmenin fiziksel bir eylem de gerektirmesi sebebiyle daha kıymetli olduğu, basmakalıp sanatçılar denizinde boğulmayıp spesifik albümler, tarzlar veya sanatçılar üzerine ekspert olduğumuz zamanlar. Şimdilerde ise sanatçılar Spotify’da müziğe sadece ilk 5 saniye katlanabilen dinleyicilerin ilgisini çekmek için şarkı yapılarını değiştiriyor. Muhafazakarlık hayatın çoğu alanında bir engel ama metal için bu hususta bir avantaj benim gözümde.
Böyle gelişim gösteren bir toplumda bireylerin hayatlarında önem arz eden albümlerin, şarkıların veya bunlarla eşleşen anların olmaması bana o kadar acayip geliyor ki. Müzik için “iyiymiş ya”dan öte iki kelam edebilenlerin soyu tükeniyor. Eskiden bir Tolkien okuyucusuna denk geldiğimde saatler boyu hararetle, heyecanı hiç yitirmeden muhabbet ettiğimi hatırlarım. Son yıllarda bunu hiç yaşayamıyorum. Opeth’in Burden’inin askere, Suriye sınırına gitmeden evvel havalimanında dinlediğim son şarkı olduğunu ve o solonun bende yarattıklarının detaylarını birine anlattığımda yüzlerindeki ve ses tonlarındaki o heyecan verici değişimi göremiyorum.
Dolayısıyla bu yazıyı okurken eski, bilinmezlerle dolu, daha dolu günlere gidip geldim. Böyle insanların var olduklarına, bir platformda buluşabildiklerine ve emeklerine karşılık bulabildiklerine tanık olmak çok hoş.
@9yearsago, beğenmene sevindim. İnsan küçük yaşlarda yaşadıklarının sadece kendine özgü olduğunu düşünüyor ama sonra aynı şeyin ne kadar fazla insan tarafından yapıldığını gördüğünde şaşırabiliyor. Güzel şeyler bunlar.
evet, 82 model olup, trafiğe 1 sene erken çıkışlı olmaktan mütevellit, siz bahtsız bedevi tayfayla yürüdük gittik:)
ahmet saracoğlu samimi ve çok keyifli bir yazı oluyor,
pasifagresif iyi ki varsınız!
Yazıyı bir solukta okudum. Ben de 81 doğumlu olan bir kişi olduğumdan. Resmen kendi hayatımı başka biri kendi kaleminde buraya dökmüşte şaşıra şaşıra bir çırpıta bitti. Evet hocam bizim kuşak çok tahlihsiz bedevi kıvamında ama bir o kadar da metal anlamında çok güzel geçen dönemlerdi.
O dönemdeki eğitim sistemi saçmalıklarına hiç girmek dahi istemiyorum. Zaten çok güzel özetlemişsin.
Lise yıllarından önce ilk metalle tanışmam daha tıfıl bir vaziyette 93 metallica konserine gitmem oldu. Ezilme tehlikesi geçirdim. O atmosfer ve o ortamı soluduktan sonra varsa yoksa benim için metal vardı artık. İlk aldığım albüm 95 çıkışlı the x factor maiden albümü sabah akşam walkmande dönüpdurur. Bu vesileyle diğer albümlerede yelken açmıştık. Sonradan gelsin slayerlar sepulturalar kreatorlar.
Moonspell wolfheart albümü ilk elime geçtiğinde afallamıştım. Değişikti karanlıktı. Sonradan samael alastis anathema opeth katatonia yavaş yavaş black sularına kaymaya başlamıştık. Akmarda ilk burzum ve darkthrone emmilerin albümlerini aldığımda artık hayatımda metalden başka birşeyin olmuyacağı sinyallerini çoktan bünyeye girdiğini büyük bir açlığın hizmetkarı olup çıkmış. Her haftasonu okul harçlıklarında biriktirdiğim parayla 4 saatlik bir yolu göz önüne alarak akmar yollarına düşüyorduk. Deathler in flamesler dimmu borgirler bu açlık hiç bitmiyordu. Duyumsal boşluğu her nekadar doldursakta görsel anlamda o dönemde ne kadar fazine varsa toplamayada çalışırdık ki o dönemde editörlüğünü çağlan tekilinde yaptığı non serviam dergileri benim için kasetlerle birlikte birer parçam olmuşlardı.
Tabi postayla bulgaristan çek cumhuriyeti macaristan polonya gibi plak şirketlerinden cd almak ve gelenekadar taklalar atmak bambaşka bir haz:)
Velhasıl kelam harika dönemlerdi 90lar.
Zaman geçti yaş dayandı 40a yukarda belirttiğin gibi.
“Bazısının inancı güçlüdür; üstün bir yaratıcı güce, varlığa sırtını dayar, dua eder, dilekler diler. Onun her zaman yanında olduğunu düşünerek zor zamanlarda kendini rahatlatmaya çalışır.”
“Bende durum farklıydı; ben manevi gücümü, kendime güvenimi ciddi ciddi metalden alıyordum.”
Hala daha albüm ve konser açlığı bitip tükenmedi. En son behemoth konserinde headbangimizide yaptık efenim.
Bu arada ortak arkadaşımız olan Burak Baban ve eşiyle yan yanaydık her zaman ki gibi.
Ve kamerayı zar zor gizliden içeri aldık:))
Tabi seninle tanışmakta çok isterdim. Yıllardır burayı takip eden bir kişi olarakmakalelerinde ve eskilerden bahsetmen daha hiç tanışmasakta sanki yıllardır sizi tanıyormuşum bir bağ oldu ister istemez.
Ama son dakikaya kadar behemoth konserine gelme ihtimaliniz varken son dakika da iptal olması kötü oldu. Ne diyelim başka bir konser de. Birer duble yuvarlar sohbet ederiz.
Belkide watain konserinde neden olmasın:)
Kendinize iyi bakın görüşmek üzere…
90 ların karmaşa ve kaosunun tam bir yansıması olmuş yazı. Eğitim sisteminin çöküşünün başladığı bir dönemde lise ve üniversitede okumaya çalışmak, metalde ise tür patlamasının ve yine çöküşlerin yaşandığı bir dönemde metale başlamak…. Bu karmaşayı yeniden değerlendirdim kafamda. Müzikle ilgili bir şeyleri bir yerlere yerleştirmeye yardımcı bir yazı olmuş. Çok iyiydi.
2019′da okulun metal dinleyen tek insani olmak. Ilk bolum (Ayni zamanda son bolum):
Bok gibi.
Bir de bunun “Ben de brutal yapacağım?” aşaması var. İnternetten araştırılır. Niyet edip önce üç kere Hİİİİİİİ diyeceksiniz, sonra üç kere HÜÜÜÜÜÜ diye yazdığı görülür. Okul dönüşü her akşam çaydan bir yudum alıp başlanır HÜÜÜÜ, Hİİİİ diye sesler çıkarılmaya. Misery’s Crown açılır üstüne DON BİRİKEET, DON BİRİİKEET diye söylenmeye çalışılır. Rezil edilir şarkı. Kim bilir nasıl görünmüştür dışarıdan. Biri evde kendi kendine HÖAAA-HÜEYĞĞĞK diye sesler çıkarıyor. Şimdi kendimi görsem öyle eve almam herhalde. Neyse ki burası günah çıkarma yeri oldu. Ama hepiniz yaptınız bunu, itiraf edin!
11.03.2019
@Raddor, çay değil de portakal suyu efsane brutal yaptırır. Genizde kalan o asitle oluşan benzersiz hırıltı… mmmmm….
11.03.2019
@Ahmet Saraçoğlu, çayla, kahveyle olmaz abi zaten iyice kurutuyor. O yüzden öyle kötü sesler çıkıyordu. :)
Güzel. Keşke çevremde müzik namına iki kelam edebileceğim insanlar olsa dedirtiyor. Sabırlı ve bilinçli dinleyiciler bulmak o kadar zor ki. Arkadaşlarıma Porcupine Tree açtığımda şarkı 11 dakika diye mızıklandıklarını hatırlıyorum. Seri üretimden çıkar gibi hızlı yaşamaya ve sabırsız davranıp hemen sonuca ulaşmak istemeye o kadar alıştırılmışız ki gerçekten eski dönemlerin özlemini duyuyorum. Müzik dinleyebilmenin fiziksel bir eylem de gerektirmesi sebebiyle daha kıymetli olduğu, basmakalıp sanatçılar denizinde boğulmayıp spesifik albümler, tarzlar veya sanatçılar üzerine ekspert olduğumuz zamanlar. Şimdilerde ise sanatçılar Spotify’da müziğe sadece ilk 5 saniye katlanabilen dinleyicilerin ilgisini çekmek için şarkı yapılarını değiştiriyor. Muhafazakarlık hayatın çoğu alanında bir engel ama metal için bu hususta bir avantaj benim gözümde.
Böyle gelişim gösteren bir toplumda bireylerin hayatlarında önem arz eden albümlerin, şarkıların veya bunlarla eşleşen anların olmaması bana o kadar acayip geliyor ki. Müzik için “iyiymiş ya”dan öte iki kelam edebilenlerin soyu tükeniyor. Eskiden bir Tolkien okuyucusuna denk geldiğimde saatler boyu hararetle, heyecanı hiç yitirmeden muhabbet ettiğimi hatırlarım. Son yıllarda bunu hiç yaşayamıyorum. Opeth’in Burden’inin askere, Suriye sınırına gitmeden evvel havalimanında dinlediğim son şarkı olduğunu ve o solonun bende yarattıklarının detaylarını birine anlattığımda yüzlerindeki ve ses tonlarındaki o heyecan verici değişimi göremiyorum.
11.03.2019
Dolayısıyla bu yazıyı okurken eski, bilinmezlerle dolu, daha dolu günlere gidip geldim. Böyle insanların var olduklarına, bir platformda buluşabildiklerine ve emeklerine karşılık bulabildiklerine tanık olmak çok hoş.
19.03.2019
@9yearsago, beğenmene sevindim. İnsan küçük yaşlarda yaşadıklarının sadece kendine özgü olduğunu düşünüyor ama sonra aynı şeyin ne kadar fazla insan tarafından yapıldığını gördüğünde şaşırabiliyor. Güzel şeyler bunlar.
evet, 82 model olup, trafiğe 1 sene erken çıkışlı olmaktan mütevellit, siz bahtsız bedevi tayfayla yürüdük gittik:)
ahmet saracoğlu samimi ve çok keyifli bir yazı oluyor,
pasifagresif iyi ki varsınız!
Keyifle okudum, çok güzel bir içerik yapmışsınız.
https://hizliresim.com/Ovl4bn
12.03.2019
@metalrullazz,¯\_(ツ)_/¯
Yazıyı bir solukta okudum. Ben de 81 doğumlu olan bir kişi olduğumdan. Resmen kendi hayatımı başka biri kendi kaleminde buraya dökmüşte şaşıra şaşıra bir çırpıta bitti. Evet hocam bizim kuşak çok tahlihsiz bedevi kıvamında ama bir o kadar da metal anlamında çok güzel geçen dönemlerdi.
O dönemdeki eğitim sistemi saçmalıklarına hiç girmek dahi istemiyorum. Zaten çok güzel özetlemişsin.
Lise yıllarından önce ilk metalle tanışmam daha tıfıl bir vaziyette 93 metallica konserine gitmem oldu. Ezilme tehlikesi geçirdim. O atmosfer ve o ortamı soluduktan sonra varsa yoksa benim için metal vardı artık. İlk aldığım albüm 95 çıkışlı the x factor maiden albümü sabah akşam walkmande dönüpdurur. Bu vesileyle diğer albümlerede yelken açmıştık. Sonradan gelsin slayerlar sepulturalar kreatorlar.
Moonspell wolfheart albümü ilk elime geçtiğinde afallamıştım. Değişikti karanlıktı. Sonradan samael alastis anathema opeth katatonia yavaş yavaş black sularına kaymaya başlamıştık. Akmarda ilk burzum ve darkthrone emmilerin albümlerini aldığımda artık hayatımda metalden başka birşeyin olmuyacağı sinyallerini çoktan bünyeye girdiğini büyük bir açlığın hizmetkarı olup çıkmış. Her haftasonu okul harçlıklarında biriktirdiğim parayla 4 saatlik bir yolu göz önüne alarak akmar yollarına düşüyorduk. Deathler in flamesler dimmu borgirler bu açlık hiç bitmiyordu. Duyumsal boşluğu her nekadar doldursakta görsel anlamda o dönemde ne kadar fazine varsa toplamayada çalışırdık ki o dönemde editörlüğünü çağlan tekilinde yaptığı non serviam dergileri benim için kasetlerle birlikte birer parçam olmuşlardı.
Tabi postayla bulgaristan çek cumhuriyeti macaristan polonya gibi plak şirketlerinden cd almak ve gelenekadar taklalar atmak bambaşka bir haz:)
Velhasıl kelam harika dönemlerdi 90lar.
Zaman geçti yaş dayandı 40a yukarda belirttiğin gibi.
“Bazısının inancı güçlüdür; üstün bir yaratıcı güce, varlığa sırtını dayar, dua eder, dilekler diler. Onun her zaman yanında olduğunu düşünerek zor zamanlarda kendini rahatlatmaya çalışır.”
“Bende durum farklıydı; ben manevi gücümü, kendime güvenimi ciddi ciddi metalden alıyordum.”
Hala daha albüm ve konser açlığı bitip tükenmedi. En son behemoth konserinde headbangimizide yaptık efenim.
Bu arada ortak arkadaşımız olan Burak Baban ve eşiyle yan yanaydık her zaman ki gibi.
Ve kamerayı zar zor gizliden içeri aldık:))
Tabi seninle tanışmakta çok isterdim. Yıllardır burayı takip eden bir kişi olarakmakalelerinde ve eskilerden bahsetmen daha hiç tanışmasakta sanki yıllardır sizi tanıyormuşum bir bağ oldu ister istemez.
Ama son dakikaya kadar behemoth konserine gelme ihtimaliniz varken son dakika da iptal olması kötü oldu. Ne diyelim başka bir konser de. Birer duble yuvarlar sohbet ederiz.
Belkide watain konserinde neden olmasın:)
Kendinize iyi bakın görüşmek üzere…
15.03.2019
@Aykut, Behemoth’a gelemedim evet. Haken, Ulcerate ve Watain’e geleceğim. Onlara gelecek olursan görüşürüz. Buraklar da gelir sanıyorum en az ikisine.
Yorumunda bahsettiğin ortak paydalar güzel şeyler, karşılaştığımızda bilahare konuşuruz. :)
90 ların karmaşa ve kaosunun tam bir yansıması olmuş yazı. Eğitim sisteminin çöküşünün başladığı bir dönemde lise ve üniversitede okumaya çalışmak, metalde ise tür patlamasının ve yine çöküşlerin yaşandığı bir dönemde metale başlamak…. Bu karmaşayı yeniden değerlendirdim kafamda. Müzikle ilgili bir şeyleri bir yerlere yerleştirmeye yardımcı bir yazı olmuş. Çok iyiydi.