Önden not: Bu yazıdaki siyasi ve dinî bağlamlar tarafsızca ele alınmıştır.
Bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de metal müziğin temeli 60’lı yılların sonları ve 70’li yıllarda atıldı. Genel olarak baktığımızda çoğumuz bu müziğin özellikle bu yıllarda gelişen Hard Rock ve Psychedelic Rock akımları aracılığıyla ortaya çıktığını biliyoruz. İşin ilginç yanı ise Türkiye özellikle 80’li yıllara kadar dünya müzik piyasasıyla paralel nitelikte ilerlerken, 80’lerden sonra ülkemizde müzik kültürü büyük bir çöküş yaşamaya başladı. Bu sebeple dünyada rock müziğin gelişimine farklı açılardan tanık olmadan, Türkiye’deki gelişimin ve gelişememenin sebeplerini anlayamayız. Bu yüzden öncelikle rock müziğin ülkemiz ve dünyadaki gelişimine daha isabetli açılardan kısaca bir değinmemiz gerekli.
Öncelikle hangi türden olursa olsun müziğin gelişim aşamalarını var olduğu dönemin siyasi temellerinden ve tarihsel faktörlerinden bağımsız tutamayız. Bu açıdan baktığımızda tarih boyunca müzik daima dünya genelinde ideolojilerin çeşitlendiği veya tarihsel ilerlemelerin kaydedildiği dönemlerde büyük sıçramalar yapmıştır. Aynı zamanda müziğin de insanlık tarihine büyük katkıları olmuştur. Mesela notasyonun keşfedilmesinden önce ilkel müziklerin nesilden nesile aktarımı insan beyninin gelişiminde rol aldığı kanıtlanmıştır. Bunun yanında Sümerlilerin yazıyı bulmasıyla beraber aynı zamanda notasyonu da ilk kullanan kavim olduğu bilinmektedir. Böylelikle yazının bulunması gibi insanlık tarihinin en önemli olayı aynı zamanda müziğin de gelişimine doğrudan katkı sunmuştur. 70’lere döndüğümüzde ise dünyada Soğuk Savaş’ın hakim olduğunu görmekteyiz. Bir yandan Amerika tarafından Kapitalizm propagandası diğer yandan Sovyetler tarafından Komünizm propagandasının yapıldığı, birçok bölgede bu büyük çekişmeler sebebiyle proxy savaşlarının* süregeldiği ve aynı zamanda kültürel çatışmaların da büyük şiddetle sürdüğü bir dönem. İşin bizi ilgilendiren kısmına bakacak olursak özellikle kültürel ve sanatsal alanlar; ve özellikle müzik ve sinema, bu dönemde altın çağını yaşamıştır. Çünkü bunlar yegâne propaganda silahlarıydı.
Özellikle Blues’un bir dönemi kasıp kavurduğu yıllardan sonra dünya, I. ve II. Dünya Savaşları’na tanıklık etmiş, gerilim dolu bir Soğuk Savaş dönemini geçirmiş ve Kore Savaşı’yla kitleler artık savaş fanatikliğini kaldıramaz hale gelmişti. Tam bu noktada, özellikle II. Dünya Savaşı’nın hemen ardından Rock ’n’ Roll ortaya çıktı. Teknik çerçevede Elvis Presley ve Chuck Berry gibi isimlerin öncülük ettiği bu türün içeriğini ise savaşlardan bunalan insanların radikal eğlence anlayışı doldurmuştur. 50’li yıllarda Rock’n Roll’un aniden çıkışı ve 60’lı yılların başında yerini Hard Rock ve Psychedelic Rock gibi türlere bırakmasıyla rock müzik ve gelişimine büyük katkı sunduğu metal müzik kültürel kimliğini de kazanmış oldu.
Kore Savaşı döneminde ünlü barış kelebeklerinin Rock müziğe siyasal kimlik kazandırmakta yardımcı olmuştur. Daha bilinen ismiyle hippie’ler’in ya da daha tanınan haliyle bisküvi gibi LSD tüketen orta sınıf gençlerin savaş karşıtlığını ve politik duruşunu temellendiren kişilerin başında şüphesiz Bob Dylan ve John Lennon gibi isimler gelmektedir. Beatles’dan ayrıldıktan sonra siyasi görüşlerini keskinleştiren Lennon, solo çalışmalarıyla, Dylan ise başından beri siyasi bir çerçeve içerisinde yazdığı eserleriyle Blues’dan gelen sınıfsal köklere sadık kalmıştır. Dylan ve Lennon’ın yanı sıra dönemin birçok grubu ve sanatçısı aynı çizgiyi tutturmayı başarmıştır.
Sonuç olarak Rock müziğin görünür kimliği veya medya kimliği Amerika tarafından oluşturulmuşken, teknik nitelikleri ve öz kimliği ise Avrupa –özellikle İngiltere- tarafından şekillendirilmiştir. Rock müzik kültürünün etkisiyle beraber hem Avrupa’da (özellikle doğu bloğu ülkelerinde) hem de Amerika’da “asi gençlik” türemiş ve bunların düsturları ise hem Amerika’nın hem de Sovyetler’in baskısına karşı durmak ve özgürlüğü ele geçirmek olmuştur. Bu hareketle birçok ülkede rock müzik toplulukları aynı zamanda aktif eylemlerde bulunmuş ve hatta özellikle rock müzik toplulukları Litvanya ve Estonya’nın bağımsızlığında büyük rol oynamıştır.
Aynı zamanda Sovyetlerin içerisinde de özgürlükçü rockçı gruplar ortaya çıkmaya başlamış, ve böylelikle Sovyetlerde rock müzik yasaklanmıştır. Sovyetler’in son dönemlerinde ortaya çıkan en ünlü rock gruplarından birisi Leningrad yasağı şu şekilde ele almıştır:
Saint Nicholas, save us from Rock ’n’ Roll
All the Holy Saints, save us from breakbeat
(Yasak döneminde Sovyet merciler halka çocuklarını batının ahlak dışı unsuru Rock ’n’ Roll’dan korumasını öğütlüyordu ve klasik müzik dinletilmesi gerektiğini söylüyordu.)
Ortaya çıkan bu durum, rock müziğin Amerikan plak şirketleri tarafından global markette pazarlanmasına yol açmış ve özellikle Soğuk Savaş’ın kültürel savaşında büyük bir rol oynamıştır. Çok daha ilginç bir gerçek ise, Amerika’nın o dönemlerde en büyük plak şirketi olan Atlantis Plak Şirketi’nin başında Türk asıllı bir Amerikalının (Türk vatandaşlığı da vardı) bulunmasıydı.
Ahmet Ertegün dünya çapında üne kavuşmuş birçok efsanevi grubun ve sanatçının en büyük yardımcısıydı. Ray Charles, Led Zeppelin, Rolling Stones, Eric Clapton, John Coltrane, The Bee Gees, Miles davis gibi çok büyük isimleri ünlü etmiş bir insandan bahsediyoruz. Aynı zamanda yine bu dönemde Türkiye’de Psychedelic/Folk Rock akımı (bildiğimiz adıyla Anadolu Rock) almış başını yürüyordu. Erkin Koray, Cem Karaca, 3 Hür-El, Barış Manço, Moğollar gibi isimler hem ülke çapında hem de Avrupa’da yakından takip ediliyordu. Özellikle Tülay German ve Moğollar’ın çıkardıkları ve caz müzik ile Anadolu ezgilerinin harmanı olan ilk 45’likler büyük ilgi görmüştü. The Beatles ve Led Zeppelin gibi gruplara baktığımızda özellikle İngiliz folk müziğinin etkilerini fark eden bu sanatçılar, aynı dönemlerde Türkiye’de de bu müziği en iyi şekilde icra etmişlerdir. Yani aslında Türkiye’de 60’ların sonu ve 70’lerde icra edilen müziğe doğu-batı sentezi yorumu yapmak biraz sığ kalıyor. Çünkü o dönemler nasıl Avrupa’da folk müziğin etkisiyle Rock müzik kendisine orijinal bir kimlik kazandırdıysa, Türkiye’de de aynısı yapıldı aslında. Aynı zamanda Türkiye’de bu dönemlerde hakim olan siyasal yapıya baktığımızda ise yine küresel siyasete paralel nitelikler görmekteyiz. Soğuk Savaş Türkiye’de de hissediliyordu ve Türkiye’de Sovyetler aracılığıyla yükselen büyük bir sol akım, Amerika aracılığıyla yükselen büyük bir sağ akım mevcuttu ve 1980 yılına kadar sürekli bir didişme içerisinde Türkiye bir o yana bir bu yana sallandı. Bu sayede Soğuk Savaş dönemindeki kültürel çatışmalar aracılığıyla ortaya çıkan müzik ve sinema akımlarından ülkemiz de nemalanmış oldu.
70’li yıllarda özellikle Süleyman Demirel’in başbakan olmasından sonra ve Türkiye İşçi Partisi içerisindeki hareretli devrim tartışmalarıyla beraber ülkede artık tek gerçeklik vardı o da “Ya sağcısın, ya solcusun.” Kanlı Pazar, Öğrenci Olayları, 71’ darbe teşebbüsü ve hemen ardından gelen muhtıra ile beraber artık karar verilmişti. Türkiye, 50’lerden itibaren Adnan Menderes dönemleriyle başlayan liberal ekonomiye ayak uydurma sürecini hızlandırmıştı. Bu süreç içerisinde solcular büyük yara almış olsa da 80’ yılına kadar kuvvetli direnişler sergilediler.
En nihayetinde Soğuk Savaş ortamının Türkiye’de de iyice şekillenmesiyle beraber artık Türkiye’nin de Avrupa’da ve Amerika’da bu ortamdan beslenen ve her türlü baskıyı ve kültürel zorbalığı reddeden rock müzik camiasının oluşmasına hiçbir engel kalmamıştı. 67’ ve 80’ arası Türkiye tarihinde en çok rock müzik plağı basılan yıllar oldu. Bu dönemdeki sanatçıların neredeyse hepsi siyasi bir gerilimin içerisinde boğulan bir ülkede kültürel bir kalkınma sağladılar. Batman’dan tutun İstanbul’a kadar her yerde var olan türler ya caz ya da psychedelic rock idi. Liselerarası müzik yarışmalarında ise AAAY AYAYYAYAAAAY içeren Rock You Like A Hurricane coverları yerine Jimi Hendrix’in etkisiyle kavrulmuş besteler yarışıyordu.
Ki Jimi Hendrix demişken, yine birçoğumuzun bildiği üzere Kerim Çaplı yine bu dönemlerde Jimi Hendrix ile turlarken, Cahit Berkay ve grubu Moğollar Fransa’da ve Avrupa’nın genelinde sesini bayağı bir duyurmuşken, Erkin Koray bütün memlekete rock müziği öğretirken bir şeyler yanlış gitti.
Gora filminde bu kısacık Erşan Kuneri sahnesi aslında koca filmde en sevdiğim sahne olabilir. Çünkü bu kısacık sahnede mizahi bir yolla aslında 12 Eylül 1980 darbesinin Türkiye’nin gençliğindeki yeni kültürel kalkınmayı nasıl aniden silip atıverdiğini de gösteriyor. Bir bilim-kurgu tüccarı olmaya yeltenen Bob Marley Faruk ve porno film yönetmeni Erşan Kuneri aslında yeni kuşağın karakteristik özelliklerini ortaya koyan karakterler olarak karşımıza çıkıyor bu sahnede.
80 darbesiyle beraber protest olarak adlandırılan her şey yasaklanıyor. Her ne kadar çoğu pek solcu olmasa da birçok rock müzik plağı yasaklanıyor, yeni jenerasyona ait her şey tank paletlerinin altında eziliyor ve kültürel anlamda resmi olarak Türkiye yozlaşma dönemine adım atıyor. Kritik soru da burada devreye giriyor, nasıl oluyor da madem 80 darbesiyle beraber Türkiye Amerikanlaşma safhasına kesin giriyor da Amerika’da tam da o dönemlerde var olan metal müzik kültüründen bir gram etkilenmiyor?
Evet, rock müzik tam da 80’li yıllarda metal müziğe evrilirken ve özellikle 80-90’ yılları arasında rock müziğin 60-70’ dönemleri gibi metal müzik de dünyayı kasıp kavurmaya başlamışken bu olay nasıl Türkiye’de ters tepti diye sorabilirsiniz. İşin aslına bakarsak, siyasi açıdan Türkiye’nin Amerikan boyunduruğu altına girebilmesi için 80’ darbesi itibariyle seçilen silah “din” oldu. Böylelikle Türkiye’de kitleler günümüze kadar din kisvesi altında siyasi açıdan “uygun” hale getirilirken, bunun kültürel yansıması ise yozlaşma oldu.
Tabii dünyada büyük ses getiren metal müzik yine her türlü Türkiye’de 80’li yıllarda etkinliğini gösterdi fakat Türkiye’nin rock müzik tarihine kıyasla oldukça kısıtlı bir topluluk içerisinde gerçekleşti. Pentagram, Devil, Dr. Skull gibi gruplar temel atma çabaları içerisindeydi. Fakat öte yandan artık topluma ve özellikle de gençliğe korku hakimdi. 80 darbesi döneminin travması insanların hala zihnindeydi ve bu korku insanların özgürlükçü yanını kısıtlayan yegâne etken idi. Alakası olsa da olmasa da insanlar artık yaptığı her harekete dikkat etmeye başlar olmuş; solculuk, başkaldırı vb. herhangi bir şeyi çağrıştırabilecek her şeyden uzak durmaya çalışmıştı. Batı artık bir “öcü”, kültürel anlamda yeni olan her şey ise “kökleri dışarıda” olmuştu.
Hızla değişen ve endüstrileşen dünyanın bunalan bireyleri rock müzikte olduğu gibi İngiltere’de yeniden sahneye çıktılar ve Black Sabbath, Judas Priest, Iron Maiden, Angel Witch, Venom gibi gruplarla daha sert, daha asi bir tür yoğurmaya başladılar. Kısa sürede her yere yayılan bu tür Amerika’ya da ulaşmasıyla artık pazarda da yerini aldı ve ardından Metallica, Slayer, Megadeth ve Anthrax gibi grupların da medya kimliği edinmesiyle artık birçok ülkede birçok insan özgürce metal grupları kurup 90’lara kadar bu türün yapı taşlarını oluşturdular. Bu süreç içerisinde çok hızlı bir gelişim gösteren metal müziğin bu hızına Türkiye maalesef 60’larda rock müziğe ayak uydurabildiği kadar hızlı ayak uyduramadı. Var olan korku ve baskı ve beraberinde gelen kültürel yozlaşma gençleri artık özgürlüklerinin ve hazlarının peşinden koşmasını engelliyordu. Her ne kadar birçok grup ve topluluk 80’li yıllarda buna engel olmaya çalışmış, gruplar kurmuş, fanzinler basmış olsa da metal müzik Türkiye’de kısıtlı bir topluluk içerisinde yerinde sayıyordu.
90’larda ise Türkiye’de metal müzik yeniden bir atılım çabası içerisindeydi, özellikle 2000’lere kadar internet ve cep telefonu gibi yeni gelişen teknolojiler, İstanbul, Ankara ve İzmir’deki metal müzik toplulukları ve kurulan yeni gruplar, 80’lerin ortalarında kurulan ve temelleri atmış olan grupların büyük çabaları, 93’ yılındaki Metallica ve Guns N’ Roses konserleri Türkiye’de metal müziğin gelişimine büyük bir ivme kazandırmıştı. Her şey yolunda gidiyor galiba derken birçok kişi Türkiye’nin bir “kültürel lag” içerisinde olduğunun farkında değildi. Aynı zamanda tam da 90’ların sonlarına doğru bu ivme büyük bir medya avı ile durdurulmuştu: “Türkiye’de satanizm yükseliyor.”
Kültürel yozlaşma hat safhalarına doğru ilerlerken artık ülkede trajikomik olaylar yaşanmaya başlıyordu. Akmar Pasajı’na yapılan “Satanist baskını”, gazete köşelerinde yer alan “Çocuklarınızı metal müzikten koruyun.” minvalinde yazılan yazılar, Mayhem İzmir konserinin polis tarafından basılması, zaten 80’ darbesiyle beraber gecikmeli bir şekilde varlığını sürdürmeye çalışan bu türe büyük bir darbe vurmuştu. Metal müzik Türkiye’nin en büyük geyiklerinden biri haline gelen “satanizm” damgasıyla uzun bir süre boğuşmuştu. Her ne kadar bugün tiye alsak da, 90’ların sonunda yaşanan bu av mevsimi türün var olma çabasına yeniden ciddi bir darbe vurmuştu. 70’lerde saç uzatma mücadelesini kazanan rockçılar ve bu kimliği memlekete tanıtan insanların emekleri bir çırpıda gitmişti. Artık yeniden sokaklarda uzun saçlı dövme vakti gelmişti. E iyi de o vakit hep vardı diyorsanız, onu bir de Barış Manço ve Erkin Koray’a sorun.
Bu da yetmezmiş gibi yukarıda bahsettiğim “kültürel lag” meselesi de devreye giriyor bu dönemde. Uydurduğum bu tabiri şu şekilde açıklayabiliriz: 80’li yıllarda Avrupa ve Amerika’da metal müziğin altın çağı yaşanıyorken, Türkiye’de yukarıda yazdığım birçok sebepten ötürü 80’lerde yapılması gereken her şey 90’lara doğru yapıldı. Türkiye’de 90’ların sonuna doğru metal müziğin tanınırlığı artarken, dünya çapında ise metal müzik reforma gitmişti ve küresel müzik anlayışı değişim içerisindeydi. Amerikan Plak Şirketleri artık dünyaya rock ve metal müzik pompalamak yerine R&B, Hip Hop ve Grunge pompalıyordu. 1991 yılında Sovyetler çözüldükten sonra kültürel çatışmalar sona ermiş, artık birçok plak şirketi siyasi kaygı gütmeden, salt kâr güdüsüyle at koşturabilecekti. Aynı zamanda internetin yaygınlaşmasıyla beraber metal müzik akıl almaz bir hızda alt-türlenme içerisine girmiş, büyük gruplar bu ani değişimlerin kaygısıyla reforma yönelmişti. Kültürel dengeler çalkalanırken ve bunlar yaşanırken, Türkiye’de hala metal müziğin temeli oturmamıştı bile. Artık bu noktadan sonra metal müzik ile tanışan nesillerin sorduğu soru hep aynı oldu: “Türkiye’de metal müzik niye gelişmedi?” Aslında sorulması gereken soru artık şu şekilde: “Türkiye’nin zengin bir rock müzik tarihi olmasına rağmen, metal müzik neden 80’lerden sonra yaşanan çeşitli sebeplerden ötürü aksamış olsa da, günümüzde neden varlığını hala tam anlamıyla hissettiremiyor?”
Yazının ikinci kısmında da 90’lardan günümüze kadar uzanan süreçte bu sorunun cevaplarını arayacağız.
*proxy savaşları: vekaleten savaş. İki büyük bloğun veya ülkenin çeşitli çeteler, örgütler veya başka devletleri savaştırması durumu. (ör. Vietnam Savaşı)
Çok iyi yazı. Yalnız Türkiye’de metal müziğin gelişmemesi iyi bir şey. Gelişip daha büyük kitlelere ulaşması demek dikkati daha çok üzerine çekmesi demek. Metal müzik bizim Türk milletine fazla ters bir olay. Hatırlayan vardır yıllar önceki Ortaköy mezarlığında gerçekleşen satanist cinayetini. Cinayeti işleyen kızla aynı sokakta otururduk, rahmetli babası da muhitimizin saygı duyulan en düzgün insanlarından birisiydi. Hatta beni metalci yapan, metale ciddi ciddi ilgi duymamı sağlayan olay bu olmuştur diyebilirim. Bayağı bir gürültü kopmuştu fakat sonra devlet de her siyah tişört giyen gencin peşinde koşmanın aptalca olduğunu anlamıştı herhalde ki olay unutulmuştu. Fakat 1999 Türkiye’si ile 2018 Türkiye’si sosyolojik açıdan çok farklı. O zamanki töleransın zerresi kalmadı malum amına kodumun evlatları yüzünden. Bu sebeple Türkiye’de metalin belli bir zümreye hitap etmesi, düşük profil takılması metalcilerin hayrınadır.
Bir de her şeyi geçtim, her şey her yerde gelişecek diye bir kaide yok. Zaten bu müzik de ”ya niye gelişmiyor bu amk yerinde” diye oturup üzerinde dertleneceğin gibi bir dalga değil. Türkiye’ye gelmeyen büyük grup kalmadı gibi, güzel underground konserler oluyor. Bir müzik sahnesi yok ya da hiç gelişmemiş falan demek de insafsızca.
Ayrıca internetin ve iletişim olanaklarının artmasıyla bayağı iyi Türk gruplar da çıkıyor. Bugün her türde en az bir tane Türk olduğu için iyi gözüken değil de gerçekten iyi olduğu için iyi diyebileceğimiz en az iki tane grup sayabilirim. İyi durumdayız yani. Türk metalcilerinin çoğu da okumuş, kafası çalışan iyi insanlardır.
Bu konudaki yegane fikrim, Türk insanının kültürel yapısının bu müzik türleriyle ters mıknatıslanma yaptığı yönündedir. Ne yazık ki standart bir Türkiye vatandaşının müzik zevki ve algısıyla metal müzik arasında yoğun bir sürtüşme var.
Şu durumu yaşamayan herhalde 2-3 kişi anca çıkacaktır: Metal müzik dinlemeye başladınız ve ilk olarak anneniz/babanız “Kapat şunu, ne anlıyorsan bu gürültüden?!?” gibilerinden bir tepki verdi. Yurdum insanı beğenmediği şeyleri ölümüne boklamayı sevdiği için de asla farklılıkları hoşgörüyle karşılamıyor. Metal müzik bu noktada büyük bir farklılık. Bu topraklarda temeli ve altyapısı olmayan, ’60lı yıllarda yurt dışında yaşanan gelişmelerin ve siyasi süreçlerin ülkemiz gençlerini de etkilemesiyle birlikte gelen, yani bir nevi “ithal” olan bir müzik türü. Son günlerin favori (ve içi boş) tabirini kullanmak gerekirse :p “yerli ve milli” değil. Dünya çapında oluşmaya başladığı ’50li yıllarda hemen “Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği” şeklinde ithal edilen ve benimsenen pop müziğin yanında rock müziğin de metal müziğin de hiç şansı olmadı. Çünkü rock ve metal, adı üstünde, “hafif müzik” değildi. Neredeyse 60 sene olmuş rock’n'roll ortaya çıkalı ama Türkiye’de hiçbir zaman olması gerektiği gibi kabul göremedi.
Plak toplamaya başladığımda Anadolu Rock üstüne çok araştırma yapmıştım. Günümüzde çoğu insanın Adana kebap usülü halinden ötesine hala vakıf olmadığı bu tarzın 1965-1980 arası yaşadığı süreç gerçekten çok değerlidir ve Türkiye’de gerçekleşebilmiş olması bile mucize seviyesindedir. O dönemin müzik dinleyicileri; Erkin Koray’ın, Edip Akbayram’ın, Bunalım’ın, Tünay Akdeniz’in plaklara çatır çatır distorsiyon kazıdıklarını görmüştür. Peki günümüzde bu bahsettiğim eserleri genel olarak biliyor muyuz? Erkin Koray denince aklımıza Krallar, İlahi Morluk, Mesafeler, Hor Görme Garibi mi geliyor; yoksa Şaşkın, Estarabim ya da Arap Saçı mı? Edip Akbayram’ın Aşık Mahzuni’ye ait Gam Üstüne Gam Yapılır ve Kolum Nereden Aldın Sen Bu Zinciri eserlerine getirdiği yorumlarda dönemine göre çok sert bir sound sunduğunu mu biliriz, yoksa Aldırma Gönül, Hasretinle Yandı Gönlüm’ü mü? Ne yazık ki bu isimlerin ’80ler öncesi, günümüz müzik dinleyicisinin çoğunluğu için erişilemeyen bir “mazi”dir. Bu noktada, yukarıda da yazıldığı gibi, 1980 tarihi önemlidir. Anadolu Rock’ın Türkiye’de ölüm tarihi 12 Eylül 1980′dir. Bu tarihten sonra Erkin Koray iyice arabesk kırması işlere bulaşır, restoranlarda uvertür şarkıcısı haline kadar düşer; Edip Akbayram sol tandanslı görüşleri sebebiyle yasaklılar listesine girer; Barış Manço Kurtalan Ekspres’siz bir yola sapar; Cem Karaca ise neredeyse Shift+Del ile kaldırılacak hale getirilir. Sonuç itibariyle, bu isimler de hem otoriteyle hem de dinleyiciyle “barışmak” için törpülenmek zorunda kalırlar ve müziklerinden ne yazık ki ödün verirler. Erkin Koray, ’99′daki Mezarlık Gülleri’ne kadar rock müziği yaptığını unutur, Edip Akbayram ve Cem Karaca “özgün müziğin duayen isimleri” olurlar, Barış Manço bizlere vedasını “Mançoloji” adındaki yazıklıkla yapmak durumunda kalır. Anadolu Rock’ın yediği ölümcül darbe, metal müziğin de Türkiye içinde sakat doğmasına sebep olur. Değişen birşey yoktur çünkü, rock ve metal müzik bu toplumun genel yapısıyla yakın tabana ulaşamamıştır. Ulaşmak için çok değerleri adımlar da atsa, önü kesilmiştir. Doksanların sonunda uzun saçlılar diye “Zadanizd!” diye yaftalanan gençlerin yerinde, ’60larda ve ’70lerde Erkin Koray ya da Barış Manço vardır, onlar yaftalanmışlardır.
Bu noktada, okuduklarımdan öğrendiğim sosyolojik noktaları paylaşmak isterim. Rock’n'Roll’un oluşmasında, II. Dünya Savaşı sonrası dünya çapında yaşanan varlık ve barış yanlısı atmosferin etkisi vardır. The Shadows, The Beatles gibi grupların tüm dünyada duyulması ve gençliği etkilemesi ile birlikte bu müziğe ilgi de artar. Türkiye için bakarsak, darbe sonrası yeni yapılan anayasanın ilginç şekilde “progresif”liği, cumhuriyetin oturtmak istediği eğitim politikasının somut ürünlerinin alınmaya başlanması (altmışlı yıllarda yok olsalar da dönem keman çalan, klasik romanlar okuyan ve klasik müziği icra edecek derecede bilen köylü gençlerin dönemiydi) ve gençlik hareketlerinin yoğunluğu, rock müziğin etkinleşmesini kolaylaştırmıştır. Yapılan liselerarası yarışmalarla rock müzik belli makamlarca bile desteklenir olmuştur. Anadolu Rock bu açıdan füzyon bir tarzdır. Söz konusu yarışmalarda “yerel bir eserin batı enstrümanlarıyla yeniden yorumlanması”nın istenmesi, Anadolu Rock’ın filizlenmesini sağlamıştır. Ama sonuçta Türkiye o dönemler dışa kapalı bir ülkedir. İmkanlar kısıtlıdır. Kurulan grupların plak yapabilmesi kolay değildir. 45lik plaklarda yitip giden çok isim vardır. Büyük isimler bile çoğunlukla 45likler üzerinden yürümek zorunda kalmışlardır. Diğer bir sıkıntı da arşiv kültürümüzün olmayışıdır. Yapılan kayıtların masterları şu an hiçbir yerde yoktur. Bu durum da bir “bellek yitimi”ne sebep olmuştur. Bu yüzden belli başlı şarkılar dışında bu isimleri tam olarak bilememekteyiz. Dünyanın Anadolu Rock’a uyanması ve yurtdışına orijinal plakların çıkışı, bizim açımızdan diğer bir darbe olmuştur.
Ama en büyük sıkıntı, ülkenin siyasi yapısında yaşanan dalgalanmalar ve insanımızın müzik algısının sığ oluşudur. Metal müzik en çok bunlardan yana sıkıntı çekmiştir ve mevcut ülke koşulları içerisinde çekmeye devam edecektir.
Hala metal müzik dinlediğinizi söylediğinizde “Gedi gesenlerden misin hohahohahoha!!!” tepkisini alıyorsunuzdur.
Metal müziğin Türkiye içerisinde, Anadolu Rock kadar köklü bir geçmişi ne yazık ki olamadı. Pentagram dışında bir “büyük” grup çıkaramadık. (Lütfen bu cümle yanlış anlaşılmasın, tabii ki iyi gruplarımız var.) Pentagram’ın da 30 senelik de olsa çoğunluğu pasif geçmiş bir kariyeri var. İlk albümlerini nasıl şartlarda çıkardıklarını az çok biliyoruz. Hala Trail Blazer’ı dinlerken “Ulan şu albümün prodüksiyonu biraz düzgün olsaydı!” diye iç geçiriyorsunuzdur, ben geçiriyorum. :) Metal müziğe yeni yeni heves eden gençlere Türk grupları sorsanız, kaç örnek verebilirler? Dr. Skull’un, Whisky’nin, Metalium’un eski albümlerine erişmek deveye hendek atlatmak ile eş değer şu an.
Yitip gitmiş bir sürü grup var. Kimisi yurtdışından firmalara kendini beğendirebilmiş ama bi EP sonrası devamı getirememiş. Kimisi kör topal devam ediyor. Kimisi ülke şartlarında artık ununu eleğini asmış, ara sıra konserlerle “nostalgia act” olarak devam edebiliyor. Bu da önemli bir sebep, yaşaması zaten zor bir ülkede yaşıyoruz ve bir Şebnem Ferah ya da Teoman olmadığınız sürece rock müzikten para kazanmanız zor. İskandinav ülkeleri gibi müzik yapmak isteyenlere devlet destek vermiyor. Tüm piyasa artık fabrikasyon olmuş pop müzik anlayışı üzerine dönüyor. Hiçbir rock ya da metal grubunun yeni albümü, Serdar Ortaç’ın bu yaz hangi “aynı” şarkıyla plajları sallayacağı kadar önem arz etmiyor.
Geçenlerde albüm de yayınlamış yeni bir metal grubunun elemanıyla tanışmıştım. YouTube’dan yürüyen bir yerel video şirketi şarkılarına video çekme teklifi götürmüş. Klibi çekip, yayınladıklarını ama gelen yorumları gördükçe hata yaptıklarını düşündüğünü söylemişti. Ben de baktım klibe, alttaki yorumlar “Bu ne bea, anırıyor!”dan hallice. Emeğe saygı algımız olmadığı gibi, farklı şeylere karşı kucaklayıcı da değiliz. Bu yorumu 2-3 kişi yapmış olabilir, ama bu yorum aslında ülkedeki çoğunluğun genel algısının özetidir. Ne yazık ki Türkiye’de sulandırılmış arabesk müzik sevdası, hem pop müziği, hem rock müziği zehirlediği yetmiyormuş gibi, “arabesk rap” gibi tamamen ucube tarzlara da yol açmış ve son dönemlerde iyice artan cehalet ve yozlaşmanın sebep olduğu kültürsüzlük ile beraber bu tarzların öne çıkmasına sebep olmuştur. Rock müzik bile, arabeskleştirilip, ağlak aşk şarkıları olarak önümüze sunulmuş ve özellikle 2003-2010 arasında bayağı bir ekmek yedirmiştir. Ana akım müzik piyasasının her tarafından “varoşluk” akan ülkemizde metal müziğin gelişmesi zor ihtimaldir. Çünkü Anadolu Rock bile, nispeten ülkemiz müziğine yakın bir yapıda olmasına rağmen, zamanında devlet eliyle ölüme terkedilmişken; daha sert bir müzik olan metalin şansı yoktur. Anadolu Rock evrimini tamamlayamadan zayıflatılmıştır, insanların belleğine yerleşememiştir. Dolayısıyla daha sert bir müzik, genele göre şu an daha da yabancıdır. Doksanların sonunda medyanın da çok güzel şekilde farklı yönlere çektiği satanist davalarının metal müziğin üstüne yapıştrılması, yurdum insanının bu müziğe olan mesafesini artırmıştır, ki bu konuda Reha Muhtar’ın aldığı ahlar hala sırada bekliyordur. Ve hala imkansızlıkları (“Yerli gruplara sahip çıkın.” dönemlerini ve trajikomik grup hikayelerini unutmak ne mümkün!), metal müzik dinleyicisinin çoğunluğunun da dinlediği müziğe tam anlamıyla hakim olamamasını da eklersek, iş iyice zora girmektedir.
Bir de, ülkemizdeki her vatandaşın potansiyel bir “ekşisözlük hiçbir siki beğenmeme timi” üyesi olduğunu da eklerseniz… Türk solcusu nasıl “Yükseleni el birliğiyle aşağı çekmeliyiz!” kafasındaysa, Türk metalcisi de öyledir. Hiç kimse hiç kimseyi beğenmez.
Bu ülkede, güncel işleyiş ile metal müzik gelişir mi sizce?
Hayır.
Neyse bizim Allah’ımız var.
Yazı için teşekkürler, benim yazacaklarım muhtemelen bir sonraki yazı veya yazıların konusu olacaktır, ama yine de yazayım.
Bu ülkede özellikle bir rock – metal sorunu değil, genel birtakım kronik sorunlar olageldiğini düşünüyorum. Öncelikle kültürel olarak genelimiz bir şeylere çok yapışıyoruz, geriye kalanları değersiz görüyoruz. Geriye kalanlar da çok açık fikirli olduğu ilüzyonunda olup, kalite süzgeci olmadan “kulağıma hoş gelen her şeyi dinlerim.”cilerden oluşuyor.
Yalnız bence en önemli sorun, sanki kendimiz bu ülkede hiç oksijen tüketmiyoruzmuşçasına, hep başkalarını “şununla aynı oksijeni tükettiğime inanamıyoruaaaaaam.” şeklinde gereksiz buluyoruz, e sen kendini vazgeçilmez birey görürsen, karşıt gördüğün kişi de seni doğal bir refleksle öyle görür veya sana gücenir. Bunun pozitif tarafı, gerçekten çok ilginç, zeki ve özgün bireylerimiz var, kötü tarafı ise birlik olunması gereken, ya da kitlesel hareket gerektiren durumlarda iyi bir kimya yakalanamıyor.
Olay yine kültüre ve geleneğe geliyor aslında. Bizde bir kitleyi ite kaka, ya da algı yönetimiyle oluşturmak veya çekmek zorundasınız. Batıda organizasyonların zaten geleneğin bir parçası olmasından ve nispeten düzenli olduğundan, dinleyicinin bir alışkanlığı var, ve insanoğlu alışkanlıklarının kölesidir. Orada belli bir promosyonla, zaten gelmek için bahanesi olmayan adam konserlere geliyor, ciddi bir kesimi de albümleri alıyor. Hoş, ben batı dinleyicisinin de genelinin çok kaliteli olduğunu düşünmüyorum, ama en azından yol-yordam biliyorlar.
İşin müzisyenler boyutuna bakarsak, çok büyük hayallerle başlanıyor ve her “girişimci” kendi krallığını ilan etmek istiyor. Tam çakma kapitalist kafasında kişiler müzik yapıyor genelde. Sanırım bu gözlemi yapabilecek kadar müzik piyasasının içinde oldum. Hala müzik yapmaya devam ediyorum, ama kendimi ortamlardan epey soyutladım diyebilirim. Yani beğenilmek güzel bir şey, ama aslolan benim ortaya çıkan şeyden memnun olmam, ve “Aaaaabi Türkiye standartlarında şöyleeeeeee” gibi övgü(?)leri görmezden gelerek, evrensel standartta yapılması gerektiği gibi yapmaya odaklanabilmek.
Her şeyden önce, bence daha 100 yıllık bir ülke bile değiliz ve ileride çok ciddi bir karakter yansıtabiliriz bu tarzlarda. O bakımdan, her şey kendi gençlik – hayat süremize sığacak diye bir şey yok. Ama bunun için gerçekten yeteneği ve farklılığı olan kişileri takdir etmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Bu özellikle yeni kuşaktaki müthiş özgüvenin temelleri nereden geliyor bilmiyorum, ama çürük bir temel ve bu zamanla ortaya çıkacak. Kendini “dinleyici” statüsüne oturtmak çok yetersiz geliyor benim kuşağımdaki ve sonraki kuşaklardaki birçok kişiye. Çoğu gerçek ve özgün müzisyen, bizim ülkemizdeki ne idiği belirsiz mutant dinleyici / müzisyenden daha kaliteli dinleyici bence.
Ben “metal müziğin Türk halkına pek uygun olmadığı” görüşüne pek katılmıyorum. Aslında bence tam aksine Anadolu, kimliği itibarıyla protest müzik için gayet de uygun bir altyapıya ve geçmişe sahip.
Gerek divan şiirlerine, gerekse halk şiirlerine bakıldığında bile aslında Anadolu’da ciddi bir protestlik ve “metal müziğe yatkın bir kimlik” göze çarpıyor bence. Çok bilindik örneklerden gidersek, “Ferman padişahınsa dağlar bizimdir” diyenden tutun, “kefen dikmeye iğnesin verenin de avradını…” diye giden şairlerden, sivri dili yüzünden başı belaya girenlere kadar pek çok şaire ev sahipliği yapmış Anadolu coğrafyası. Yakın zaman için Aşık Veysel’in “Bu âlemi gören sensin” eseri var örnek olarak mesela.
Bunun ötesinde Orta Asya’dan beri gelen saz ve müzik kültürü de enstrüman temeli açısından metal müzik için büyük bir beslenme kaynağı olabilirdi. Mesela:
Şunlar gibi pek çok eser var. Yine aşık atışması diye bir geleneğimiz vardı (Orta Asya’da hâlâ var). Anadolu’daki bu saz ustalığı geleneği, enstrümandaki yetenekleri sürekli olarak ileri götürmeye çalışan metal müzik kültüründen hiç de uzak değil.
Hem enstrüman hem de genel kimlik açısından metal müziğin bu coğrafyada (bize has haliyle) tutması gerekiyordu. Bugün Anadolu Rock denilince akla gelen isimler neredeyse herkes tarafından saygıyla anılıyor, Anadolu Rock tuttuysa metal müziğin tutmaması için hiçbir sebep yoktu aslında.
Bugün bizim kültürümüzle özdeşleşmiş bir metal akımı olmamasının veya en azından evrensel ölçekte hatırı sayılır metal akımı bulunmamasının sebebi, yazıda da belirtildiği gibi, 80 darbesiyle başlayan “tamamen” muhafazakarlaşma ve arabeskliğin yüceltilmesi, başka bir şey değil.
metal müziğin sert vokallerini bir kenara bırakalım, örneğin sex pistols ün türkiye den çıktığını, johnny rotten ın türk olup, aynı vokal tarzını türkçe yaptığını hayal edelim. bana göre buna bile türkiyde de bir ton tepki gelirdi. yabancı gruplarda sesini değiştirmek, çirkinleştirmek birbenbire metalle ortaya çıkmadı. senelerden beri pek çok grup pek çok farklı tarzda vokal yaptı. rotten gibi afedersin yavşakça söyleyenler, sert bağıra çağıra söyleyenler vs. bizde bunun muadili olsa olsa ingilizce söyler gibi türkçe şarkı söyleyen teoman falandır. ona bile tv de karşısına çıkınca bir ton küfür vs. ediyordur amcalarımız teyzelerimiz. bence bunun nedeni kısaca bizim liberal bir toplum olmamamız. yani batıdaki “herkes kendi işine bakar ağa” kafası bizde yok. bizim insanımı beğenmediği şeyi görmezden gelmeyi bilmiyor, “geleneği, ahlakı adına” müdahale etmeyi kendine görev biliyor. metal veya başka benzer müzik tarzları da doğal olarak burda ofsayta düşüyor.
harun kolçak ın bile “gir kanıma” ile çıktığı dönemde bir ton tepki topladığı ülkede bunu tartışmak bile abes olabilir hatta. harun kolçak tan ne istedin? adam sempatik, adamın hiçbir çıkınıtılığı yok. ama bunlar olmuş, bunlar yaşanmış.
Güzel bir makale. ikinci bölümü merakla bekliyorum.
Çok iyi yazı. Yalnız Türkiye’de metal müziğin gelişmemesi iyi bir şey. Gelişip daha büyük kitlelere ulaşması demek dikkati daha çok üzerine çekmesi demek. Metal müzik bizim Türk milletine fazla ters bir olay. Hatırlayan vardır yıllar önceki Ortaköy mezarlığında gerçekleşen satanist cinayetini. Cinayeti işleyen kızla aynı sokakta otururduk, rahmetli babası da muhitimizin saygı duyulan en düzgün insanlarından birisiydi. Hatta beni metalci yapan, metale ciddi ciddi ilgi duymamı sağlayan olay bu olmuştur diyebilirim. Bayağı bir gürültü kopmuştu fakat sonra devlet de her siyah tişört giyen gencin peşinde koşmanın aptalca olduğunu anlamıştı herhalde ki olay unutulmuştu. Fakat 1999 Türkiye’si ile 2018 Türkiye’si sosyolojik açıdan çok farklı. O zamanki töleransın zerresi kalmadı malum amına kodumun evlatları yüzünden. Bu sebeple Türkiye’de metalin belli bir zümreye hitap etmesi, düşük profil takılması metalcilerin hayrınadır.
Bir de her şeyi geçtim, her şey her yerde gelişecek diye bir kaide yok. Zaten bu müzik de ”ya niye gelişmiyor bu amk yerinde” diye oturup üzerinde dertleneceğin gibi bir dalga değil. Türkiye’ye gelmeyen büyük grup kalmadı gibi, güzel underground konserler oluyor. Bir müzik sahnesi yok ya da hiç gelişmemiş falan demek de insafsızca.
Ayrıca internetin ve iletişim olanaklarının artmasıyla bayağı iyi Türk gruplar da çıkıyor. Bugün her türde en az bir tane Türk olduğu için iyi gözüken değil de gerçekten iyi olduğu için iyi diyebileceğimiz en az iki tane grup sayabilirim. İyi durumdayız yani. Türk metalcilerinin çoğu da okumuş, kafası çalışan iyi insanlardır.
Dikkat çekici bir konuya değinilmiş, teşekkürler.
Bu konudaki yegane fikrim, Türk insanının kültürel yapısının bu müzik türleriyle ters mıknatıslanma yaptığı yönündedir. Ne yazık ki standart bir Türkiye vatandaşının müzik zevki ve algısıyla metal müzik arasında yoğun bir sürtüşme var.
Şu durumu yaşamayan herhalde 2-3 kişi anca çıkacaktır: Metal müzik dinlemeye başladınız ve ilk olarak anneniz/babanız “Kapat şunu, ne anlıyorsan bu gürültüden?!?” gibilerinden bir tepki verdi. Yurdum insanı beğenmediği şeyleri ölümüne boklamayı sevdiği için de asla farklılıkları hoşgörüyle karşılamıyor. Metal müzik bu noktada büyük bir farklılık. Bu topraklarda temeli ve altyapısı olmayan, ’60lı yıllarda yurt dışında yaşanan gelişmelerin ve siyasi süreçlerin ülkemiz gençlerini de etkilemesiyle birlikte gelen, yani bir nevi “ithal” olan bir müzik türü. Son günlerin favori (ve içi boş) tabirini kullanmak gerekirse :p “yerli ve milli” değil. Dünya çapında oluşmaya başladığı ’50li yıllarda hemen “Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği” şeklinde ithal edilen ve benimsenen pop müziğin yanında rock müziğin de metal müziğin de hiç şansı olmadı. Çünkü rock ve metal, adı üstünde, “hafif müzik” değildi. Neredeyse 60 sene olmuş rock’n'roll ortaya çıkalı ama Türkiye’de hiçbir zaman olması gerektiği gibi kabul göremedi.
Plak toplamaya başladığımda Anadolu Rock üstüne çok araştırma yapmıştım. Günümüzde çoğu insanın Adana kebap usülü halinden ötesine hala vakıf olmadığı bu tarzın 1965-1980 arası yaşadığı süreç gerçekten çok değerlidir ve Türkiye’de gerçekleşebilmiş olması bile mucize seviyesindedir. O dönemin müzik dinleyicileri; Erkin Koray’ın, Edip Akbayram’ın, Bunalım’ın, Tünay Akdeniz’in plaklara çatır çatır distorsiyon kazıdıklarını görmüştür. Peki günümüzde bu bahsettiğim eserleri genel olarak biliyor muyuz? Erkin Koray denince aklımıza Krallar, İlahi Morluk, Mesafeler, Hor Görme Garibi mi geliyor; yoksa Şaşkın, Estarabim ya da Arap Saçı mı? Edip Akbayram’ın Aşık Mahzuni’ye ait Gam Üstüne Gam Yapılır ve Kolum Nereden Aldın Sen Bu Zinciri eserlerine getirdiği yorumlarda dönemine göre çok sert bir sound sunduğunu mu biliriz, yoksa Aldırma Gönül, Hasretinle Yandı Gönlüm’ü mü? Ne yazık ki bu isimlerin ’80ler öncesi, günümüz müzik dinleyicisinin çoğunluğu için erişilemeyen bir “mazi”dir. Bu noktada, yukarıda da yazıldığı gibi, 1980 tarihi önemlidir. Anadolu Rock’ın Türkiye’de ölüm tarihi 12 Eylül 1980′dir. Bu tarihten sonra Erkin Koray iyice arabesk kırması işlere bulaşır, restoranlarda uvertür şarkıcısı haline kadar düşer; Edip Akbayram sol tandanslı görüşleri sebebiyle yasaklılar listesine girer; Barış Manço Kurtalan Ekspres’siz bir yola sapar; Cem Karaca ise neredeyse Shift+Del ile kaldırılacak hale getirilir. Sonuç itibariyle, bu isimler de hem otoriteyle hem de dinleyiciyle “barışmak” için törpülenmek zorunda kalırlar ve müziklerinden ne yazık ki ödün verirler. Erkin Koray, ’99′daki Mezarlık Gülleri’ne kadar rock müziği yaptığını unutur, Edip Akbayram ve Cem Karaca “özgün müziğin duayen isimleri” olurlar, Barış Manço bizlere vedasını “Mançoloji” adındaki yazıklıkla yapmak durumunda kalır. Anadolu Rock’ın yediği ölümcül darbe, metal müziğin de Türkiye içinde sakat doğmasına sebep olur. Değişen birşey yoktur çünkü, rock ve metal müzik bu toplumun genel yapısıyla yakın tabana ulaşamamıştır. Ulaşmak için çok değerleri adımlar da atsa, önü kesilmiştir. Doksanların sonunda uzun saçlılar diye “Zadanizd!” diye yaftalanan gençlerin yerinde, ’60larda ve ’70lerde Erkin Koray ya da Barış Manço vardır, onlar yaftalanmışlardır.
Bu noktada, okuduklarımdan öğrendiğim sosyolojik noktaları paylaşmak isterim. Rock’n'Roll’un oluşmasında, II. Dünya Savaşı sonrası dünya çapında yaşanan varlık ve barış yanlısı atmosferin etkisi vardır. The Shadows, The Beatles gibi grupların tüm dünyada duyulması ve gençliği etkilemesi ile birlikte bu müziğe ilgi de artar. Türkiye için bakarsak, darbe sonrası yeni yapılan anayasanın ilginç şekilde “progresif”liği, cumhuriyetin oturtmak istediği eğitim politikasının somut ürünlerinin alınmaya başlanması (altmışlı yıllarda yok olsalar da dönem keman çalan, klasik romanlar okuyan ve klasik müziği icra edecek derecede bilen köylü gençlerin dönemiydi) ve gençlik hareketlerinin yoğunluğu, rock müziğin etkinleşmesini kolaylaştırmıştır. Yapılan liselerarası yarışmalarla rock müzik belli makamlarca bile desteklenir olmuştur. Anadolu Rock bu açıdan füzyon bir tarzdır. Söz konusu yarışmalarda “yerel bir eserin batı enstrümanlarıyla yeniden yorumlanması”nın istenmesi, Anadolu Rock’ın filizlenmesini sağlamıştır. Ama sonuçta Türkiye o dönemler dışa kapalı bir ülkedir. İmkanlar kısıtlıdır. Kurulan grupların plak yapabilmesi kolay değildir. 45lik plaklarda yitip giden çok isim vardır. Büyük isimler bile çoğunlukla 45likler üzerinden yürümek zorunda kalmışlardır. Diğer bir sıkıntı da arşiv kültürümüzün olmayışıdır. Yapılan kayıtların masterları şu an hiçbir yerde yoktur. Bu durum da bir “bellek yitimi”ne sebep olmuştur. Bu yüzden belli başlı şarkılar dışında bu isimleri tam olarak bilememekteyiz. Dünyanın Anadolu Rock’a uyanması ve yurtdışına orijinal plakların çıkışı, bizim açımızdan diğer bir darbe olmuştur.
Ama en büyük sıkıntı, ülkenin siyasi yapısında yaşanan dalgalanmalar ve insanımızın müzik algısının sığ oluşudur. Metal müzik en çok bunlardan yana sıkıntı çekmiştir ve mevcut ülke koşulları içerisinde çekmeye devam edecektir.
Hala metal müzik dinlediğinizi söylediğinizde “Gedi gesenlerden misin hohahohahoha!!!” tepkisini alıyorsunuzdur.
Metal müziğin Türkiye içerisinde, Anadolu Rock kadar köklü bir geçmişi ne yazık ki olamadı. Pentagram dışında bir “büyük” grup çıkaramadık. (Lütfen bu cümle yanlış anlaşılmasın, tabii ki iyi gruplarımız var.) Pentagram’ın da 30 senelik de olsa çoğunluğu pasif geçmiş bir kariyeri var. İlk albümlerini nasıl şartlarda çıkardıklarını az çok biliyoruz. Hala Trail Blazer’ı dinlerken “Ulan şu albümün prodüksiyonu biraz düzgün olsaydı!” diye iç geçiriyorsunuzdur, ben geçiriyorum. :) Metal müziğe yeni yeni heves eden gençlere Türk grupları sorsanız, kaç örnek verebilirler? Dr. Skull’un, Whisky’nin, Metalium’un eski albümlerine erişmek deveye hendek atlatmak ile eş değer şu an.
Yitip gitmiş bir sürü grup var. Kimisi yurtdışından firmalara kendini beğendirebilmiş ama bi EP sonrası devamı getirememiş. Kimisi kör topal devam ediyor. Kimisi ülke şartlarında artık ununu eleğini asmış, ara sıra konserlerle “nostalgia act” olarak devam edebiliyor. Bu da önemli bir sebep, yaşaması zaten zor bir ülkede yaşıyoruz ve bir Şebnem Ferah ya da Teoman olmadığınız sürece rock müzikten para kazanmanız zor. İskandinav ülkeleri gibi müzik yapmak isteyenlere devlet destek vermiyor. Tüm piyasa artık fabrikasyon olmuş pop müzik anlayışı üzerine dönüyor. Hiçbir rock ya da metal grubunun yeni albümü, Serdar Ortaç’ın bu yaz hangi “aynı” şarkıyla plajları sallayacağı kadar önem arz etmiyor.
Geçenlerde albüm de yayınlamış yeni bir metal grubunun elemanıyla tanışmıştım. YouTube’dan yürüyen bir yerel video şirketi şarkılarına video çekme teklifi götürmüş. Klibi çekip, yayınladıklarını ama gelen yorumları gördükçe hata yaptıklarını düşündüğünü söylemişti. Ben de baktım klibe, alttaki yorumlar “Bu ne bea, anırıyor!”dan hallice. Emeğe saygı algımız olmadığı gibi, farklı şeylere karşı kucaklayıcı da değiliz. Bu yorumu 2-3 kişi yapmış olabilir, ama bu yorum aslında ülkedeki çoğunluğun genel algısının özetidir. Ne yazık ki Türkiye’de sulandırılmış arabesk müzik sevdası, hem pop müziği, hem rock müziği zehirlediği yetmiyormuş gibi, “arabesk rap” gibi tamamen ucube tarzlara da yol açmış ve son dönemlerde iyice artan cehalet ve yozlaşmanın sebep olduğu kültürsüzlük ile beraber bu tarzların öne çıkmasına sebep olmuştur. Rock müzik bile, arabeskleştirilip, ağlak aşk şarkıları olarak önümüze sunulmuş ve özellikle 2003-2010 arasında bayağı bir ekmek yedirmiştir. Ana akım müzik piyasasının her tarafından “varoşluk” akan ülkemizde metal müziğin gelişmesi zor ihtimaldir. Çünkü Anadolu Rock bile, nispeten ülkemiz müziğine yakın bir yapıda olmasına rağmen, zamanında devlet eliyle ölüme terkedilmişken; daha sert bir müzik olan metalin şansı yoktur. Anadolu Rock evrimini tamamlayamadan zayıflatılmıştır, insanların belleğine yerleşememiştir. Dolayısıyla daha sert bir müzik, genele göre şu an daha da yabancıdır. Doksanların sonunda medyanın da çok güzel şekilde farklı yönlere çektiği satanist davalarının metal müziğin üstüne yapıştrılması, yurdum insanının bu müziğe olan mesafesini artırmıştır, ki bu konuda Reha Muhtar’ın aldığı ahlar hala sırada bekliyordur. Ve hala imkansızlıkları (“Yerli gruplara sahip çıkın.” dönemlerini ve trajikomik grup hikayelerini unutmak ne mümkün!), metal müzik dinleyicisinin çoğunluğunun da dinlediği müziğe tam anlamıyla hakim olamamasını da eklersek, iş iyice zora girmektedir.
Bir de, ülkemizdeki her vatandaşın potansiyel bir “ekşisözlük hiçbir siki beğenmeme timi” üyesi olduğunu da eklerseniz… Türk solcusu nasıl “Yükseleni el birliğiyle aşağı çekmeliyiz!” kafasındaysa, Türk metalcisi de öyledir. Hiç kimse hiç kimseyi beğenmez.
Bu ülkede, güncel işleyiş ile metal müzik gelişir mi sizce?
Hayır.
Neyse bizim Allah’ımız var.
Güç sizinle olsun.
Yazı için teşekkürler, benim yazacaklarım muhtemelen bir sonraki yazı veya yazıların konusu olacaktır, ama yine de yazayım.
Bu ülkede özellikle bir rock – metal sorunu değil, genel birtakım kronik sorunlar olageldiğini düşünüyorum. Öncelikle kültürel olarak genelimiz bir şeylere çok yapışıyoruz, geriye kalanları değersiz görüyoruz. Geriye kalanlar da çok açık fikirli olduğu ilüzyonunda olup, kalite süzgeci olmadan “kulağıma hoş gelen her şeyi dinlerim.”cilerden oluşuyor.
Yalnız bence en önemli sorun, sanki kendimiz bu ülkede hiç oksijen tüketmiyoruzmuşçasına, hep başkalarını “şununla aynı oksijeni tükettiğime inanamıyoruaaaaaam.” şeklinde gereksiz buluyoruz, e sen kendini vazgeçilmez birey görürsen, karşıt gördüğün kişi de seni doğal bir refleksle öyle görür veya sana gücenir. Bunun pozitif tarafı, gerçekten çok ilginç, zeki ve özgün bireylerimiz var, kötü tarafı ise birlik olunması gereken, ya da kitlesel hareket gerektiren durumlarda iyi bir kimya yakalanamıyor.
Olay yine kültüre ve geleneğe geliyor aslında. Bizde bir kitleyi ite kaka, ya da algı yönetimiyle oluşturmak veya çekmek zorundasınız. Batıda organizasyonların zaten geleneğin bir parçası olmasından ve nispeten düzenli olduğundan, dinleyicinin bir alışkanlığı var, ve insanoğlu alışkanlıklarının kölesidir. Orada belli bir promosyonla, zaten gelmek için bahanesi olmayan adam konserlere geliyor, ciddi bir kesimi de albümleri alıyor. Hoş, ben batı dinleyicisinin de genelinin çok kaliteli olduğunu düşünmüyorum, ama en azından yol-yordam biliyorlar.
İşin müzisyenler boyutuna bakarsak, çok büyük hayallerle başlanıyor ve her “girişimci” kendi krallığını ilan etmek istiyor. Tam çakma kapitalist kafasında kişiler müzik yapıyor genelde. Sanırım bu gözlemi yapabilecek kadar müzik piyasasının içinde oldum. Hala müzik yapmaya devam ediyorum, ama kendimi ortamlardan epey soyutladım diyebilirim. Yani beğenilmek güzel bir şey, ama aslolan benim ortaya çıkan şeyden memnun olmam, ve “Aaaaabi Türkiye standartlarında şöyleeeeeee” gibi övgü(?)leri görmezden gelerek, evrensel standartta yapılması gerektiği gibi yapmaya odaklanabilmek.
Her şeyden önce, bence daha 100 yıllık bir ülke bile değiliz ve ileride çok ciddi bir karakter yansıtabiliriz bu tarzlarda. O bakımdan, her şey kendi gençlik – hayat süremize sığacak diye bir şey yok. Ama bunun için gerçekten yeteneği ve farklılığı olan kişileri takdir etmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Bu özellikle yeni kuşaktaki müthiş özgüvenin temelleri nereden geliyor bilmiyorum, ama çürük bir temel ve bu zamanla ortaya çıkacak. Kendini “dinleyici” statüsüne oturtmak çok yetersiz geliyor benim kuşağımdaki ve sonraki kuşaklardaki birçok kişiye. Çoğu gerçek ve özgün müzisyen, bizim ülkemizdeki ne idiği belirsiz mutant dinleyici / müzisyenden daha kaliteli dinleyici bence.
Ben “metal müziğin Türk halkına pek uygun olmadığı” görüşüne pek katılmıyorum. Aslında bence tam aksine Anadolu, kimliği itibarıyla protest müzik için gayet de uygun bir altyapıya ve geçmişe sahip.
Gerek divan şiirlerine, gerekse halk şiirlerine bakıldığında bile aslında Anadolu’da ciddi bir protestlik ve “metal müziğe yatkın bir kimlik” göze çarpıyor bence. Çok bilindik örneklerden gidersek, “Ferman padişahınsa dağlar bizimdir” diyenden tutun, “kefen dikmeye iğnesin verenin de avradını…” diye giden şairlerden, sivri dili yüzünden başı belaya girenlere kadar pek çok şaire ev sahipliği yapmış Anadolu coğrafyası. Yakın zaman için Aşık Veysel’in “Bu âlemi gören sensin” eseri var örnek olarak mesela.
Bunun ötesinde Orta Asya’dan beri gelen saz ve müzik kültürü de enstrüman temeli açısından metal müzik için büyük bir beslenme kaynağı olabilirdi. Mesela:
https://www.youtube.com/watch?v=1fJw71ZJUy4
https://youtu.be/CSuVs23QetU?t=1m58s
Şunlar gibi pek çok eser var. Yine aşık atışması diye bir geleneğimiz vardı (Orta Asya’da hâlâ var). Anadolu’daki bu saz ustalığı geleneği, enstrümandaki yetenekleri sürekli olarak ileri götürmeye çalışan metal müzik kültüründen hiç de uzak değil.
Hem enstrüman hem de genel kimlik açısından metal müziğin bu coğrafyada (bize has haliyle) tutması gerekiyordu. Bugün Anadolu Rock denilince akla gelen isimler neredeyse herkes tarafından saygıyla anılıyor, Anadolu Rock tuttuysa metal müziğin tutmaması için hiçbir sebep yoktu aslında.
Bugün bizim kültürümüzle özdeşleşmiş bir metal akımı olmamasının veya en azından evrensel ölçekte hatırı sayılır metal akımı bulunmamasının sebebi, yazıda da belirtildiği gibi, 80 darbesiyle başlayan “tamamen” muhafazakarlaşma ve arabeskliğin yüceltilmesi, başka bir şey değil.
metal müziğin sert vokallerini bir kenara bırakalım, örneğin sex pistols ün türkiye den çıktığını, johnny rotten ın türk olup, aynı vokal tarzını türkçe yaptığını hayal edelim. bana göre buna bile türkiyde de bir ton tepki gelirdi. yabancı gruplarda sesini değiştirmek, çirkinleştirmek birbenbire metalle ortaya çıkmadı. senelerden beri pek çok grup pek çok farklı tarzda vokal yaptı. rotten gibi afedersin yavşakça söyleyenler, sert bağıra çağıra söyleyenler vs. bizde bunun muadili olsa olsa ingilizce söyler gibi türkçe şarkı söyleyen teoman falandır. ona bile tv de karşısına çıkınca bir ton küfür vs. ediyordur amcalarımız teyzelerimiz. bence bunun nedeni kısaca bizim liberal bir toplum olmamamız. yani batıdaki “herkes kendi işine bakar ağa” kafası bizde yok. bizim insanımı beğenmediği şeyi görmezden gelmeyi bilmiyor, “geleneği, ahlakı adına” müdahale etmeyi kendine görev biliyor. metal veya başka benzer müzik tarzları da doğal olarak burda ofsayta düşüyor.
23.03.2018
harun kolçak ın bile “gir kanıma” ile çıktığı dönemde bir ton tepki topladığı ülkede bunu tartışmak bile abes olabilir hatta. harun kolçak tan ne istedin? adam sempatik, adamın hiçbir çıkınıtılığı yok. ama bunlar olmuş, bunlar yaşanmış.