Chuck Schuldiner öldüğünde 1 yıllık bir DEATH dinleyicisiydim. Tüm albümlerine sahiptim, grubu aşırı seviyordum, ancak muhtemelen henüz tam olarak içselleştirmemiş olduğumdan, ölüm haberine sadece ekrana boş boş bakarak tepki verebilmiştim. Yatağıma oturmuş, elime aldığım “The Sound of Perseverance” kitapçığına öylece bakmıştım. Çok üzülmüştüm. Üzülmüştüm ama ağlamamıştım. Chuck’ın ve DEATH’in değeri benim için çok tazeydi, o yüzden sadece çok üzülmekle kalmıştım.
Dimebag’in ölüm haberini aldığımda ailemden biri ölmüş gibi üzülmüştüm. Bütün gün internette dolanmış, Dimebag’in ölümüne dair şeylere bakmış, metal dünyasının bu ölümle ilgili yorumlarını okumuştum. Çok, gerçekten çok fazla üzülmüştüm. Chuck’ın aksine, PANTERA’yı ve Dimebag’i 8 yıldır dinliyordum. PANTERA son 8 yıldır en sevdiğim gruptu ve gruba dair her şeyi biliyordum. Bütün gün mal gibi, hissizleşmişçesine ekrana baktıktan sonra, anne babamın evden gitmesiyle kimsenin kalmadığı evde, Flood’u, The Sleep’i, Cemetery Gates’i açmış, yere oturmuş ve Chuck öldüğünde oturduğum yatağıma dayanarak hüngür hüngür ağlamıştım. Dakikalarca, gözyaşlarım yanaklarımdan akıp çenemde birleşip yere damlayana dek…
Bu arada metal dünyasında pek çok değerli kayıp oldu. İsimlerini saymaya gerek yok; hepsi de birilerinin yaşamında yer etmiş, birilerine ilham vermiş, birilerinin hayatını değiştirmiş insanlardı.
NEVERMORE’u ilk kez 2000 yılında dinledim. O dönem daha ziyade sert vokalli ekstrem gruplara ilgi duyuyor, gerçek anlamda şarkı söyleyen vokalistleri biraz geri plana itiyordum. Çevremde NEVERMORE dinleyen kimse yoktu, o yüzden grubu nereden, nasıl keşfettiğimi hatırlamıyorum. Tek hatırladığım, kardeşimle arabanın arka koltuğunda oturduğumuz bir yolculuk sırasında, bir gün önce indirip CD’ye yazdığım “Dead Heart in a Dead World” albümünü discman’e takıp başlattığım an.
Dinleyicilik yaşamımda beni müzikal olarak aşırı fazla etkileyen bazı anlar var. Bu müziğe dair bakış açımı bir anda değiştirmemi sağlayan, her şeyi duydum sanırken çok yanıldığımı bana gösteren albümler. Narcosynthesis ve We Disintegrate’i dinlediğimde grubun sertliğinin ve vokallerin farklılığının hoşuma gittiğini, grubu sevdiğimi, ancak aklımın başımdan da gitmediğini hatırlıyorum.
Benim için NEVERMORE’u asıl keşfetme ve hayatımın çok önemli bir yerine koyma anı, sonrasında başlayan Inside Four Walls ile olmuştu. O nasıl ezici bir girişti, o nasıl bir groove’du, onlar nasıl sözler, o nasıl içten bir vokaldi. Warrel şarkının sonlarında “My friend, they took away your freedom, but they’ll never take your mind!” diye bağırdığında artık emindim. NEVERMORE bana daha önce tatmadığım bir şeyi yaşatıyordu. Her şeyiyle bu kadar kusursuz bir müziği böylesi karakterli ve hiç kimseye benzemeyen bir vokalle icra eden bir grubu daha önce duymamıştım. Elbette ki bir dolu grup dinliyordum, hepsi birbirinden güzel sayısız albüm keşfediyordum; lakin konu bu tarz bir vokal olduğunda bundan iyisini duymamıştım. Hâlâ da duymadım, bir daha da duymayacağım.
Sonra grubun o güne dek çıkan tüm albümlerini birer birer aldım. Bazısını Kadıköy’den, bazısını yurt dışından. Gerçek bir NEVERMORE hayranıydım ve gruba dair her şeye bayılıyordum. Sonra SANCTUARY’yi öğrendim, onun tüm albümlerini de dinledim, hatmettim. Warrel’ın NEVERMORE’a SANCTUARY’den taşıdığı şeyleri duyup tebessüm ettim. Warrel Dane öylesine karakterli bir ses rengine ve vokal yorumuna sahipti, Jeff Loomis ve diğerlerinin yazdıkları onun sesini öylesine kusursuz destekliyordu ki, NEVERMORE bir yana, diğerleri bir yanaydı.
Grubun Chuck Schuldiner’a ithaf ettiği “Enemies of Reality“, çıkmasını dört gözle beklediğim ve çıkışına gerçek zamanlı tanık olduğum ilk NEVERMORE albümüydü. Grubun öncesini yalayıp yutmuş bir insan olarak o albümü de anında silip süpürdüm. Albüme adını veren şarkının hayvani sertliği, Ambivalent’iın boyun kıran rifleri, Seed Awakening’in müthiş yırtıcılığı, Tomorrow Turns into Yesterday’in eşsiz solosu…
Çok mutluydum. NEVERMORE diye bir grup vardı. O kimseye benzemiyordu, kimse de ona benzeyemiyordu ve ben bu grubu doyasıya dinleyebiliyordum. The River Dragon Has Come’la, Insignificant’la, Poison Godmachine’le, grubun her şarkısıyla kendimi kaybediyor, “İyi ki metal var ulan” diye içten içe coşuyordum.
Tüm bunlar içinde kesin ve net olan şey, Warrel Dane’in vokal konusunda metal dünyasının gördüğü en yetenekli isimlerden biri olduğuydu. Ses rengi, sesinin tınısı ve hepsinden öte yorum gücü eşsizdi. Dreaming Neon Black‘in nakaratında:
“Meet me in the dreamtime water, drown
Shifting shaping currents flow in memory“
derkenki boğuk kederi bir yana,
The River Dragon has Come’ın sonunda:
“In the mass destruction the bringer shows his form
Technology the beast
The seventh crown“
diye haykırırkenki çıldırmışlığı bir yanaydı.
Dünyanın en güçlü vokalisti olmayabilirdi, ancak belli açılardan da onun gibisi yoktu. Mesela yazdığı sözler… Şu an aramızda yok diye söylemiyorum, Warrel benim için her zaman metal dünyasının en etkileyici sözlerini yazan insandı.
“Kardeşim, sen hiçbir zaman yanımda olmadın;
babam öldüğünde elimden tutacağını ve daha çok küçük olduğumu söyleyeceğini sanmıştım,
eğer tanrı olsaydım kanında yüzüp içindeki kanseri iyileştirirdim.”
Yıllar ilerledikçe “This Godless Endeavor“la darmadağın olduğumu, Warrel’ın solo albümünü yüzlerce kez dinlediğimi, SANCTUARY’nin tekrar birleşip çıkardığı “The Year the Sun Died“ı nasıl sevdiğimi söylememe gerek yok. Warrel Warrel’dı. Eşi benzeri yoktu.
Yazının devamında onu canlı izlediğim 3 konserden bahsetmeyi falan düşünüyordum, ancak bu satırları yazarken kulaklarıma dolan Let You Down’daki, August’taki sesinin güzelliğine daha fazla dayanamıyorum. Şu an üstümdeki NEVERMORE tişörtünün sırtında tüm grup elemanlarıyla birlikte Warrel’ın da resmi var ve ben 16-17 yıldır sayısız anıma eşlik etmiş bu sesin sahibinin bir anda aramızdan ayrılmış olduğuna gerçekten inanamıyorum. Bu müzik, metal, bizim için çok önemli. Birçoğumuz duygusal insanlarız ve çok sevdiğimiz bu müziği yaratan, bize pek çok anlamda eşlik eden, destek olan, bizi güçlendiren insanların böyle aramızdan ayrılması bizi çok üzüyor, çok canımızı acıtıyor. Şu anda aklıma ne gelirse hiç planlamadan yazıyorum, dağınık bir yazı oluyorsa da kusura bakmayın. Şu anda 36 yaşında bir insan olarak, sadece 3 kez gördüğüm, toplamda 5-10 dakika muhabbet ettiğim bir insan için neden gözümden yaş akıyor? Çünkü bu insanlarla empati kurabiliyoruz, bu insanların anlattıklarından, şarkı söylerken tek bir kelimeye verdikleri vurgudan, “Kardeşim sen hiçbir zaman yanımda olmadın” derken hissettiklerinden, yaşadıklarından pek çoğunu paylaşıyoruz. Sırf bu yüzden, o güneş gözlüklü fotoğrafların, karizmatik sahne duruşlarının arkasında gerçekten de acı dolu zamanlar olduğunu, bu şarkıları söyleyen, bu sözleri yazan kişilerin içten içe gerçekten büyük ıstıraplar çekebildiğini sezebiliyoruz. Warrel “I play the jester perfectly” derken bunu gerçekten hissettiğini, yüzü gülerken içinin ağladığını hissedebiliyoruz.
Yaz deseniz sayfalarca yazarım ama daha fazla uzatmak istemiyorum.
Warrel Dane 1991′de başlayan dinleyicilik hayatımda karşılaştığım, en büyük anlamları yüklediğim birkaç insandan biriydi. Ben hayatımda sesiyle deliliği, şizofreniyi onun kadar iyi veren, yeri geldiğinde bilge, yeri geldiğinde mağdur olan bir başkasını daha dinlemedim. Bu hislerin taklidini yapanları duydum, “burada sesini deliliği yansıtır gibi kullanmış” diyebileceğim nice harika vokalistler dinledim. Ama sadece Warrel’da, o sırada gerçekten de o psikolojik sıkıntıları yaşayan birini dinliyormuş gibi hissettim, sadece onun solo albümünde böylesine gerçek otobiyografik şarkılar dinledim, dinliyorum.
Çok üzgünüm gerçekten, Warrel Dane’in sesiyle, NEVERMORE’un bir araya gelme umuduyla birlikte son 17-18 yılımdaki pek çok güzel anı da anlamsızlaştı, mutluluğunu yitirdi. Çok üzgünüm be Warrel.
“If I could erase, one moment of pain…“
dün olayın şokuyla üzülememiştim, sindirememiştim. başta bazı haber siteleri haberi ”kesin değil”, ”alınan bilgiye göre” şeklinde yayınladığı için ben de aksini düşünmeden bir saat boyunca dolandığım bütün sitelerde ki haberleri hadi lan ordan diye geçiştirmiştim. öyle böyle derken koca gün bitti.
bugün güzel uyandım. kendime geldikten sonra warrel dane ve ölüm dağınık bir şekilde art arda belirmeye başladı kafamın içinde. son dönem kafam hakikaten bombok olduğu için rüyalarımla yaşadıklarım birbirine girmişti. bu da o bombokluğun bir parçasıdır herhalde diye düşündüm. tekrar bakabildiğim kadar çok yere baktım internette. hiç kimsenin şakası yoktu.
hani derler ya bazen birinin ölüm haberini aldığında yeterince üzülemezsin ama duvarda onun asılı ceketini gördüğünde için kıyılır diye. veya ona benzer bir sözdü. işte ben de bugün onun en sevdiğim şarkılarını dinlerken durumun ciddiyetinin farkına varabildim. onlarca kişinin içinde yanaklarımdan süzülen gözyaşlarımdan hiç utanmadığımı fark ettiğimde anladım warrel dane’i ne kadar sevdiğimi.
nevermore’un günün birinde yeniden birleşeceğine dair hiç şüphem yoktu benim. ergenliğimin/hayatımın en güzel şeylerinden birinin bir parçasını kaybettim. işte öyle bişi
Chris Cornell,Harun Kolçak,Chester Bennington şimdi de Warrel Dane.Çok fazla harika sesi kaybettik üstüste.
Beni de Nevermore’un müziğine aşık eden şarkı İnside for Walls olmuştu.Bulunduğu albüm komple şaheserdi ama bu şarkıda gerçekten insanı ilk anından yakalayan birşey vardı.Omükemmel ana riffinden solosuna,o eleştirel sözlerden Warrel Dane’in o sözlere daha da anlam katan benzersiz vokaline.O şarkıyı dinlerken gerçekten özel bir grubu keşfettiğimi hissetmiştim.
Daha sonra This Godless Endeavor başka bir grubun asla gerçekleştiremeyeceği bir şaheser albüme ses verdi.Enemies of Reality.Ve dinleme fırsatı bulduğum diğer işleri.
Onun sesinde olan duygular gerçekten çok güçlü vücut buluyor.Acı,öfke,delilik.Öyle bir içten,öyle bir samimi geçiriyor ki bu yüzden bazen dinlemek çok ağır gelebiliyordu.
Geriye bıraktığı eserleri ile o da bir sanatçı olarak ölümsüz artık.Chuck Schuldliner gibi,Cliff Burton gibi,Dimebag Darrel gibi.
‘Nevermore to feel the pain’ diyeyim o zaman ben de.
Opeth’ten Devin Townsend’e, Mike Portnoy’dan Steve Di Giorgio’ya kadar bir sürü insan Warrel’la ilgili bir şeyler paylaştı. Richard Christy’ninki çok hoşuma gitti.
“Just heard abt Warrel Dane’s passing, so sad, especially being on the 16th anniversary of Chuck Schuldiner’s passing. Chuck & I used to listen to Dead Heart In A Dead World daily. A CLASSIC! Crank up some “Heart Collector” in honor of Warrel and Chuck!”
Chuck Schuldiner’ın Richard Christy’yle birlikte her gün “Dead Heart in a Dead World” dinliyor olması çok güzelmiş.
Şurada başkaları da var.
http://www.metalsucks.net/2017/12/14/metal-celebrities-react-to-the-death-of-warrel-dane/
Death,Nevermore.Bu müziği dinlediğim için kendimi çok şanslı saymama sebep olan iki grup.
Ben de iki alıntı yapayım o zaman Chuck’tan
“from rivers of sorrow
to oceans deep with hope
i have travelled them
now, there is no turning back
the limit, the sky
i ask my questions why? what today?
when tomorrow?”
“when you think of me in your
multidimensional mind, try and wash the
evil from your mind and open it.
when you taste the truth you will
see like others before me, to you
i am past, a story to tell
tell it.”
başınız sağolsun.
Nevermore hayranı hastası bi adam değilim,hatta bir kaç parça dışında dinlememişimdir bile.Ama Michael Amott un paylaştığı şu tweet i okuyunca ölüm ne kadar da gerçek ve bir o kadar kabullenmesi zor diye düşündüm
R.I.P. Warrel Dane. A lot of memories running through my head… It’s so strange to think you’ll never send me a funny text again. You were a uniquely talented, intelligent but troubled man that left your undeniable mark on Heavy Metal history. You’ll be sorely missed my friend.
Tam iki yıl olmuş o lanet haberi alalı. Haberi gördüğümde dudaklarımdan Sanctuary’den The Mirror Black’in nakaratı dökülmüş ve kulaklarımda Warrel’ın aynı parçanın sonundaki çığlıkları yankılanmıştı… Zor anlardı benim için, Mike Patton ile beraber vokal konusunda en büyük idolüm olan insanı kaybetmiştim…
Rest in power Warrel.
13.12.2019
@Burak, Şimdi solo albümünden Patterns ile eve girdim.
Başkaydı bu adam.
Unutmadık.