Onur Sancu
MOUNT EERIE – Sauna
THE MICROPHONES’un arkasındaki isim Phil Elverum’un, bu grubun altında çıkardığı son albümü “Mount Eerie”den sonra yorluna tek başına devam etmek istemesinin bir sonucu olarak ortaya çıktı MOUNT EERIE. Fakat basit bir solo projeden de oldukça ötede. Genel anlamda folk müziğe yakın olsa da, Elverum’un ilginç şeyler denediği bir oyun alanına da dönüşüyor yer yer. Bu oyun alanındaki son marifeti ise “Sauna”.
“Sauna” da folk müzik kategorisinin altına rahatlıkla yerleşebilir fakat barındırdığı ilginç dokunuşlar, albümü muadillerinin arasında birkaç adım öne çıkarıyor. Bunlardan ilki de folk müzikten beklenmeyecek bir ağırlığa sahip olması. 10 dakkalık açılış parçası “Sauna”nın ilk 6.33 dakikasındaki drone’dan, ikinci parça “Turmoil”de kendini gösteren ve albümün temelini oluştural boğuk, dingin gitarlara, “Bant”taki kaotik atmosfere, blackgaze gibi yerlere bile varabilecek dokunuşlara kadar “Sauna”, olan bir şeyi kendisine göre düzenlemekten öte, bir şeyler yaratmaya çalışıyor. Karamsarlık ve boşvermişlik arasındaki atmosferiyle, boğuk ve salaş kaydıyla kontrast halindeki vokaller, albümün -iyi anlamda- bunaltıcı havasını biraz olsun kırarak, alışık olmayan kulaklar için merak uyandırıcı bir yolculuk sağlayabiliyor. Bir başka deyişle, folk dışındaki bir sürü dokunuşa rağmen hala folk kalmayı başarabilen bir albüm “Sauna”.
Aynı anda hem çok soğuk hem de çok içten olan albüm, genel bakış açısı ve garip kararlığı sayesinde olumsuz bir şeyler aramamıza da engel oluyor. Tabi bu, albümü ya çok sevileceği ya da hiç sevilmeyeceği spesifik bir noktada durmasına yol açabiliyor.
Kısacası “Sauna”, eğer ilginç şeylere açıksanız ve folk müzik seviyorsanız senenin kaçırılmaması gereken albümlerden biri. Kış mevsimini geride bıraktığımız şu günlerde “Sauna”, soğuk kış günlerini içinizi ısıtarak getirebilecek bir albüm.
Albüm notu: 8,5
Gökberk Erses
MATANA ROBERTS – Coin Coin Chapter Three: River Run Thee
Bildiğimiz üzere, caz ve blues gibi müzik tarihini kökten değiştiren iki müzik türü de siyahiler sayesinde ortaya çıkmıştı. Mantıksal, melodik ve analitik batı müziğinin neredeyse zıttı olarak, afrikanın göbeğinden onlara miras kalan ayinsel, ruhani ve ritmik anlık müziği yüceltiyorlardı. Herhangi bir şekilde plana sokulmamış, (henüz) düzene konulmamış ve sınırları çeşitli teoriler tarafından başlamamış olan bu müzik tarzları, tekrarlılığı ve gelenekselliği; ayrıca aynı anda doğaçlamayı, refleksif ve spontan olmayı kendine görev edinmişti. Geleneksellik ve içgüdüsellik. Tabiki de o dönemki batı geleneğinden tamamen uzak bir gelenekselliğe sahip. Bu açıdan belirli bir politik temsil etmesi gayet uygun oluyor bu spiritüel cazın. Özellikle müzikler ilk ortaya çıktığındaki yoğun kölelik ve kadının ikinci sınıf olarak görülmesi durumu.
Matana Roberts ise müzikal/estetik/politik duruşunu gayet iyi oturtmuş, ne yaptığını bilen ve güçlü bir portre çizen siyahi kadın bir müzisyen, ki -yine label içi estetik bütünlüğü mükemmel ayarlayan ve neyi seçeceğini çok iyi bilen- Constellation Records (Kanada’da Godspeed You Black Emperor elemanları ve o scene insanları tarafından kurulan alternatif plak şirketi) ile çalışmakta. Matana, müzik kariyerine atıldıktan sonra 2010’da “Coin Coin” adlı albüm serisine başlamıştı. Genel olarak siyahi, ayinsel ve kabile köklerine bağlı, özgürlüğü hem etnik hem de müzikal olarak tercih eden albümler serisi. Albümler söylediğine göre 12 bölümden oluşacak ve her kısmı farklı bir duygulanımı içerecekti. Bu seriye ait olarak şu ana kadar 3 tane albüm çıkardı. Seriinin ilk ve ikinci albümüne kısaca bakarsak: İlk albüm “Coin Coin Chapter One: Gens de couleur libres” fazlasıyla eklektik ve aynı zamanda birbirinden kopuk olmayan “serbest caz ve görece daha geleneksel caz geçişleri” ile bol bol “melodik ve melodik olmayan hikaye anlatıcısı” şeklinde vokaller içeriyordu. İkinci albüm “Coin Coin Chapter Two: Mississippi Moonchile” ise ilk albümün sadece daha fazla kulağa hitap eden ve daha geleneksele yakın kısmını temsil ediyordu. Parçaların anlatılandan daha pozitif atmosfere sahip olması -bana kalırsa- birazcık bozmuştu atmosferi. Tabi bu durum klasik caz atmosferine alışkın olmamam ile de ilgili olabilir.
Asıl konumuz olan, “Coin Coin Chapter Three: River Run Thee” adlı albüme bakarsak, ikinci albüm nasıl ilk albümün daha “normal” yerlerini temsil ediyorsa, üçüncü albüm de ilk albümün muğlak ve anlaşılması güç kısmını temsil ediyor. Albüm, çoğunlukla uzun süre drone’layan saksafonlar, üst üste bindirilmiş vokal sample’ları ve kesiksiz beklenti atmosferinden oluşuyor. Sesler çoğunlukla bir süre sonra derin ve pürüzlü bir tepe inşa ediyor. Bu da spiritüellerin o bildiğimiz anlamda ana-akımdan uzak perspektiflerini bize yaşatıyor. Neredeyse serbest drone caz diyebileceğim bu albüm, üç albüm içinde en bütünsel olanı. Bütün albümde parçalar birbiri içine geçmiş durumda. Çoğunlukla atmosfer inşası üzerine uğraşılmış. Matana’nın özgün ve kendinden geçirici vokalleri üzerine, sürekli bir beklenti, nihai bir hedef vaat eden ama bunu asla sonuca vardırmayan anlamlı-anlamsız bir tınlama hali eşlik ediyor. Asla karar notasına tam olarak varmayan sonsuz tınılar, sizi de bir çeşit olmamışlığa ve boşluk atmosferine sürüklüyor.
Kesinlikle bu albüme bir ses tecrübesi olarak bakılmalı. Asla sıradan değil, “dur sadece şu parçayı açıp bikaç kez döndüreyim” albümü hiç değil. Eğer içine girilmek isteniyorsa bütün albüm olarak en az bikaç kez sabırlıca döndürülmeli, sonradan ise o beklenti atmosferine sadece sürecin güzelliği için giriyorsunuz ve akıntıya kapılıp, albümün bittiğinin farkına bile varmıyorsunuz. Kesinlikle bir bakın derim.
Albüm notu: 8,5
Elinize sağlık.
Matana Robets’ı birkaç sene önce The Wire dergisine kapak olması ile tanıdım, cidden çok ilgi çekici bir müzikal altyapısı var. Kendisini Coin Coin serisinden çok katkıda bulunduğu albümlerden tanıyorum, ancak yazıdaki parçadan sonra bu seriyi de dinlemem gerektiğini fark ettim. Gökberk’in son paragrafı mükemmel bi açıklama sunmuş.
Mount Eerie’ye ise Onur ilk önerdiğinden beri ısınamıyorum haha. Prodüksiyon anlamında güzel işler var ama loop mantığı aşırıya kaçınca bende bi iğreti uyandırıyor sanırım. Kusura bakma Onur. :|