Bu yıl 30. Sene-i devriyesini kutlayacak olan topluluk, her bir albümünde kendisinden iyi ya da kötü bir şekilde bahsettirmeyi başarıyor. Bunu zaman zaman zırvalıklarla (bkz. Will to Power’daki renk cümbüşü), zaman zaman skandallarla (bkz. Fotoğrafçı olayı), zaman zaman da hakikaten iyi ve çoğu yönden şaşırtıcı işleriyle yapıyor. Bu albüm, benim nezdimde bu şaşırtıcı işlerden birisi oldu. Çünkü grup, Will to Power albümü ile kendilerine dair azıcık da olsa var olan ümidimi yok etmişlerdi, bence (aslında sencesi bencesi yok, çok açıkça) artık tamamen standart, “konserlik” şarkılar yapmaya, lirikal ve müzikal anlamda hiçbir vaadi olmayan belli yönlerden basit işler ortaya koymaya başlamıştı. Hoş, benim Arch Enemy ile tanıştığım albüm olan War Eternal da (Z kuşağıyım ben, vurmayın lütfen) öyle inanılmaz felsefi ve edebi yönden kuvvetli, “epik” sözlere ya da “sen bunu nerden düşündün be” dedirtecek melodilere ve rifflere sahip bir albüm değildi tabii. Ama Will to Power’ın aksine yine bence çok daha eli yüzü düzgün, dinlerken sıkılmadığım ve hala arada sırada geri dönmekten de çekinmediğim bir albüm olmuştu War Eternal. Deceivers ise benim için hiçbir anlam ifade etmeyen bir albüm olmuştu ne yazık ki. “Deceiver, Deceiver” hariç bir şarkısını bile hatırlamadığım için albüme dair ne olumlu ne de olumsuz bir fikir beyan edemeyeceğim. Tek söyleyebileceğim şey, “silik”.
Albüme dair yayınlanan ilk single Dream Stealer benim için ilk dinleyişte son derece niteliksiz gelen ve “seri üretim bir şarkı daha” dedirten bir iş olmuştu. Fena olmayan fikirleri vardı, ancak yeterli değildi benim için. Ancak zaman geçtikçe o kadar da kötü olmadığına ve kendileri adına fena olmayan, farklı bir iş olduğuna karar verip sonraki yayınlanacak şarkıyı beklemeye başladım. Sonra Liars & Thieves yayınlandı. Şarkının melodik girişine aldanmadan dinlemeye devam ettim. Tam “bu da oldukça standart bir iş” diyecektim ki, clean vokaller girdi… “peki, tamam, güzel fikirler bunlar ama öyle olağanüstü bir şey de değil tabii” diyerek ölçülü bir memnuniyetle ayrıldım şarkıdan. Ardından Blood Dynasty yayınlandı. Tam olarak bu şarkı ile grup beni uzun zaman sonra kendilerinden bir beklenti içine sokmayı başarmıştı. Şarkı beni öylesine memnun etmişti ki “helal lan” dedirtip bir sonraki yayınlanacak şarkıları Paper Tiger’ı albümle birlikte dinlemeye karar vererek çıkışını bekledim.
Hakikaten olacak iş değil arkadaşlar. Yine bir şekilde şaşırtmayı başardılar gerçekten. Zira bence Wages of Sin’den beri yaptıkları en iyi işlerden birine imza atmışlar. Seni çok seviyorum ve senden nefret ediyorum Arch Enemy. Niye hep böyle işler yapmıyorsun? Bunu yapamayacak kapasitede müzisyenler değilsiniz siz. Hele ki bundan önceki kadronuzda metal tarihinin en özel gitaristlerinden ikisi yan yanayken… Gerçi Loomis ayrılır ayrılmaz Nevermore’u tekrar faaliyete geçirmeye karar verdi, iyi mi oldu yoksa kötü mü oldu onu zaman gösterecek.
Benim için albümün öne çıkan parçaları çok tatlı bir clean vokal nakaratına sahip olan Illuminate the Path, her yönüyle “prime AE bu” dedirten ve dakika 1:58’de ve sonrasında Heartwork göndermesi bile bulunan, 2:25’de giren pasajı ile birlikte albümün kesinlikle en iyi şarkılarından olan March of the Miscreants, introsunu duyar duymaz “vay babanın kemiğine” diye yerimden fırlatan A Million Suns, albüme adını veren Blood Dynasty ve tabii ki kült Fransız Heavy Metal grubu Blaspheme’nin, Vivre Libre cover’ı…
Bu albüme dair en memnun olduğum şeylerden birisi de hiçbir şarkının “katlanılamaz” olmaması. Albüm içindeki bütün şarkılar bir şekilde can sıkmadan kendini dinletmeyi başarıyor ki benim için Will to Power’a dair en büyük problemlerden biriydi bu. Şarkı süreleri açısından da ne gereksiz sündürülmüş ne de oldu bittiye gelmiş gibi hissettirmiyor. Onun dışında prodüksiyon yine son derece cilalı ve temiz.
Arch Enemy, böyle albümler yapın, canımı yiyin. Azıcık uğraşınca, kafa patlatınca hiç de fena işler yapmıyorsunuz? Kimse sizden yeni bir Stigmata, Burning Bridges, hele hele Wages of Sin beklemiyor. Bu gittiğiniz yol doğru yoldur.
Not: 8/10
***
***
Ahmet Saraçoğlu
Biraz yenilik, epey aynılık.
Metalcinin başucu sitelerinden biri olan Metal-Archives’daki albüm incelemelerinin büyük kısmına katılmayan bir insanım. Neden bilmem ama o sitedeki kullanıcıların özellikle önemli albümlere karşı farklı olmak adına anlamsız gömmelere giriştiklerini düşünüyorum.
AT THE GATES’in ilk albümü dışında en yüksek ortalamaya sahip albümünün notunun 7,5 olması, “Slaughter of the Soul”un 32 incelemedeki not ortalamasının 7,2/10 olması veya “Master of Puppets”ın 43 incelemedeki ortalamasının 8,1/10 olması gibi durumlar ister istemez oradaki incelemelerin çok bir değer taşımadığını düşünmeye itiyor.
Ne var ki konu ARCH ENEMY olduğunda verilen notların benim düşüncelerimle bire bire yakın örtüştüğünü görüyorum. İlk albümden günümüze dek çıkan ARCH ENEMY albümleri için ulaşılan not ortalaması kaçsa, benim için de aşağı yukarı öyle.
Bugünkü konumuz olan “Blood Dynasty” için şimdilik tek bir inceleme yazılmış ve yazan kişi 9/10 vermiş. Bunu anlamakla beraber, anlık bir heyecanla verilmiş bir not olduğunu düşünüyorum. Yazıya alakasız bir taraftan başlama sebebim yeni ARCH ENEMY’nin gruptan ümidini kesmiş kesimleri bir belli oranda heyecanlandırmış olması ve metal basınının en çok bilinen bazı sitelerinde de 9/10 gibi büyük notlar almış olması.
Grubu 1998’den beri çok yakından takip eden, ilk 5-6 albümün orijinaline sahip, birkaç kez canlı izlemiş bir insan olarak ARCH ENEMY’yle ve “Blood Dynasty” ile ilgili olarak beni sevindiren taraf grubun bence “Wages of Sin”in başarısının ardından girdiği sıradanlaşma süreci ve “War Eternal” ile “Will to Power”ın bana kalırsa dinlenemez olmaya yaklaşan memur zihniyetinin ardından, bir önceki “Deceivers”daki “daha çok kafa yorulmuş beste” olayının bu albümde de devam ediyor oluşu.
Grup bu yönde bir karar almayıp “Default Arch Enemy Song Generator”dan çıkmış şarkılar yazmaya devam etseydi, muhtemelen grubun yeni albümlerini dinleyip incelemek dahi istemeyeceğim bir noktaya gelecektim. Ne var ki Amott belli ki yıllardır aynı şarkıları yazdığını fark etmiş olacak ki bazı değişikliklerle grubun geleceği adına olumlu bir tarafa kaymayı seçmiş.
Bu olumlu taraf, “Blood Dynasty”de artan sertlik ve şarkı yapılarındaki çeşitlilik olarak karşımıza çıkıyor. Elbette ki artan sertlik dozuna kanıp salyalar saçarak albümün peşinden koşacak değilim ama beste çeşitliliği bana kalırsa “Blood Dynasty”nin olumlu tarafa geçmesini sağlayan başlıca etmen konumunda. Bunu albümün tamamında olmasa da belirli anlarında görebiliyoruz.
Albümdeki en sevdiğim şarkılara baktığımda, hep bu yönde tavır alanlar olduklarını görüyorum. Eski ARCH ENEMY’den esintiler sunan, ortasına doğru bir yerde “Heartwork”e göndermek yapan “March of the Miscreants”, beste karakteri olarak diğer şarkılardan ayrışan “A Million Suns” benim için albümün en çok öne çıkan iki şarkısı. Diğer şarkılardan bazıları yine standart ARCH ENEMY tornasından çıkmış havası verirken “Illuminate the Path” ve “Don’t Look Down” gibi bazıları da bana kalırsa çok da öne çıkmayan ama en azından farklı bir şeyler yapmaya çalışan bir yol izliyorlar.
“Blood Dynasty” ile değişmesini isteyeceğim şeylere baktığımda, örneğin “March of the Miscreants” veya “A Million Suns” gibi grubun belki de hafif küsmüş eski dinleyicilerini konserlere çekme potansiyeli olan şarkılardansa pek bir özelliği olmadığını düşündüğüm “Paper Tiger”a klip çekilmesini anlamıyorum. Diğer yandan, muhtemelen Amott’ın seksenler heavy metali sevgisi nedeniyle albümde yer alan BLASPHEME cover’ı “Vivre Libre” de albüme herhangi bir artı katmadığı gibi, bundan sonra hiç dinlemeden direkt geçeceğim bir şarkı olarak elimi telefonuma götürmeme neden oluyor.
Bunlar haricinde açılış ve kapanış şarkılarının gaz seçilmiş ve bir süredir devam eden ARCH ENEMY mizacını kıran karakterde olmaları, Amott’ın yakın dönem röportajlarında “çok insana ulaşmak güzel ama benim köklerim İsveç underground sahnesinden” gibi laflar etmesi, Alissa’nın clean vokal olayının bokunu çıkarmamış olması gibi olaylar sayesinde “Blood Dynasty” 2025 model ARCH ENEMY için elbette ki olumlu yöne atılmış bir adım. Ne var ki çok büyük çoğunluğun aksine “Deceivers”ı ilk dinlediğimde “Blood Dynasty”yi ilk dinleyişime göre daha çok mutlu olmuştum. O albümdeki birkaç vasat şarkı bu albümdeki birkaç vasat şarkıdan daha can sıkıcıydı, ama bence o albümdeki fikir bolluğu bu albümdekinin bir tık üstündeydi. Bu yüzden de “Blood Dynasty”yi “Deceivers” ayarında, kişisel zevklere göre yarım puan, bir puan artı ya da eksi şeklinde değerlendirilecek bir iş olarak görüyorum.
Kapanışı da bu albüm öncesinde gruptan ayrılması sayesinde ARCH ENEMY’nin rahat bir nefes almasını sağlayan, varlığıyla yıllardır ARCH ENEMY’ye bayık işler yaptırtan Jeff Loomis’e ayırmak istiyorum. Jeff, gördük ki senin ayrılığın sayesinde ARCH ENEMY içindeki zehri atmış, tekrar metal olmuş. Umarım albümü dinlersin de yıllardır şu gruba neler çektirdiğini, senin gidişinle nasıl geliştiklerini görürsün.
İroni bir yana, madem NEVERMORE’u Warrel’sız tekrar faaliyete geçirdin ve madem ARCH ENEMY çoğunluğun olumlu yaklaştığı, “tekrar metal olmuş” dediği bir albüm çıkardı, sen de NEVERMORE adı altında hayvan oğlu hayvan bir şey yazmazsan, Warrel’sız olmasına rağmen yeni NEVERMORE albümüyle ağzımızı yüzümüzü sikmezsen, iki elim yakanda olur bilesin. NEVERMORE’un mirasını çok iyi bir albümle devam ettirmediğin takdirde ben de orada burada sana musallat olmazsam adam değilim.
Derbi maçı öncesi basına çıkıp “gözümüz hakemin üstünde olacak, en ufak hatasında ortalığı ayağa kaldırırız, MHK derhâl istifa edecek!!!1!!!” diye günler öncesinden hakemi baskı altına almaya çalışan gözü dönmüş arsız holigan spor yorumcusu gibiyim şu an, bilesin.
Kadro Alissa White-Gluz: Vokal
Michael Amott: Gitar
Joey Concepcion: Gitar
Sharlee D'Angelo: Bas
Daniel Erlandsson: Davul, klavye
Şarkılar 01. Dream Stealer
02. Illuminate The Path
03. March Of The Miscreants
04. A Million Suns
05. Don’t Look Down
06. Presage
07. Blood Dynasty
08. Paper Tiger
09. Vivre Libre
10. The Pendulum
11. Liars & Thieves
12. Break The Spell [bonus]
13. Moths [bonus]
İkinizin de ellerine sağlık altına imzamı atacağım iki kritik olmuş. Bu albüm her haliyle beni Deceivers’dan daha çok mutlu etti çünkü onda da bi kasıntılık bulutu hakimdi ama burada zincirlere bağlı gibi dinlemekten sıkıldığım hiç bir parça yok.
Liars and Thievers ilk çıktığından beri sayısız dinlemişimdir. Basit melodisi dışında Arch Enemy’nin uzun zamandır yaptığı en başarılı işlerden biri. Onun dışında kritikte bahsedilen March of the Miscreants ve A Million Suns bende de öne çıkıyor. Hatta albümün direkt ilk yarısını tekrar tekrar dinlerim ama ikinci yarısı için aynısını diyemem. Paper Tiger ve Vivre Libre’nin peşpeşe olması anlaşılır ama tüm tempoyu düşürüyor. Paper Tiger da catchy nakaratı dışında Vivre Libre’nin yancısı kalmış zaten. Çok daha potansiyelli bir şarkı olabilirmiş.
Neyse bu kadar uzun konuşmaya değmez. Aferin Amott.
8/10
Maalesef iki yoruma da katılamıyorum. Single’ların yayımlanmasından beri sanırım bir tek benim hissedemediğim olumlu, “değişmişler,” “sertleşmişler,” “coşmuşlar” havasını albümü dinlediğimde de hissedemedim. Power chordların ve tek tel üzerindeki melodilerin havada uçuştuğu, yeni eklenen gitariste (yine) minimum yer açıldığı ve otuz küsur yıllık grubun diskografisinde tekrarlanmaktan bıkılmayan leadlerin yine gözümüze/kulağımıza sokulduğu şarkılar duymak istemiyor ama bunu bulacağımı da adım gibi biliyordum. Hiç ama hiç beğenmedim, bir kez daha dönüp dinleyeceğimi de hiç düşünmüyorum.
Son bir not: Alissa’nın clean vokalleri, bu kalibredeki bir grupta duyduğum en kötü clean vokaller.
iki gün önce 50 dakikalık ve 550 kalori yakmalık kardiyo esnasında şu konseri izlemiştim.benim için AE budur.
kardiyoların vazgeçilmez konserlerinden biri.
İkinizin de ellerine sağlık altına imzamı atacağım iki kritik olmuş. Bu albüm her haliyle beni Deceivers’dan daha çok mutlu etti çünkü onda da bi kasıntılık bulutu hakimdi ama burada zincirlere bağlı gibi dinlemekten sıkıldığım hiç bir parça yok.
Liars and Thievers ilk çıktığından beri sayısız dinlemişimdir. Basit melodisi dışında Arch Enemy’nin uzun zamandır yaptığı en başarılı işlerden biri. Onun dışında kritikte bahsedilen March of the Miscreants ve A Million Suns bende de öne çıkıyor. Hatta albümün direkt ilk yarısını tekrar tekrar dinlerim ama ikinci yarısı için aynısını diyemem. Paper Tiger ve Vivre Libre’nin peşpeşe olması anlaşılır ama tüm tempoyu düşürüyor. Paper Tiger da catchy nakaratı dışında Vivre Libre’nin yancısı kalmış zaten. Çok daha potansiyelli bir şarkı olabilirmiş.
Neyse bu kadar uzun konuşmaya değmez. Aferin Amott.
8/10
Maalesef iki yoruma da katılamıyorum. Single’ların yayımlanmasından beri sanırım bir tek benim hissedemediğim olumlu, “değişmişler,” “sertleşmişler,” “coşmuşlar” havasını albümü dinlediğimde de hissedemedim. Power chordların ve tek tel üzerindeki melodilerin havada uçuştuğu, yeni eklenen gitariste (yine) minimum yer açıldığı ve otuz küsur yıllık grubun diskografisinde tekrarlanmaktan bıkılmayan leadlerin yine gözümüze/kulağımıza sokulduğu şarkılar duymak istemiyor ama bunu bulacağımı da adım gibi biliyordum. Hiç ama hiç beğenmedim, bir kez daha dönüp dinleyeceğimi de hiç düşünmüyorum.
Son bir not: Alissa’nın clean vokalleri, bu kalibredeki bir grupta duyduğum en kötü clean vokaller.
Seyfettin arkadaşımıza katılıyorum. 5/10
iki gün önce 50 dakikalık ve 550 kalori yakmalık kardiyo esnasında şu konseri izlemiştim.benim için AE budur.
kardiyoların vazgeçilmez konserlerinden biri.
https://youtu.be/vbkILM8VVVA?si=7UK-NWefnOQsUatu
04.04.2025
@42 yaşındayım, Angela’da ki auranın onda birinin Alissa’da olmaması durumu. Bir se Christopher Amott’un gitarı <3
Yani çok büyük beklentim olmadığından ben albümü “olmuş” buldum. Daha fazlası değil. 8/10