MANOWAR’un metal dünyasındaki en acayip, en nevi şahsına münhasır vakalardan biri olduğu ortada. Bir yandan kendilerini bir nevi karikatüre dönüştürdükleri bir süreç var, diğer yandan zamanında yaptıkları ve metal tarihine geçmiş efsanevi işler var. Kariyerine baktığımızda MANOWAR’un seksenlerde yaptıklarıyla heybesini doldurduğunu, mainstream’e yakın duran metalin bocaladığı doksanları çok az üretimle geçirdiklerini, 2000 sonrasını ise konserler, on yılı aşan veda turneleri gibi şeyler ve ayıp olmasın diye araya sıkıştırılan birkaç albümle paketlediklerini görüyoruz.
1982-1988 arasında yedi yılda altı albüm çıkaran MANOWAR bu altı albümün yarısından fazlasının heavy metal klasiği denebilecek noktaya ulaşmasını sağladı ve bu sayede heavy metal tarihine tartışmasız şekilde adını yazdırdı. Grup tüm doksanları sadece iki albümle, son çeyrek asrıysa yalnızca üç albümle geçti ve bu albümler “The Triumph of Steel” dışında ancak bir yere kadar ulaşabilen değere sahip işlerdi.
Seksenler MANOWAR’u ise gerçekten de bambaşka bir olay. “Battle Hymns” ile ilk şoku yaşattıktan hemen sonra “Into Glory Ride”ı çıkaran grup, bu süreçte kendi ülkesi ABD’den ziyade İngiltere’de ilgi çekince üçüncü albümüne “Hail to England” adını vererek ilk andan tribünlere oynama geleneğini başlatmıştı. Bu albümdeki “Blood of My Enemies” ve “Kill with Power” gibi hit’lerle kitlesini büyüten grup manyak gibi sadece üç ay sonra bir albüm daha çıkarmıştı. Bu albüm, bana kalırsa görece en az MANOWAR hit’ini barındırmasına rağmen grubun en iyi albümlerinden biri olan “Sign of the Hammer”dı.
Grubun terli ve kaslı adam olmayan üç albüm kapağından birine sahip olan “Sign of the Hammer”, dediğim gibi görece az hit içeren ancak albüm bütünlüğü ve şarkıların değerli detayları açısından grubun zirvelerinden olan bir çalışma. MANOWAR’la 1992 yılında çıkan “The Triumph of Steel”da yer alan ve bugün bile hayatta en sevdiğim şarkılardan olan “Spirit Horse of the Cherokee” ile tanışan ve Eric Adams’ın Kızılderili çığlıklarıyla adeta büyülenen 11 yaşındaki bünyem, akabinde büyük bir MANOWAR hayranı olmuş, grubun tüm CD’lerini almış ve yıllar sonra oluşacak olan “MANOWAR’dan utanan metalci” kavramına inat gruba olan sevgimi sürdürmüştüm.
“Sign of the Hammer” bana kalırsa tamamı mükemmel şarkılardan oluşuyor. Tamamı Joey DeMaio imzası taşıyan bu şarkılara bakınca pek de öne çıkan bir şey yokmuş gibi gözükse de bestelerin derinliği, akılda kalıcılığı ve MANOWAR’un prime’ı olduğunu düşündüğüm kimi anlarıyla albüm tam olarak seksenler ruhunu yaşatan ve derinlerdeki o primal metalciyi uyandıran sayısız fikirler dolu. Çok daha meşhur olması gerektiğini düşündüğüm ve “Hell on Wheels – Live” konser albümünde çok gaz bir canlı performansını dinleyebileceğiniz “Thor (The Powerhead)”in ve albüme adını veren şarkının dışında, albümde içinde ne cevherler barındıran bir dolu parça var.
JUDAS PRIEST’in daha ağır başlı ve hard rock’vari şarkılarını anımsatan “All Men Play on 10”, gazı kökleyen ve konserler için yazıldığı belli olan “Animal”, en underrated MANOWAR başyapıtlarından olan epik “Mountains”, üç yıl sonra çıkıp herkesi şoka sokacak “Black Wind, Fire and Steel”ın fragmanı diyebileceğim “The Oath” ve DeMaio’nun girişinde döktürdüğü “Guyana (Cult of the Damned)”, hepsi de “The Sign of the Hammer”ın MANOWAR diskografisinde kendine has bir yerde durmasını sağlayan unutulmaz eserler arasında.
Sonuçta MANOWAR dinliyoruz, arada tuhaflıklar da yok mu, var elbet. Mesela DeMaio’nun bas gitarıyla keyfi takıldığı ve nedense bir şarkıya dönüştürülme ihtiyacı duyulan “Thunderpick” bunlardan biri. Tamam, bir, bir buçuk dakikalık bir bas pasajını anlarım da üç buçuk dakikalık bas gitar “tıngırdaması”nın ne anlamı var, bence yok. Hayır öyle akılda kalıcı veya çarpıcı bir şey de değil. DeMaio bas gitarından sesler çıkarıyor, aşağı yukarı sadece bu kadar. Bu bir şarkı değil yani, sadece bas gitarla takılan birinin o sırada kaydının alınması.
Konu MANOWAR olunca beğeniler, zevkler, şunlar bunlar işin içine çok giriyor. MANOWAR sizin için başından sonuna hiçbir şey ifade etmeyen, metal kavramı içerisindeki en saçma, en cheesy, en cringe şeylerden biri de olabilir, tam tersine metalin o en saf hâlinin, o en ilkel metalci damarının kabardığı nostaljik ve şahane şey de olabilir. Grupla 2000 sonrasında tanıştıysanız, bunca uyarıcı, bunca farklı şey arasından MANOWAR’un o saf metal kimliği sizi yakalayamamış olabilir, bu gayet normal. Ancak benim gibi 1992 Eylül’ünde Balıkesir güneşinin altında hiç beklemediğiniz bir anda size dinletilen bir şarkı tarafından resmen ele geçirildiyseniz, uzun süre başka şey dinleyemediyseniz, o zaman MANOWAR’un o kült tarafını da görebiliyor ve takdir edebiliyorsunuz.
O Eylül günü Eric Adams’ın ağzından dökülen “Great Spirit, thunder birds fly, we are wild and free, to fight and die by the open sky, Spirit Horse ride for me” dizeleriyle tüyleri ürperen, “Red Cloud, Black Hawk, Sitting Bull, Crazy Horse, Geronimo!” çığlıklarıyla da dizlerinin bağı çözülen 11 yaşında bir çocuksanız, işte böyle yıl 2025 olduğunda bile “Thor (The Powerhead)”de deli gibi coşmak istiyor, “Mountains”da sizi çok eskilere götüren bambaşka şeyler hissedebiliyorsunuz.
Kadro Eric Adams: Vokal
Ross the Boss: Gitar
Joey DeMaio: Bas, besteler
Scott Columbus: Davul
Şarkılar 1. All Men Play on 10
2. Animals
3. Thor (The Powerhead)
4. Mountains
5. Sign of the Hammer
6. The Oath
7. Thunderpick
8. Guyana (Cult of the Damned)
Manowar enteresan hatıralarım olan gruplardan… 80′lerin ikinci yarısında Türkiye’de harbi tapılan bir gruptu. Bu albüme ben o zaman ulaşamadım, 90′larda Tünay Akdeniz’den ancak bir kaydını edinebildim, o zamana kadar “heyıl heyıl heyıl and kiilll, faytin faytin fayting di vörld” diye bağırdık durduk zaten, sonra da pek dinlemez olduk. Ahmet hocam sevdiğini söyleyince şimdi dikkatlice bir dinleyeceğim.
88′de Kings of Metal yurtdışı ile aynı anda bizde de piyasaya çıktı, kaseti kapış kapış gidiyordu. Bursa’da Sönmez İşhanının en alt katında kasetçi bir abimiz vardı, vitrinine Iron Maiden, Wasp, Saxon, Judas Priest, Black Sabbath vs. o zamana kadar çıkan tüm kasetlerini dizer, görsel bir şölen yaşatırdı. Kings of Metal en çok sattığım kasetler oldu demişti, unutmam, o derece.
89′da Bursa Kültürpark lunaparkında balerinde Kings of Metal çaldığına şahit olanlar varsa burdan bir selam çaksın, pedere kızıp evi terkedince bir hafta serseri gibi geceleri balerinin sıralarında yattım, onu ben çaldırtıyordum operatörüne.
Sex Pistols’ın popülerleştirdiği klasik punk çizgisinin ’70′lerin ortalarında New York’ta şekillendiği kabul edilir ve bu noktada Ramones’un The Dictators’tan daha fazla öne çıkarılmasının basit bir nedeni vardır. The Dictators muadilinin çok daha ileri bir sürümü gibidir ve bu da punk’ın yapısıyla bağdaştırılmaz. Hayır, sayfaları karıştırmadım! The Dictators’ın bu şekilde görülmesinin temel sebebi albümdeki gitaristin punk standartlarına göre fazlasıyla iyi olmasıydı ve bu kişi Ross the Boss’tan başkası değildi. Joey DeMaio ile yollarını birleştirdiklerinde grup ikili bir liderlik yapısına sahip oldu ve bu ilk albümleri “Battle Hymns”e net şekilde yansıdı. Sonrasındaysa Joey DeMaio dizginleri eline aldı ve üst üste üç albüm hazırlayarak grubun kapağı Atlantic Records’a atmasını sağladı.
’80′lerin başlarında New York, Florida ve California’nın aksine epik heavy metal gruplarının baskın olduğu bir sahneydi. Başlarda thrash burada oldukça zayıf bir etki yaratabildi ve bu epik ortamın merkezinde Dio ile onun etkisindeki diğer İtalyan kökenli ABD’liler bulunuyordu. Manowar işte bu grupların en önde geleniydi. Sonra Joey DeMaio giderek Mercyful Fate ve Venom etkisine girerek Manowar’ı çok geniş yelpazeli bir gruba çevirdi.
Şahsen Joey DeMaio’nun 26 ay gibi bir sürede ortaya koyduğu yaratıcılığın 1985 öncesinin metal ortamında bir benzerinin daha olmadığını düşünüyorum. Söz konusu olan çok kısa sürede birbirinden iyi dört albüm çıkarmış olmak değil sadece. Daha önemlisi bu albümlerin sound bakımından birbirlerinden ciddi şekilde farklılaşıyor olması. Hem power ve epik doom (“Into Glory Ride”) için köken olarak görülen, hem de Bathory’nin iki temel ilham kaynağından biri olmayı başarabilmiş bir müzikal yelpazeden bahsediyoruz.
Manowar daha en baştan kendi varoluşunu diğer gruplarla nefrete kayan bir ilişki üzerinden tanımladığı, gittikçe karikatüre döndüğü, vb. için genel metal kamuoyunda en az sempati duyulan gruplardan biri. ’90′larda yaratıcılığını neredeyse tamamen yitiren, iyiden iyiye sinir bozucu hale gelen Joey DeMaio ve onun sayısız dingillikleri yüzünden, klasik heavy metal sevmenize rağmen, Manowar’ın ilk dönemini bilmiyorsanız size güzel bir haberim var. Heavy metal tarihinin en iyi örnekleri keşfetmeniz için sizi bekliyor. “Thor”, “Mountains”, “Guyana”… Arggghhhhhh!
Manowar enteresan hatıralarım olan gruplardan… 80′lerin ikinci yarısında Türkiye’de harbi tapılan bir gruptu. Bu albüme ben o zaman ulaşamadım, 90′larda Tünay Akdeniz’den ancak bir kaydını edinebildim, o zamana kadar “heyıl heyıl heyıl and kiilll, faytin faytin fayting di vörld” diye bağırdık durduk zaten, sonra da pek dinlemez olduk. Ahmet hocam sevdiğini söyleyince şimdi dikkatlice bir dinleyeceğim.
88′de Kings of Metal yurtdışı ile aynı anda bizde de piyasaya çıktı, kaseti kapış kapış gidiyordu. Bursa’da Sönmez İşhanının en alt katında kasetçi bir abimiz vardı, vitrinine Iron Maiden, Wasp, Saxon, Judas Priest, Black Sabbath vs. o zamana kadar çıkan tüm kasetlerini dizer, görsel bir şölen yaşatırdı. Kings of Metal en çok sattığım kasetler oldu demişti, unutmam, o derece.
89′da Bursa Kültürpark lunaparkında balerinde Kings of Metal çaldığına şahit olanlar varsa burdan bir selam çaksın, pedere kızıp evi terkedince bir hafta serseri gibi geceleri balerinin sıralarında yattım, onu ben çaldırtıyordum operatörüne.
20.02.2025
@Scream Bloody Gore, Şebnem’in Volvox zamanında Yazıcıoğlu Sineması konserinde Blood of the Kings’e yaptığı vokal… aahhh… evlenmeliydim seninle
21.02.2025
@Scream Bloody Gore, ne guzel anilarin var hocam ya. Youtube kanali kurmayi dusunmez misin?
Sex Pistols’ın popülerleştirdiği klasik punk çizgisinin ’70′lerin ortalarında New York’ta şekillendiği kabul edilir ve bu noktada Ramones’un The Dictators’tan daha fazla öne çıkarılmasının basit bir nedeni vardır. The Dictators muadilinin çok daha ileri bir sürümü gibidir ve bu da punk’ın yapısıyla bağdaştırılmaz. Hayır, sayfaları karıştırmadım! The Dictators’ın bu şekilde görülmesinin temel sebebi albümdeki gitaristin punk standartlarına göre fazlasıyla iyi olmasıydı ve bu kişi Ross the Boss’tan başkası değildi. Joey DeMaio ile yollarını birleştirdiklerinde grup ikili bir liderlik yapısına sahip oldu ve bu ilk albümleri “Battle Hymns”e net şekilde yansıdı. Sonrasındaysa Joey DeMaio dizginleri eline aldı ve üst üste üç albüm hazırlayarak grubun kapağı Atlantic Records’a atmasını sağladı.
’80′lerin başlarında New York, Florida ve California’nın aksine epik heavy metal gruplarının baskın olduğu bir sahneydi. Başlarda thrash burada oldukça zayıf bir etki yaratabildi ve bu epik ortamın merkezinde Dio ile onun etkisindeki diğer İtalyan kökenli ABD’liler bulunuyordu. Manowar işte bu grupların en önde geleniydi. Sonra Joey DeMaio giderek Mercyful Fate ve Venom etkisine girerek Manowar’ı çok geniş yelpazeli bir gruba çevirdi.
Şahsen Joey DeMaio’nun 26 ay gibi bir sürede ortaya koyduğu yaratıcılığın 1985 öncesinin metal ortamında bir benzerinin daha olmadığını düşünüyorum. Söz konusu olan çok kısa sürede birbirinden iyi dört albüm çıkarmış olmak değil sadece. Daha önemlisi bu albümlerin sound bakımından birbirlerinden ciddi şekilde farklılaşıyor olması. Hem power ve epik doom (“Into Glory Ride”) için köken olarak görülen, hem de Bathory’nin iki temel ilham kaynağından biri olmayı başarabilmiş bir müzikal yelpazeden bahsediyoruz.
Manowar daha en baştan kendi varoluşunu diğer gruplarla nefrete kayan bir ilişki üzerinden tanımladığı, gittikçe karikatüre döndüğü, vb. için genel metal kamuoyunda en az sempati duyulan gruplardan biri. ’90′larda yaratıcılığını neredeyse tamamen yitiren, iyiden iyiye sinir bozucu hale gelen Joey DeMaio ve onun sayısız dingillikleri yüzünden, klasik heavy metal sevmenize rağmen, Manowar’ın ilk dönemini bilmiyorsanız size güzel bir haberim var. Heavy metal tarihinin en iyi örnekleri keşfetmeniz için sizi bekliyor. “Thor”, “Mountains”, “Guyana”… Arggghhhhhh!
@İamthencincihodjas, 21 Şubat 1994…. in the Nightside Eclpse çıkalı tam 31 yıl oldu, tam da bugün.
Laneth gibi bir fanzin çıksa yeniden orada anılarımı yazsam daha mutlu olurdum :)