# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z

Archive for November, 2010

“Bir DEATH konserine en yakın şeyin” DVD’si geliyor

Thursday, November 25th, 2010

2007 yılında Quebec’te yapılan ve “The Ultimate Death Tribute” olarak anılan DEATH tribute konseri DVD olarak piyasaya çıkıyor.

Yerel gruplardan DEATH tribute grubu SYMBOLIC’in sahne aldığı gecede sahneye çıkan diğer isimler şöyle:

Bobby Koelble (DEATH’in “Symbolic” albümündeki gitarist)
Shannon Hamm (DEATH’in “The Sound of Perseverance” albümündeki gitarist)
Scott Clendenin (DEATH’in “The Sound of Perseverance” albümündeki basçı)
Daniel Mongrain (VOIVOD, MARTYR)
Marc-André Gingras (QUO VADIS)
Jonathan Lee (“The Sound of Perseverance” turnesinde Richard Christy’nin roadie’si)
Nick Barker (eski-DIMMU BORGIR/CRADLE OF FILTH davulcusu)

DVD’de yer alacak şarkılar da şöyle:

01. Spiritual Healing
02. 1000 Eyes
03. Mentally Blind
04. Scavenger (feat. Shannon Hamm & Scott Clendenin)
05. Spirit Crusher (feat. Shannon Hamm & Scott Clendenin)
06. Zombie Ritual (feat. Jonathan Lee & Scott Clendenin)
07. Perennial Quest (feat. Bobby Koelble)
08. Zero Tolerance (feat. Bobby Koelble & Nick Barker)
09. The Philosopher (feat. Bobby Koelble & Nick Barker)
10. Without Judgement
11. Open Casket
12. Secret Face
13. Lack of Comprension
14. Within the Mind (feat. Marc-André Gingras & Daniel Perron)
15. Bite the Pain (feat. Shannon Hamm, Jon Lee & Scott Clendenin)
16. Moment of Clarity (feat. Shannon Hamm, Jon Lee & Scott Clendenin)
17. Trapped in a Corner (feat. Nick Barker)
18. OveractiveImagination (feat. Nick Barker & Daniel Perron)
19. Misanthrope (feat. Nick Barker)
20. Symbolic (feat. Bobby Koelble)
21. Cosmic Sea (feat. Bobby Koelble)
22. Pull the Plug (feat. Shannon Hamm, Bobby Koelble, Scott Clandenin, Jon Lee & Nick Barker)

Alttan da konserin televizyon raporu görülebilir.

Bu güzel şeyi görmek isteyenler için, DVD’nin piyasaya çıkış tarihi 7 Aralık.

LUCIFER WAS – The Crown Of Creation

Thursday, November 25th, 2010

Özgür DURAKOĞULLARI

Grubun isminden ve albüm kapağından da anlaşılacağı gibi, bu grup satanik bir black metal yapmaktadır. Çok kirli bir gitar sound’ları, leş gibi davul tonları (blast beat giderken trampet vuruşlarını birbirinden ayırt edemiyosunuz mesela, oh mis), bol efektli ve gırtlaktan scream vokalleri, duyulmayan ama hissedilen, kemik ton asla içermeyen baslarıyla birlikte; müziklerinin en dikkat çeken yanı asla klavye falan gibi metal müzikte yeri olmayan enstrümanları kullanmaktan (iyi ki) kaçınmalarıdır. İşte true müzik budur kardeşim, oh bee 2010’da hâlâ böyle gruplar var dedirtti bana bu albüm. Zaten şarkı sözleri de “Şeytan, tanrıyı tahtından indirip insanları kazığa oturttu” falan gibi olduğundan, tadından yenmeyen bir müzik çıkmış ortaya. Notum elbette 10/10…

Afiyet olsun (yediyseniz), şimdi gerçeklerden bahsedelim. (Mehmet Ali Erbil’in klişe tezatlarından fazlaca etkilenen ilk paragraf geyiğimden sonra, sırada “Ahmet Çakar mode on”).

Progresif rock ile ilgiliyseniz, senfonik prog diye bir tür duymuşsunuzdur. En azından Yes grubunu duymuş/dinlemiş olma olasılığınız yüksektir diye düşünüyorum. Bundan bahsetmemin sebebi, Lucifer Was’ın müziğiyle alakalı değil aslında. Senfonik kelimesinin buradaki anlamından, ve gerçek anlamından bahsetmek istedim. Genesis’in veya Yes’in müziklerini dinlediğinizde, Therion, ne bileyim Haggard gibi (pek sevmem ikisini de gerçi) gruplardan bildiğimiz, bol piyanolu, kemanlı vesaireli senfoniklik (yani türü başlatan klasik müzikteki anlamıyla senfoniklik), senfonik prog gruplarında genelde yoktur. Bu 70’lerde çıkmış, ve çok sene sonra senfonik prog etiketiyle anılmaya başlamış tarzın bu ismi alma sebebi, diğer prog türlerine göre, türün “daha” senfonik olmalasıdır aslında. Zaten önemli prog sitelerinden biri olan progarchives’de de bu durum güzelce açıklanmıştır. Zira böyle klasik müzikteki gibi görece çok yoğun senfoniklik bu müziklerde yoktur. Ama işin kökenine inersek de, bir eğretilik yoktur tabi. “same phony” (doğrusal, aynı ses) den türeyen bir kelimedir senfoni bildiğim kadarıyla. Yani birden çok sesin, aynı amaca hizmet etmesi gibi bir durum.

Nereye geleceğim, kritiğini yapmakta olduğum albüme tarz olarak eklektik prog denmiş. Aslında senfonik prog diye bir isim olmasaydı, eminim bu albümün tarzına, klasik müzikteki senfonikliğe olan yatkınlığından dolayı, bu isim verilirdi. (Çok pis geyik damarım tuttu, biri beni durdursun!). Yeşil çay ve siyah çay hadisesinde de durum böyledir aslında. Ben bu yaz öğrendim ki, yeşil çay ve normal çay aslında aynıymış. Siyah çay, sadece normal çay yapraklarının fırınlanmış (kavurulmuş) haliymiş. Yeşil çay da, direk tarladan toplandıktan sonraki doğal haliymiş. Özetle, eğer siyah çay ilk çıktığı için ona çay, yeşil çay yıllar sonra keşfedildiği için, normal çay o olmasına rağmen ona yeşil çay diyoruz. Böyle işte durumlar, a dostlar.

Eklektik sıfatı, zaten çok geniş bi spektrumda değerlendirilebileceği için sorun yok. Yani ne kadar çok müzikal tarzdan beslenirseniz, eklektivite (TDK’ye yeni sözcük adayım) dozajınız artar. Lucifer Was grubu da Jethro Tull, Black Sabbath, (fazlasıyla) Deep Purple, Uriah Heep gibi gruplardan; blues rock, klasik rock, punk, heavy metal , progresif rock gibi tarzlardan etkilenmiş bir tarz icra ettiği için eklektik bir müzik yaptıklarını söylemek dünyanın en basit ve yerinde tespiti.

Lucifer Was, 70’lerden itibaren müzik yapmış ve hala yapmakta olan, lakin ilk albümlerini 1997’de sunmuş Norveçli bir grup. İlk albümdeki flütler ile birlikte, albümden albüme müziklerindeki çok sesliliğini de geliştirmiş bir topluluk olmuşlar aynı zamanda. “Underground and Beyond” albümünü ilk dinlediğinizde, önce aklınıza flütlü bir hard&heavy müzikal sentezi gelebilir. Böyle bakınca da Black Sabbath ve Jethro tull’dan bir hayli etkilendiklerini düşünmek doğaldır, ki öyledir de sanıyorum. Ama elbette bu müzikte klasik hard rock ve hatta punk etkilerine dahi rastlamak mümkün. Ne var ki, progresif müziği sıkı takip edenler dışında, diğer dinleyicilere sesini pek de duyurabilmiş bir grup olmadı Lucifer Was. Eğer ki bu bakımdan şeytanın bacağını kırabilecek bir albümleri varsa/olacaksa da, bunun en büyük adayı bu sene çıkardıkları “The Crown Of Creation”dur derim ben. Zira bir önceki albümlerinde başlayan klasik müzik etkileri, bu albümde zirve yapmıştır. Gerçi sadece “klasik müzik etkili prog rock” denmesi, albümün inanılmaz görkemini anlatmada yetersiz kalır.

Neden mi? Çünkü eklektik tarzlarda genelde rastlanan “parça parça analiz edildiğinde çok güçlü yanları törpülü/tavizli, ama bütünlüklü bakıldığındaki etkisi, parçaların tümünün toplamından da nüfuzlu olması” hadisesinin de ötesine gitmiş bir albüm bu tanıtılan. İlk olarak, evet albüm bir bütün olarak bakıldığında inanılmaz dramatik, yakalayıcı, çok sesli, detaylı ve zengin. Fazlası nedir derseniz, müziği analiz ettiğinizde, sadece klasik müzik sevenleri, sadece vokal bazlı müzikleri sevenleri, hard rock veya prog rock tutkunlarını, ve hatta metal sevenleri bile avucu içine alabilecek kapasitede bir müzik kulağımıza çarpıyor, gönül tellerimizi titretiyor.

Grup henüz ikinci albümüyle mellotron’u müziğine entegre etmeye başlamıştı. (ilk albümdeki flütlerden zaten bahsetmiştim) Ama bu albümdeki, klasik rock entrümanları dışında kalan mellotron, keman, org, ve farklı synth tonları gibi şeyleri inanılmaz etkili kullanmışlar. Üstüne bir de dramatik nüansları muazzam olan bir vokal performansı eklenince, bu yıl dinlediğim en iyi 3 albümden birini yapmışlar diye düşündürttü bana “The Crown Of Creation”.

Albümün genel sound’u bana bir hayli özgün ve lezzetli geldi. Ama zevk alma kulağınızı kapatıp, analitik kulağınızı açarsanız, sound’un hafif buğulu -veya boğuk- (tercih sizin) olduğunu fark edeceksinizdir. Ama albüm “progresif rock opera” tadında olduğu için, gitarların ve davulların biraz “buğulu” (rengimi belli ettim) olması hoş görülebilir. Zira bilirsiniz ki klasik müzikte distortion gitar yoktur, perküsyonlar da pes ağırlıklı ve hafiften “boğuk” (bir karar vermem lazım şu kelimelerden hangisini kullanacağıma) olur. Bu albüm de sırtını fazlasıyla klasik müziğe yasladığından, burada “zevk kulakları mode on” olsa daha keyifli bir tecrübe yaşarız. Hazır görece kötü olabilecek bir olgudan bahsetmişken, bir ufak olumsuzluktan daha bahsedelim. Bilindiği gibi yan flüt’de tiz sesler tehlikelidir, mastering’de parlaklığını törpülemezseniz, volüm kısık olsa dahi rahatsız edebilir. Bu albümde de ufak birkaç böyle olumsuzluk var. Benzer bir durum vokallerde de bir iki yerde mevcut. Ama orada, vokalistin sesinin biraz parlak ve delici olmasının da payı büyük. Ama yine de, çok iyi bir vokal performansıyla karşılaşacağınızı garanti edebilirim. Hatta kadın vokaller de müziği ayrı zenginleştirmiş.

Bitirirken, çok aşmış bir dinamiklik beklememeniz gerektiğini söyleyebilirim “The Crown Of Creation” da. Daha ziyade, beklentiniz çok eklektik ve zengin bir müzik olsun. Kemanlar tek kelimeyle enfes. Ben kesin birsürü yerde koral vokale rastlarız, tenoru sopranosu gırla gider diye bekliyordum, ama çok iyi dramatik nüanslar veren bir erkek prog vokaliyle ve klasik şan tekniğiyle söylemeyen, farklı bir kadın vokalle karşılaşınca “olmuş bu, hem de çok lezzetli” dedim. Progresif rock seven, en azından klasik müzik seven biriyseniz, bu albüm sizi asla hayal kırıklığına uğratmayacaktır diye düşünüyorum.

JAG PANZER’dan yeni albüm detayları

Thursday, November 25th, 2010

JAG PANZER yeni albümü “Scourge of the Light“ın detaylarını açıkladı.

Şubat’ta çıkacak albümün olayı şöyle:

1. Condemned to Fight
2. The Setting of the Sun
3. Bringing on the End
4. Call to Arms
5. Cycles
6. Overlord
7. Let It Out
8. Union
9. Burn
10. The Book of Kells

Kariyerinde 30 yılı deviren grupta, MEGADETH gitaristi Chris Broderick de 1998-2004 yılları arasında çıkan 5 albümde yer almıştı.

CHILDREN OF BODOM yeni albüm adını açıkladı

Thursday, November 25th, 2010

CHILDREN OF BODOM 8 Mart’ta çıkacak yeni albümünün adını “Relentless Reckless Forever” olarak açıkladı.

Relentless Reckless Forever“a dair “En iyi albümümüzü yapmaya çalıştık” diye konuşan grup, albümün CHILDREN OF BODOM’un Amerika’daki etkinliğini hiç olmadığı kadar arttıracağını söylemiş.

AGNOSTIC FRONT’tan yeni albüm

Thursday, November 25th, 2010

New Yorklu hardcore efsanesi AGNOSTIC FRONT yeni albüm haberini verdi.

Adı “My Life, My Way” olacak olan albüm Mart ayında çıkacak ve 14 şarkı barındıracakmış. Albümün kayıtlarından sorumlu kişi ise, son yılların gözde masa başı isimlerinden eski MORBID ANGEL, HATE ETERNAL gitaristi Erik Rutan.

LEMMY filmi için ikinci trailer

Wednesday, November 24th, 2010

Büyük insan LEMMY KILMISTER’ı anlatan LEMMY adlı filmin ikinci trailer’ı yayınlandı.

İlk trailer ve diğer detaylar da şuradan görülemez, çünkü görebilmek için link eklememiz gerekiyor.

Ama şuradan görülebilir bak. Link var çünkü belli. Kırmızı kırmızı.

CENOTAPH – Puked Genital Purulency

Wednesday, November 24th, 2010

Yıl kaçtı hatırlamıyorum…

“Oha lan böyle pislik bir albüme duygusal girişli kişisel yazı mı?” dediğinizi duymaz gibiyim.

Buyrun girişelim.

1999-2000 arası bir zamandı. Dinlediğim grup sayısının abartı düzeyde arttığı ve hiç durmadan yeni grup keşfettiğim bir dönemdi. Adını ilk kez 1997-1998 sıralarında duyduğum, ancak henüz hiç dinlemediğim CENOTAPH diye bir Türk grubunun yeni albüm çıkardığını öğrenmiş ve yine kulaktan duyma bilgilerle türünde dünyanın sayılı gruplarından biri olduğu söylenen bu grubu duymak istemiştim.

Nasıl, nereden aldım hatırlamıyorum ama, kendimi dayımları ziyarete gittiğim Ankara’da, müzik setinin yanı başında, elimde bu CD’yle bulduğumu anımsıyorum. Üstünde birtakım organ parçaları içinde yatan ölü bir cenin olduğunu sandığım albüm kapağının olanca kırmızılığı eşliğinde albümü başlattıktan sonraki düşüncelerimden ilki, vokalist sözleri söylemediğine göre kitapçık neden sayfalarca şarkı sözüyle dolu iken, kafama takılan ikinci düşünce ise ben albümü dinlerken arkamda dikildiğini fark etmediğim dayımın müziğin birkaç saniyesini duyup bana “Geçmiş olsun Ahmetçim, umarım çabuk atlatırsın” deyip gülümseyerek odadan çıkmasının garipliğiydi. Bu durum neden garipti, çünkü aynı dayı, bana hayatımda ilk kez metal dinleten, beni metalle tanıştıran ve bu satırları yazmamda dahi rolü olan bir kimseydi.

Dayı bildiğim bu metalci insan, CENOTAPH’ın üç notasını duyup odadan çıkıyorsa, CENOTAPH’ta düzgün gitmeyen bir şeyler olmalıydı.

Evet, CENOTAPH’ta düzgün gitmeyen birçok şey vardı. Hatta CENOTAPH düzgün olmamanın ansiklopedik karşılığı gibiydi.

Ve albümü bu denli hayvan kılan şey de, grubun bu her yerinden fışkıran rahatsız, hastalıklı haliydi.

“Sadece meraklısına” etiketini gururla taşıyan bir albüm “Puked Genital Purulency”. Eğer kan pıhtısıyla dolan göz çukurlarını, diş etlerine nüfuz eden vajinal akıntıları, ifrazatlı döle bulanmış omurilik soğanlarını, irinli mide suyuyla yıkanan pankreasları veya köpüren göz sıvılarını yücelten bu müziğe alışık değilseniz, “Puked Genital Purulency” sizin için dünyanın en kötü, en başarısız, en dinlenemez müziği olacaktır. Ama bir önceki cümlede geçen bu “iyraaanç!” şeyleri çekici bulan rahatsız, kendini bilmez bir ruh hastasıysanız, kulübe hoş geldiniz.

Ülkemizin metal tarihine adını yazdıran isimlerden Cem Devrim Dursun’un davul setinin arkasında dehşetengiz bir performans sergilediği, gitarların resmen anestezisiz açık beyin ameliyetı yaptığı, vokalin adeta ayağını kıyma makinesine sokup albüm bitene dek bütün olarak köftelik kıymaya dönüştüğü “Puked Genital Purulency”, amaçladığı hastalıklı hedefi on ikiden vuran, çok başarılı bir albüm.

Albümün bu gergin, müsibet havasını pekiştiren detaylardan ilki, bir şekilde farklı bir atmosfer yaratmayı başaran gitar tonu. Ortada ne jilet gibi bir keskinlik, ne insanı ezen bir ses duvarı var; lakin albüm bu nispeten minimal sound sayesinde daha bir çürümüş, daha bir anlattığı konuların ikircikliliğine iner hale geliyor. Eğer şarkılarınızda kuşbaşı et gibi doğranmış, kıyma gibi çekilmiş boyuttaki organlardan söz ediyorsanız, müziğiniz başlı başına bir işkencenin fon müziğiyse, bu gitar sound’u müziğe gayet iyi yakışıyor. Davulun da blast’lerle ve kimi yerlerde neredeyse oryantale kayan türdeki ataklarıyla, “Puked Genital Purulency” içi gayet dolu bir işitsel cezalandırmaya dönüşüyor.

Riften rife koşan bu hiç durmadan değişen albümde, türe aşina olmayan kişilerin en zor alışacağı konu, elbetteki Batu Çetin’in kusma ve gargara yapma arasındaki vokalleri. Sadece “eeeeee”, “öööööö”, “üüüüüü” seslerinden oluşan vokal yorumu, biraz değişiklik yapmak istediğindeyse “eeeöööö”, “ööööüüüü” ve “üüüeeeee” şeklinde çeşitleniyor. Vokal de, gitarın psikopat bir cerrahın tekinsiz bisturisi kıvamındaki ince işçiliğine ve sound’una katkı yapacak şekilde, gayet yüksek, çığlıksal ve rahatsız edici bir yorumu benimsiyor. DEVOURMENT benzeri gruplarda rastladığımız türde bir kurbağa vıraklaması, yahut pek çok grupta karşımıza çıkan pig squeal’lara, aşırı guttural tatlara rastlamak mümkün değil.

Organlar içinde yatan ölü fetüs ve paramparça olmuş bir el olmak üzere arkalı önlü iki kapağı olan albüm, dönemin meşhur sitesi shownomercy.com veya benzerlerinden alınmış resimlerle dolu. Kopmuş bacaklar, akan gözler, hastalıktan tanınmaz hale gelmiş suratlar, çoğumuzun alışık olduğu sevimlik gore’luklar… Böylesi bir albüm için -en azından çıktığı dönem düşünüldüğünde- müziğe oturan bir kitapçığı var.

Albümde bahsedilmesi gereken diğer bir konu da, her şarkının bir introsunun olması. Neyse ki intro’lar kendilerinden önce gelen şarkıların sonlarına konmuş da, dinlemek istemediğinizde doğrudan sıradaki şarkıya geçebiliyorsunuz. Zaten belli sayıda dinlemeden sonra ilginçliklerini yitiriyorlar ve güzelcene skip’leniyorlar. Tüm şarkılar gayet varyasyonlu ve yaratılan müsibet havayı korusalar da, albümün favori şarkısı, yer yer DYING FETUS’un “Destroy the Opposition”a kadarlık kısmında yaptıkları anımsatan Verbalized Opinions About Intravaginal Umbilical Corded Fetus in Uterus. Bu şarkı bırakın CENOTAPH’ı, bir Türk grubun elinden çıkma şarkılar arasında en sevdiğim 5 şarkı arasına rahatlıkla girer. “Brutal death metalde hit yazmak” nedir derseniz, işte budur.

Albümü almak isterseniz, bulabilirseniz bu albümü ve ilk albüm “Voluptuously Minced”i aynı anda barındıran “Voluptuously Minced Genitals”ı almanız daha akıllıca olabilir.

Velhasılkelam, “Puked Genital Purulency” gayet öküz ve kanımca ülkemiz metal sahnesi adına önemli bir albüm. Bir klasik veya türü adına bir başyapıt değil, ancak pek çok anında kendine hayran bıraktıran ve gerek yaratmayı başardığı boğucu atmosfer, gerekse gerçekten de sert olmayı başarabilmesiyle bunca yıl sonra bile -en azından şahsım adına- adını duyduğumda “Ne manyak bir şeydir o” dedirten bir çalışma.

Böyle bir albümü Türk metal sahnesine kazandırdığı için CENOTAPH’ı tebrik ediyorum.

CENOTAPH

Wednesday, November 24th, 2010

Röportaj için teşekkür ederek başlamak istiyorum Batu sana. Öncelikle grup bu sıralar neler yapıyor?

Selam, biz teşekkür ederiz. Bu aralar konserlerle meşgulüz. Geçen pazar TRDM Ankara konserindeydik. Katılım ve gruplar oldukça iyiydi. Rusya turundan döneli, yurt içi konserlerde yeni albümü tanıtmakla ve günlük yaşantımızla uğraşıyoruz.

Diskografinizdeki başlangıca dönmek gerekirse, “Voluptuously Minced” şu an hâlâ dünya genelinde ilgi görüyor. O dönem şartlarında böylesine başarılı bir albüm yapmanın zorlukları nelerdi? Ve bugün Cenotaph’ın geldiği noktayı o dönemde kestirebiliyor muydun?

1994-1996 arası gençtik, 17 yaşlarında falandık. O yaşlarda insan gelecekte neler olacak şeklinde çok fazla düşünmüyor. Sadece bu müziği yapmaktan ve dinlemekten bugün olduğu gibi o zamanda da zevk alıyor ve eğleniyorduk. İlk albüm anlaşmamızı yaptığımız gün çok sevinmiştik. Albüm çıktığında saatlerce evde kapağını incelediğimi ve mutlu olduğumu hatırlıyorum. O dönemde yerli piyasada yayınlanan ilk CD formatından biriydi “Voluptuosly Minced”. Lise yıllarında odamın duvarlarında asılı grup posterlerindeki sevdiğim death metal gruplarıyla ilerde aynı sahneleri paylaşacağımızı hiç düşünmemiştim. O dönemde kendi cep harçlıklarımızla biriktirdiğimiz paralarla stüdyo provaları ve kayıtlar yapardık. Ekonomik yöndeki zorluklar bugün de çok fazla değişmedi. Şimdilerde de konserlerden ve şirketlerden aldığımız paraları yine stüdyo provaları ve albüm kayıtlarına yatırıyoruz. Yıllardır bu  grup için harcadığımız tüm zaman ve parayı başka işlerde kullansaydık heralde zengin olabilirdik. Sıradan, sabah 7 aksam 5 bir ofiste müdür falan olup ömür çürütürdük heralde. Ama ben dünyaya gelme amacımın bu olmadığını düşünüyorum, o yüzden 17 seneye yakındır bu müzikle uğraşıyorum. Tüm stresi ve zorluklarıyla, underground olmak gençliğimi yese de, her bokuna değer. Bu grup benim için artık bir yaşam stili, hayat tarzım halini aldı.

1996 yılından günümüze gelene kadar kadronun yavaş yavaş erimesinin/değişmesinin sebebi neydi?

Sebepler çok fazla aslında. Genelde kendim nasıl gruba bu kadar önem veriyorsam grup elemanlarımdan da aynı özveriyi beklerim hep. Ya iş hayatları veya okul hayatları üstün gelmiştir, ya hayatları onları farklı yönlere sürüklemiştir, ya da bazı elemanlarla kafa yapısı ve müzikal yönde uyuşmamışızdır. Benim de kişisel olarak hatalarım çok olmuştur. Geçinmesi zor biri olduğumu da kabul ediyorum, geçmişten bu yana grupta yer almış her elemana göstermiş oldukları eforlarından ve yeteneklerinden ötürü burdan selam ve teşekkürlerimi sunuyorum. Çok yetenekli müzisyen ve insanlarla çalıştık, herkes  zaman içinde farklı yönlere dağıldı, ben  yaşadığım sürece bu ekstrem müziği dinlemeye ve müzik yapmaya devam etmek istiyorum.

“Pseudo Verminal Cadaverium” en iyi albümlerinizden biridir benim için. Albümü United Guttural Records yayınlanmıştı. Bu şirket ayrıca grubun hayranıydı ve sizinle sanırım baya ilgilendiler. Dağıtım konusunda da başarılıydılar. Am yola onlarla devam etmediniz. Anlaşamadığınız noktalar mı oldu?

United Guttural’la çalısmak güzeldi fakat bizden sonra birkaç albüm daha yayınladıktan sonra label işlerini bıraktılar. Birkaç sene önce tekrar başladılar ama eskisi gibi olur mu bilmiyorum. United Guttural kapandıktan sonra, şirketin sahibi Rich (Fleshgrind) tüm ürünleri ve grupları Deathgasm Records ve Crash Music USA’e devretti. Üçüncü albümü onlar dağıtmaya devam ettiler. Ama dediğim gibi bu aralar eskisi gibi olmasa da yine distro ve yeni  albümlerle aktif olmaya çalışıyorlar. Bu şirketle pek bir bağlantımız kalmadı, uzun zamandır da bağlantıda değilim.

Şirket mevzularına girmişken, son albüm için Sevared Records ile anlaşmanız nasıl oldu? Sanırım her underground grubun en büyük hayalidir bu firma.

Sevared zaten ilk albümümüz çıktığı zaman, yani 1996′dan beri albümlerimizi distrosunda tutup Amerika’da dağıtıyordu. 2006′da Maryland Death Fest. için Amerika’ya konsere gittiğimizde orada stand’ları vardı ve yüz yüze tanıştık. Bir sonraki albüm için bizle anlaşmak istediklerini söylediler fakat biz o dönemde daha iyi bulduğumuz, Brodequin elemanlarının firması Unmatched Brutality Records ile anlaştık. Sonradan bu firma da United Guttural gibi boka sardı ve aktivitelerine ara verdi. “Putrescent Infectious Rabidity” albümü için biz de Rus şirket Coyote Records ve Sevared Records ile anlaşma imzaladık.

“Putrescent Infectious Rabidity” tek kelime ile mükemmel bir albüm Batu. Gerçekten hepinizi tebrik etmek istiyorum. Bu albümün hazırlık ve kayıt süreçleri nasıl gelişti peki? Neler yaşadınız?

Teşekkürler. Albüm yazım süreci sanıyorum 2 sene falan sürdü. Gitarist Cihan ve ben birlikte yazdık parçaları. Genelde ya ben onun evine giderim, ya da o benim evime gelir ve beraber müzik dinler, içer ve sohbet ederiz. O da gitar çalar, ben de kafamdan geçen rifleri ona söylerim distortion gitar ses tonuyla haha! O da kendi fikirlerini bana çalar, karşılıklı konuşup burası şöyle şurası böyle olsun diye kafa patlatırız  Cenotaph’a uygun rifleri ve düzenlemeleri yaparız. Parçalar yavaş yavaş oluşmaya başladığında Cihan guitar pro’da rifleri taba döker ve düzenlemeleri yeniden gözden geçiririz. Kafamıza yatmayan yerleri çıkartırız ya da yeni fikirler bulur ve eklemeler yaparız. Son hallerini almadan önce de boktan ve gereksiz rif tekrarları konusunda karşılıklı konuşur, düzenlemelere karar veririz. Genelde ev çalışmaları sonunda alkolün etkisiyle kafamız güzel oluğundan unuttuğumuz veya kullanmadığımız tonla iyi rif olmuştur. Artık tüm ev çalışmalarını kayıt ediyoruz ve ayık kafayla daha sonra dinlediğimizde “killer riff” diye tabir ettiğimiz rifleri dinleyip, unutma derdinden kurtuluyoruz. Harcadığımız riflerle bir albüm daha yazılırdı herhalde hehe. Tüm bu işlemlerden sonra, kafamızdaki davulları basit şekilde guitar pro’da yazıyoruz ve sonra da Almanya’daki davulcumuz Lille’ye parçaları öğrenmesi için gönderiyoruz. Fakat yazdığımız davullar sadece bir taslak oluyor ve tüm gerçek davul yazımını ona bırakıyoruz, çünkü Lille (Defeated Sanity) inanılmaz  bir müzisyen ve yetenek  Death metal kafa yapısı ve zevki de benim ve Cihan’ınkiyle aynı sayılır. Ona hiçbir şekilde burayı şöyle çal, burada şöyle yap diye karışıp müdahale etmiyoruz ve kendisi de zaten bizim kafamızdakine yakın davulların çok çok üstünü yazdı ve stüdyoda kaydetti.

Kayıt aşamasından bahsedersek, Lille, gönderdiğimiz parçaları evinin altındaki prova stüdyosunda davul yazdı ve hazır oldugunda Berlin’deki Soundforge stüdyosunda kaydetti. Kaydı Jacob Schmith (Defeated Sanity ve Obscura basçısı) yaptı. Almanya’dan gelen davul kayıtları elimize ulaştıktan sonra Ankara’da Studio Deep’te Cihan gitar ve basları kaydetti, ben de daha sonra vokalleri kaydettim. Albümün stüdyo kısmında miksaj, kayıt ve mastering Ankara’dan Ünsal Özata tarafından yapıldı. Stüdyodaki ekipmanların, gitar amfilerinin ayarlarından ve diğer teçhizatlardan da Stüdyo Deep’ten Ali sorumluydu.

Albüm kitapçığında “Special Fuck” ya da “Fuck Off” kısmı görmeyi çok isterdim.

Zamanında bu bok baya tepki aldı. “Niye yazmıyorlar, tırsıyorlar mı?” diyenler de çıktı. Bu listeyi kendi kafamızda saklı tutmak istiyorum. Halen piyasa lüzumsuz ve bir boka yaramayan insan dolu. Günümüz piyasası forumlarda tartışmaktan ve küfürleşmekten çok zevk alıyor, o işleri internetten bire bir yapıyor çoğu insan, deşarj oluyorlar heralde bilmiyorum. Bu işlerle ilgilenecek yaşta degilim ve zamanım da yok. Biz sadece müziği yapıp ortaya koyuyoruz,daha sonra forumlarda veya sokakta millet neye, kime küfür eder bilemem.

Piyasamız neden gelişmiyor diye ortada sızlananlar, desteği hak eden gruplara destek verseler, yabancı grup yalakalığını bıraksalar, eş dost arkadaş gruplarını düzenledikleri festival ve konserlere çıkartıp götlerini kaldıracaklarına piyasamızdaki gerçekten birşeyler yapmaya çalışan gruplara yönelseler, piyasamız çok farklı olacaktır.

Rusya’da sadece Rus death metal gruplarını, piyasasını ve konserlerini yazan pro-offset dergi var, adı Fatal Forum. Yurt dışı gruplara da yer veriliyor fakat büyük oranda Rus piyasasına yönelik ve bu sayede Rusya’da tonla yeni grup kuruluyor ve birçoğu çok kaliteli. Türkiye’de bu tarz dergilerin sayısı çok çok az ve hâlâ dergiler ve organizatörler en bilindik, en popüler iki grupla röportaj yapayım, konser düzenleyeyim derdinde. Burada underground’a verilen değer çok az. Bu şekilde daha çok seneler yabancı grupları burada izler ve piyasamız neden böyle diye sızlanmaya devam ederiz. Yerli gruplar hiçbir zaman bu ülkede gereken desteği göremedi, biz de dahil hep görmezden gelindiler. Bu underground ruhu için bir bakıma iyi, fakat buna rağmen süper işler yapan sikici gruplarımız var bu piyasada. TRDM olarak bizim işimiz yurt içinde görmezden gelinen death metal piyasamızı dünyaya az da olsa duyurabilmek.

Sana en çok sormak istediğim kişisel sorum, şarkı sözlerinde referans olarak ne kullanıyorsun? Kullandığınız tıp kitapları var mı?

Son albüm sözlerini dikkatli incelerseniz patalojik konular çok fazla değil, o yüzden tıp kitaplarını, makaleleri incelesem de yeni konularda bunlara fazla yer yok. İzlediğim filmler, televizyonda izlediğim bir haber veya kafamda düşündüğüm bir kurgu, sözlere akabiliyor. İnsanoğlunun yaptığı manyaklıklar ve hastalığın, katliamların, mental rahatsızlığın sınırları yok. Bunları duydukça ve okudukça beni etkileyen konuları veya o anki ruh durumum neyse, o konu ile ilgili orijinal sözler yazmaya çalısıyorum. “Seni kestim yedim, her yer kan” tarzı embesil ve çocukça sözler yazmıyorum. Lirikleri yazmam aylar veya yıl alabiliyor. Yazdığım konu üstünde kafa patlatıp, düşünüp, en karanlık ve etkili kelimeleri seçmeye ve vurucu satırları yazmaya dikkat ediyorum. Lirikler de Cenotaph müziği gibi orijinal olmak zorunda. Çaldığımız müzikteki riflerin zorluğu, karışık olması gibi, sözlerin de aynı paralelde psycho, düşündüren ve şok edici  konuları, temaları işlemesi gerek. Hasta insanlık, insan anatomisi ve kafamdaki kurgularım bana yeteri kadar ilham ve kaynak veriyor. Son albümde 8 parçanın sözleri bana ait, son parçanın sözleri Cihan’a ait.

Davullarda Lille Gruber albüme farklı bir hava katmış. Kadroya katılımı nasıl oldu ve kalıcı olacak mı? Yoksa sadece konuk muydu?

Bundan 2 sene öncesinde tanıştık. Defeated Sanity vokalist arıyordu, Lille’yle muhabbet ediyorduk. Bana “Psalms of The Moribund” albümünden ve yeni albümleri “Chapters of Repugnance”dan 2 parça gönderdi. Çalışıp üzerlerine vokal kaydettim ve geri gönderdim. Beğendi fakat grupla konser verebilmek icin Almanya’ya taşınmam gerektiğini her seferinde bana uçak parası gönderemeyeceklerini, daha fazla beraber prova yapmamız gerektiğini söyledi. Ben de Avusturya’dan Türkiye’ye döneli 2 sene falan olmuştu ve tekrar Almanya’ya, Avrupa’ya taşınmak istemedim. O dönemde Cenotaph’ın albüm yazımına devam ettiğimizden o projeyle çok fazla ilgilenemedim. Daha sonra zamanla Lille ile muhabbetimiz gelişti ve arkadaş olduk. O sıralarda davulcumuzdan ayrılmıştık ve Lille’ye albümde çalar mısın diye sorduğumuzda kabul etti. Eski Cenotaph albümlerini bildiğinden ve yeni parçaları dinleyip sevdiğinden grupta çalma teklifimize olumlu baktı ve albümde yer aldı. Ağustos ayında Mountains of Death festivalinde ilk defa Lille ile beraber çaldık. Cihan konserden 10 gün önce Almanya’ya gitti ve Lille’yle provalar yaptılar ve ilk defa o festivalde, İsviçre’de beraber sahne aldık. Güzel bir konser ve festival oldu. Festivalin DVD’si 2011 bahar aylarında yayınlanacak.

Defeated Sanity yoğun konser programı olan bir grup olduğu için ve Lille kendi grubuna daha fazla zaman ayırmak istediği için Rusya turuna gelemeyeceğini söyledi ve biz de davulcu arayışına başladık. İstanbullu mathcore grubu Chopstick Suicide’ın davulcusu Alican Erbaş’a teklifte bulunduk bu tur için, o da kabul etti. Yoğun bir çalışmayla, Ankara-İstanbul arası mekik dokuyarak parçaları öğrendi. 15 günlük, toplam 8000 km yol katledilen, 10 şehirden oluşan uzun ve yorucu Rusya turumuzda Lille’nin albümde çalmış olduğu davulları en iyi şekilde icra etti ve yurt içi konserlerimizde de halen Cenotaph’la çalmakta. Lille konuk mu yoksa bir sonraki albümde de yer alıcak mı sorusuna şu an cevap vermek için erken diyorum, ilerleyen zaman ve koşullar davulları kimin çalacağını gösterecek.

“Putrescent Infectious Rabidity” en agresif ve karanlık riflere sahip albümünüz bence. Tek gitarist ile bu zor olmuyor mu?

İkinci gitara gerek yok ve şu an düşünmüyoruz. Tek gitarın Cenotaph için gayet ideal olduğunu düşünüyoruz.

“Reincarnation in Gorextasy”ye gore tanımlası yapmak mümkün sanırım. “Putrescent Infectious Rabidity” için de aynı tarz bir beklentim vardı açıkcası, ancak dinledikten sonra olağanüstü gore-grind-death metal öğeleri ile karşılaştım. Kısıtlı bir tarzın içinde her albümü farklı yapmayı nasıl başarıyorsunuz?

Biz kısaca brutal death  metal demeyi tercih ediyoruz yaptığımız şu anki müziğe. Ben goregrind, grindcore, death metal, brutal death metal, funeral doom ve old school death metal, arada da black metal dinlemeyi seviyorum. Cihan da death metal, brutal death metal, old school death metal (kendisinin bu tarz grubu da var: Burial Invocation) ve doom/death metal dinlemeyi sever. Bir araya geldiğimizde evde birbirimize sevdiğimiz ya da yeni keşfettiğimiz grupları dinletiriz. Brutal death metal konusundaki müzik zevkimiz genelde aynı ve o yüzden parça yazımında çok fazla karmaşa yaşanmıyor. Aramızda bulduğumuz rifler genelde ikimizin de sevdiği, hoşumuza  giden bir şey olur, boktan bir şey bulmuşsak da zaten ikimiz de çıkan şeyden hoşlanmaz. Orijinal bir albüm yazmak için yeni, taze fikirlerle gelmeye çalıştık ev çalışmalarına. Piyasadaki grupların çoğunu takip  ediyoruz, birbirini tekrarlayan, aynı boku kopyalayan bir ton sıkıcı brutal death ve slam furyası var piyasada ve myspace’te. Cenotaph’ta amacımız her zaman orijinal, sıkıcı olmayan albüm yazmak olmuştur; o yüzden de trend’lerle hiçbir zaman işimiz olmadı. Bir grubu sevdiysem, CD’sini defalarca dinleyebilmeliyim. Kendi albümümü de bir dinleyici olarak düşünüp sıkılmadan dinleyebilmeliyim. O nedenle albüm yazım aşaması bizde zaman alan ve orijinal bir ürün çıkartmak üzerine kurulu bir süreç olduğundan, her albüm bir diğerinden farklı oluyor. Aynı stilde 10 albüm yapmış grupları da seviyorum aslında ama benim demek istediğim bu tarzda değişik tatlarda albümler üretmek daha eğlenceli ve zevkli geliyor bize. Bunu her yeni Cenotaph albümünde duyabilir ve bu gelişimin farkına varabilirsiniz.

Albümde favorim Pustulation With Swarming Insectoids oldu. Sanki bu zamana kadar yapılan en, melodik demek istemiyorum ama en akılda kalıcı çalışmanız olmuş.  Özellikle Lille müthiş bir performans sergilemiş. Sana göre bu albümü en iyi yansıtan çalışma hangisi, ya da senin için özel olan?

Klasik bir cevap olacak ama albümdeki her parçayı seviyorum. Yeni albümden, konserlerde vokal yaparken en keyif aldıklarım Schizoid Acts of Mental Defloration, Consumed by Embryophagy, Embalming ve Paroxymal Mutation diyebilirim. Benim için tabii ki hepsi özel, ama son parça Embryobscure Hypnosis’in havası ve atmosferi daha bir ayrı diyebiliriz. Tüm parçalar Cihan ve benim için değişik hissiyat ve gizli saklı duygular barındırmakta ve parçalar bu şekilde ortaya çıkmakta.

Ben farklı bir sitede yapmış olduğum albüm kritiğinizde kapak resmini yılın en iyi albüm kapağı seçtim. Tasarım ve fikir kime aitti?

Kapaktaki sağ ve sol taraftaki karanlık, gore dünya dışı konsept ve aralara gömülü mutasyona uğramış cesetler konsepti, yerde yatan tohumdan çıkmış iki cenin ve organları yerde saçılmış karakterlerin fikri bana ait. Aslında dikkatli bakarsanız, onlar laboratuvar görevlileri; beyaz kanlı önlükleri var ve fetüsler bunları yiyerek mutasyon geçiriyorlar. Sol ve sağdan ışık süzülmesi, vücut salgılarından et duvarları ve laboratuvar binasının görünen çok az kısmı, ortadaki büyük ana tohumdan çıkan mutasyona uğramış yaratık ve yediği insanların enzim ve vücut parçalarından yukarı doğru yükseliş fikri de bana ve Toshi’ye ait. Bunları anlatmamın sebebi, kapağın “Putrescent Infectious Rabidity”nin konseptini yansıtması. Kapakta anlatılan, enfeksiyonlu, hastalıklı, dünya dışı bir salgın ortamının oluşması, o alanı ele geçirmesi, sarması, etraftaki sivri çıkıntılı dikenli otlar misali etrafı kapatması ve bu enfeksiyonla kudurarak ölen yeni bir katil türün insanları sindirerek yok etmesi, karanlık, tuhaf, çürümüş bir gore dünya haline sokması. Bu konseptin ana fikri bana ait ve bu fikirleri Japon sanatçı Toshihiro Egawa’ya anlattığımda kafamdaki düşüncenin çok yakınının bir taslağı ile bana döndü. İlk eskiz olarak, anlattığım her konsepti ayrı ayrı kara kalemle çizdi, ben de genel komposizyonda bunları nasıl birleştirmemiz gerektiğini söyledim, nerelerde ne olacağını, anlattıklarımın kapakta nerelere geleceğini tarif ettim.

Aşağıdaki karanlık çukuru, ceset ayrıntılarını, yaratıkların dünya dışı görünmelerini, bu dünyaya ait olmayan bir atmosfer ve karanlık bir dünya hissi olması gerektiğini anlattım, diğer ayrıntılara da karşılıklı yazışmalar, fikir alışverişleri sonrasında karar verdik. Tüm renk kullanımına ve renk seçimine Toshi kendisi karar verdi. Arka plan gri ve sarı kapalı gökyüzü onun fikridir ve mutasyona uğramış yaratıklar, ceset ayrıntıları, onun kafasında canlandı ve bize bu harika kapağı 3 ayı alan bir sürede tamamladı.

Albüm ismini Cihan buldu ve o ismini düşünüp kafamda nasıl bir kapak olabileceğini canlandırdım. Toshi’ye kapakta görmek istediklerimizden bahsettim. Ayrıca o da Cenotaph – Promo 2009′u dinledikten sonra yeni albüme çok iyi bir kapak çizmek istediğini, müziğe uygun birşeyler yapmak istediğini belirtti, ben de ona yardımcı olması için yazdığım şarkı sözleri ve parça isimlerini  gönderdim ve kapak Japonya’da karşılıklı bilgi, fikir paslaşımı sayesinde oluştu.

Sonuçtan çok memnunuz. Kapak yazdığım sözlerle aynı doğrultuda ve konseptte oldu. Toshi Egawa ile daha önce de “Pseudo Verminal Cadaverium” albümünde aynı şekilde çalışmıştık. Benim kapakla ilgili bu şekilde ayrıntılı fikir ve bilgi vermem onun hoşuna gidiyor. Her şeyi ona yıkıp “Bize gore bi kapak çizsene” diye karşısına sıfır fikirle çıkan gruplar gibi olmadığımızdan, bizimle çalışmaktan kendisi de memnun.

Beş albüm ile dünya genelinde kalıcı bir hayran kitlesi edindiniz. En çok ilgi gördüğünüz ülkeler hangileri?

Yeni albüm Mayıs sonu gibi çıktı ve şirket ve distrolar ile internetteki download blogları sayesinde dünya geneline baya bir yayıldı. Genelde tüm albümlerimiz brutal death metal ile ilgili çoğu ülke tarafından dinlenmiş durumda. En çok Amerika, Kanada; Avrupa’dan Almanya, İsviçre, İtalya, İngiltere, İspanya, Avusturya; Doğu Avrupa’dan Rusya ve Endonezya, Japonya ve Güney Amerika piyasalarından ilgi görüyoruz. Kesin bir ülke söylemem pek mümkün degil, müziğimizin çok fazla yere yayıldığını biliyorum. Çok alâkasız ülkelerden bile Cenotaph dinleyen ve bilen insanlar çıkabiliyor.

Çalmaktan en keyif aldığınız konser hangisiydi peki?

Küçük underground konserlerde az sayıda sağlam seyirciye çalınanlardan hoşlanıyorum. Büyük sahneli festivaller de güzel oluyor, her ikisinin de ayrı atmosferi var. Ben daha çok iç içe kalabalığın olduğu ufak konserleri seviyorum. Seyirci sahneye ve bize daha yakın duruyor ve daha sıcak, samimi ve enerjik bir konser ortamı oluşuyor. Genelde aynı türden grupların bir arada çaldığı konserleri de seviyorum. İyi ses düzeni olan, her şeyin iyi organize edildiği, içerdeki seyircinin gerçekten bu müzik ve Cenotaph için geldiği konserler en kanlı ve brutal konserler oluyor genelde. Büyük festivallerin avantajı ise bizi hiç dinlememiş kişilere çalmak ve yeni dinleyiciler kazanmak.

Kişisel bir soru daha  sormak istiyorum sana Batu. Kimleri dinlersin ve son aldığın albümler neler?

Tonla brutal death ve grindcore/goregrind albümü dinlerim. Bu aralar evde dinlediklerim Defeated Sanity  (“Chapters of Repugnance”), Colonize the Rotting (“Composting the Masticated”), Orchidectomy (Kanadalı brutal death metal), Coprobaptized Cunthunter (“Failure Prosthesis”). Rusya’da bu grupla turladık, tavsiye ederim. Malignancy  (“Cross  Species Transmutation”), Putridity (“Mental Prolapse….”), Cerebral Bore, Embryonic Depravity, Disgorge, Tyranny (“Black Vistae”), Funeral Doom, Inherit Disease’in yeni albümü, Foetopsy, Cerebral Effusion (“Impulsive Psychopathic Acts”), Demilich (“Nespithe”), Burzum (“Belus”), North, Bohren der Club of Gore (funeral doom jazz) ve bu aralar kayıtlarıyla ugraştığım tek kişilik funeral doom death projem Womb of Decay. Onlar dışında Asphyx, Unleashed’in eski albümleri ve bir ton underground old school death metal demoları. Şu an evde kaset çalarım olmadığından genelde bunları arabada dinlerim.

Son aldıgım albümler; Rusya’dan trade ile aldığım yeni Datura (brutal death), Membro Genitali Befurcator (brutal death yapıyorlar ve albümlerinde bir şarkıda konuk vokalim), yeni Purulent Jacuzzi (goregrind) ve Anal Nosorog (grindcore).

Yakın gelecek planları neler?

Şu aralar konserler başladı yurt içinde, onlarla uğraşıyoruz Cenotaph olarak. Proje gruplarıma da biraz zaman ayırıyorum bu aralar, Drain of Impurity’nin yeni çalışmaları olacak. Bu sene MCD yayınlamıştık, Sevared Records dağıtımını yapmakta. Brutal slamming death metal yapıyorlar. Grotesque Ceremonium isminde ambient funeral doom grubum var diğer bir arkadaşımla kurduğum, onun parçalarıyla uğraşıyoruz. Dinlemek isteyenler myspace’ten bir parçasını dinleyebilirler bu grubun. Tek kişilik projem Womb of Decay’in  (funeral doom death) stüdyoda vokal kayıtlarına da başlayacağım bu sıralarda. Bu projenin ilk çalışması olacak ve toplam 9 parçadan oluşacak.

Yakın gelecek şu an bu şekilde.

Yine teşekkürle bitirmek istiyorum. Bu yoğun temponda beni kırmadığın için sağol Batu. Pasifagresif tayfasına neler söylemek istersin?

Röportaj ve güzel sorular için ben teşekkür ederim, yeni Cenotaph albümünü henüz dinlememiş olan varsa netten indirsin veya konserlerde falan bizden alsın, ya da bulabildiği satış noktalarından (Ankara’da metal shop’lar ve İstanbul’da Hammer Müzik’ten) veya direkt bizden kargo yoluyla yurt içi alabilirler. Mail atarsanız ayrıntılı bilgi veririz. Yeni albüm bir anda dinlenip sindirilebilecek bir albüm değil, o yüzden iyi dinlemeler. Aynı zamanda merch, t-shirt vs. almak isteyenler de mail yazabilirler. Umarım en yakın zamanda bulunduğunuz şehre gelip konser verebiliriz, konserlerde görüşmek üzere. Pasifagresif tayfasına ve okuyucularına da selamlar.

STAY GORE!!

www.myspace.com/cenotaph
www.myspace.com/turkishdeathmetal
batucetin@yahoo.com
batucetin@hotmail.com

Röportaj
Reborn

GEOFF TATE’ten QUEENSRŸCHE ve metal yorumu

Wednesday, November 24th, 2010

QUEENSRŸCHE vokalisti GEOFF TATE, QUEENSRŸCHE’ın bulunduğu konuma ve metal dünyasındaki yerine dair yorumda bulunmuş.

“Metalin ne olduğunu tanımlayan bizleriz. Metali, metal müzik yapan gruplar tanımlar, hayranlar değil. Onlar sadece yapılan müziği dinlerler. Bunu kibirli görünmek için söylemiyorum, ama metal dediğimiz “kutu”, içinde pek çok parametre barındırır. Metal tek yönlü olmak zorunda değildir ve sayısız grup metali tek yönlü olarak alabiliyor ve daha fazlasını yapamıyor. Tek yapabildikleri zaten olanı devam ettirmek. Oysa QUEENSRŸCHE olarak biz, bunun dışına çıkıyoruz. Bir sürü farklı müzikten etkileniyoruz ve albümlerimize baktığınızda, tarihte yapılmış tüm albümlerin izlerini görebiliyorsunuz. Farklı tür ve zamanlarda yapılmış pek çok müziği kendi müziğimize yedirmesini biliyoruz. İnsanların “metal” dediği şeyi alıyor, onun sınırlarını genişletiyor ve yeniden tanımlıyoruz. Amacımız her zaman bu. Geçmişte yaptığımız veya başka bir grubun yaptığı herhangi bir şeyi tekrardan yapmak değil. QUEENSRŸCHE’taki bir müzisyene söyleyebileceğiniz en kötü şey, ona “Demek siz bir metal grubusunuz”, veya “Siz bir rock grubusunuz”, veya “Siz bir progresif metal grubusunuz” demek. Biz bunlardan hiçbiri değiliz. Biz QUEENSRŸCHE’ız. Kategorize edilmeye ve o sınırlı kutunun içinde kalmaya çalışmaya ihtiyacımız yok.”

SIRENIA yeni albüm detaylarını açıkladı

Wednesday, November 24th, 2010

Norveç-İspanyol kırması gotik metal grubu SIRENIA, yeni albümleri “The Enigma of Life”ın detaylarını açıkladı.

Nuclear Blast Records etiketi ile 21 Ocak tarihinde çıkacak albümün içeriği de şöyle:

01. The End Of It All
02. Fallen Angel
03. All My Dreams
04. This Darkness
05. The Twilight In Your Eyes
06. Winter Land
07. A Seaside Serenade
08. Darkened Days To Come
09. Coming Down
10. This Lonely Lake
11. Fading Star
12. The Enigma Of Life
13. Oscura Realidad (bonus)
14. The Enigma Of Life (akustik; bonus )

BETHLEHEM’den EP

Tuesday, November 23rd, 2010

Geç olsun güç olmasın temalı bir haberden daha merhaba.

Alman dark metal grubu BETHLEHEM 22 Ekim’de “Stönkfitzchen” isimli bir EP yayınlamış.

Vokalde SHINING’in delisi Kvarforth’un yer aldığı EP’nin detayları şöyle:

1. Was ihr seid, das waren wir – Was wir sind, das werdet ihr
2. Kalt regelt ab die Krankgeburt
3. Yesterday I Already Died Today
4. Kandierte Verlosung zu Ross
5. Pillerthrillaren
6. The 11th Hour

EP’den “Kalt Regelt ab die Krankgeburt” adlı şarkıyı şuradan dinlemek mümkün.

Not: Haber için burzum’a teşekkür ederiz.

METSATÖLL – Äio

Tuesday, November 23rd, 2010

Ömer Kuş

Yine metal denince pek akla gelmeyen ülkelerden birinden çıkmış bir grupla daha karşınızdayım. Konuğumuz Estonya’nın metal adına en büyük temsilcisi diyebileceğimiz METSATÖLL.

Uzun yıllardır piyasada olan ve Estonya yerel müziğiyle heavy metali birleştirerek ilginç bir karışım ortaya çıkaran grup, son albümleri “Äio”yu bu yıl çıkardı ve rahatlıkla söyleyebilirim ki, bu albüm yılın en başarılı folk metal albümlerinden biri.

“Äio”, ilk albümünü 2004 yılında çıkaran grubun dördüncü albümü. Bu albüm henüz piyasada değilken, grup hakkında okuduğum yorumlardan yola çıkarak 2005 yılında çıkmış olan “Terast Mis Hangund Me Hinge 10218” albümünü edindim. Albüm ismi uzunluğundaki değişim bile grubun ne kadar yol katettiğinin göstergesi bence (evet). Neyse, işte bu uzun isimli albümü açıp dinlemeye başladım fakat üç şarkıdan sonra inanılmaz sıkılıp başka bir zamana erteledim, bir daha da fırsat olmadı ve hâlâ da dinlemedim. Müzik fazla yavaş ve sıkıcı gelmişti. “Äio” ise daha ilk dinlememden itibaren değişken, sıkmayan yapısı ve başarılı besteleriyle beni etkilemeyi başardı. Okuduğum kritiklerde de genelde grubun en iyi işi olduğu söyleniyor, ben diğer albümleri hakkını vererek dinlemediğim için o tip yorumlara giremeyeceğim.

METSATÖLL’ü diğer folk metal gruplarının çoğundan ayıran birkaç güzellik var. Bunlardan ilki, yapılan müzik “folk metal” olarak anılsa da yerel enstrümanlara abanılmaması ve hâlâ metal dinlediğinizi unutturmaması. Flüt, gayda, torupill (Bir tür Estonya gaydası. Daha fazla bilgi isteyenler Tarihi Osmanlı Mecmuası‘nın 3. cüzünün 1912. sayfasına bakabilirler.) gibi enstrümanlar müziği domine etmeyip daha çok destek görevi görüyorlar. Gitar, bas ve davul üçlüsü ise asıl yükü taşıyorlar. Bas demişken, grubun ikinci güzelliğine de değinelim.

“Äio”da bas gitar, müziği yönlendiren ana enstrümanlardan biri. Birçok metal albümünde olduğu gibi diğer enstrümanların arkasına gömülmekten ziyade tam tersine öne çıkarılmış, rahatlıkla duyulabilen ve dinlemesi oldukça keyif verici, lömbür lömbür bir bas tonuna sahip albüm; hastası oldum. Metalde rahat rahat bas dinlemeyi sevenler de bundan hoşlanacaktır diye düşünüyorum. Çoğu şarkıda müziği bir adım ileriye taşıyan bas partisyonları mevcut. En güzel örnekleri Vaid Vaprust ve Kabelimatsid adlı şarkılarda görülebilir. Ama bunlarla sınırlı kaldığı sanılmasın, albüm boyunca bas gitar önemli bir rol oynuyor.

Bir üçüncü güzellik de grup elemanlarının enstrümanlarına gerçekten hakim olması. Diğer folk metal gruplarından alıştığımız basit davullar, klasik zaman ölçüleri yerine zaman zaman progresif metale göz kırpan (göz kırpan diyorum bak, sonra DREAM THEATER fanları albümü dinleyip “Bu ne biçim progresif metal ulaaaan!” diye kapıma dayanmasın) aksak ritimler, nispeten kompleks davul partisyonları gibi şeyler bulmak mümkün. Dediğim gibi olayı abartmasalar da en azından müziğe farklı bir çeşni kattıkları kesin.

Gitarlar da zaman zaman gayet başarılı rifler icra ediyorlar, bazen de basit, doldurma riflerin rahatlığına bırakıyorlar kendilerini. İşte o zaman devreye yerel enstrümanlar giriyor. Grup burada da sınavı geçmeyi başarıyor yani.

Bir de vokallere değinmek lâzım bu noktada. Grubu ilk defa dinleyenleri en çok soğutabilecek kısım Markus adlı bu abinin garip sesi. Sanki şarkı söyler gibi değil de düz yazı okur gibi söylüyor desem bilmem ne kadar açıklayıcı olur. Siz en iyisi bu sayfadaki şarkılardan birini dinleyip kendiniz duyun. “Ya sev ya nefret et” tarzı bir vokal sanki, çünkü okuduğum bazı kritiklerde vokalleri yerden yere vurup albümün notunu hayvan gibi düşürenler var, bense gayet iyi buluyorum arkadaşın sesini, farklı bir yorumu var. Brutal vokal yok ama albümde, onu söyleyeyim. Bütün şarkı sözleri de Estonca ve bence dinlemesi çok zevkli bir dil.

Prodüksiyon daha önce de değindiğim gibi profesyonelce kotarılmış. Her enstrümanı ayrı ayrı duymamıza olanak veren, berrak bir sound’a sahip albüm.

“Äio”nun 14 şarkı barındırması ve biraz uzun olması (tam 1 saat sürüyor) bir eksi olarak gösterilebilse de, bu uzun süreye rağmen pek sıkılmadan albümün sonunu getirmek mümkün. Ama yine de biraz daha kısa olsaydı daha şukela olurdu demekten kendimi alamıyorum.

Bu albümle sesini biraz daha duyuran METSATÖLL, 2010 yılının en başarılı folk metal albümlerinden birine imza atmış. Türün sevenleri kesinlikle bir şans vermeli, vokal bariyerini de aşarsanız baya keyifli bir dinleme sizleri bekliyor diyebilirim. Eğer benim gibi grubun eski albümlerini dinleyip ısınamadıysanız da, “Äio” grup hakkındaki fikirlerinizi değiştirme potansiyeline sahip.

DREAM THEATER’da son durum (Güncellendi)

Tuesday, November 23rd, 2010

DREAM THEATER’ın daha önce duyurulan ve çok gizli tutulan davulcu seçmelerine dair ilk haber, denenen adaylardan biri olmamasına rağmen kendi hazırladığı videoları YouTube’a koyan BLOTTED SCIENCE davulcusu Charlie Zeleny’den geldi. Zeleny, denenmek için çağırılmadığını, ancak çağırılan kişilere çaldırılan parçaları duyduğunu ve kendisinin de YouTube aracılığıyla bu şarkıları çalarak gruba gönderdiğini söylemiş. DREAM THEATER Zeleny’den gelen videoları izlemiş, ancak şu an itibariyle Mike Portnoy’un koltuğuna kimin oturacağına dair bir bilgi yokmuş. Aşağıdan, Zeleny’nin, denemeye çağırılan herkesten çalması istenen üç parça olan Dance Of Eternity, Metropolis Pt. 1 ve A Nightmare To Remember performansları görülebilir.

Diğer bir haber de olayın öbür cephesinden. Mike Portnoy, kısa bir süre önce Classic Rock Prog dergisiyle yaptığı röportajda, grubun kendisi olmadan devam etme kararına ilişkin bir açıklama yapmış:

“Bu çok ironik bir durum. Ben ilişkimizi güçlendirmek için kısa bir ara vermek istemiştim, oysa onlar bensiz devam etmeyi seçerek ilişkimize ciddi zararlar verecek bir yola gitmeyi tercih ettiler; aynı şekilde inşa etmek ve korumak için çok uzun zaman mücadele ettiğim DREAM THEATER mirası da bundan zarar görecek. Bu arayı isteme sebebim müzikal gidişatla ilgili bir şey değildi. Onlarla birlikteyken onlardan hep büyük ilham aldım ve son iki albümümüzle de önceden çıkardığımız her şey kadar gurur duyuyorum.

Asıl sorun, dışarıdan görünmeyen, grup içindeki kişisel ilişkilere dair sorunlardı. Evet, görünüşte DREAM THEATER için her şey harika ve yolunda gözüküyor… Download ve Wembley’de çalmamız, Amerika’daki IRON MAIDEN turnesi, Billboard listesine ilk 10′dan girmek; bunlar hep hoş şeyler. Ama bunun altında büyük bir sürtüşme, yorgunluk ve bezme söz konusu. Düşünsenize, grupta diğer elemanlarla aynı odada dahi durmayan bir kişi var ve onu sadece sahneye çıkınca ya da imza günlerinde görüyoruz; ve bu durum yıllardır devam ediyor. Diğer elemanlarsa günlük grup işlerinden şikayet edip duruyorlar. Bence bunlar, bir grubun mola vermesi, birbirlerinden biraz uzak kalması, yorgunluk atması ve yeniden başlamak için gereken o taze kıvılcımı hissetmesi adına yeterli sebepler. Tüm bunları yaşayıp da, TRANSATLANTIC veya AVENGED SEVENFOLD’la turlarken sürekli eğleniyorsanız, her an birlikte vakit geçirebiliyorsanız, birlikte yemek yiyip bir arada olmaktan mutlu oluyorsanız, insan ister istemez düşünüyor…

Bence DREAM THEATER’ın, ilişkilerimizi güçlendirmek adına gerçekten de bir araya ihtiyacı vardı. Bu ayrılığın ardından, kendilerine gelip grubu ayakta tutmak ZORUNDALAR. O yüzden eminim ki sorunların üstüne giderek onları düzeltmeye çalışacaklardır. Bunu yapmam adına beni azıcık beklemedikleri için üzgünüm.

Durumun bu hale gelmesinden ve beni ayrılmak zorunda bırakmalarından NEFRET EDİYORUM. Ama bu hisler altında, ortada hiç sorun yokmuş gibi davranıp Ocak ayında yeni bir albüme başlayamazdım. Buna hazır değildim. Güvenli ve kolay yoldansa, zor ve mücadeleli yolu seçtim. Kalbim bugüne dek hiç yanılmadı ve her zaman beni mutlu eden şeyleri yaptım.

Şu anda AVENGED SEVENFOLD’la çaldığım için çok mutluyum ve beni mutlu eden bir şeyi bırakıp beni mutsuz eden bir şeye geri dönmeyeceğim. Kariyerimi ve hayatımı yapmak “zorunda” olduğum şeyler üzerine değil, yapmak “istediğim” şeyler üzerine kuracağım.”

Portnoy açıklamasının kapanışını da şöyle yapmış:

“25 yıldır DREAM THEATER ve hayranlarımız için kararlar veriyordum… Hayatımda ilk kez Mike Portnoy için bir karar verdim.”

*****************

Ekleme (26.11.2010): DREAM THEATER’ın geri kalan üyeleri, Classic Rock Prog dergisine kapsamlı bir röportaj vermişler. Buna göre Mike Portnoy’un yukarıda bahsettiği ve gruptan ayrı takıldığını söylediği kişi John Myung’muş. Ancak grup üyeleri röportajda bunu normal karşıladıklarını belirtmişler.

Röportajdaki en net yorum Jordan Rudess’den gelmiş. Rudess olayı şöyle açıklamış: “Mike’ın AVENGED SEVENFOLD’da çalarken DREAM THEATER’ın ara vermesini istemesini hoş karşılamadık. Grupta çalmadığı bir sırada grubu kontrol etmeye çalışması karşısında bize başka seçenek bırakmadı; madem kaptansın, gemini terk etmemelisin. Terk ettiysen bile, içeride dört kişinin daha bulunduğunu ve bu kişilerin tüm hayatlarının DREAM THEATER olduğunu düşünüp, ona göre, daha düşünceli davranmalısın.”

THROWN TO THE SUN ilk şarkısını yayınladı

Monday, November 22nd, 2010

İstanbullu yeni grup THROWN TO THE SUN, 2011 başlarında çıkaracağı EP’sinden “Ravenous Sun” adlı şarkıyı yayınladı. Şarkıya alttaki player’dan veya onun altındaki resimden ulaşmak mümkün.

THROWN TO THE SUN – Ravenous Sun by throwntothesun


“Ravenous Sun”da eski THE BLAME vokalisti Aykut Özen de konuk vokalist olarak THROWN TO THE SUN’a eşlik ediyor.

Şu sıralarda kayıtlarla uğraşmakta olan THROWN TO THE SUN’ın yayınladığı ilk teaser’a da şuradan ulaşabilirsiniz.

THROWN TO THE SUN kısa bir süre önce de Bahadır Sarp’ı ikinci gitarist olarak kadrosuna katmıştı.

THROWN TO THE SUN @ Twitter
THROWN TO THE SUN @ Facebook

THOSE WHO LIE BENEATH – An Awakening

Monday, November 22nd, 2010

Bir zamanlar ülkemizde Prestij Müzik ve İdobay gibi ünlü firmalardan çıkan albümleri edinip, beyaz Şahin’imizle mahalle mahalle dolaşırken son ses dinlerdik. Para verip alacağımız albümleri seçerkenki en büyük etkenler ise Kral TV’de dönen klipler ve müzik şirketleriydi. Tıpkı bizde olduğu gibi. Metal camiasında da işler aşağı yukarı böyle yürümekte. Metal dinleyicileri olarak internetteki ya da müzik kanallarındaki kliplere ve ünlü şirketlerin kataloglarına bakarak kendi beğenilerimiz çerçevesinde yeni gruplar keşfediyoruz.

Misal en çok takip ettiğim müzik şirketleri Metal Blade Records, Earache Records ve Relapse Records. Sık sık bu şirketlerin internet sitelerini ziyaret edip, kataloglarında neler var, neler yok, yeni neler gelmiş diye bakarım. Az sonra ayrıntılı olarak bahsedeceğim Those Who Lie Beneath ise yine netteki bakınmalar sonucunda keşfettiğim bir grup. Grup aslında Rıse Records’a bağlı ama Avrupa’da albümlerini Metal Blade Records dağıtıyor.

Those Who Lie Beneath tarz olarak teknik death metal icra etmekte. Grup elemanlarından bazılarının saçlarının kısa olması ve aralarda kullandıkları breakdownlar yüzünden deathcore yaptıkları düşünülse de, Chelsea Grin ya da Rose Funeral gibi safkan deathcore gruplarıyla pek alakaları yok. Müziklerinde kullandıkları jazz, hardcore ve black metal öğeleri ise yaptıkları müziğin lezzetini epey bir arttırmakta.

Canlı performanslarda ailesi memlekete gittiğinde kız arkadaşını eve davet eden Türk çocuğu kadar enerjik ve güçlü olan Those Who Lie Beneath’in, Behemoth, Aborted, Misery Index, Rotten Sound, Origin, Shining, Septicflesh, The Red Chord ve Despised Icon gibi camianın klâs gruplarıyla aynı sahneyi paylaşmış olması da hiç şaşırtıcı gelmiyor.

“An Awakening” grubun ilk albümü. Albüm içerik olarak ölüm, cinayet ve seri katiller gibi olayları barındırmakta. Tüm bunların yanı sıra grubun din karşıtı bir duruşu da var. Vokalist Jamie Hanks, klasik death metal brutal vokali ile hardcore brutal vokali arası bir sese sahip. Açıkçası bu tarz brutal vokali çok tutuyorum. Senelerden beri birbirinin kopyası olan brutal vokallerden sıkılanlara bu azman arkadaşın vokali ilaç gibi gelecektir.

Albümde en çok beğendiğim iki ayrıntı var. Birisi hayvansal davul performansı. Ekstrem müzikte uzak ara en çok önem verdiğim ayrıntı olan davul iyiyse o grubu kesin sevebiliyorum. Diğeri ayrıntı ise albümün tamamında bulunan enfes gitar soloları. Bu ayrıntı da davulun tam tersine ekstrem müzikte en az önem verdiğim özelliktir. Ancak albümün genelinde bulunan gitar soloları o kadar enfes ki, bu işe pek önem vermeyen biri olarak bile sololara dikkat kesilmekten kendimi alıkoyamıyorum.

Albümde müzik zevkime göre fazla melodik olan kısımlar bulunmakta. Bu benim için bir eksi olsa da eminim ki birçok kişi için artı olabilir. Tekniklik dozu ise yeterli seviyede. Hatta aşırı tekniklikten haz etmediğim için benim açımdan bu doz tam sınırda diyebilirim. Dinleyicinin kafasını fazla yormayıp, müziği mastürbasyon haline getirmeden teknik olabilmeleri ise grubun ayrı bir güzelliği.

Sonuca gelirsek; teknik, melodik, gaz ve enerjik bir albüm. Diğer ayrıntıları es geçsek bile sadece davul ve gitar soloları hatırına bile dinlenir. Ki çok nazlı olmayan her ekstrem müzik dinleyicisi bu grupta kendi zevkine göre bir şeyler bulacaktır.

ismail vilehand

DARKEST HOUR yeni albüm adını açıkladı

Monday, November 22nd, 2010

DARKEST HOUR yeni albümünün adını “The Human Romance” olarak açıkladı.

Henüz başka bir detayını bilmediğimiz albüm, 22 Şubat’ta ortamlarda olacakmış.

WINTERSUN süründürmeye devam ediyor

Sunday, November 21st, 2010

İkinci albümü “Time”ı son otuz yıldır çıkarmaya çalışan WINTERSUN insanı Jari Mäenpää, yakında çıkar diye düşünülen albüme dair bir açıklama yapmış.

“Synth’leri ve orkestral bölümleri Noel’e kadar yetiştireceğimi umuyorum” diyen Mäenpää, işler yolunda giderse Aralık sonunda miksaja başlayabilecekmiş. “Kalan bazı vokalleri de miks sırasında yapacağım” diye devam eden Mäenpää, grubun yeni albümünü merakla bekleyenlere darallar getirecek kısmı da sona saklamış:

“Miks konusundaki tek sorun, şu anki bilgisayarımın bu büyük proje dosyalarını kaldıracak güçte olmaması. Yeni bilgisayar ve ekipman alacak param da olmadıgından, bu konuyu bağlı olduğumuz şirketle konuştuk ve onlar da birkaç konser verip insanlara WINTERSUN’ın hala hayatta olduğunu gösterdiğimiz takdirde bize bu yardımı yapacaklarını söylediler. Biz de albümü tamamlayabilmemiz için gerekli bu yardımı alabilmek için dört adet konsere çıkmaya karar verdik.

Bu konserler için prova yapmak ve yeni konser ekipmanını denemek de zaman alacağından, az önce bahsettiğim miksaj takvimi bundan olumsuz etkilenecek gibime geliyor.

Onun dışında, gelecek parayla alacağımız yeni bilgisayarın da bu proje üzerinde çalışabilecek güçte olduğunu görmek için çeşitli denemeler de yapmak gerekecek. Şu anki software ne yazık ki hala 64-bit değil ve 4GB RAM limiti de bizi zorlayacak, zira proje dosyaları şimdiden 3GB RAM yemeye başladı bile.

Bu sorunu da en hızlı şekilde aşmaya çalışacağım.”

Kısacası, grubun hayranları daha epey bekleyecek gibi gözüküyor.

Bu arada, Dünya Metal Grupları Basın Açıklaması Konseyi, yaptığı açıklamada WINTERSUN’ın bir basın açıklamasında “64-bit” ve “4GB RAM” gibi ifadelere yer veren ilk grup olduğunu belirtti.

WINTERSUN’ı kutluyoruz.

ENMITY – Illuminations of Vile Engorgement

Sunday, November 21st, 2010

Metal Archives’daki kimi kritikleri okuduktan sonra bu albüm yazısına nasıl başlayacağıma karar veremedim. Bomboş bir kağıdın ortasını küçücük siyah bir noktanın işgal ettiği bir tablonun ‘post-modern’ sanatsal bir eser olarak milyonlarca dolara varan açık artırmalarda satıldığı bir yüzyılda yaşayan biri olmama rağmen, hatta sanat teorileriyle ilgili olmama rağmen ezici çoğunlukla tüketim ve eğlence olsun diye yazılmış bu müzik türünde, yani metal müzik türünde bazı albümlere bünyem ters tepki veriyor. Ama bu ters tepkime, ters düşünceme ters düşen çeşitli kritik yazarlarının yazdıkları düşünceleri okuduğumda takdir etme, değer bilme, sınıflama kabiliyetlerimden şüphe ediyorum. Çünkü bu albümü beğenmeyenleri suçlayanlar var. En sık ima edilen şeylerden biri bu albümün sadece seçkin kulaklara hitap edeceği ve beğenmeyen herkesin birer popçu olduğu yönünde. Ülkemiz gazetelerinin büyük çoğunluğunu oluşturan dar görüşlü, milliyetçi ve sabit fikirli köşe yazarlarının başkalarının fikirlerini dikkate almadan yalnız kendi sürülerine yönelik yazdıkları yazılarından birini okuduğunuz hissine kapılmamanız için bu kullanıcıların albüme verdikleri puanı parantez içine yerleştirerek önünüze bu kritiklerden çevirdiğim üç paragrafı getiriyorum.

‘’Bu albümün death metal muhitinde yoğun bir şekilde nefret uyandırdığı gerçeği, iki anlama geliyor: birincisi, bu albümün gelmiş geçmiş death metal albümlerinin hiç kuşkusuz en iyilerinden biri olduğu, ve ikincisi, death metal muhitinin önceliklerinin son derece işleyemez durumda olduğu gerçekleridir. Yani, mantıklı düşünürsek, eğer death metal müziği isabetli nedenlerden ötürü, mesela her şeye karşı brutal ve canavarca yönelimleri yüzünden dinliyorsak, bu albüm ‘melodi’ ve ‘yapı’ gibi şeylerden tamamen sakındığına göre bizim için kusursuz olmalıdır, değil mi? Ama death metal muhiti hakkındaki gerçek belki bundan biraz daha acı verici: Enmity aslında death metal hayranları için bile AŞIRI BRUTAL. Bu hayranlar Obituary ya da Yanni gibi pop müzikleri dinlemekle daha iyi yapacaklardır kuşkusuz. Ama cool insanlar bu albümü tekrar ve tekrar dinleyecektir çünkü Hacksaw Spinal Butchery şarkısında bir rif duymuş olabildiklerini düşünmüşlerdir.’’(Muloc7253, 9,6/10)

‘’Bir senedir dinlediğim Enmity bu süre içinde favori death metal albümlerinden biri oldu. Hatırda kalıcı nakaratları ya da rifleri olmamasına rağmen ‘Illuminations of Vile Engorgement’ albümü ne zaman dinlerseniz dinleyin baştan sona kesinlikle eğlenceli olan albümlerden biri. Doğrusal bir şekilde anlaşılması mümkün olmayan çok tuhaf, brutal bir death metal albümü bu. Pasajları ezberlemek mümkün değil. Albümdeki hiçbir öğe kulağa hitap etmiyor ve albüm neredeyse hiç melodi barındırmıyor. Bu, death metalin yeni yüzü.’’ (Noktorn, 9,6/10)

‘’TV’deki karıncalı ekranlara hiç gözünüzü diktiniz mi? İlk bakışta tamamen rastlantısal gibi görünür, ama bir süre sonra hipnotize olur ve karmaşıklığın içinde ufak tefek motifler görmeye başlarsınız. O küçük beyaz karıncalar birbirleri etrafında dolanıp duran küçük arılara benzerler. Bilirsiniz, arılar birbirlerinin etrafında rastgele dönmezler. Bir düzenleri vardır.’’ (Cheeses_Priced, 6,8/10)

Kendimden şüphe etmeme neden olan şey yalnız bu paragrafların içeriğinden değil, aynı zamanda bu paragrafların benim de severek dinlediğim grupları anlayan, beğenen, öven ve takdir eden kimseler tarafından yazılmış olmasından da kaynaklanıyor. Eğer bu kullanıcıların yüksek puan verdikleri çeşitli kritikler arasında yalnız Enmity gibi adı sanı duyulmamış, aşırı, abartılı grupları görseydim herhâlde kendimi daha güçlü, daha güvenlikli hisseder, bu kullanıcıların can sıkıntılarını müzikte çeşitli fikirlerin uç noktalarda uygulanmalarına tanık olmakla öldürdüğünü, gerçekten müzikal değeri olan şeylerle ilgilenmediklerini varsayardım. Ama öyle olmadığına göre albümün kötü olduğunu değil, benim bu albümü anlamak üzerinde bir keramet eksikliğim olduğunu varsaymam gerekiyor sanırım. Ama yalnız benim değil, bu albümün kötü olduğunu benim gibi düşünen diğer M.A. kritiklerinin sayısı iyi olduğunu düşünenlerle eşit olduğu için kendimi biraz da bir günah keçisi bulmuş olmanın, bir tarafa geçmenin kolay avunduruculuğuna bırakıyorum. Sözgelimi:

‘’Beyler, size Enmity’i takdir ediyorum, gelmiş geçmiş en sert grup. Şaşırmayı gerektirmeyen bir biçimde, size yine Enmity’i takdir ediyorum, gelmiş geçmiş en berbat grup. Cidden. Gelmiş geçmiş en berbat grup.’’ (MutatisMutandis, 0/10)

‘’Neden bu sayfadasınız ki? Bu grubun var olduğunu bile unutun. Hem ben kime kritik yazıyordum? Hmm, hatırlamakta zorlanıyorum.’’ (Necropsychotic, 0/10)

‘’İtiraf etmeliyim ki bu albüm hakkında söylenen berbat şeyler beni bu albümle ilgilenmeye iten esas şey olmuştu. Bu albüm, ‘’Bir dinleyeyim yahu şunu,’’ demenizi gerektiren albümlerden biri. Sonuç olarak söylendiği kadar saçma ve boktan çıktı. Eğer sizin de benim gibi bir kahkahaya gerçekten ihtiyacınız varsa bu albümü bir deneyin.’’ (BloodIronBeer, 0/10)

‘’Eğer Enmity’nin 2005 çıkışlı faciasını en kötü olarak düşündüğünüz albüm seçmediyseniz hatalısınız. Her ne kadar Illuminations of Vile Engorgement belki mutlak en kötü olmasa bile, o kadar korkunç bir şekilde berbat ki sıfırdan fazla bir puanı hak etmiyor.’’ (MikeyC, 0/10)

Illuminations of Vile Engorgement, bir death metal albümü. Ama kritiği buraya kadar okuduysanız sıradan bir albüm olmadığını anlamışsınızdır. Enmity, bu albümde death metalin brutal niteliğini en uç sınırlara taşımış. Gitarlar o kadar alçak perde akord edilmiş ki, müzik kulağa hareket etmeyen yekpare bir sertlik bütünü gibi geliyor. Müzik diyorum ama buna müzik demek mümkün mü bilmiyorum. Gitarın en boğuk telinin ilk üç perdesinden aşağı inip inmediği bile anlaşılmıyor. Yer yer Suffocation’ı andırıyorsa da bu müzikal yapısından ziyade tınısından kaynaklanıyor. Şarkı sözleri Lord Worm’u anımsatan boğuk vokaller üzerinden okunuyor. Davul zilleri aşırı boğuklaştırıldığı için müziğin çimento katılığına gömülüyor. Bunun ötesinde duyup duyabileceğiniz sadece saplantılı blast beatler olacak. Ayrıca albüm boyunca bir bebek çığlığını anımsatan bir ses süregidiyor.
Albüm boyunca tek bir melodi yok. Rifler hiçbir zaman akılda kalıcı değil. Şarkıları birbirinden ayırt etmek mümkün değil. Yanlış bir izlenim vermek istemem. Burada Brain Drill’in rastgele, karmaşık, bol ve hızlı notalarından ziyade, tam tersine, tipik, formülatik ve basit tek bir rif ya da sade bir akord bileşiminin hiç değişmeden üst üste tekrarlanması var. Bunu her bir şarkının değişik rifleri tekrar ettiği için değil, her şarkının aynı rifleri tekrar ettiği için vurguluyorum. Bloated Slabs isimli giriş parçanın ilk on saniyesini dinlemek, albümün tamamını dinlemekle aynı olacaktır.

Tuhaflıklar bunlarla bitmiyor. Grup hangi fikirlerden yola çıkıp bunları gerçekleştirmiş bilmiyorum ama samimiyetle farklı bir şey mi yapmak istemişler yoksa metal muhitini trollemeyi mi amaçlamışlar pek anlayamadım. Çünkü albümün ‘intro’ parçası albüm girişi görevi görmek yerine albümün beşinci parçasının yerini dolduruyor. Çiğ black metal albümlerinin tınısından bile daha ham, kalitesiz, cızırtılı bir prodüksiyon yapmış olmaları sanırım ancak müzik müzesinden çaldıkları antika stüdyo cihazlarını kullanmalarıyla açıklanabilir. Ayrıca albümün birbirinden ayırt edilemeyen şarkıları bitip son parçaya geldiğimizde şimdiye dek dinlediğimiz abartılı müziğin aksine bir klasik gitar enstrümantaliyle karşılaşıyoruz. Pek parlak bir parça değil. Albümün kalanına kıyasla son derece dinlenebilir ama bütün bunların üstüne neden bu parçanın geldiği merak uyandırıyor. Acaba dinleyicilerin şok geçirmesini, bütün bu tuhaf fikirlerin karşısında kafalarının karışmasını ve albüm bitince ayağa kalkıp şevkle alkışlayacaklarını mı beklemişler bilmiyorum ama yukarıda gösterdiğim kimi kritiklere bakılırsa kısmen amaçlarına ulaşmışlar gibi görünüyor.

Yaptıkları işin tamamen boş olmadığını da düşünenler vardır mutlaka. Kafa sallayabileceğim birçok death metal albümü varken hiçbir müzikal değeri olmamasına karşın sırf deneyselliği için farklı bir albüme yer açabilecek kadar açık fikirli olduğuma inanıyorum ama bu albümün sıkıcı bir fikir olmaktan öteye gidemediğinden başka bir şey kanıtlamayacaktır sonuçta. Bir müzik karakteristiğinin uç noktalara taşınmasını sağlamak, yani ne kadar brutal olunabilir karakteristiğini bir konsept albümle yanıtlamak herhangi bir anlam, amaç ve önem taşımayacağı gibi ne eğlendirici olacaktır ne de birilerine yaratıcı fikirler aşılayacaktır. En azından çoğumuz için eğlendirici olmayacaktır desem daha doğru olur. Çünkü yukarıda alıntıladığım gibi kimi insanlar bu albümü dinledikleri her kez eğlenceli bulduklarını söylemişler. Ben nasıl bir eğlence bulduklarını anlayamadığımı itiraf ediyor ve Brain Drill’in mi yoksa Enmity’nin mi gelmiş geçmiş en boktan death metal grubu olduğuna karar veremediğimi sizlerle paylaşarak bu gereğinden fazla uzayan kritiğe noktayı koyuyorum.

Ertuna YAVUZ

LARS ULRICH: Dünyanın en büyük U2 hayranı

Sunday, November 21st, 2010

LARS ULRICH geçtiğimiz günlerdeki bir röportajında U2′ya dair düşüncelerini açıklamış.

“Dünyanın en büyük U2 hayranı benim. Hatta biraz abartırsam grubun groupie’si olduğumu bile söyleyebilirim. U2′yla çalmak… Bunu o kadar çok istiyorum ki, gerekirse araba parkında bile çalarım. Onlar da tıpkı bizim gibi 30 yıldır faaliyette olan ender gruplardan; yaptıkları şeylere karşı büyük bir hayranlık ve yakınlık duyuyorum… Beni müzikal anlamda çok etkiliyorlar. Müziklerine bayılıyorum, kendilerini tekrar tekrar yenilemelerine bayılıyorum ve hem büyük, hem de küçük çaplı düşünebilmelerini çok seviyorum. Her şekilde başarılı olmayı biliyorlar.”

CROWBAR yeni albüm adını açıkladı

Sunday, November 21st, 2010

Sludge metal efsanesi CROWBAR 6 Şubat’taki çıkacak yeni albümünün adını “Sever The Wicked Hand” olarak açıkladı.

Diğer ayrıntılar da zamanla.

Bursalı hard rock grubu KARAMESAİ yeni şarkılarını sundu
BENIGHTED’dan klipli yeni şarkı
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.