Güzel İngilizcemizde pek sık rastlamadığımız bir kelime olan “palimpsest”, üstündeki yazılar silinmiş ve üstüne yeni yazılar yazılmış ancak silinen eski yazıların da belli belirsiz okunabildiği kâğıt, parşömen, el yazması anlamına geliyor. Böylesi spesifik bir durumu karşılayan tek bir kelime olması ne kadar müthişse, böylesi rengârenk şarkılar yapan tek bir grup olması da o kadar harikulâde.
Progresif metalden punk rock’a, metalcore’dan mathcore’a farklı sularda yüzebilen ve hepsinin kıvamı gayet yerinde bir bileşimini sunan Kanadalı grup, yeni albümü “Palimpsest”te de kendilerinden alışık olduğumuz çok yönlülüğü olanca yaratıcılığıyla sunuyor. “Fortress” ile en büyük patlamasını yapan ve sonrasında kitlesini giderek genişleten PROTEST THE HERO, zaman içerisinde hem progresif yönünü biraz törpülediği şarkılar yaptı hem de “Kezia”dan bu yana devam eden tutarlı manyaklığını sürdürdü. PROTEST THE HERO’yu çekici kılan şey en başından beri bu adamların aynı anda hem yaramaz hem de usta olduklarını hissettiren yaklaşımlarıydı. Haylaz mizaçlı vokalist Rody’nin kliplerdeki yıldız ışığı ve sevimlilikleri bir yana, adamlar çok üst düzey müzisyenlik sergiliyor ve hiç de hafife alınmayacak türde üst düzey besteler yapıyorlardı.
“Palimpsest”e baktığımızda kelimenin anlamını anlamlı kılacak bir PROTEST THE HERO görüyoruz. “Kezia”daki sertlik, “Fortress”taki delirmiş sanatsallık ve sonrasındaki işlerde değinilen pek çok şey alt metinlerde kendilerini belli ediyorlar, lakin bunların üstüne kurulmuş olan ve bence PROTEST THE HERO’nun bugüne dek yaptığı en oturaklı ve ayakları yere sağlam basan beste anlayışlarını da yine kelimenin anlamını karşılayacak şekilde ön planda, belirgin şekilde okuyabiliyoruz. Progresif yapı çok net şekilde baş rolde ve özellikle vokal melodisi yazımı ve akılda kalıcılık konusunda grup ustalık eserlerinden birini veriyor.
En başından beri muazzam bir ikili olan gitaristler Luke Hoskin ve Tim Millar’ın riflerle melodileri iç içe geçirdikleri eklektik beste anlayışları “Palimpsest”te doruğa ulaşmış durumda ve albüm enstrümantal olsa da neredeyse aynı etkiyi yapabilecek düzeyde zengin, değişken, dopdolu bir yapıda. Ta o “Sequoia Throne”lardan beri gördüğümüz dramatik, gelgitli beste yapıları albümün geneline hâkim durumda ve blast beat’lerin havada uçuştuğu anlardan en narin kırılganlıklara dek albümün her yanı farklı bir duygu ve müzisyenlik gösterisiyle dolu.
Bu noktada albümdeki vokal melodisi kalitesini tekrardan vurgulamak istiyorum. Rody özellikle nakaratlarda hayatının performanslarından bazılarını sunuyor ve PROTEST THE HERO tarihinin en iyi, akılda kalıcı ve yaratıcı anlarından bazılarına imza atıyor. “Palimpsest”i en az 30 kez dinlemiş bir insan olarak, albümdeki her şarkı bir başkasının favorisi olabilecek düzeyde renkli ve karakteristik unsurlarla dolu. Her şarkıda “buna da klip çekilir” hissiyatıyla doluyorum ve neredeyse hiçbirini bir diğerinden ayıramıyorum. Albümün sözel konsepti içerisindeki geçişlerden sorumlu 3 enstrümantal geçiş parçası bile albümün tansiyonunun ayarlanması konusunda belirli bir görev üstleniyor ve bu sayede albümün hiçbir anında bir öylesine yapılmışlık hissetmiyorsunuz.
Grup elemanlarının albüme dair yorumlarına baktığımızda “Palimpsest”in kayıt sürecinin çok zorlu olduğunu vurguluyorlar. Bunu hem bestelerin kompleks yapısı ve duygusal derinliği anlamında hem de Rody Walker’In eşinin hamile olması dolayısıyla evinin bodrumuna bir stüdyo inşa etmesi ve eden ayrılmadan kayıtları tamamlaması gibi lojistik taraflardan görüyoruz. Albüm tüm bu renklilikleri, aslında epey sıkıntılı karşılanabilecek bir konsepti ele almak için kullanıyor. Albümün sözel konsepti Trump ve ABD’nin günümüzdeki büyüklük algısı üzerinden bir ABD eleştirisi üzerine kurulu. Rody albümün temasını “Trump’ın ve Trump destekçilerinin büyüklük (Make America Great Again) anlayışının sadece yaşlı, beyaz, erkek ve zengin olan insanlar için değer taşıdığını ve onlara hizmet ettiğini” savunuyor ve albümün temasını da bu fikir üzerinden büyütüyor.
ABD eleştirisi üzerine kurulu diğer bir albüm olan PAIN OF SALVATION – “Scarsick”te gördüğümüz müzikal kimliğin aksine PROTEST THE HERO burada tamamen kendi silahları üzerinden ilerliyor. PAIN OF SALVATION “Scarsick”te “Disco Queen” ve benzeri birtakım şarkılarla ABD’yi “ABD’nin anlayacağı dilden” eleştirmiş ve başarılı bir sonuç elde etmişti. PROTEST THE HERO’nun zaten ABD’yle iç içe bir ülke olan Kanada’dan çıktığından bu tarz bir olaya girmemiş ve tamamen PROTEST THE HERO’ya özgü müziğini devam ettirmiş. Bu noktada bu müziğin belirli açılardan ne kadar değerli olduğunu vurgulamak ve yazının başlığının neden bu şekilde olduğunu açıklamak istiyorum.
Kuruluşunda gayet heyecan verici bir oluşum olan Sumerian Records’ın zaman içerisinde 2000 sonrası metalini nasıl şekillendirdiğine hep birlikte tanık olduk. Burada bir bozulmadan, kötü niyetli bir manipülasyondan söz etmiyorum tabii ki. Şirket bunca yıl içerisinde sayısız başyapıt çıkardı, harika albümlere imza attı, mükemmel grupları metal piyasasına kazandırdı. Burada sıkıntılı olarak niteleyebileceğimiz şey, Sumerian Records’ın kadrosuna kattığı grupların bir yerden sonra çok baskın bir sound’u birbirlerinin %100’e yakın muadili olacak şekilde icra etmesi ve Sumerian Records’ın bir müzik şirketinden ziyade özellikle 2010 sonrasının belirli bir müzikal yaklaşımını ifade eden şemsiye bir terim hâline gelmesiydi. Metalcore, teknik unsurlar, progresif yapı, melodik rifler, MESHUGGAH’nın çeyrek asır önce yaptıklarından beslenen ve her şeyleriyle modern bir sound’un peşinden giden bu gruplar, bir yerden sonra şirket bünyesine katılan yeni grupların silikleşmesine; deneyimli bazı grupların ise sound’larını bu “tutan” formüle uyarlamalarına neden oldu. Sumerian Records’ın işine bakmasını gerektiren olayı da işte tam burada görüyoruz. Temelinde progresif metal icra eden PROTEST THE HERO aslında Sumerian Records’ın 6 okunda belirtilen tüm özellikleri de öyle ya da böyle içinde barındıran bir grup. Metalcore kimliği, teknik unsurlar, progresif yapı, melodik rifler, hiçbir zaman djent’e kaymasa da MESHUGGAH’nın doksanların ortalarında yarattığı unison olayların ve aksak ritimlerin yer yer kullanılması gibi pek çok olay aslında PROTEST THE HERO müziğinde bir çatı altında buluşturuluyor. Bu açından baktığımda, “Palimpsest”i dinlerken aklıma gelen şeylerden biri; Sumerian Records’ın son yıllarda 30-40 grupla yaratmaya çalıştığı müzikal değerin daha üstününün, daha anlamlısının PROTEST THE HERO tarafından tek bir albümle yaratılmış oluşu. Albümdeki şarkılar tekil olarak çok ince işlenmişler, üzerlerinde deli gibi uğraşıldığını hissettiriyorlar, iç içe geçmiş sayısız fikir barındırıyorlar ve tüm bunların sular seller gibi akıcı biçimde sunulmasıyla “Palimpsest” bence doyumsuz bir müzikal şölene dönüşüyor.
PROTEST THE HERO gerçekten çok renkli ve sağa sola kollar uzatan bir müzik yapıyor, bu nedenle de herkes farklı bir albümünü bir diğerinden öne çıkarabilir. Benim zevklerim doğrultusunda albümü “Fortress”tan sonra çıkan en iyi PROTEST THE HERO albümü olarak görüyorum. Başkası “Volition”ı sever, bir diğeri “Scurrilous”ı tercih eder, “Kezia” gibisi gelmedi der, bunlar normal. Ben grubun bu albümdeki beste anlayışını ve rif, melodi ve vokal yazımını çok beğendim, o yüzden hiç düşünmeden kocaman bir puan veriyor ve bu incelemeyi de noktalıyorum.
Bence tartışmalı bir albüm. Kimine göre çok iyi olsa da hiç beğenmeyininin olmasına da gayet müsait. Ben açıkçası hayal kırıklığına uğrayanlardanım. Ki albümün öyle çok kötü olduğunu da düşünmüyorum aslında.
Ama ben bu albümü sevemedim. Çok denedim ama sevemedim. Önceki protest the hero albümleriyle kıyaslayınca bana çok zayıf göründü. Grubun alametifarikası komplekslik azalmış, BTBAM’nin bende çekiciliğini kaybettiren bi yapıya dönmüş besteler. Sertlik de bi nebze azalmış. Ortada çok güçlü bir konsept ve anlatım var kabul, ama grubu özel kılan beste yapısından geriye pek bir şey kalmamış. Albümü pek çok kez tekrar tekrar dinlememe rağmen akılda kalıcı bir tarafı da olmadı bende.
@Canoir, sağ ol. Ben akılda kalıcılık konusunda tam tersini düşünüyorum ama tamamen kişisel bir konu olduğu için fikir ayrılığı bile sayılmaz.
BTBAM beni çok üzdü. “Colors”dan sonra imkânı yok sevemedim. “Colors”ın ardından yaptıkları hiçbir albümü, hiçbir şarkıyı sevemedim. Tek bir şarkıyı bile. Çok acayip bir durum. Geçen bir davul hocasının reaksiyon videosunda “Voice of Trespass” adlı şarkıya denk geldim, resmen üzüldüm. Swing’le, Broadway sound’uyla BTBAM’ı hiç bağdaştıramadım. Daha fazla soğumamak için ortasında kapattım.
Sorunun %90′ı benden kaynaklanıyor olsa gerek ama kesinlikle BTBAM dinleyemiyorum artık. Varsa yoksa Selkies, All Bodies, Alaska, “Colors”.
@Ahmet Saraçoğlu, ben de great misdirect sonrasında soğudum. Great misdirect’i baya seviyorum hatta, Colors’ın bi tık altı benim için. Parallax’lar ile sıradanlaştıklarını düşünüyorum. Son Automata’lar ile denedikleri şeyleri ben de çok sıkıcı buldum, sanırım BTBAM defteri benim için sonsuza dek kapandı.
Bu albümde de ilk bir kaç şarkıda vokaller aklıma kazındı ama gerisi yok, hatta ikinci yarısında tekrar ettiğini falan düşünüyorum. Halbuki Volition’da her bir şarkı aklıma kazınmıştı.
@Ahmet Saraçoğlu, voice of trespass, the dillinger escape plan’in milk lizard şarkısını bayağı andırıyor o konuda. her iki şarkıya da yakıştırıyorum açıkçası.
uzun zamandır bu denli teknik/melodik işlerden zevk almıyordum. albüm ilaç gibi geldi. protest the hero dinlediğim bir grup değildi. o yüzden “vokallerde sikth çeşitliliği olsa fena mı olurdu yahu” diye düşünmeden edemedim ama pek de sorun değil.
Bugünden bakınca Sumerian Records’un ilk grubunun The Faceless olması bayağı ilginç görünüyor. Tabii Michael’ın progresif-teknik death metali domine edebilecekken kendi kendini tasfiye etmesi de öyle.
http://www.pasifagresif.com/2013/12/protest-the-hero-volition/comment-page-1/#comment-132359
14.07.2020
@deadhouse, hahaha ben de tam 2. kez ” vokal biraz agresif olsa sevebileceğim grup ” yazacaktım ha
o değilde bahadır reyis şu parçayı çok iyi coverlamış
https://www.youtube.com/watch?time_continue=2&v=tERadiuWdy0&feature=emb_title
bu grubun vokallerine bayılıyorum.
Bence tartışmalı bir albüm. Kimine göre çok iyi olsa da hiç beğenmeyininin olmasına da gayet müsait. Ben açıkçası hayal kırıklığına uğrayanlardanım. Ki albümün öyle çok kötü olduğunu da düşünmüyorum aslında.
Ama ben bu albümü sevemedim. Çok denedim ama sevemedim. Önceki protest the hero albümleriyle kıyaslayınca bana çok zayıf göründü. Grubun alametifarikası komplekslik azalmış, BTBAM’nin bende çekiciliğini kaybettiren bi yapıya dönmüş besteler. Sertlik de bi nebze azalmış. Ortada çok güçlü bir konsept ve anlatım var kabul, ama grubu özel kılan beste yapısından geriye pek bir şey kalmamış. Albümü pek çok kez tekrar tekrar dinlememe rağmen akılda kalıcı bir tarafı da olmadı bende.
14.07.2020
@Canoir, kritik çok iyi bu arada. Teşekkürler
14.07.2020
@Canoir, sağ ol. Ben akılda kalıcılık konusunda tam tersini düşünüyorum ama tamamen kişisel bir konu olduğu için fikir ayrılığı bile sayılmaz.
BTBAM beni çok üzdü. “Colors”dan sonra imkânı yok sevemedim. “Colors”ın ardından yaptıkları hiçbir albümü, hiçbir şarkıyı sevemedim. Tek bir şarkıyı bile. Çok acayip bir durum. Geçen bir davul hocasının reaksiyon videosunda “Voice of Trespass” adlı şarkıya denk geldim, resmen üzüldüm. Swing’le, Broadway sound’uyla BTBAM’ı hiç bağdaştıramadım. Daha fazla soğumamak için ortasında kapattım.
Sorunun %90′ı benden kaynaklanıyor olsa gerek ama kesinlikle BTBAM dinleyemiyorum artık. Varsa yoksa Selkies, All Bodies, Alaska, “Colors”.
14.07.2020
@Ahmet Saraçoğlu, Abi daha sonraki albümler yine bir nebze tamam da The Great Misdirect’ten hiçbir şarkıyı sevmemek çok acayipmiş :(
14.07.2020
@Ahmet Saraçoğlu, ben de great misdirect sonrasında soğudum. Great misdirect’i baya seviyorum hatta, Colors’ın bi tık altı benim için. Parallax’lar ile sıradanlaştıklarını düşünüyorum. Son Automata’lar ile denedikleri şeyleri ben de çok sıkıcı buldum, sanırım BTBAM defteri benim için sonsuza dek kapandı.
Bu albümde de ilk bir kaç şarkıda vokaller aklıma kazındı ama gerisi yok, hatta ikinci yarısında tekrar ettiğini falan düşünüyorum. Halbuki Volition’da her bir şarkı aklıma kazınmıştı.
14.07.2020
@Ahmet Saraçoğlu, voice of trespass, the dillinger escape plan’in milk lizard şarkısını bayağı andırıyor o konuda. her iki şarkıya da yakıştırıyorum açıkçası.
14.07.2020
Ben de Alaska ve Colors BTBAM’cısıyım. Sonraki albümleri sarmadı
15.07.2020
Cover albümleri güzeldi. Canlı izledim, hiç bir şarkılarını bilmediğim için neler döndüğünü anlamadım. BTBAM ile alakam bu kadar.
15.07.2020
@Ahmet Saraçoğlu, ben de The Parallax II’yi sevmemeyi anlamıyorum. Bana göre Colors ile çok rahat kapışır.
uzun zamandır bu denli teknik/melodik işlerden zevk almıyordum. albüm ilaç gibi geldi. protest the hero dinlediğim bir grup değildi. o yüzden “vokallerde sikth çeşitliliği olsa fena mı olurdu yahu” diye düşünmeden edemedim ama pek de sorun değil.
Bugünden bakınca Sumerian Records’un ilk grubunun The Faceless olması bayağı ilginç görünüyor. Tabii Michael’ın progresif-teknik death metali domine edebilecekken kendi kendini tasfiye etmesi de öyle.
Kapaktaki zeplin detayını 3 hafta sonra fark ettim.
Muhteşem albüm, muhteşem kritik.
17.07.2020
@İlker, Bir de bilinçli bir tercih mi bilmiyorum ama üstteki şarkı listesinde interlude olan parçalar yazılmamış.
17.07.2020
@İlker, aldığım yerde o şekildeymiş, dikkat etmeden koymuşum. Düzelttim sağ ol. Kritik yorumun için de teşekkürler.
Hic sevmedigim amcamin facebookta begenmesi nedeniyle asiri onyargili oldugum grup.
Bu albüme dair düşüncelerim değişmiş olabilir