NILE’ın metal dünyasındaki yeri bence gerçekten de kıskanılası. Adamların sadık kaldığı bir adet konsept var ve yıllardır bunun dışına çıkmadan devam ediyorlar. Bence son başyapıt albümleri “Annihilation of the Wicked”dı ve o albümün ardından çıkan işlerinde vasat üstü bestelerle işi götürmeye çalıştılar. Çok iyi şarkılar yazmaya devam ettiler, ancak “Annihilation of the Wicked” ve öncesinin yaratıcılığına, eşsizliğine, tehditkârlığına ulaşamadılar.
NILE’ın beste tarzının ne kadar agresif, acımasız ve saldırgan olduğundan söz etmeye gerek yok. Karl Sanders önderliğindeki grup rifleri, melodileriyle piramitleri yerle bir eden, kum fırtınaları yaratan bir gövde gösterisi sunuyorlar ve bu sayede metal dünyasının en ezici sound’larından birini yaratıyorlar. Bu yüzden NILE tüm bu ekstremliğine rağmen bu kadar çok seviliyor, on binleri peşinden sürüklüyor.
NILE’ın ilgi çekici ve heyecan verici olmasını sağlayan diğer bir faktör de Karl Sanders’ın yazdığı konsepti çok iyi araştıran, olayın derinine inen yaklaşımı. NILE elbette ki temel olarak Eski Mısır’dan, Mısır mitolojisinden bahsediyor, ancak bunu sadece kumdan piramitten bahsederek yapmıyor. Bu temaları referans alarak günümüzün karanlıklarına, çürümüşlüklerine ışık tutuyor; yeri geliyor Eski Mısır’da örneği görülen bir detayı hayatın gerçeklerine; astrolojiye, biyolojiye uyarlıyor.
“Vile Nilotic Rites” Karl Sanders’ın eşiyle Netflix’te Rome dizisini izlerken duyduğu bir replikten esinlenerek konmuş bir isim. Dizide Octavian, halkı savaş ilan etmek istediği Marcus Antonius’a karşı kışkırtmak için onu halkın önünde kötülemek istiyor. Halk Marcus Antonius’u çok seviyor ve Octavian da ancak onu şeytanlaştırabilirse bu savaşın mümkün olacağını biliyor. Bu yüzden Forum’da bir bildiri okutuyor. Bildiride şöyle bir replik geçiyor: “O (Marcus Antonius) köpeklere ve sürüngenlere tapıyor, bir fahişe gibi gözlerini isle karartıyor, Nil bölgesine özgü vahşi ayinler (vile Nilotic rites) eşliğinde zil takarak oynuyor.”
Bu cümlenin geçmesiyle birlikte Sanders ve eşi göz göze geliyorlar ve Sanders “Aman tanrım! Bundan bir NILE şarkısı çıkmazsa neyden çıkar bilmiyorum!” diyor ve albüm de bu şekilde doğmuş oluyor. Albümün çıkışına yakın Sanders’la yapılan röportajlara baktığımızda bu NILE albümünün son birkaç albüme göre farklı motivasyonlar barındırdığını görüyoruz. Bir kere bu albümde grubun kadrosunda köklü bir değişiklik var. 2016’da çıkan ilk ve şimdilik tek albümleri “Priests of Annihilation”ı da incelediğim teknik death/black metal grubu ENTHEAN’dan gelen iki üye ile dört kişilik bir gruba dönüşen NILE, “Vile Nilotic Rites”ta bu taze kanın beste gücünden de yararlanıyor. Albümdeki 11 şarkıdan 4 tanesi büyük oranda yeni gitarist/vokalist Brian Kingsland imzası taşıyor. Bunlardan biri Sanders’a göre bugüne dek öğrenmesi, çalması ve kaydetmesi en zor NILE şarkılarından biri olan “Oxford Handbook of Savage Genocidal Warfare”. Bir diğeri “Revel in Their Suffering”. Sanders bu şarkının sonunda Kingsland tarafından yazılan 4 dakikalık inanılmaz bir gitar solosu olduğunu, ancak bu solo şarkının önüne geçtiği için çıkarmak zorunda kaldıklarını söylüyor. Kingsland’in yazdığı diğer iki şarkı ise konuları gereği Sanders tarafından Kingsland’e yazdırılan ve Kingsland’in diğer grubu ENTHEAN’dan gelen black metal referanslarını içeren “That Which is Forbidden” ve “The Imperishable Stars are Sickened”. İkisi de astroloji referanslı bu şarkılar, Sanders’ın ihtiyacı olduğunu düşündüğü black metal karakterli gitar kullanımları içeriyorlar. Hatta “That Which is Forbidden”, gitar kullanımındaki birtakım ilginçlikler sebebiyle Karl Sanders’ın albümdeki gizli favorisiymiş.
Biraz daha deşince, Karl Sanders albümün sözel ve müzikal konseptini oluştururken çok farklı şeylerden ilham almış. THE BEATLES’ın beste karakteri, az önce bahsettiğim Rome dizisi, Howard Shore’un “Lord of the Rings” soundtrack’i, RAINBOW’un “Stargazer” şarkısı, black metal, Rusty Cooley’nin shred kalıpları, Kuran, MORBID ANGEL, ANGELCORPSE, IMMOLATION, karıncaları etkisi altına alan parazit bir mantar türü, Aristo, sözlere baktığımda bence ENTHEAN’ın “Priests of Annihilation” albümünün kapağı, Kanada’nın Narcisse bölgesinde bulunan ve belirli dönemlerde 100 erkek yılanın 1 dişi yılanla çiftleşmeye çalıştığı ve dev yılan yumakları oluşturdukları yılan çukurları…
Bu bir kritik boyutundaki giriş kısmının ardından “Vile Nilotic Rites”ın karanlık dehlizlerine dalabiliriz.
Öncelikle yazının başlığındaki önemli kısma “en heyecan verici” ifadesine odaklanmak istiyorum. NILE zaten iyi bir grup. Eşi benzeri ya hiç olmayan ya da pek az olan bir grup. Bu yüzden yapıkları her işte belli bir çıtanın üstüne çıkıyorlar. Ancak grubun doksanlarda ve 2006 öncesinde yaptığı işler öylesine iyi ve önemli ki, sonraki albümlerde aynı düzeyde bir dehşete ulaşamadıklarını ve bir miktar kendilerini tekrarladıklarını düşünüyorum. “Itchyphallic”, “Those Whom the Gods Detest”, “At the Gate of Sethu” ve “What Should Not Be Unearthed” elbette ki kötü albümler değiller. Bence bazı sıkıcı yanları olsa da genel olarak iyi albümler. Lakin o heyecan faktörü bence “Annihilation of the Wicked”dan beri eksik bir tattı ve benim yeni albümden belki de tek beklentim bu enerjiyi, heyecanı, adrenalini geri getirmesi ve NILE’ın yok edici şiddetini üzerimize salmasıydı.
“Vile Nilotic Rites” herkese göre değişen kalitede bir müzikal yapıya sahip olabilir, ancak bana kalırsa albümün heyecan, tutku ve iştah açısından son derece yukarılarda olduğu apaçık ortada. Grup, katılan iki yeni üyenin de etkisiyle çok gözü dönmüş bir işitsel saldırıda bulunuyor. Gitarlar on binlerce kılıç gibi kesip biçerken davul da arkadan alev topları atıyor, kükreyen (aslında haykıran) vokalle birlikte olayın ekstremlik düzeyi artıyor.
“Aslında haykırmak” dedim, onu açayım. Yeni gitarist/vokalist Brain Kingsland’in Dallas Toler-Wade’in tok, boğuk vokaline göre daha zehirli, yırtıcı bir vokali var. Toler-Wade’in bu tok vokali bence NILE müziğine çok uğursuz, lanetli bir karakter katıyordu ama bu yeni kazanılan çıldırmış gitar rifi karakteri bu yırtıcı vokallerle daha bir güçleniyor diye düşünüyorum. Grup tüm bu saldırıları öylesine temiz ve kusursuz bir prodüksiyonla sunuyor ki NILE’ın tam anlamıyla bir teknik death metal grubu olduğunu uzunca bir süredir ilk kez bu denli belirgin şekilde hissediyoruz.
Albümdeki bu konu çeşitliliği, her ne kadar yine Mısır temasını öne çıkarsa da bambaşka konulara da bulaşan yapı “Vile Nilotic Rites”ın böylesi heyecanlı olmasını sağlayan unsurlardan biri. Kimi incelemelerde albümün bir bütünlük sorunu yaşadığını söyleyen yorumlar gördüm, ancak ben buna katılmıyorum. NILE belli ki her şarkıda benzer gamlar üzerine sınırlı kalmak istememiş ve daha önce pek de rastlamadığımız geçişlerle, aralara sokulan fikirlerle albümün adrenalin ve çeşitlilik dozunu artırma yoluna gitmiş. Albümde NILE’ın bugüne dek yazdığı en vahşi şarkılardan biri olan ve Oxford Üniversitesi’nin çıkardığı antik çağ soykırımlarını konu eden “The Oxford Handbook of Savage Genocidal Warfare” gibi bir manyaklık da var, karıncaları zombileştirerek onlar aracılığıyla kendini etrafa yayan bir mantar türünden ilham alan “Thus Sayeth the Parasites of the Mind” gibi kısa bir enstrümantal da. Bu çeşitlilik bence albüme çok şey katıyor. NILE bunu ilk kez yapıyor demiyorum, ancak albümün tek boyutlu olmadığı ve bu sayede ilginçliğini artırdığı da ortada.
Son kelama gelirken, dediğim gibi; “Vile Nilotic Rites” NILE’ın köklere döndüğü bir albüm falan değil. Sonuçta NILE her zaman NILE’dı. Ama olayı “bildiğimiz NILE, Mısır falan”dan çıkararak başka boyutlara taşıması ve yeni üyelerle zenginleşen karakteri sayesinde bana kalırsa 2005’teki “Annihilation of the Wicked”dan bu yana en ilginç şarkılar bütününü sunan NILE albümü olması olası. Albümü dinlerken şu kadar etkilenirsiniz, bu kadar sıkılırsınız bilemem; ben epey zevk aldım ve görünüşe göre daha uzunca bir süre almaya da devam edeceğim.
Kadro Karl Sanders: Vokal, gitar, klavye
Brian Kingsland: Gitar, vokal
Brad Parris: Bas, vokal
George Kollias: Davul, perküsyon
Şarkılar 1. Long Shadows of Dread
2. The Oxford Handbook of Savage Genocidal Warfare
3. Vile Nilotic Rites
4. Seven Horns of War
5. That Which Is Forbidden
6. Snake Pit Mating Frenzy
7. Revel in Their Suffering
8. Thus Sayeth the Parasites of the Mind
9. Where Is the Wrathful Sky
10. The Imperishable Stars Are Sickened
11. We Are Cursed
Albüm çok çok iyi Nile şanına ,asaletine yaraşır bir albüm , bu albüm de Dallas olsaymış daha da iyi olabilirmiş belki ama bu şahsi fikrimdir yine de yeni vokalistte çatır çutur söylüyor… 2019 un en güzel ve özel albümlerinin başında gelir bu albüm …Biraz zor gibi ama umarım Annihilation of the Wicked tadında bir veya birkaç albüm daha yapar bu taşağının önünde esas duruşa geçtiklerim … Selam olsun sana Ey yüce şanlı ,kudretli Nile … Karl Sanders ve George Kollias sizinde yüreğinize ve taşşşaklarınıza sağlık.
Şahsımca o lanetli eski mısır-mezopotamya havasını soluyamadığım ve akılda kalıcı, insanı kavrayıp oraya buraya sallayan pek bir şeyin bulunmadığı vasat nile albümlerine eklenen bir yenisi. yeni elemenlarla grubun farklı şeyler denediği ve biraz delişmenlik kazandığı ortada ama güçlü bir beste var mı derseniz bence yok.
Şimdi bir kere Those Whom the Gods Detest’i AotW sonrası diğer 3 albümden ayırmak gerekir bence kesinlikle. Aralarında uzak ara en iyi albüm o, hatta grubun ilk 2 albümünden de iyi bana göre.
Bu albüm ise TWtGD hariç AotW sonrası en iyi işleri olabilir gerçekten, henüz 2 kere falan dinleyebildim tabii, daha dinlemek lazım.
İlk dinlemede biraz hayal kırıklığına uğradım açıkçası. Mesela ilk “hittite dung incantation” dinlememi hatırlıyorum, ilk saniyesinde “noluyor ulan” olmuştum. Öyle birşeyler bekliyordum Nile’den. Fakat albümü birkaç kez tekrar dinledim ve dinledikçe açılan albümlerden olduğunu farkediyorum. İstanbul arkeoloji müzesine gidip bikaç tane mumya görmeden kafası gelmiyor albümün.
Karl Sanders gerçekten mükemmel bir insan. Umarım canlı canlı izleyebilirim bir gün.
Son üç albüm benim için “iyi ama sadece iyi. Ötesi değil” durumundaydı. Yani, tabii dinlerken zevk alıyordum ama farklı bir şeyler yoktu içinde ama bu albüm beni daha ilk şarkıdan kendine hapsetmeyi başardı. Yeni fikirler olsun, vokal tınıları olsun fazlasıyla beğendim. Bu arada prodüksiyon anlamında da değişiklikler olmuş bence. Eski Nile albümleri daha boğuk sesleniyordu, tabii bunda Dallas’ın vokallerinin de payı vardı ama bu albümde daha farklı bir yola sapılmış. Her enstrüman daha net duyuluyor ve genel anlamda daha ferah bir prodüksiyon var karşımızda. Kısacası uzun yıllardan sonra ilk kez Nile albümünü defalarca dinleme isteği uyandı bende. Ama o albüm kapağı olmamış be. Biraz kolaya kaçılmış gibi sanki. Özellikle orta kısımdakı albüm/grup ismi filan fazla yapay görünüyor.
Bu kadar olmamış Nile albümü dinlediğimi hatırlamıyorum. Besteler hep birbirinin aynısı, sürekli tekrar ediyo ve Nile klasmanına göre sıradan kalmış. 11 şarkı ve 55 dakika içerisinde kısmen tek şarkıda biraz heyecanlandım.
Bu albümden önce Karl Sanders sürekli “eski üçlü vokale geri dönüyoruz’ dedi ama ben kayıtlarda Brian Kingsland ve Brad Parris vokallerini ayıramıyorum, neredeyse aynı brutal vokale sahipler. Bunun dışında Dallas’ın ayrılması bence hayırlı oldu. Ithyphallic’den beri vokalleri o yapıyordu ve Nile’ın kuruluş ve yükseliş nedenlerinden birisi olan çoklu vokal kullanımı git gide azalmıştı. Hele de TWGD zamanında neredeyse tüm vokaller ona aitti. Annihilation of the Wicked sonrası vokallerin 90% Dallas, 5% Karl, ve diğerini de konuk vokaller üstlenir hale gelmişti. At the Gates of Sethu’da neyse ki Jon Vesano -bu herif acaip büyük lan- vokalleri üstlendi, WSNBU yine aynı terane.
Ayrıca İlk kez bu albümde aktif şekilde bas kullanımı duyuyoruz. Nile bunca zaman hep gitar ve davul ağırlıklı grup oldu. Özellikle bas gitar hep arkaya atıldı.
The Oxford 2.00 dakikadan başlayan rifler çok fena, özellikle 2.15 deki temponun değişimi ve geçiş.
Vile Nilotic Rites, Nile klasiği olmaya en aday şarkı.
Seven horns of War çok iyi bir Ramses bringer of the war devamı gibi olmuş, bas gitar kullanımı dahil olmak üzere her şeyiyle iyi, özellikle Mike Breazeale’in narration kısmı sonrası davulun girişi ve semfoniler çok harika.
Snake Pit Frenzy en beğendiğim şarkı oldu. Enerjisi, dinamikliği çok iyi ayarlanmış.
Where is the Wrathful Sky dinlerken aklına Flattening of Emotions gelmeyen yoktur heralde. Aynı zamanda şarkının ortasında giren darbukalı kısımda Opening of the Mouth göndermesi de var.
The Imperishable Stars Are Sickened tek beğenmediğim şarkı diyebilirim.
We are Cursed çok iyi kapanış şarkısı. Çok fazla In their Darkened Shrines tadı aldım.
Our existence has become loathsome
The gods have forsaken us
We have been cursed
Brian Kingsland – Dallas toler Wade arasında karşılaştırma yapmak çok doğru olmaz. Dallas’ın ilk katkısı olduğu Black Seeds albümündeki vokaliyle What Should Not Be Unearthed arasında dağlar kadar fark var. Gitar konusunda da aynı şekilde. Yine de vokal konusunda Brain’ın sesi Dallas’ın sesine oldukça yakın. Benim tek beğenmediğim nokta Brain’ın hiçbir solosunu beğenmedim, ancak bu kadar Nile müziğine uygun olmayan solo atılabilir. Dallas solo -beste de dahil edilebilir- konusunda çok ustaydı.
Hala tam olarak sindirerek dinleyebildiğim bir albüm değil, ilerde daha çok dinledikçe fikirlerim değişecektir.
Dallasın gitmesinin çok kötü olduğunu bir kez daha anlamış olduk.
Albüm çok çok iyi Nile şanına ,asaletine yaraşır bir albüm , bu albüm de Dallas olsaymış daha da iyi olabilirmiş belki ama bu şahsi fikrimdir yine de yeni vokalistte çatır çutur söylüyor… 2019 un en güzel ve özel albümlerinin başında gelir bu albüm …Biraz zor gibi ama umarım Annihilation of the Wicked tadında bir veya birkaç albüm daha yapar bu taşağının önünde esas duruşa geçtiklerim … Selam olsun sana Ey yüce şanlı ,kudretli Nile … Karl Sanders ve George Kollias sizinde yüreğinize ve taşşşaklarınıza sağlık.
11.11.2019
@Karlos, Bu yorumdan sonra acil dinlemem gerek diye düşündüm
12.11.2019
@blacksena, Mutlaka dinlemeni tavsiye ederim kardeşim … tadını çıkar
12.11.2019
@Karlos, Vokal noobun elindeki kemana benziyor, bence Dallastan daha iyi geldi bana :)
12.11.2019
@blacksena, kesinlikle yeni vokalistte iyi ama herhalde Dallas’a olan sempatimden dolayı olacak 😃 albümü beğendin mi peki kardeşim?
13.11.2019
@Karlos,NİLE BU!!!!! beğendim tabii ki de teşekkürler
14.11.2019
@blacksena, beğendiğine sevindim 😊
Şahsımca o lanetli eski mısır-mezopotamya havasını soluyamadığım ve akılda kalıcı, insanı kavrayıp oraya buraya sallayan pek bir şeyin bulunmadığı vasat nile albümlerine eklenen bir yenisi. yeni elemenlarla grubun farklı şeyler denediği ve biraz delişmenlik kazandığı ortada ama güçlü bir beste var mı derseniz bence yok.
14.11.2019
@Dysplasia, +1
Tekrar tekrar dinleme isteği uyandıran bir albüm değil.
Şimdi bir kere Those Whom the Gods Detest’i AotW sonrası diğer 3 albümden ayırmak gerekir bence kesinlikle. Aralarında uzak ara en iyi albüm o, hatta grubun ilk 2 albümünden de iyi bana göre.
Bu albüm ise TWtGD hariç AotW sonrası en iyi işleri olabilir gerçekten, henüz 2 kere falan dinleyebildim tabii, daha dinlemek lazım.
@Ghost Essence, katılıyorum şu rifflerin ustune dallas vokali süper olurdu bee
Daha albümü 1 kere çevirdim, taş gibi albüm valla. Vakumlar gibi içine çekiyor
İlk dinlemede biraz hayal kırıklığına uğradım açıkçası. Mesela ilk “hittite dung incantation” dinlememi hatırlıyorum, ilk saniyesinde “noluyor ulan” olmuştum. Öyle birşeyler bekliyordum Nile’den. Fakat albümü birkaç kez tekrar dinledim ve dinledikçe açılan albümlerden olduğunu farkediyorum. İstanbul arkeoloji müzesine gidip bikaç tane mumya görmeden kafası gelmiyor albümün.
Karl Sanders gerçekten mükemmel bir insan. Umarım canlı canlı izleyebilirim bir gün.
Jeff Loomis’ in şişman abisi yine şaşırtmamış
Son üç albüm benim için “iyi ama sadece iyi. Ötesi değil” durumundaydı. Yani, tabii dinlerken zevk alıyordum ama farklı bir şeyler yoktu içinde ama bu albüm beni daha ilk şarkıdan kendine hapsetmeyi başardı. Yeni fikirler olsun, vokal tınıları olsun fazlasıyla beğendim. Bu arada prodüksiyon anlamında da değişiklikler olmuş bence. Eski Nile albümleri daha boğuk sesleniyordu, tabii bunda Dallas’ın vokallerinin de payı vardı ama bu albümde daha farklı bir yola sapılmış. Her enstrüman daha net duyuluyor ve genel anlamda daha ferah bir prodüksiyon var karşımızda. Kısacası uzun yıllardan sonra ilk kez Nile albümünü defalarca dinleme isteği uyandı bende. Ama o albüm kapağı olmamış be. Biraz kolaya kaçılmış gibi sanki. Özellikle orta kısımdakı albüm/grup ismi filan fazla yapay görünüyor.
Bu kadar olmamış Nile albümü dinlediğimi hatırlamıyorum. Besteler hep birbirinin aynısı, sürekli tekrar ediyo ve Nile klasmanına göre sıradan kalmış. 11 şarkı ve 55 dakika içerisinde kısmen tek şarkıda biraz heyecanlandım.
Bu albümden önce Karl Sanders sürekli “eski üçlü vokale geri dönüyoruz’ dedi ama ben kayıtlarda Brian Kingsland ve Brad Parris vokallerini ayıramıyorum, neredeyse aynı brutal vokale sahipler. Bunun dışında Dallas’ın ayrılması bence hayırlı oldu. Ithyphallic’den beri vokalleri o yapıyordu ve Nile’ın kuruluş ve yükseliş nedenlerinden birisi olan çoklu vokal kullanımı git gide azalmıştı. Hele de TWGD zamanında neredeyse tüm vokaller ona aitti. Annihilation of the Wicked sonrası vokallerin 90% Dallas, 5% Karl, ve diğerini de konuk vokaller üstlenir hale gelmişti. At the Gates of Sethu’da neyse ki Jon Vesano -bu herif acaip büyük lan- vokalleri üstlendi, WSNBU yine aynı terane.
Ayrıca İlk kez bu albümde aktif şekilde bas kullanımı duyuyoruz. Nile bunca zaman hep gitar ve davul ağırlıklı grup oldu. Özellikle bas gitar hep arkaya atıldı.
The Oxford 2.00 dakikadan başlayan rifler çok fena, özellikle 2.15 deki temponun değişimi ve geçiş.
Vile Nilotic Rites, Nile klasiği olmaya en aday şarkı.
Seven horns of War çok iyi bir Ramses bringer of the war devamı gibi olmuş, bas gitar kullanımı dahil olmak üzere her şeyiyle iyi, özellikle Mike Breazeale’in narration kısmı sonrası davulun girişi ve semfoniler çok harika.
Snake Pit Frenzy en beğendiğim şarkı oldu. Enerjisi, dinamikliği çok iyi ayarlanmış.
Where is the Wrathful Sky dinlerken aklına Flattening of Emotions gelmeyen yoktur heralde. Aynı zamanda şarkının ortasında giren darbukalı kısımda Opening of the Mouth göndermesi de var.
The Imperishable Stars Are Sickened tek beğenmediğim şarkı diyebilirim.
We are Cursed çok iyi kapanış şarkısı. Çok fazla In their Darkened Shrines tadı aldım.
Our existence has become loathsome
The gods have forsaken us
We have been cursed
Brian Kingsland – Dallas toler Wade arasında karşılaştırma yapmak çok doğru olmaz. Dallas’ın ilk katkısı olduğu Black Seeds albümündeki vokaliyle What Should Not Be Unearthed arasında dağlar kadar fark var. Gitar konusunda da aynı şekilde. Yine de vokal konusunda Brain’ın sesi Dallas’ın sesine oldukça yakın. Benim tek beğenmediğim nokta Brain’ın hiçbir solosunu beğenmedim, ancak bu kadar Nile müziğine uygun olmayan solo atılabilir. Dallas solo -beste de dahil edilebilir- konusunda çok ustaydı.
Hala tam olarak sindirerek dinleyebildiğim bir albüm değil, ilerde daha çok dinledikçe fikirlerim değişecektir.
Bu hafta Nile ı bu albümden ilk albüme doğru sırayla dinliyorum. Nasıl zevk alıyorum anlatamam.