Hepimiz biliyoruz ki bir çok müzik grubu mendil değiştirir gibi üye değiştirmekte fakat siz liseden beri berabersiniz. Ki bu da 25 yıllık bir kariyere denk geliyor. Bunu mümkün kılan nedir? Bu birlikteliği neye ya da kime borçlusunuz?
Sadus olarak lise zamanlarında bir grup kurma amacıyla bir araya gelmiştik. Bu amaç doğrultusundaki birlikteliğimiz bizi arkadaş olarak yakınlaştırdı. Yıllar süresince birbirimizin ailelerini tanıma fırsatına kavuştuk ve biz de kendi içimizde bir aile haline geldik. Yakın yerlerde yaşıyor olmamız da bizim sadece grup üyeleri olmanın ötesinde, arkadaş olarak beraber zaman geçirmemizi mümkün kıldı. Hayat planladığınızdan o kadar farklı gelişebiliyor ve bir grup olarak başarı kavramı o kadar belli belirsiz bir hedef ki, bir grup olmaktan önce arkadaş olabilmenin daha önemli olduğunu fark ettik. Kısacası biz, hobi olarak bir grupta çalan yakın bir arkadaş grubuyuz.
“A Vision of Misery”, grubun “Elements of Anger” ve özellikle” Out for Blood”da geçirmiş olduğu değişimlerin sinyalini önceden vermişti. Buna rağmen “Out for Blood”a gelen tepkiler pek de olumlu sayılmaz. Görünüşe göre “Out for Blood”ı sevenler Sadus fanları arasında bir azınlık teşkil etmekte. Bu konuda söylemek istediğin şeyler nelerdir?
Bakış açısına göre değişir. Şu an bilgisayarımda “Out for Blood” için yazılmış bir çok incelemenin bulunduğu bir klasör var ve yüzde 90’ından fazlası grubun müzikal ve liriksel değişimini destekler nitelikte. Birkaç tane olumsuz inceleme de yok değil ama eğer fikirlerinizi birkaç olumsuz incelemeyle sınırlandıracak olursanız, albüme burun kıvrılması şaşırılacak bir şey değil. Aslında, diğer albümler için de geçerli olduğu gibi, bütün incelemeler onları yazan insanlar kadar farklı. Herkesin bir albümden sevdiği ve sevmediği şeyleri bulması çok doğal. Örneğin elimde iki tane 10 üzerinden 9.9 verilmiş inceleme var ve bir tanesi Down adlı parçanın bu albümün mükemmel olmasının önündeki tek engel olduğunu belirtirken, diğeriyse Down gibi parçaların Sadus’un geleceğinde daha da büyük başarılara ulaşmasını sağlayacak olduğunu yazmış. İkisi de neredeyse mükemmel notlar fakat aynı şarkı adına tamamen zıt görüşler taşıyor. Gürültümüzü yaymaya başladığımız 1989 senesinden beri bu durumu bütün albümlerimiz hakkında gördüm. Biz istediğimizi becerimiz dahilinde en iyi şekilde ortaya koymaya çalışan bir grubuz. Fanlarımızın görüşlerine saygı duyuyoruz ve bizi dinlemelerini sağlayan öğelere sadık kalmaya çalışıyoruz fakat o ya da bu şekilde olmak adına bilinçli bir çaba sarf etmiyoruz. Sadus neyse odur.
Daha önceki işlerinize kıyasla, Elements of Anger ve Out for Blood daha fazla progresif unsurlar barındırıyor. Rob Moore’un ayrılığının bu değişimde bir etkisi var mı?
Evet aslında ayakkabındaki taşı çıkarmak gibi bir durumdu diyebilirim. Beste sürecinde, provalarda ve en önemlisi yolculuklarda daha rahat hareket etmemize imkan sağladı. Bayağı stresli biriydi ve bizi de etkiliyordu. Sadece üçümüz, Darren, Jon ve ben… Bir de tabii ki King Lewie (grubumuzu bir arada tutan kişi), olduğumuz zaman konserlere çıkar ve dünyayı gezerken gerçekten eğleniyoruz. Aslında Rob’un beste tarzı da progresifti ama o olmadan giriştiğimiz beste çalışmaları çok daha verimli oluyor. Rob ayrıldığındaki ilk düşüncemiz yerine birini almak oldu ama kısa bir süre sonra üçümüz olarak daha başarılı deneyimlere imza attığımızı fark ettik. Aynı zamanda bu durum, üçümüzün de güçten düşmemesi adına daha yoğun bir sound’a erişmemiz konusunda bizi kamçıladı.
Neden konserlerinizin büyük bir çoğunluğu Güney Amerika’da yapılmakta? Belirli bir sebebi var mı?
Evet. Orada, dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar coşkuyla karşılanıyoruz. Çaldığımız şeyler insanların beklentileriyle tam olarak uyuşuyor. Oradaki insanlar sert ve agresif müziğe bayılıyorlar. Eğlenmeyi iyi biliyorlar ve hayatı seviyorlar. Son zamanlara kadar Güney Amerika konserler açısından dünyanın diğer yerlerinde olduğu kadar şanslı değildi dolayısıyla bu ani canlanmanın tadını çıkarıyorlar.
Daha önce Sebastian Bach ile Türkiye’de bulunmuştun. Türkiye’de bir Sadus konseri fikri kulağına nasıl geliyor? Böyle bir imkan var mı?
Gerçekleşeceğini sanmıyorum. Oralarda fazla ilgi almadığımız gibi herhangi bir organizatörden de böyle bir teklif gelmedi. Orada birkaç kere bulundum ve Türkiye’ye özel bir sevgi besliyorum. Oradaki kitlenin dünyanın en iyilerinden biri olduğunu ve müzik adına büyük bir coşku beslediklerini de biliyorum. Türkiye’de, az da olsa dinleme imkanı bulduğum, büyük bir müzik tarihi ve geleneği var. Yemekleri ve çevreyi de bayağı seviyorum. Gerek çalmak, gerekse ziyaret etme amaçlı olarak Türkiye’ye gelmeyi çok isterim ama ne yazık ki yakın tarihte bir Sadus konseri öngöremiyorum.
Hem Jon hem de sen (özellikle sen) bir çok farklı projelerde yer aldınız. Darren neden Dahlia Indaco haricinde bir projede boy göstermedi?
Darren’dır ne yapsa yeridir. Hepimiz enerjisi bol insanlarız ama Darren başka insanların müziklerini çalmaktansa başka şeylerle ilgilenmeyi tercih ediyor. Ben yapabildiğim kadar müzik yapmalıyım, başkasınınmış, kendiminmiş fark etmez. Galiba Jon da sürekli çalma ihtiyacı duyuyor ama sadece son yıllarda farklı projelerde yer almaya motive olmuş durumda. Darren ise sadece Sadus’a odaklanıyor olmaktan mutlu.
Yeni çalışmalarınız var mı yoksa bir dokuz yıl daha beklemek durumunda mıyız?
Bir ara daha verdik ki geçmişte görüldüğü üzere neredeyse 10 yıla kadar uzayabiliyor. Yeni bir şeyler yapma fikri ortaya atıldı ve benim kenarda konmuş bazı materyallerim var ama ben denklemin sadece üçte birini teşkil ediyorum. Ne kadar çalışırsam çalışayım tek başıma yapamam.
Sadus türünün önde gelenlerinden olarak anılmakta. İlk kurulduğunuzda ne tür bir “metal” yapmayı planlıyordunuz?
Delicesine hızlı. Özentilere ve homolara ölüm, hanım evlatlarının sesini kesen, herkesin ta bir tarafına koyayım tarzı bir müzik amaçlamıştık.
Daha “modern” metal gruplarını dinliyor musunuz? İlginizi çekenler var mı?
Çoğunlukla Judas Priest, Slayer, Sabbath, Sepultura gibi eski, klasik şeyleri dinliyoruz. Ama bireysel olarak, zevklerimiz bu konuda farklılaşsa da, hepimiz biraz yeni şeylerle ilgileniyoruz. Birimiz yeni bir grubu severken öbürümüz sevmeyebiliyor. Soilwork, A Perfect Circle, Obscura gibi şeyler mesela. Kimi zaman geliyor yeni şeyler keşfetmeye odaklanıyoruz, kimi zamansa stüdyoya kapanmış kendi müziğimizi yapıyoruz. Kısacası yeni şeyleri takdir etsek de her şeyi takip etmek çok zor.
Varolan bütün grupların yüzde doksanında boy göstermenle meşhursun. Peki bu Sadus için bir sorun teşkil etti mi?
Aslında hayır. Sadus tam zamanlı bir grup değil bu yüzden arada yeterince zamanımız oluyor. Yapabildiğim kadar müzik yapıyor olmaktan memnunum. Sadus’un esas itici gücü benim, dolayısıyla uzakta olduğum zamanları, mutlaka grubu devam ettirmeye ve albümlerimizi oluşturan şarkıların beste sürecine yatırdığım saatlerle telafi ediyorum.
Açık hava festivalleri ya da büyük konserler yerine bar performanslarını tercih ediyorsunuz. Neden?
Aslında bu bir tercih meselesi değil, yatkın olduğumuz şeyle alakalı. Son birkaç konserimiz Avrupa’da açık hava festivalleriydi. Çok güzel zaman geçirdik ve konser sahnelerinde tekrar çalmayı tabii ki isteriz, ama bizim açımızdan, yıllar yılı sahnelerden uzak kalmak bizi “öylesine” bir grupmuş gibi gösteriyor. Biz de, bize ne zaman, ne teklif edilirse kabul ediyoruz. Çoğunlukla bar veya klüp konserlerinde yer alıyoruz çünkü hiçbir sahne tasarımı olmayan üç kişilik bir grubuz. Oraya sadece müzik yapmaya ve insanları çıldırtmaya gidiyoruz.
“Out for Blood”daki Freedom adlı şarkıyı Chuck Schuldiner’e adadınız. Şahsi fikrimse yazdığın en iyi şarkılardan biri olduğu yönünde. Bir Death şarkısı cover’lamaktansa Chuck hakkında sıfırdan bir şarkı yazmanız bahse değer. Quo Vadis de aynı şeyi sen varken yapmıştı. Freedom’ın hikayesi nedir?
Chuck hastalığıyla iki yıldan uzun bir süre boyunca mücadele etti ve bazen biri ölümcül bir hastalığa karşı verdiği savaşı kaybedip de vefat ettiğinde “sonunda kurtuldu” (finally free) denir. Darren bu şarkının sözlerini büyükannesi öldüğünde yazmıştı. Çok da gizemli sayılmaz aslında, sadece hayatı dolu dolu yaşamak ve yaptıklarını en olumlu şekilde yapmaya dair bir şarkı. Stresli ve depresif zamanlarda da hatırlanması gereken bir özgürlük aslında. Şarkıyı yazdığımız zamanlarda Chuck’tan gitarları çalmasını istemiştik çünkü sağlam bir şarkıydı. O zamanlarda bu şarkıyı ona adamak aklıma bile gelmezdi. Çalmak için çok hevesliydi zaten Sadus’un sound’unu çok beğeniyor, bizi sonuna kadar destekliyordu. Ne yazık ki hastalığının artmasıyla gitar çalamaz hale geldi ve kaydı gerçekleştiremedik. Durum böyle olunca şarkıyı ona adamak mantıklı geldi.
Tarzlarının farklı olmasına rağmen bu sene Faust ve Future’s End ile beraber çalıştın. Her zamanki gibi baslarda senin bulunuyor olman da her iki albüm için beklentileri yükseltti. Tekrar, her zamanki gibi. Onlarla çalışmaya nasıl karar verdin?
Evet, ikisi de birbirinden çok farklı tarzlarda gruplar olduğu gibi, farklı şekillerde ilişkiye geçildi. Future’s End iki gitaristle yola çıkmış olan yerel bir grup. Marc’la zaten bir süredir beraber bir şeyler ortaya koymanın yollarını arıyorduk. Kendisi Christian’la gruplarını kurmak amacıyla bir araya geldiklerinde beni çağırdılar ve bir saniye bile düşünmeden katıldım. Faust’u ise daha önceden hiç duymamış ya da Aleister –grubun beyni- ile tanışmamıştım. Bana e-mail ile ulaştılar ve kayıt konusu orada açıldı. Milan’a uçup şarkıları öğrenmek için bir süre onda kaldım ve ardından Lake Como’da kayıtlara başladık. Şarkıları hızlıca öğrenip birkaç günde de kayıtları tamamladık. Kendi yerel grubumdaysa beste ve miksaj sürecinde de yer aldım. İşin aslı, hala beraberiz ve bir sonraki albüm üzerine çalışıyoruz.
Charred Walls of the Damned projesinin tamamlandığını duyduk. Bu Richard Christy ile yapmış olduğun üçüncü proje ve bu sefer vokallerde Tim Owens ve gitarlarda Jason Suecof var. Bu projeyle ilgili olarak bizi bilgilendirebilir misin?
Tabii, albüm Şubat ayında Metal Blade’den çıktı. Ghost Town adlı, iTunes’dan edinebileceğiniz bir single da çıkmış durumda ve myspace’de duymak isteyebileceğiniz bazı şeyler yayınlandı. Albümü Jason’ın Orlanda, Florida’daki stüdyosunda kaydettik. Ortamda şampanyanın eksik olmadığı, gördüğüm en rahat kayıt süreçlerinden bir tanesiydi. Önce Richard kendi parçalarını kaydetti, ardından gitarlar halledildi. Ben Temmuz’un ilk haftasında gittim ve Richard bize gözetmenlik yaparken Jason’la baslara çalıştık, bir de internette komik şeyler bulduk. Baslardan sonra gitarlar tamamlandı, ondan sonra da Tim gelip vokalleri halletti. Albümün sınırlı basımında “making of” DVD’si ve Ghost Town’ın klibi bulunacak.
İkinci Control Denied albümünden haber var mı peki?
Görünüşe göre sonunda kaydı bitirebileceğiz. Chuck’ın kardeşi Beth ile olan yasal mücadele, onun ve avukat Eric Greif’in de çalışmalarıyla çözüldü. Grup şu an işin lojistik kısmına kafa yoruyor. Albüm çalışmalarının başlaması üzerinden o kadar zaman geçti ki, tekrar aynı ruhu yakalamak bize kalıyor. Chuck’ın geride bıraktığı materyal oldukça zorlayıcı ve bence Death ile Control Denied arasında ideal bir karışım. Projenin tamamlanması için kesin bir plan ortaya konmadı ama gayrı resmi olarak diyebilirim ki gelecek yıl içinde albümün çıkışıyla ilgili haberler sızmaya başlayacaktır.
Camiadaki en sevdiğin basçıları sayabilir misin?
Jeroen Thesseling
Lars Norberg
Randy Coven
Barry Sparks
Tony Franklin
Mike Lepond
Roxanne Constantin
Anis Jouini
Hem normal hem de perdesiz bas çalmanla meşhursun. Bir projeye dahil olduğunda ne çalacağın sana mı bağlı yoksa katıldığın grup seni yönlendiriyor mu?
Hayır, birçok kişi benim sound’umu ve projeye neler katabileceğimi aşağı yukarı biliyor zaten ve herkes ne zaman neyi çalmam gerektiğini biliyor olmama güveniyor. İki bas arasında çok büyük bir fark yok zaten. Perdesiz basın sound’una hastayım, ama sonuçta ne çalarsam çalayım çalanın ben olduğumu bir şekilde belli ederim.
Şu ana kadar katıldığın projelerden en çok hangisi seni zorladı ve neden?
Söylemek zor. Kimi zor, kimi rahat. Ama hepsinin kendine özel bir stres ve müzikalite seviyesi var ki zorlayıcı olabiliyorlar. Net olmayan bir cevap olabilir ama dediğim gibi, birinin bir diğerine göre daha zorlayıcı olduğunu söylemek imkansız.
Ron Jarzombek ve Alex Webster’ın bulunduğu, Blotted Science gibi bir projede yer almak ilgili çeker miydi? Senin ve Bobby Jarzombek’in beraber yer aldığı bir işi dinlemek eğlenceli olabilirdi ne dersin?
Aslında zaten Bobby Jarzombek’le üçüncü olacak olan proje üzerine çalışıyorum. İlki Painmuseum albümüydü, ikincisi de Sebastian Bach ile yaptığımızdı. Biliyorum ikisi de soruda ima ettiğin tarzı karşılamıyor. İşin aslı Ron’un yazdığı müziği çalmayı çok isterim ve zaten beraber çaldığım birçok grup Blotted Science’tan sadece birazcık daha az delice yani neredeyse o seviyeye geldim.
Seninle birkaç yıl önce yapmış olduğum başka bir röportajda konusu geçmişti (-Ahmet) ve yanlış hatırlamıyorsam anne tarafın Norveç kökenliydi. Yine yanılmıyorsam Vintersorg’la yaptığın albümün bununla bir ilişkisi vardı. Kuzey’e dair başka bir proje ya da onun gibi bir şeyler var mı son zamanlarda?
Evet doğru, anne tarafım %100 Norveçli. Ama Norveç’ten çalıştığım kimsenin bununla bir alakası yok. Zaten Vintersorg İsveçli bir grup. Gerçi Lunaris’in bir albümünde ve Scariot’un son albümünde birer şarkılık bir performansım oldu. Çok sağlam, bir denemen lazım.
Tamam (sıçtım -Ahmet), hepsi bu kadardı, her konuda bol şanslar, görüşmek üzere.
Ben de zaman ayırdığın ve ilgilendiğin için teşekkür ederim, umarım yakın zamanda, herhangi bir grupla, Türkiye’de karşılaşırız.
Sorular:
Onur Altınay (Konuk)
Ahmet Saraçoğlu
ohoo hacı yine nerden baksan 2 sene bekleriz denied için.
Ah Sadus vah Sadus.
Çok iyi olmuş röportaj, cevaplar falan da baştan savma değil. DiGiorgio’dan tiksinmedim en azından hahah.
Ayakkabıdan taş çıkarmak! Biri benden için böyle dese oturur ağlardım. Hele Digiorgio dese intihar ederdim. :P
Out For Blood da nefis albümdür bence. Özellikle Down şarkısı mükemmel.
Blotted Science’ta digiorgio’nun bulunmasını istemezdim.çünkü alex webster’i pek sevmememe rağmen adam resmen blotted science’ta nirvanaya ulaştı.tabi eğer jarzombkle bir proje yapmaya yeltenirse salya akıtmaya hazırım.
29.03.2010
@berat mutluhan seferoğlu, alex websteri sevmeden nirvana’ya ulaştığına nasıl karar verebilirsin ki? biraz dinle sonra tekrar düşün bu yorumunu..
12.05.2010
@sceptiquas, cannibal corpse dinlerim dinlerim ama webster’in basslarını sevmem.dari diri klasik death metal soundu sonuçta.ama blotted science taki çalışı sevdiğim tarza tam uyuyor.
02.06.2010
@berat mutluhan seferoğlu, eyvallah, ilginç geldi diye sordum, ben de blotted science’taki basslarının da cannibal corpse’taki gibi olmasını istediğimi düşünmüşümdür hep. keza davulları da çok yavan bana göre blotted science’ın. galiba çok zıt düşünüyoruz bu konuda =).
02.06.2010
@berat mutluhan seferoğlu, bu arada steve digiorgio’yla bobby jarzombek bi de ron jarzombek’in olduğu bi müzik abartısız son nokta olurdu ve muhtemelen başka bişey dinlemezdim artık :p
steve tony franklin’i sever. gene hoglan tommy aldridge’i sever. ne mübarek gruptur şu whitesnake.
Steve bir dönem Death’in Individual Thought Patterns albümünde de döktürmüştü. İnanılmaz hızlı bas yürüyüşleri, çok sağlam, teknik ve hatta kastırıcı, adamın çalmaya kalktı mı canını sıkan türden armonilerle bezenmiş müthiş bir performansı vardı.
Chuck Schuldiner’ın bir numaralı metal basçısı dediği adamdır Steve Digiorgio. Heavy Metal dünyasında hızı ve armonik-melodik zenginliği biraraya getirebilen nadir basçılardan biridir.
Ayrıca teknik death metalin sağlam kalelerinden Quo Vadis’nin defalarca dinlenesi albümü “Defiant Imagination”da da aynen böyle bir performans var yine.
Daha yeni Anatomy of I diye bir grubun albümünde çalmış Soilwork davulcusu Dirk Verbeuren’le birlikte. Duymak lazım.
27.03.2010
@Ahmet Saraçoğlu, Dinledim ben ama beğenmedim ya. Demo olduğundan dolayı mix kasmadıklarından mıdır nedir, hiç hoşuma gitmedi. Vokal çok rahatsız etti özellikle. Bir de şarkıların trafiği olmamış gibi. Rezalet demeyeceğim ama beğenmedim şarkıları şu haliyle. Albümde farklı olur umarım.
Yalnız röportaj resmen geleceğinin işareti olmuş, röportajdan yaklaşık 4-5 ay sonra Obituary ile sahnede görebilmiştik :)
bu adamı hiç duymamıştım baya death ve testament’in hayvan gibi albümlerinde çalmış, haberdar olmamamın sebebi bass gitar ile çok ilgilenmemem, hatta şöyle diyim ben bass gitarı sadece bum bum tonunda ses çıkaran müziğe gövde veren bir enstrüman sanıyordum fakat yakın zamanda gördüm ki extreme metalde gitarla çalındığını sandığım çoğu riff aslında bass gitarın gitar çalma stili gibi çalınmasından ortaya çıkıyormuş , örnek : motörhead – ace of spades ( giriş kısmında çok güzel duyuluyor) yanlış bildiğim kısım varsa bass sever arkadaşların görüşlerini merak ediyorum
https://www.youtube.com/watch?v=3mbvWn1EY6g&ab_channel=Mot%C3%B6rheadOfficial
19.11.2022
lemmy uygulamalı gösteriyor
https://www.youtube.com/watch?v=XKYDM846xh8&ab_channel=Musicandstuff
20.11.2022
@crowkiller, son yorumlar bölümünde “lemmy uygulamalı gösteriyor” yazısını görünce Lemmy’nin seks kasedini buldun sandım haha.
Hocam sen bu sitenin en eski, demirbaş yorumcularındansın. Şaşırdım, gerçekten bayağı uzak kalmışsın bas gitara. Şunu da kaçırmış olamazsın değil mi :)
https://youtu.be/qdlQyNe_9tE
20.11.2022
@crowkiller, Cliff Burton’ın sololarını elektro gitar sandık yıllarca.
20.11.2022
@Dysplasia, Bass gitarın hakkı yeniyor metal müzikte bu arada. Böyle bir alet aslında bu: https://youtu.be/mUYlSE2-OFI
20.11.2022
@crowkiller, kaç yıldır metal müzik dinliyorsunuz?