Bundan birkaç yıl öncesiyle kıyaslarsam, epey az televizyon izliyorum artık; fularlı bir Ekşici edasıyla “TV zaten aptal kutusu…” demenin ve işe yarar kanal ve programları boklamanın bizi pek bir yere götürmediğini düşünüyorum.
Merak duygumu ve muhtemelen çok küçük yaşlarda video kasetler aracılığıyla izlediğim ve o zamanlar “karateli kungfulu” diye adlandırdığım Çin/Japon yapımı Uzak Doğu dövüş sanatları temalı filmler nedeniyle Japonya’ya ayrı bir hayranlığım var. Konuyu Babymetal’e bağlamayacağım, rahat olun; az biraz NHK World kanalından bahsedeceğim.
Ara ara bakındığım ve bayağı ilgi çekici meselelere yer veren kanalda, Somewhere Street diye bir program var. Çekim tekniği itibarıyla sizi, sanki gezilen yerdeymişsiniz gibi hissettiren programın geçenlerde yayınlanan bölümündeki yer İsveç/Stockholm idi.
Programı izlediğim esnada, market alışverişini yeni yaptığım ve kendime aklım sıra ödül diye aldığım ünlü bir markanın 5 lira civarında gezinen fiyatlı kare şeklindeki çikolatasının gramajının, 80 gramdan 65 grama indirildiğini fark edip ağız dolusu küfrederken izlediğim Stockholm sokakları, bilmem kaç mercek ötesinden ve işlem sonrasında bile acayip bir huzur verdi; hatta bana sorarsanız Japonya’nın Sakura ağaçlarıyla dolu, kuş uçan ama kervan geçmeyen bahçeleriyle yarışır nitelikteki Stockholm sokakları; açık alanda golf eğitimi alan ve bir golf takımına mensup olan yaşlılar, dünyanın dört bir yanını dolaşıp şişe koleksiyonu oluşturan bir abinin sergi salonu ve daha bir dolu ufuk açan/huzur veren detayla doluydu.
Peki, Stockholm’ün bu huzur veren ortamlarında büyüyüp gelişen Grafvitnir’in, öfkeyle ya da bizim öfke olarak algıladığımız ama onların doğal davranışları gereği oluşturduğu sanatın kaynağı nedir?
“…Aralık ayının Grafvitnir için özel olduğunu, geçen sene çıkan kritiğin sonlarında yazdığımı anımsatmak isterim. Adamlar her albümlerini Aralık ayına denk getirerek yayınlıyorlar ve bu geleneklerini 2012’den bu yana aksatmadan sürdürüyorlar.”
Şeklindeki sözlerimi bana yedirircesine şubat ayının son günlerinde yeni albümlerini çıkaran Grafvitnir’in yeni albümü hakkında bir şeyler anlatmadan önce ön hazırlık olsun diyerekten baktığım sosyal medya hesaplarında, bu heriflerin kendi düşünce ve inanç dünyalarına göre gayet de doğal şekilde takıldıklarını gördüm. Bizim buralarda bayram, mevlit ve ardı arkası kesilmeyen “Hayırlı Cumalar” mesajı kıvamındaki paylaşımlarını, epeyce farklı yönler için yapıyor bu adamlar ki bana ne, takılsınlar kafalarına göre. Ama işte az önce merak ettiğim kaynak, birkaç dakikalık bir araştırmayla ortaya çıkıyor böylece. Sayfayı yöneten -muhtemelen- grubun üyelerinden biridir, en azından onlardan birinin kontrolündedir, yeni albüme dair paylaşımları bile astrolojik ve numerolojik uygunluğa ve Ay’ın Dolunay formunda olmasına falan bağlı olarak paylaşmış. İlk başlarda “Hassssiktirahahaha..” ayarında bir tepki versem de sayfayı az daha kurcalayınca bu tip mevzuları ne denli ciddiye aldıklarını anladım ve en başından gösterilmesi gereken saygıyı, az biraz gecikmeli olarak gösterdim. Arkadaşlara helal olsun diyorum, inandıkları yolda ve doğru bildikleri şekilde devam ediyorlar.
Türkiye’de doların yükselişini bahane eden müslüman din kardeşlerimin, çikolata fiyatını sabit tutup gramajını azaltmasından bahsettim ama Batı’nın hiçbir suretle kıskanmadığı İsveçli okültist müzisyen kardeşlerim/abilerim, kaliteli müzikten, sert ve tavizsiz black metalden ödün vermiyor. Burada yazdığım ilk Grafvitnir albümünün üzerinden temiz iki sene geçmiş ve bu iki sene içerisinde adamların müziğinde menfi anlamda bir gelişme olmamış, bilakis belirledikleri kalite çizgisini kalınlaştırarak albümlerini şekillendirmişler. “Venenum Scorpionis” albümü de Grafvitnir’in artık imzası haline gelen, rif kalıplarını, shriek oğlu shriek vokalleri, dinlerken şaşırdığıma şaşırdığım hem tanıdık hem yepyeni kompozisyonlarla dolu.
Loki’ye olan sevgi ve bağlılıklarını, Fenrir çizimini bir çeşit grup arması olarak kullanan ve hatta bununla da yetinmeyip albümün açılış şarkısını üstü kapalı olarak Fenrir’e ithaf eden Grafvitnir, hiç şakası olmayan bu başlangıçla inandığı, peşinden gittiği değerlere ne denli bağlı olduğunu gerek lirik gerekse müzikal düzlemde dinleyiciye aktarıyor. Grubun parçalarında, aynı eski albümlerde olduğu gibi en çok hoşuma giden yanı olan muzafferane formda rif ve melodileri. Şarkıların geneline yayılmayan ama sanki bir gelişme yaşanmış da bunun karşılığı olarak bu bölümler devreye giriyormuş gibi hissettiren marş-vari kısımlar, kendini art arda tekrar etmesiyle de dinleyene oturduğu yerde bir şeylerin zaferini kazanmış hissi aşılıyor ki bu saldırgan black metal yapan İsveçli bir grup için çok ama çok iyi bir şey.
Herifler kendilerini okült black metal grubu olarak adlandırsalar da şarkılarda öyle karanlıktan göz gözü görmeyen, mumların yaydığı isten aksırtan tıksırtan bir yan yok. Teatral olacağım, çok korkunç görüneceğim derken fark etmeden sıçıp batıran nice gruba denk geliyorum ki Grafvitnir’in bu yollara hiç girmemesi, yaptığı müziğin sahiciliğini ve ciddiyetini hep zirvede tutuyor. Zirve demişken; albümde pek çok güzel şarkı var ama beni kendine bağlayan, loop üstüne loop yaptıran tek bir eser var o da 1990’lardan fırlayıp gelmiş gibi görünen “I nattens mantel svept” parçası. Çok basit olmasına karşın acayip bir huzur ve yer yer de melankoli veriyor dinleyene, en azından bendeki etkisi böyle. Önceki albümlerinde de enstrümantal işler vardı ama bu çok başka.
Yapım hakkında yapabileceğim tek olumsuz eleştiri, kahverengi tonların yer aldığı, direkt mesajlı albüm kapağı olur. Önceki Grafvitnir albümünün yanı sıra Dark Funeral ve şu sıralar adı hayli gündemde olan Lucifer’s Child gibi grupların albüm kapaklarını da hazırlayan Daniel Valeriani kişisinin imzasını taşıyan ve sanatçının, üzerine epeyce emek sarf ettiği her halinden belli olan kapak yerine, grubun önceki albümlerindeki gibi siyah ve belirsizliği ifade eden temalara ev sahipliği yapan bir kapak olsaydı keşke. Elbette grubun ve sanatçının bir bildiği vardır; hikmetlerinden sual olunmaz.
Yazdıkça açılıyorum, açıldıkça yazıyorum ama yazıyı sonlandırmam gerektiğinin de farkındayım; belirtmeden geçmek istemedim. Yapımın o sarıp sarmalayan atmosferi ve ürkütücü yapısı, Niantiel ve Modrius kişilerinin başının altından çıkmış fakat bu müzik ve atmosfer için iblis ordularının onlara hizmet ettiği çok açık. Son olarak, Grafvitnir’in nihayet Spotify’a geldiğinin haberini de vereyim; şimdilik son albümleri olsa da yarın bir gün diğer albümlerini de aktarırlar diye umut ediyorum. Bu arada grubun ilk 13 takipçisinden biri olduğumu da gururla ifade etmek isterim. :)
Şarkılar 1. Wolf of the Eclipse
2. Ormeld
3. The Beast Inside
4. Venenum Scorpionis
5. Nocturnal Sun
6. Throne of Blackened Domains
7. I nattens mantel svept
8. Possessor of Fire
valla usta teşekkür ederim hiç bilmediğim grupların kritiklerini okumak daha çok hoşuma gidiyor daha da fazla kritik yazarsan kaçırmam haberin olsun ellerine sağlık :D
@mertz, Teşekkür ederim, yazdıklarım işe yarıyorsa ne mutlu. Fırsat buldukça yine karalayacağım tabii ki bir şeyler. Popüler gruplardan koşarak kaçan biri olduğum için bu minvalde yazılar devam edecek. :)
oğuz ile black metal zevkimiz baya uyuşuyor o yüzden özellikle bu tarz için yazdığı kritikleri kaçırmamaya çalışıyorum (örn. Karne)
en yakın zaman da bu albüme de kulak kabartacagim, eline sağlık.
@markusulf, İlgin için teşekkür ederim. Karne, Grafvitnir, Aorlhac, Catacombes ve daha nicesini; mırıldanarak eşlik edebildiğim, iyice melodili, yer yer acayip coşturan parçalar üretebildikleri için bayağı seviyorum. Keşke sayıları daha çok olsa.
Oooo Oğuz Sel geri dönmüş, hoş geldin :) Daha önce dinlememiştim grubu, dinlemek lazım. Kritik için teşekkürler.
02.03.2019
@Koralp, Sıcak karşılaman için ben teşekkür ederim, bol bol gevezelik yaptığım kritiklerle buralardayım yine. :)
Sitede ilk yayınlanan Grafvitnir albümünü de öneririm bu arada.
valla usta teşekkür ederim hiç bilmediğim grupların kritiklerini okumak daha çok hoşuma gidiyor daha da fazla kritik yazarsan kaçırmam haberin olsun ellerine sağlık :D
03.03.2019
@mertz, Teşekkür ederim, yazdıklarım işe yarıyorsa ne mutlu. Fırsat buldukça yine karalayacağım tabii ki bir şeyler. Popüler gruplardan koşarak kaçan biri olduğum için bu minvalde yazılar devam edecek. :)
oğuz ile black metal zevkimiz baya uyuşuyor o yüzden özellikle bu tarz için yazdığı kritikleri kaçırmamaya çalışıyorum (örn. Karne)
en yakın zaman da bu albüme de kulak kabartacagim, eline sağlık.
05.03.2019
@markusulf, İlgin için teşekkür ederim. Karne, Grafvitnir, Aorlhac, Catacombes ve daha nicesini; mırıldanarak eşlik edebildiğim, iyice melodili, yer yer acayip coşturan parçalar üretebildikleri için bayağı seviyorum. Keşke sayıları daha çok olsa.