2016 gibi zorlu bir yıl içerisinde, ilk albümünü çıkarıp adından söz ettirmeyi başaran Sojourner, epiklik sınırlarını zorlamasa da tür içerisinde değerlendirildiğinde, oldukça başarılı bir iş yapmıştı “Empire of Ash” ile. Sojourner tarafında, son zamanların moda İngilizce tabiri olan “Hype Traine”e katılmam da bu albümle oldu.
Underground dünyalara yolculuğun dibinde olduğum esnada karşıma çıkan “The Shadowed Road”a, henüz kendisiyle tanışmasam da derin bir muhabbet besliyor, kendisi için epeyce iyi şeyler düşünüyor, düşünmekten de öte kendimden emin bir tavırla karşıma yine “Empire of Ash” tadında bir şeyler çıkacağını biliyordum. Ne de olsa prodüksiyon tarafında daha geçenlerde ele aldığımız On Thorns I Lay albümünde de boy gösteren Dan Swanö hazretleri vardı.
Bir arada bulunan insanlar bile fikir düzleminde kendilerini tam olarak ifade edemeyip sonu ciddi anlaşmazlıklara ve kavgalara varacak şeyler yaşarken; dünyanın farklı noktalarında bulunan ve müzik ortak paydasında buluşup hislerini notalara, liriklere dökmek suretiyle müzikseverlerin karşısına çıkanların, ciddi emek verdiklerini ve muazzam bir sabra sahip olduklarını tahmin edebiliyorum. Bu nedenle her biri bir ülkeden üyelerden oluşan Sojourner’ın işinin zor olduğunu da tahmin edebiliyorum. Fakat…
Fakatı şu; müzikle ilgilenen insanların, uzun uğraşlar vererek oluşturdukları materyaller neticesinde aldıkları övgülerle -hele de yaşları gençse- gaza gelmeleri, bir sonraki adımlarında tökezlemelerine neden olabiliyor. Buna, zaman zaman Amerika’yı yeniden keşfetme kıvamındaki müzikal üretimler de eklenince, bin bir emek neticesinde ortaya çıkan “İyi bilinirlik” mefhumu, hâliyle erozyona uğrayabiliyor.
Sojourner, ilk albümünden dolayı benim nazarımda potansiyeli olan bir grup olduğu için cümlelerimi kurarken hassas davranmaya çalışıyorum, fark etmişsinizdir. Albümü, inceden inceye “Gitarlar böyle, davullar şöyle,” şeklinde değerlendirmeyeceğim, bu tarz bir işe girişirsem, olaylar çok farklı yöne kayacak ve dilimdeki hassaslık, yerini, albümün ağzımda bıraktığı ekşi tada ve bu yönde kuracağım cümlelere bırakacak. “The Shadowed Road” yıllardır alışveriş yaptığınız pastanenin, şeker yerine nişasta bazlı şeker kullanarak kolaya kaçması, toplam maliyeti azaltması ama bunu yaparken de ürünlerinin lezzetini, müşterilerini kaybetme riskini göze alarak düşürmesine benzetiyorum.
Albümde epiklik taklidi yapan, folk black metal olduğu izlenimini veren şarkılar var ancak şarkıları üçüncü beşinci dinleyişinizde bir şeylerin ters gittiğini anlamanız mümkün. Ekibin, şarkıları oluşturma konusunda başarılı olduğunu düşünmüyorum. Önceki albümü yapan grupla aynı grubun ürettiğine inanmakta güçlük çektiğim zayıf rif ve melodiler, genellikle ağır aksak giden tempo, durumu kurtarmaya çalışan ve alabildiğine cilâlı kadın vokaller, iyiden iyiye harsh vokale kayan ruhsuz erkek vokal “The Shadowed Road”un özeti gibi. Albüm boyunca hissettiğim “Ya ben bu şarkıları bir yerden duydum,” durumu da ayrı bir vaka. Amorphis’ten Fall of the Leafe’e, Iron Maiden’dan Summoning’e kadar bir dolu grubun iyi kötü bilinen eserlerine sanki bir selam çakma var gibi ama bence durum, az yukarıda bahsettiğim Amerika’yı yeniden keşfetme meselesinin bir yansıması. Genç yaşları nedeniyle oturup metal külliyatını baştan dinlemelerini beklemek zaten olmaz ama işte “Daha önce duydum,” hissiyatını nedense “Empire of the Ash”te bu kadar rahatsız edici şekilde yaşamamıştım.
Evet, enstrüman kullanımı iyi, Chloe’nin sesi yine melek gibi, sound gayet tumturaklı ancak hepsi bu. “Şu şarkıdan şöyle etkilendim, tüylerim diken diken oldu,” gibi cümleler kurmayı öyle çok isterdim ki; ancak bunu söylersem okurlara bayağı yalan söylemiş olurum. Unutmadan, Dan Swanö hazretlerini andım ama adam sadece mastering’e bakmış ve miks tarafında ciddi problemlerin olduğunu da üzülerek ifade etmeliyim. Örneğin, “Our Bones Among the Ruins” parçasının blast beat’li kısımlarındaki tatsız yanları siz keşfedin isterim.
Teşbihte hata olmaz, Sojourner, “Empire of the Ash”te dozunda ve şarkılara tat katan bir şeker kullanmıştı, “The Shadowed Road” ise ucuz şekerlemelerdeki ve üçkâğıtçı pastanelerdeki nişasta bazlı şekeri dayıyor dinleyicilerine. Arada derede lezzet alabileceğiniz bir şeyler çıkıyor ortaya lâkin aradığımız tat bu değil, aynı Sojourner’dan beklediğimiz albümün bu olmaması gibi.
Kadro Emilio Crespo: Vokal
Chloe Bray: Kadın vokal, gitar, tin whistle
Mike Lamb: Gitar, piyano, klavye
Mike Wilson: Bas
Riccardo Floridia: Davul
Şarkılar 1. Winter's Slumber
2. Titan
3. Ode to the Sovereign
4. An Oath Sworn in Sorrow
5. Our Bones Among the Ruins
6. Where Lost Hope Lies
7. The Shadowed Road