Oğuz Sel
Örümceklerle aranız nasıl? Benim… Fena değil diyelim.
Örümcekler epey ilginç canlılar; kendilerinden bilmem kaç yüz kat büyüklükte olan ve kendilerini tek hamlede öldürebilecek bir canlının üzerinde keyifle gezinti yapabiliyorlar mesela. Ya da banyoda saçlarını köpürttüğü sırada, tavandan ağı yardımıyla o canlının omzuna doğru inerek; o bilmem kaç yüz kat büyüklükteki canlıyı korkudan kalp krizi geçirmenin eşiğine getirebiliyorlar.
Bunlar ve nicesi, bir dönem yaşadığım evin örümcek istilasına tutulması esnasında yaşadıklarımdan bir kısmı ve yukarıdaki senaryolardaki canlı, evet, benim. Daha korkunçları ve hatta mide bulandırıcıları var ama örümceklere karşı mesafeli olanları durduk yere araknofobinin kucağına atmamak adına kısa kesiyorum. Yazdıklarımı ve daha fazlasını yaşadığım dönemde, King Diamond’ın Bulgar işi “Voodoo” CD’sine sahiptim ve o zamanlar, King Diamond/Mercyful Fate oluşumlarını hayatım boyunca dinlemeyeceğime o kadar emindim ki, yani o kadar emindim işte. Ve fakat yaşananlar nedensiz değilmiş; “Yahu ‘The Spider’s Lullabye’ güzel albüm de, nasıl giriş yapacağım şimdi?” diye düşünürken birden aklıma gelerek açılışı yapabilmeme vesile oldu örümceklerle maceralarımın bazıları. Şimdi örümceklere karşı daha sıcak yaklaşıyorum, belki onları daha az görüyor olmamdandır belki de albüme adını veren şarkıdaki Harry ile kendimi özdeşleştirmeye başlamamdandır.
“The Eye”ın çıkışından sonraki beş sene, King Diamond hayranları için epey zor geçmiş, araya giren bu beş sene içerisinde heavy metal adına “Anıt” sayılabilecek sayısız albüm çıkmış, buna karşın Mercyful Fate ile meşgul olan King Diamond’dan, King Diamond oluşumu adına ses seda çıkmamıştır. O ise “The Eye”ın başarısız promosyonundan sorumlu tuttuğu Roadrunner Records’a sırtını dönüp Metal Blades ile anlaşarak “The Spider’s Lullabye” albümünü çıkarmayı kafaya koymuştur Mercyful Fate sürecinde. Bu defa albümdeki yol arkadaşları Andy LaRocque hazretlerine ek olarak; Herb Simonsen (gitar), Chris Estes (bas/klavye) ve Darrin Anthony (davul) şeklindedir. Sıraladığım üç müzisyenin, bugün müzikle uğraşmadıklarını, en azından yeni bir grup/projede yer almadıklarını üzülerek gördüğümü söylemeden geçemeyeceğim.
King Diamond’ı dinleyen dinlemeyen herkesin bildiği bir şey vardır: King Diamond=Konsept Albüm demektir. Ancak King Paşa bu kez sağ gösterip sol çıkarak albümü yarı yarıya konsept olarak sunar dinleyicilere. Albüme adını veren şarkıya kadar olan kısım, farklı ve hatta eskilere gönderme sayılabilecek nitelikte ifadelerle donatılır, korkutucu hikâyeler anlatılır ve konu, araknafobiye sahip olup ve bundan kurtulmak isteyen Harry’e gelir. Olaylar gelişir ama tam da King Diamond dünyasına yaraşır şekilde…
Sözler yarım da olsa yine konseptin hakkını verecek şekilde tasarlanmış durumda. Yeri geliyor üç buçuk dakikada mevzu kısa ve öz şekilde toparlanıp paket yapılıyor, kimi noktada da King Diamond diskografisinde kolay kolay rastlanılamayacak şekilde, sekiz dakikayı aşan şarkılarda olaylar uzun uzadıya masaya yatırılabiliyor. Lirik gidişatı bazı dinleyiciler tarafından eleştirilse de hep dediğim gibi bu benim pek derdim değil; bana müzik gerek müzik.
“The Spider’s Lullabye” hem muhteşem bir dönüş albümü hem de önceki King Diamond albümlerinin altında ezilmekten kurtulamayarak kıyaslamalara kurban gidebilecek ayarda bir yapım. Müzikal açıdan ise diskografinin zayıf sayamayacağım eserlerinden, zira içinde; “From the Other Side” ve Moonlight” efsane şarkılar bulunduran bir albümden bahsediyoruz. Yapımın tamamında olmasa da çok büyük kısmında akılda kalıcı bir dolu rif, King’in vokal melodileri ve geliştirdiği falsettoları var. “To the Morgue” gibi ilginç eserleri de sepete eklediğinizde toplamda elde edilen, iyice bir heavy metal albümü oluyor. Fakat… Fakat az önce de dediğim gibi King Diamond diskografisi, en azından 1995’e kadar o denli güçlü ki insan ister istemez 1980’lerin sonunda çıkan fantastik albümlerin etkisinden sıyrılamayıp onlar gibi (kelime oyunu yapmamak için kendimi zor tutuyorum) hadi onları geçtim, onlara yakın bir albüm bekliyor maalesef beklediğiyle de kalıyor. Kıyaslamamak adına parçaları sıralamayacağım ancak bitmek tükenmek bilmeyen melodilerle bezeli soloları, şaşırtmacalı şarkı kompozisyonlarını, korkuyu iliklere kadar hissettiren atmosferi “The Spider’s Lullabye” içerisinde bulmak pek kolay değil.
“The Spider’s Lullabye” için başarısız bir albüm dersem; LaVey mezarında ters döner, “Onlar” peşime düşer ve hatta gecenin bu kör vakti Molly’nin ruhu beni çarpar. Albüm bir başyapıt olmasa da değerli bir eser kesinlikle. 1990’lar ruhunu barındırması ve King’in hastalıklı zihninden sapır sapır dökülen ürkütücü olaylar ve müzikler için bile defalarca dinlenir, dinlettirilir.
King Diamond pek sevilmiyor pasifagresif’te bunu anladım.
04.08.2020
@Boba Fett, ben hastasıyım şahsen. bence rob halford’dan sonra metal tarihinin en iyi vokali.
04.08.2020
@Ashes of the Wake, Son iki üç gün Diamond’a sardım biraz albüm kritiklerini okuyayım dedim hiç beklediğim yoğunluk yok, ne yorum var ne oy var. Çok garip geliyor bu bana. Bence ses olarak çok farklı bir kulvarda rakipsiz.
04.08.2020
@Boba Fett, en sevdiğim Heavy Metal grubu Mercyful Fate. King’e de ayrı saygı duyarım.
dünyanın en güzel çığlık atan ve en sevdiğim grupları etkilemiş bir adam.
“Heavy Metal klasikleri” arasında yerini alabilecekken, kritik içerisinde de değinilen ‘çeşitli’ etken ve sebeplerle direkten dönmüş; güme gitmiş ‘harika’ bir eserdir The Spider’s Lullabye.
Ek olarak, “underrated” denince aklıma ilk gelen şey: bu albümdür.
The Poltergeist , The exorcist ten sonra King in en sevdiğim parçası. Kapağı gibi kapkaranlık ve sarsıcı bir albüm. Kritik harika bu arada.