Oğuz Sel
30 Temmuz 2016. Günün ilerleyen saatleri.
İçeriye hamamböcekleri dalmasın, egzozu patlak motosikletlerin zart zurt sesleri dolmasın diye her zamanki gibi kapılar pencereler kapalı. Odada klima var fakat klimanın kendine bile hayrı yok. Çalışma modu “Yaz”a ayarlı ve kumandanın ekranında 18 derece yazıyor ama cihazın üflediği havayı ölçsem, belki de dışarıdaki havayla aynı sıcaklıktadır. Evet, klimanın gazı bitmiş olabilir lakin gecenin o saatinde buna çözüm bulmak mümkün değil. Bilgisayar ve monitörden çıkan ısı dalgası da üstüme üstüme geliyor acımasızca. Beyaz atletle ve bol bir şortla otursam bile bundan kaçamayıp şıpır şıpır terliyorum. Hatta çok terlememek için az su tüketmeyi bile düşünüyorum zaman zaman. Anlayacağınız durum o denli vahim.
Bunaltan sıcakların odada kaos yarattığı dakikaların birinde, aklıma, Kuaför Cengiz geliyor. “Ne yaptı ya bu adamlar, sesleri solukları çıkmıyor.” diyorum kendi kendime. Yeni yeni kritik hazırlamaya başladığım PA’ya bakıyorum, haklarında bir şey var mı diye, yok. Ama nasıl olmaz? 2000’lerin başında sağda solda muhabbeti dönerken ve “İstanbul Hatırası” ile kült konumuna erişmişken 2010’lu yıllara gelindiğinde Kuaför Cengiz nasıl konuşulmaz. Kolları sıvıyorum ve zihnimde biriktirdiğim düşünceleri sıralamaya başlıyorum:
“Şaka maka ömrümün teknik olarak neredeyse yarısına geldim hala İstanbul’u gidip de göremedim…” şeklinde bir açılışla hem de. 31 dakikada kritik hazır oluyor ve Ahmet’e gönderiyorum. Yazı 10 gün sonra sitede boy gösteriyor. Artık eskisine oranla daha rahatım. Havalar hâlâ sıcak ancak içimde tarifi güç bir serinleme yok değil.
Eskiler pek güzel demişler, çıkmadık candan ümit kesilmez diye; bu da öyle bir durum işte. Yazının yayına girmesinin birinci senesinde İstanbul’u görüyorum. Tanıtmak adına eski albümlerinin kritiklerini hazırladığım yığınla grup, hiç beklemediğim şekilde yeni albümler yapıyor ve ben onların da elimden geldiğince tanıtımını yapıyorum. Bunlar da yetmezmiş gibi Kuaför Cengiz, neredeyse 20 yıllık sessizliğini bozuyor ve split albümlerle çıkageliyor. Peki, bu nasıl oluyor?
2015’in bir zamanında, Beyoğlu’nda turlarken kahve içmek için Rasputin Bar’a oturan Al Bayrak, Sapık İnek’ten Okan Kıran’a denk gelir ve Asafated/Kara Cephe’den tanıdığınız Tanju Can, ikilinin tanışmasına vesile olur. İçinde bitmek tükenmek bilmeyen T.C.G.C. ateşi yanan Al Bayrak, Kıran’a seslenerek T.C.G.C.’yi yeniden canlandırmayı teklif eder. Ve olaylar gelişir.
Hayat “a acayip” arkadaşlar, hem de çok acayip. Hatta mail kutunuzu açtığınızda, karşınıza Albayrak Baba’nın attığı mail’leri görmeniz falan. Kendimi, 100 bin euro’luk tekne hediye edilen çocuk gibi hissettim. Anlayamazsınız. 19 sene, dile kolay. “İstanbul Hatırası”nın çamur gibi kaydının arasından fışkıran kara mizah dolu anlar, ülke gerçekliğine acımasızca vurulan silleler ve daha nicesi. Konseptin beslendiği kaynak, demo kaydının belki ölümsüz değil ancak bu ülke için zamansız bir eser olmasını sağlamıştı. İlgili yazıda demo ve grup hakkında bayağı konuştuğum için tekrara düşmemek adına uzatmıyorum.
Bunca zaman sonra gelen kaydın Kuaför Cengiz tarafında dokuz parça var ve çalma süresi 20 dakikayı biraz geçiyor. Albüm başladığı anda ilk dikkat çeken şey, demo kaydın son şarkısı “Atomik Hurdacı”nın modern hâliyle açılışın yapılması. “Atomik Hurdacı” aslında Al Bayrak’ın iştigâl ettiği meslekle ilgili bir olay. Keza yapımın geneline hâkim olan havanın, şarkı isimlerinin ve anlatılan meselelerin de dayandığı nokta yine kendisi. Biraz kişisel gibi görülebilir ama zaten kendisi de bunun perspektif meselesi olduğunu vurguluyor ve liriklerin şimdilik gizli kalmasını istiyor. Kaydın genelinde senelerin sahne deneyiminin getirdiği bir olgunluk mevcut ve bu olgunluk, şarkıların tasarımlarına da yansımış bence. Demo kaydında apansız başlayıp biten şarkıların yerini daha komplike şarkı kompozisyonları almış ancak eklenen ekstra dış mekân seslerinin, tebessüm ettiren detayların eksiği yok fazlası var.
Vokal ve gitar yine Al Bayrak’ın sorumluluğunda. Zaman zaman çaldığı melodilerle şarkıların karanlık tarafa doğru kaymasını sağlasa da eserlerin genel itibariyle eğlenceli olduğunu söyleyebilirim. Vokallerin önceki kayda nazaran daha yumuşadığını da itiraf etmeliyim; “İstanbul Hatırası”ndaki o derin, boğuk ve pislik harsh vokalin yeri, daha insancıl harsh vokale bırakılmış. Yine de “BİÜĞLEET VAAORRR” gibi nakaratları böyle bir vokalden işitebilmek bence büyük olay; hani kesilip biçilip telefon melodisi yapılacak ayarda bir iş. Beri yandan “Şaban Abi’nin Çay Bahçesi” veya “Fatih’te Kardeşlik Var” gibi parçaların split’te olduğunu söylemem güç. Bence Al Bayrak, cephanenin hepsini split’te harcamak istemedi. Yoksa böyle delilikleri yapması gayet mümkün. Heybesinde de dokunduracağı sayısız nokta var, biliyorum.
Bas ve davulda ise kadro değişiklikleri var. Rektal Tuşe’de gitarını tokatlayan Okan Özden Balici Berat müstear ismiyle kadroda bulunuyor. False in Truth ve Moribund Oblivion’da baget sallayan Fatih Kanık da Şalgamripper müstear adıyla kadroyu dolduruyor. Bana kalırsa her iki müzisyenin de Kuaför Cengiz’e katkıları oldukça büyük. Bir defa gayet iyi bir bas kullanımı var ve zaman zaman gitarı dinlemeyi bırakıp basa bile odaklanabiliyorsunuz, net ve işitilebilir bir bas mevcut ortada. Keza davullar için de benzer şeyleri söyleyeceğim, gerek standart ritimlerde gerekse efor gerektiren kazıma kısımlarında Şalgamripper üstüne düşeni ziyadesiyle yapmış.
Ciddi ciddi Kuaför Cengiz’i seven bir adam olarak split’in Kuaför Cengiz kısmından memnun kaldım mı? Tabii ki. 1999 ruhu korunuyor ancak oradaki kadar absürtlük, -en azından- bu kayıtta yer almıyor. Dediğim gibi tebessüm etmeniz garanti fakat burada daha gerçek şarkılar bulunuyor, çok açık. Albayrak Baba kendisi açıklayana kadar ses edemem ama grubun çeşitli sürprizleri olacak ileride, bence cephaneler daha dolu ve kara mizahla metal müziğin etkileyici kesişimi devam edecek. Buna inancım tam.
Gelelim Graveyard tarafına. Açık konuşmam gerekirse Kuaför Cengiz kaydının ardından karşıma öyle süper bir şey çıkacağını pek beklemiyordum. Benim Dr. Alban dinleyip dans ettiğim 1991’de kurulup cayır cayır metal yaparak sahnelere atılan Graveyard, “Opus V” ile agresif, acımasız, ölümüne eleştirel ve alabildiğine ilkel bir müzik yapıyor. Death metal sularından ayrılmadan farklı alt türlerle de temasa geçen ekibin başında Al Bayrak yer alıyor ama bu kez “RAz K.” kimliğiyle. 20 yıldır çeşitli olumsuzluklar nedeniyle aktif olamayan Graveyard’ın yeniden bir araya gelişi de acı bir olaya dayanıyor; Lemmy’nin vefatına. Vefat haberini alan Al Bayrak ve Graveyard’ın has adamı Claude, enstrümanlarına davranıyorlar ve split’e damgasını vuran “Opus V” kaydını tek seferde tamamlıyorlar.
19 dakikaya 10 ölümcül şarkı sığdıran Graveyard, Al Bayrak’ın çiğ ve pislik vokaliyle hayat buluyor. Mütemadiyen değişen ritimler ve tempo hızı, atılan çılgın sololar, kimi zaman Trey Azagthoth’a çakılan selamlar, yer yer Dream Theater’laşan (This Dying Soul Stayla) bölümler, yüksek tansiyonlu kompozisyonlar, atmosferi güçlendiren kesitler, Graveyard kaydının özeti niteliğinde. Kaydın tek seferde yapılmış olması hasebiyle aksayan yönler de yok değil. Ancak spontane gelişen bir kayıt olduğu için açıkçası çok saydırmak istemiyorum, tamamen gönülden ve samimi olduğu her hâlinden belli. Unutmadan, her iki kaydın da prodüksiyon tarafında Erhan Kabakçı bulunuyor ve kayıtların, grupların ruhuna uygun formda olduğunu düşünüyorum.
2018 çok ilginç bir yıl olarak başladı, öyle de devam ediyor. Kuaför Cengiz’in dönüşü de bu ilginçliğe katkıda bulunuyor kesinlikle. Kendi adıma bu yazıyı ele almaktan, Kuaför Cengiz ve Graveyard’ın müziklerini ilk elden dinlemekten dolayı çok mutluyum, gururluyum. Belirtmekte sakınca görmüyorum. Split konusunda Sapık İnek’e de Bandcamp sayfalarından ulaşmaya çalıştım ancak herhangi bir dönüş alamadım. Bunu yoğunluklarına bağlıyorum. Ancak inanıyorum ki onların kayıtları da iyidir. Sözün özü, herkesler hoş geldiler, sefalar getirdiler.
Ülkemiz metal sahnesinin sizin gibi adamlara ihtiyacı, her zamankinden daha fazla; emin olun. Kritik vesilesiyle kendimi; Nemrut’un ateşe attığı İbrahim’e, ağzında bir damla su ile yardıma giden karınca gibi hissettiğimi ifade ederek sözlerimi sonlandırayım.
Not: Üzerimde kalmasın; Albayrak Baba’nın Pasifagresif takipçilerine çok selamı var.
Bu sipliti https://www.youtube.com/watch?v=2MV_Mfp3O6M dan dinledim, Burada turk gruplarina gomunce hos karsilanmiyoruz biliyorum ama sene olmus 2018 sen boyle bir kayitla cikiyorsan soyleyecek birsey yok gercekten. Tamam kardesim hobi olarak muzik yapiyorsan yap, kendini desarj etemek icin yapiyorsan eyvallah ama bunu yayinlama ya, hic mi kendinize sayginiz yok????
20.03.2018
@Eric E, Tabi ki herkes yayınlanan bir albüm/split üzerine yorum yapma özgürlüğüne sahiptir ve fikirler de beyan edilmelidir ama yapılan işin kişinin kendisine olan saygısına nasıl bağladın anlayamadım. Yapılan tamamen underground ve amatör ruhlu bir çalışma. Zaten her albümün profesyonel stüdyolar da kaydedilmesi de gerekmiyor. Tam da ne olduğu belli olmayan kriterlerine göre underground çalışmalar basılmamalı o zaman. Yada önce senin gibi yüksek bir otoriteden onay alınmalı önce. Aksine benim grubu oluşturan her iki insanın yıllarca tutkularından vazgeçmeyip böyle bir çalışma ortaya çıkarabildikleri için kendilerine olan sevgim ve saygım daha da arttı. Efekt, guitar ve vokallerde gerçekten yüksek ruhla çalınmış ve söylenmiş uçuk bölümler var. Ben davulun orta tempoda çalındığı bölümleri (özellikle 2:28 den sonra) daha çok sevdim ve albüm sonuna kadar akıp gitti. Long live Graveyard. Long live underground spirit !
21.03.2018
@Mark S, bir de böyle bi güruh türedi internet ortamında. Birini eleştirince hemen gelip, “yüksek otorite”, “sen daha iyisini yap” madem gibi boş yaftalarla savunan kitleler. Yahu sana ne? Adam kendi bakış açısına göre gelmiş fikrini belirtmiş. Sanatçıları sadece onların üstünde olan başka sanatçılar veya otoriteler mi eleştirebilir? Hadi adamların ilk demosu çıkalı 20 yıl olacak neredeyse, onun kayıt kalitesini kimse eleştirmiyor, ki adı üstünde “demo”.
Şunu bir türlü anlamak istemiyor insanlar: bir sanat eseri üretip bunu çoğaltıyor/yayınlıyor/sergiliyorsan, her türlü eleştiriye maruz kalmayı baştan kabul ediyorsun demektir. Yok iyi ya da (-da ayrı yazılıyor bu arada) kötü eleştiri almak (eleştiri nedense direk olumsuz anlamda algılanıyor) sana uymuyorsa, yayınlamazsın olur biter.
Bana laf yetiştirmek yerine oturup doğru dürüst albümü dileyip albüm üzerine eleştirel bir yorum yazsaydın daha iyi olurdu. Ben albüm üzerine düşündüklerimi açık açık yazdım.
Ben yazımda “sen iyisini yap madem “ (mademi tırnak içine alman gerekiyordu) gibi bir laf etmedim. Uyduruk kategoriler oluşturup beni de onun içine atmaya çalışmak epey boş bir çaba .
Ben zaten ilk cümlemde herkesin yayınlanan bir çalışmayı eleştirme özgürlüğünü kabul ettim ve böyle de olmalı zaten bu konuda baştan hemfikir olmuştum.
“hobi olarak müzik yapıyorsan yap”, “bunu yayınlama ya”, “hiç mi kendinize saygınız yok” laflarının bu albüm eleştirisiyle alakası yok ve tamamen kişisel saldırılar. Bu iki farklı eyalette yaşayan 30 yıllık iki arkadaşın fedakarlıklar yaparak tutkularını sonunda bir plak olarak çıkartma başarısıdır. Ürünü eleştirin ama kendine saygı olayına falan bağlamayın saçma oluyor. Kişiler kendilerine olan saygılarının nasıl sergilenmesi gerektiklerini sizden öğrenecek değiller. Müziği eleştir ama saygı maygı olaylarına hiç girmeyin siz. Hele hele hiç tanımadığınız kişiler hakkında hiç ahkam kesmeyin.
Tekrar ediyorum bu underground bir ürün ve tamamen amatör bir ruhla yapıldı, herkese hitap etmeyebilir ve etmesini de gerekmiyor. Bunun basılıp basılmama kararını da siz veremezsiniz. Evet müziksel anlamda eleştirin buna hiç kimsenin lafı olmaz ama “her türlü eleştiri” adı altında kişisel saldırılarda bulunmayın ayıp oluyor.