Progresif metal dinleyen herkesin bir “PAIN OF SALVATION’la tanışma hikâyesi” vardır. PAIN OF SALVATION “aaa evet çok iyi grup”, “şu şarkıları süper ama başka pek dinlemedim” denecek türde bir grup değildir. Türle ilgiliyseniz, progresif metal denen şeyden hoşlanıyorsanız, PAIN OF SALVATION sizin için mutlaka bir şeyler ifade ediyordur; muhtemelen hayatınızın bir yerinde yoğun bir “PAIN OF SALVATION dönemi” vardır.
PAIN OF SALVATION’la tanışmam 2002 yılına, A Trace of Blood’ı tesadüfen duyup aklımı yitirmeme dayanıyor. O dönem itibarıyla büyük oranda “DREAM THEATER ve birtakım diğer gruplar” düzeyindeki progresif metal dağarcığım, başka hiçbir şeye benzemeyen bu aşırı zeki ve özgün müzik ile kendini şaşırmış ve PAIN OF SALVATION bir anda dünyada en çok sevdiğim gruba dönüşmüştü.
Haftalar içerisinde hatmettiğim önceki albümleri de eklenince grup benim için çok çok başka yerlere gelmiş, PAIN OF SALVATION’a duyduğum sevgiyi anlatmaya kelimeler yetmez olmuştu. İlk dört albümüyle tarih yazan ve %100 başarı istatistiğiyle oynayan grup, sonrasında daha farklılaşan yorumlar alan işler ortaya koysa da, her zaman için benzersiz, zeki ve ilham verici olmayı sürdürdü.
PAIN OF SALVATION kariyeri boyunca pek çok farklı yöne saptı, ama ortada kesin olan bir şey vardı: PAIN OF SALVATION cesaret demekti. Sadece istediği müziği yapma konusunda etrafı umursamaz bir cesaretten söz etmiyorum. Daniel’ın grubu ayakta tutmak adına bir şekilde kadroyu her zaman için yenileyebilmesinden, her albümünde farklı bir konseptin altından başarıyla kalkabilmesinden; hepsini geçtim, bir grubun kariyerini ! (Foreword) gibi bir şarkıyla başlatabilmesinden, “Entropia” gibi bir “dakika 1 başyapıt 1″den bahsediyorum.
“Enter 2017″…
Daniel’ın ölümle pençeleştiği ve etlerini yiyen bakterilerden kurtulmaya çalıştığı o çok zor dönemi anlatan “In the Passing Light of Day”le beraberiz.
“Eski sert zamanlara dönüş…”
“Eurovision adaylığı sonrası hantallığından çıkış…”
“Road Salt“ların, “Falling Home“ların pastelliğinden silkinip eski rengârenk PAIN OF SALVATION’a tekrar kavuşmak…”
Bu gibi düşünceler eşliğinde aldık albüm haberini. Grup ilk 6 albümdeki efsane kadrosuyla yaptığı işlerin yanına konabilecek bir şey mi çıkaracaktı yoksa? Nightmist’in 4.33′ündeki efsane patlama gibi epik şeyler mi duyacaktık? Inside’ın nakaratındaki gibi zıplayacak mıydık? Used’un girişindeki aksak kısımlar gibi zevkten salyamız mı akacaktı? Ending Theme’in vokalleri gibi içimiz mi parçalanacaktı, yoksa Imago’daki gibi dağa bayıra koşup yanaklarımızdaki ıslaklığa çarpan rüzgârın mutluluğunu mu duyacaktık?
Tüm PAIN OF SALVATION albümleri gibi belli bir olayla kıvılcımlanan bir konseptin götürdüğü “In the Passing Light of Day”, grubun, daha doğrusu Daniel’ın uzun zamandır göstermediği kadar kişisel bir taraftan yaklaşıyor bize. “BE” ve sonrasındaki albümlerin içselleştirilmekten ziyade dışarıdan bakılacak konseptler barındırdığı bir ortamda, “In the Passing Light of Day” bize Budapeşte’de geçen günlerden beri ilk kez bu kadar çok içine girebildiğimiz bir Daniel Gildenlöw profili sunuyor. Bu açıdan bakıldığında “In the Passing Light of Day”; direkt olarak Daniel Gildenlöw’le ilgili olması dolayısıyla PAIN OF SALVATION’ın en retrospektif iki albümünden biri olarak görülebilir.
Sertleşme sorunu yaşayanlara müjde niteliğinde bir albüm “In the Passing Light of Day”. Göstermelik müzikal sertleşmenin dünyanın en kolay şeyi olduğu düşünüldüğünde, bunu sofistike şekilde gerçekleştirebilmek için hem yeterli müzikal donanımınızın olması hem de ne yaptığınızı biliyor olmanız gerekiyor. PAIN OF SALVATION bu noktada elbette ki baştan savma bir göz boyamacılığa girmiyor. Grubun bugüne kadarki dinamikleri, aksaklıkları, poliritimleri vb. düşünüldüğünde; sertleşen bir PAIN OF SALVATION’ın MESHUGGAH’vari belirtiler göstermesini beklememek elbette olmazdı. “In the Passing Light of Day”de bu durumun belirgin örneklerini görüyoruz. Grup açılış şarkısı On a Tuesday’den -ki şarkının bahsettiği Salı günü Daniel’ın ömründeki 2119. Salı’ymış- Rope Ends’in başındaki nefis aksak kısımları andıran vokal kullanımıyla gülümseten Reasons’a kadar, MESHUGGAH dehasından yararlanan bir PAIN OF SALVATION görüyoruz.
Bu noktada, eğer Daniel’ı, kendimi ve PAIN OF SALVATION’ı birazcık tanıyorsam -ki kendisiyle röportaj yaparsam kesin soracağım- bu MESHUGGAH’laşmanın sebeplerinden birinin, Daniel’ın hastanede kaldığı çok uzun sürede muhtemelen sürekli duyduğu kalp atış hızı ölçüm monitörünün 4/4′lük ritminin etrafına kendi kafasından aksak ritimler döndürmesi ihtimali olduğunu düşünüyorum. Kendim de uzun süreler hastanelerde, ameliyathanelerde bulunmuş (hasta olarak değil) ve kafasında sürekli ritimler dönen biri olarak kaçınılmaz olarak yaptığım bu zevkli şeyin, albümde bunu göze sokan bir ritim sinyali sesi bulunmamasına rağmen, Daniel tarafından da konseptsel/subliminal bir referans olarak kullanıldığını tahmin ediyorum. Eğer gerçekten böyleyse çok süper mutlu olacağım.
Albümün geneline baktığımızda yer yer baskın şekilde karşımıza çıkan bu MESHUGGAH’sı durum elbette ki “In the Passing Light of Day”in tek dinamiği değil. Gitardan ziyade vokal üzerinden ilerleyen melodiler ve albümün genelini saran “sıkıntı” havası; yaşanan bu dönemin hoyratlığını, çaresizliğini, umut arayışını ve “bu dünyada kalmak istiyorum, ölmek istemiyorum” dedirtecek kadar ümitsiz anları, bize yer yer bağırıp çağırarak, küfrederek, isyan ederek; yer yer de kırılgan bir ümit, yarınların aydınlığı ve bembeyaz hastane yatağının soğukluğundan çıkıp sevdiklerinizle bembeyaz yeni sabahlara uyanma isteğinin samimiyetiyle anlatıyor.
Müzikal olarak grubun ilk 5-6 albümü kadar sersemletici, heyecanlandırıcı değil belki; eskinin aşırı sofistike, aşırı eşsiz PAIN OF SALVATION sound’undan ziyade grubun farklı dönemlerinden tatlar barındıran; “Entropia”dan da, “Scarsick“ten de, “Road Salt”lardan da izler taşıyan, ancak bunu iyi bir bütünlükle sunarak kendi karakterini yaratabilen bir albüm “In the Passing Light of Day”.
Bu denli kişisel ve retrospektif bir albüm olmasından mütevellit tamamen Daniel tarafından yazılan bir albüm beklememe rağmen, “In the Passing Light of Day” gruba yeni katılan gitarist Ragnar Zolberg’in da yazımına katıldığı, hatta ilk single Meaningless’ın direkt olarak Ragnar’ın İzlanda’daki eski grubu SIGN’ın şarkısı olduğunu görmek ilginç bir durum. Ha bu durum albümün değerini düşürüyor mu, elbette hayır. Vokal katkısı da dâhil olmak üzere hem Daniel ile Ragnar arasında, hem de tüm kadro olarak gayet organik bir uyum var. Ben sadece böylesi öznel bir albümü Daniel’ın tamamen tek başına yaratmak isteyebileceğini daha akla gelir gördüğümden söylüyorum.
Velhasılıkelam; anlatılanlar, tüm o yaşananlar ve ciddi anlamda ölmenin ucundan dönüş öylesine içselleştirilmiş ve gerçek şekilde yansıtılıyor ki, zaten albümü dinlerken aklınıza “Oooo eski sert PAIN OF SALVATION, süper lan” gibi düşünceler gelmiyor. Kendinizi yaratılan 70 küsür dakikalık müziğe kaptırıyor ve onunla birlikte akıp gidiyorsunuz.
En önemli nokta da zaten bu. PAIN OF SALVATION, uzunca bir zamanın ardından bizi tekrar kendi içine alıp kendisiyle bir yükseltmeyi, alçaltmayı, dibe sokup en tepeye çıkarmayı, sadece dinleyici olarak bırakmamayı, yolculuğa katılmamızı sağlamayı başarıyor.
Kadro Daniel Gildenlöw: Vokal, gitar, bas
Léo Margarit: Davul, geri vokal
Daniel Karlsson: Klavye, geri vokal
Gustaf Hielm: Bas
Ragnar Zolberg: Gitar, geri vokal
Şarkılar 1. On a Tuesday
2. Tongue of God
3. Meaningless
4. Silent Gold
5. Full Throttle Tribe
6. Reasons
7. Angels of Broken Things
8. The Taming of a Beast
9. If This Is the End
10. The Passing Light of Day
PoS’la ilk tanışmam progresif müzik yolculuğumda methini çok duyduktan sonra the perfect element albümünü dinlememle başlamıştı. Albümü açtıktan sonra ki 5 dakika içerisinde kamyon çarpmışa döndüğümü hatırlıyorum. Bu albüm beklediğim bir albümdü umarım doyurucu olur.
Son David Bowie albümünden beri dinlediğim en duygu dolu ve gerçek albüm. Bu albümün Blackstar’la fazla ortak özelliği var. İki albümün de müzikal olarak sanatçının geri kalan diskografisine göre çok da olmasa zayıf kaldığı ortada. Demek istediğim bu albüm müzikal olarak bir Perfect Element değil. Fakat öyle yoğun bi atmosfere sahip ki, devlet hastanelerinin o iğrenç kokusunu bile alabiliyorsun albümü dinlerken. Meaningless ve Ragnar’ın vokalleri sırıtmıyor. Tam tersine albümün atmosferini güçlendiriyor. Full Throttle Tribe müthiş bir şarkı fakat daha kısa olabilirdi. The Taming of the Beast’i pek sevemedim. Son olarak vokal melodileri, riffleri, çeşitliliği ve atmosferi olsun itPDoL gayet doyurucu ve orijinal bir albüm.
Hala dinlemedim. Ama eminim ki çok duyguludur. Böylesine ciddi bir hastalıktan sonra yapılan bir albüm ruhsuz olamaz. Tıpkı Nergal’in kanserden sonra Behemoth’la yaptığı gibi.
Road salt 1 ve 2′yi topla bu albüm etmez. Çok samimi ve kaliteli bir albüm. Müziği yaşıyorsunuz resmen. Daniel’in perfomansı harika. Çok beğendim. Dinlemek lazım daha bakalım daha neler bulacağız.
Albümü de genel olarak beğendim. 2 tur çevirdim bugün. Bana öyle geliyor ki, 2017 bittiğinde yaptığımız yıl sonu listelerinde kendine yer bulacaktır çok rahat.
4 yıl önce bir arkadaşımın tavsiyesiyle PoS’u dinlemeye başladım ama ben ne bileyim ki, Road Salt albümleri hiçte bu heriflerin gerçek yüzünü yansıtmıyormuş. İlk o 2 albümü dinledikten sonra “bu mu Pain of Salvation?!” moduna girmiştim ve bugüne kadar da eski albümleri dinlemeye fırsatım olmadı. Ama bu albüm baya aşmış be. Şarkıların kompleks bir yapısı olmasına rağmen üst-üste 2 defa çevirdim albümü ve gram yorulma olmadı. Şimdi iyi bir gazla eski albümleri dinleme vakti sanırım.
@Rashid, Madem gazla eskilere gideceksin, Remedy Lane’i “Re:visited (Re:mixed & Re:lived)” versiyonu ile dinlemeni öneririm. PoS’ın konuyla ilgili gönderisi buradadır: https://www.facebook.com/Painofsalvation/posts/10154987540549657:0
Orijinal mastering çok kaliteli değildi ve sıkıştırılmıştı. P2P ortamlarında bu işlerden az çok anlayan amatörler bile albümün declipped versiyonlarını yapıp paylaşmıştı. Belki death metal türevleri dinlerken bu gibi teknik şeyler çok önem arz etmiyor olabilir (gerçi o zaman da Dan Swanö çarpar, taş eder beni!!) ama progresif müzikte dinamik aralığın önemli olduğunu düşünüyorum. Neyse uzattım çok. :)
Bu albüme dönecek olursam, bizim için dile getirmesi bile güç olan ciddi hastalıklar sanırım müzik dahilerinde bambaşka bir işe yarıyor ve çok sağlam işler ortaya çıkarabiliyorlar. Böyle yazdığım için kendimi hafiften suçlu hissediyorum ama mesela Nergal de kanserle mücadele ettikten sonra “The Satanist” gibi şaheser bir albümle dönüp Behemoth’u canlandırmıştı.
Seviniz, dinleyip dinletiniz. Çok güzel albüm, çok…
Albümü her çevirdiğimde kritiğe gelip dinlediğim zamana ve mekana göre bazen 9 bazen 10 basasım geliyor. Benim için böyle bir izin sağlanabilir mi acaba ?
@killyourselfchuck, düzeltme: Angels olacak o :D, birde yazmayı unutmuşum muhtemelen 15 kere falan dinlemişimdir, ağlayasım geliyor albümün son dört parçasında nedense
Bu yıl, bu albüm ile tanıştım. Aslında yorumu kritik gelir gelmez yazacaktım ama fırsat olmadı. Çok duygusal bir albüm. Gerçekten kritikte anlatılanları ruhlu bir şekilde yansıtmışlar. Bayıldım! Ben gruplara değil albümlere hayran olan bir insanım. Önceki albümlerinde neler yaptığını daha sonra göreceğim. Albüm ile ilgili yazmak istediğim daha çok şey var ama gerçekten çok uzun olur. Notum 10/10. Mükemmel bir albüm. Her anı ile.
PoS’la ilk tanışmam progresif müzik yolculuğumda methini çok duyduktan sonra the perfect element albümünü dinlememle başlamıştı. Albümü açtıktan sonra ki 5 dakika içerisinde kamyon çarpmışa döndüğümü hatırlıyorum. Bu albüm beklediğim bir albümdü umarım doyurucu olur.
http://9gag.com/gag/a4ZOZe1
Son David Bowie albümünden beri dinlediğim en duygu dolu ve gerçek albüm. Bu albümün Blackstar’la fazla ortak özelliği var. İki albümün de müzikal olarak sanatçının geri kalan diskografisine göre çok da olmasa zayıf kaldığı ortada. Demek istediğim bu albüm müzikal olarak bir Perfect Element değil. Fakat öyle yoğun bi atmosfere sahip ki, devlet hastanelerinin o iğrenç kokusunu bile alabiliyorsun albümü dinlerken. Meaningless ve Ragnar’ın vokalleri sırıtmıyor. Tam tersine albümün atmosferini güçlendiriyor. Full Throttle Tribe müthiş bir şarkı fakat daha kısa olabilirdi. The Taming of the Beast’i pek sevemedim. Son olarak vokal melodileri, riffleri, çeşitliliği ve atmosferi olsun itPDoL gayet doyurucu ve orijinal bir albüm.
8,5/10
Hala dinlemedim. Ama eminim ki çok duyguludur. Böylesine ciddi bir hastalıktan sonra yapılan bir albüm ruhsuz olamaz. Tıpkı Nergal’in kanserden sonra Behemoth’la yaptığı gibi.
Road salt 1 ve 2′yi topla bu albüm etmez. Çok samimi ve kaliteli bir albüm. Müziği yaşıyorsunuz resmen. Daniel’in perfomansı harika. Çok beğendim. Dinlemek lazım daha bakalım daha neler bulacağız.
12.01.2017
@deadhouse, Yazmayı unuttum. Sakin ilerleyen şarkılar efsane olmuş. Özellikle the passing light of day.
The passing light of day sen nasıl bir şeysin ya! Daha doğrusu Daniel sen nasıl bir şeysin. Son zamanlarda dinlediğim en duygulu şarkı.
13.01.2017
@deadhouse, kesinlikle harika bir şarkı olmuş.
Albümü de genel olarak beğendim. 2 tur çevirdim bugün. Bana öyle geliyor ki, 2017 bittiğinde yaptığımız yıl sonu listelerinde kendine yer bulacaktır çok rahat.
Albümün ilk yarısı 9, ikinci yarısı 6. Ortalama 7,5. Eski PoS’a dönüş olumlu.
4 yıl önce bir arkadaşımın tavsiyesiyle PoS’u dinlemeye başladım ama ben ne bileyim ki, Road Salt albümleri hiçte bu heriflerin gerçek yüzünü yansıtmıyormuş. İlk o 2 albümü dinledikten sonra “bu mu Pain of Salvation?!” moduna girmiştim ve bugüne kadar da eski albümleri dinlemeye fırsatım olmadı. Ama bu albüm baya aşmış be. Şarkıların kompleks bir yapısı olmasına rağmen üst-üste 2 defa çevirdim albümü ve gram yorulma olmadı. Şimdi iyi bir gazla eski albümleri dinleme vakti sanırım.
04.02.2017
@Rashid, Madem gazla eskilere gideceksin, Remedy Lane’i “Re:visited (Re:mixed & Re:lived)” versiyonu ile dinlemeni öneririm. PoS’ın konuyla ilgili gönderisi buradadır: https://www.facebook.com/Painofsalvation/posts/10154987540549657:0
Orijinal mastering çok kaliteli değildi ve sıkıştırılmıştı. P2P ortamlarında bu işlerden az çok anlayan amatörler bile albümün declipped versiyonlarını yapıp paylaşmıştı. Belki death metal türevleri dinlerken bu gibi teknik şeyler çok önem arz etmiyor olabilir (gerçi o zaman da Dan Swanö çarpar, taş eder beni!!) ama progresif müzikte dinamik aralığın önemli olduğunu düşünüyorum. Neyse uzattım çok. :)
Bu albüme dönecek olursam, bizim için dile getirmesi bile güç olan ciddi hastalıklar sanırım müzik dahilerinde bambaşka bir işe yarıyor ve çok sağlam işler ortaya çıkarabiliyorlar. Böyle yazdığım için kendimi hafiften suçlu hissediyorum ama mesela Nergal de kanserle mücadele ettikten sonra “The Satanist” gibi şaheser bir albümle dönüp Behemoth’u canlandırmıştı.
Seviniz, dinleyip dinletiniz. Çok güzel albüm, çok…
Albümü her çevirdiğimde kritiğe gelip dinlediğim zamana ve mekana göre bazen 9 bazen 10 basasım geliyor. Benim için böyle bir izin sağlanabilir mi acaba ?
Teşekkürler
Angel of Broken Things’ in solosu…
19.02.2017
@killyourselfchuck, düzeltme: Angels olacak o :D, birde yazmayı unutmuşum muhtemelen 15 kere falan dinlemişimdir, ağlayasım geliyor albümün son dört parçasında nedense
Bu yıl, bu albüm ile tanıştım. Aslında yorumu kritik gelir gelmez yazacaktım ama fırsat olmadı. Çok duygusal bir albüm. Gerçekten kritikte anlatılanları ruhlu bir şekilde yansıtmışlar. Bayıldım! Ben gruplara değil albümlere hayran olan bir insanım. Önceki albümlerinde neler yaptığını daha sonra göreceğim. Albüm ile ilgili yazmak istediğim daha çok şey var ama gerçekten çok uzun olur. Notum 10/10. Mükemmel bir albüm. Her anı ile.
Bu albüm tr’de göz ardı edildi yauv. Üzüldüm şu an.
06.08.2020
@1001101001, metal ile uzaktan yakından alakası olmayan insanları meaningless ve on a tuesday dinlerken gördüm. bence gayet sevildi.