Thrash metalin dünyayı ele geçirdiği seksenlerin sonunda doğan birtakım gençler, yirmili yaşlarına geldiklerinde bir de baktılar ki, doğdukları zamanın sound’u, havası, yaklaşımı tekrar revaçta olmuş; eskinin samimiyeti, gerçekliği özlenmiş, yıllar önce yapılanların aynısını yapmak bile bir orijinallik gibi algılanır olmuş.
Black metal, power metal, heavy metal, speed metal gibi muhafazakâr türler için bir kökleri özleme durumu yaşanmasa da, zaman içinde başkalaşımlara uğrayan thrash metal ve death metal gibi türlerde eskiye karşı hülyalı düşünceler peydahlanmaya başlanmış, old school’un çok can olduğuna dair düşünceler, geçen hafta doğan körpe dinleyiciler tarafından bile dillendirilir olmuştu.
Bu furya içerisinde çıkan grupların bazıları gerçekten de eskinin karbon kopyası olarak ekmek yemeye çalışırken, bazıları ise özgün işler yapmak istemelerine rağmen sırf dönemsel faktörlerden dolayı bu retro rüzgâr içerisindeymiş gibi algılanıyorlardı.
Finlandiyalı thrash metal grubu LOST SOCIETY’nin yeni albümü “Braindead”i konu ediyoruz bugün. 2013′teki “Fast Loud Death” ile thrash metal ve crossover seven kitleye ıslak bir tokat çarpan bu sübyanlar; türü yakından takip edenler için gerçekten de taze bir nefes gibi ortaya çıkmış ve bir anda benimsenmişti. Grup çok çiğ, çok sıcak, enerjik, sağından solundan adrenalin akan bir thrash metal yapıyor; seksenlerin ruhunu iliklerinde hissediyor ve hissettiriyordu. D.R.I.’ın paçozluğu, ANTHRAX’ın groove’u, MEGADETH’in teknik becerileri ve speed metalin oyuncu ve cevval yapısı, sanki sözleşmiş ve aslında hiçbir yeniliği olmayan, ancak amacını kusursuz şekilde yerine getiren hiperaktif bir hey gidi günler formatında bir araya gelmişti.
1
Bir yıl sonra çıkan “Terror Hungry”, ilk albümdeki kadar büyük bir etki yaratamasa da, grubun potansiyelini yine yansıtan, “Fast Loud Death”in enerjisine sahip olmasa da yine bize eskiyi veren bir LOST SOCIETY olarak büyük oranda bağırlara basılmıştı.
Tarihler 2016′yı gösterdiğinde, LOST SOCIETY üçüncü albümü “Braindead” ile çıktı karşımıza. “Her şeyin küçüğü güzel” düsturunu yaşatmak istemişlercesine değişmiş, “olgunlaşmış”, oturaklı hâle gelmiş bir şekilde…
İlk albümde ortalama 2:50 olan şarkı süreleri, ikinci albümde 3:45′e çıkmış ve grubun o bir anda ortaya çıkıp tokat manyağı yapan, ardından da koşarak kaçan manyak kimliği biraz daha yumruklu tekmeli, gerçek bir dayağa evrilmişti. “Braindead”de ortalama şarkı süresinin 5 dakikanın üstüne çıkmış olması, bir önceki paragrafta “olgunlaşmış” kelimesini tırnak içine almış olmamı anlamlı kılıyordur sanırım.
“Terror Hungry”de EXODUS’çuluk oynamaya daha bir hevesli gözüken LOST SOCIETY, Braindead” ile ilk albümdeki kimliğini çok büyük oranda terk etmiş ve uzun şarkılardan oluşan, çılgından ziyade etkileyici olmak isteyen, daha epik bir thrash metal peşinde koşmuş diyerek albüme yollanalım. Grubun ilk albümüne bayılan, ikinci albümünü ise çok seven biriyseniz ve LOST SOCIETY’nin bu çiğ yanına vurulduysanız, “Braindead”in sizin için bir hayal kırıklığı olma ihtimali gayet yüksek. Grup albümde açık şekilde “büyüme” sinyalleri veriyor; ne yazık ki bu büyüme müzikal veya kitlesel değil, büyük oranda yaş anlamında karşımıza çıkıyor.
Grubu müzikal tercihlerinden dolayı eleştirmek kimseye düşmez, orası kesin. Ancak potansiyelini bize gösteren LOST SOCIETY’nin, bir önceki albümünü 17 yıl önce çıkarmış, 40 küsür yaşında adamlardan oluşan ABD’li bir grubun geri dönüş albümü havasında bir albüm yapmasını anlayabildiğimi söyleyemeyeceğim. Köpek gibi yardıran, terli, kanlı, salyalı bir grubun 3. albümünde ağır abiliğe soyunmasını “olgunlaşmak” olarak görebilmek için, İKİ BİN ON ALTI yılında olduğumuzu da görmezden gelmek gerekiyor diye düşünüyorum.
Retro thrash, zaten özlenen eski güzellikleri yaşatmaya çalıştığı için tutan ve pohpohlanan bir kavram. Bundan 30 yıl önce yapılmış bir şeyle ortalara çıkıp takdir gördükten sonra, bunları “aşmaya” ve zaten 30 yıl önce kusursuzlaştırılmış bir şeyi yeni hedef olarak belirleyip buna göre evrilmek, bence biraz kendi bokunla kavga etmek gibi oluyor. Tüm bu dediklerim, “Braindead”in tümüyle başarısız bir iş olduğu anlamına gelmesin. Grup yine iyi çalıyor, yine 2013′teki heyecanını anımsatırmış gibi yapan şarkılar da barındırıyor. Ancak albümün genelinde, çok net şekilde hissedilen bir “biz o ilk iki albümü aştık, artık abi olduk” tavrı hissediliyor.
LOST SOCIETY, ilk albümünde bize güçlü bir “OHA!” dedirtmişti. Yalnızca 3 yıl sonrasında çıkan “Braindead”de ise bırakın “OHA!” demeyi, “E hadi artık, ne zaman coşacaksın?” demekten kendimizi alamıyoruz. En azından ben alamadım. Albümün orta tempoluğuna, adrenalinsizliğine şaşırdığım kadar, yapılmak istenen şeyin de etkileyicilikten uzak olmasına üzüldüm.
Dediğim gibi, seven yine sever; belki de çalan grubun LOST SOCIETY olması pek çokları için yeterlidir. Ama ben umduğumu bulamadım. Daha fenası, grubun bundan sonra eski enerjisine geri dönmesini de hiç olası görmüyorum.
Umarım yanılırım, zira birbirinin kopyası 2 tane paçoz albümü, giderek daha oturaklı ve olgun olmaya çalışan 50 albüme sabaha kadar tercih ederim.
Kadro Samy Elbanna: Gitar, vokal
Mirko Lehtinen: Bas
Ossi Paananen: Davul
Arttu Lesonen: Gitar
Şarkılar 1. I Am the Antidote
2. Riot
3. Mad Torture
4. Hollow Eyes
5. Rage Me Up
6. Hangover Activator
7. Only (My) Death Is Certain
8. P.S.T. 88 (PANTERA cover'ı)
9. Terror Hungry (Californian Easy Listening Version)
İnsanları taşağa alır gibi tutup Easy Listenin Version koymuşlar ya. Bunun gibi bi albüme bu versiyonu koyarsan, içinden zincir geçirilmiş bahçe hortumuyla dayak yersiniz haberiniz olsun.
Siz de benim gibi gümbür gümbür thrash istiyorum yeaa diye bızıklıyosanız, ben de sizi buraya davet ediyorum.
I Am the Antidote ilk yayınlandığında ben de benzer endişeler içine girmiştim (yanlış anlaşılmasın şarkı taş gibi. sadece farklı gelmişti) ama boşunaymış. albümü yeteri kadar döndürdüm ve uzun süredir kolay kolay thrash metal beğenmeyen bir dinleyici olarak epey sevdim.
albümle alakalı söylenen “olgunlaşma” ve “abi olma” kısımlarına katılmıyorum. albümde daha çok “crossover etkisini törpüleyip biraz gitar çalalım.” demişler havası var. yoksa öyle çok katmanlı, sofistike işler söz konusu değil. grubun hala Riot, Hangover Activator gibi kuduz şarkılar yaptığını unutmamak lazım.
New wave denen thrash grupları arasında sıkıcı şekilde fazla metalleşmek çok yaygın malesef. Fueled by Fire da ilk albümden sonra benzer bir yola girmişti.
İkinci albümleri de pek ilgimi çekmemişti benim, biraz da o yüzden hala dinlemedim ben albümü. Umarım kritikteki kadar kötü değildir.
İnsanları taşağa alır gibi tutup Easy Listenin Version koymuşlar ya. Bunun gibi bi albüme bu versiyonu koyarsan, içinden zincir geçirilmiş bahçe hortumuyla dayak yersiniz haberiniz olsun.
Siz de benim gibi gümbür gümbür thrash istiyorum yeaa diye bızıklıyosanız, ben de sizi buraya davet ediyorum.
https://www.youtube.com/watch?v=jqb49ZKTfI4
I Am the Antidote ilk yayınlandığında ben de benzer endişeler içine girmiştim (yanlış anlaşılmasın şarkı taş gibi. sadece farklı gelmişti) ama boşunaymış. albümü yeteri kadar döndürdüm ve uzun süredir kolay kolay thrash metal beğenmeyen bir dinleyici olarak epey sevdim.
albümle alakalı söylenen “olgunlaşma” ve “abi olma” kısımlarına katılmıyorum. albümde daha çok “crossover etkisini törpüleyip biraz gitar çalalım.” demişler havası var. yoksa öyle çok katmanlı, sofistike işler söz konusu değil. grubun hala Riot, Hangover Activator gibi kuduz şarkılar yaptığını unutmamak lazım.
New wave denen thrash grupları arasında sıkıcı şekilde fazla metalleşmek çok yaygın malesef. Fueled by Fire da ilk albümden sonra benzer bir yola girmişti.
İkinci albümleri de pek ilgimi çekmemişti benim, biraz da o yüzden hala dinlemedim ben albümü. Umarım kritikteki kadar kötü değildir.