Geçtiğimiz yılın en iyi albümlerinden biriyle birlikteyiz bugün. ABD’li progresif/senfonik folk metal grubu WILDERUN, 2012′deki “Olden Tales & Deathly Trails”in ardından, geçtiğimiz yıl da “Sleep at the Edge of the Earth” ile görücüye çıktı. Grubu yakın zaman önce keşfettiğim için, bu müthiş albümü size zamanında duyuramamış olabiliriz, ancak her zamanki gibi, geç olsun güç olmasın.
WILDERUN’u keşfetmem, öncelikle “Sleep at the Edge of the Earth”ün kapağı sayesinde oldu. Kapaktaki hava, tazelik, yeşilin canlılığı, albümü merak etmeme fazlasıyla yetti. Ardından albümden çıkan “The Garden of Fire” single’ını dinledim ve bam! Artık bir WILDERUN dinleyicisiydim.
Albümü 8-10 kez dinledim ve “Sleep at the Edge of the Earth”ün neden geçtiğimiz yılın en iyilerinden biri olarak gösterildiğini fazlasıya anladım. WILDERUN, geleneksel Amerikan folk şarkılarını ve kendi orijinal bestelerini müthiş bir güzellikte harmanlayarak, folk metalin olabilecek en sofistike, sanatsal, görkemli, epik ve progresif anlayışlı örneklerinden bazılarını sunuyor. Brutal vokallerin etkinleştiği yerlerde progresif death metale de göz kırpan müzik, yerel enstrümanlar, varyasyonlu vokaller ve şenlik havasındaki pastoral hava ile yine de şahlanıyor amman.
Folk metalin hoppidi hoppidi yanından ziyade epik tarafına eğilen WILDERUN, esas adamı Evan Anderson Berry’nin öncülüğünde her açıdan zengin ve çok katmanlı bir işe imza atıyor. Özellikle vokaller, insanın içini ısıtan, berrak, ateş başındaki mandolinli ozan havası ile “bu dağlar, çayırlar benimdir” diye kükreyen brutal vokal arasında nefis bir ahenkle gidip geliyor. Özellikle clean vokallerde, hem ses rengi, hem dramatizasyon, hem de anlatıcı tavır babında FALCONER’dan Mathias Blad’ı anımsatan bir bilgelik ve sıcaklık var.
Davulda Jon Teachey adlı arkadaşın da nefis bir performans sunduğu albümde, dulcimer, autoharp, banjo, mandolin, melodika gibi yerel tatlar da müziği alışıldık power metal tabanlı folk metalin çok üstüne taşıyor. Burada en önemli unsur, grubun şarkı yazımı, şarkıya karakter katma, parçaları birbirlerinden farklılaştırma ve yaratıcı fikirler bulma konusuna çok fazla eğilmiş ve tüm bunlarda başarılı olmuş olması. “Sleep at the Edge of the Earth”ü dinlerken, bir an bile jenerik bir folk metal albümü dinlediğinizi hissetmiyor, albümün barındırdığı progresif yapı ve oluşan görkemli atmosfere kapılmadan edemiyorsunuz.
“Sleep at the Edge of the Earth”ü tanımlamak için şu şarkıyı dinleyin yeter diyebileceğim bir şarkı yok. Her ne kadar single olarak seçilen “The Garden of Fire” muazzam bir sanat eseri olsa ve WILDERUN’un sayısız güzelliğini gözler önüne serse de, albüm her anıyla duyulmayı hak eden sayısız müthişlik barındırıyor.
Saat tutarak yazdığım bu kritikte, şu an 12. dakikadayım ve bu bir sayfadan uzun yazıyı bu kadar kısa sürede yazmış olmam, albümün nasıl sular seller gibi aktığının da bir kanıtı olsa gerek. 54 dakikalık süresi boyunca zerre sıkmayan ve her şarkısında size farklı zenginliklerini gösteren “Sleep at the Edge of the Earth”ü, folk metal seviyorsanız kesinlikle, metal seviyorsanız mutlaka, iyi müzik arıyorsanız da illâ ki dinleyin.
Muazzam albüm… Film müziği değil de üstüne film yapacak potansiyele sahip oooyyysssşş sevgim kabardı.
Ben demiştim demek istemiyorum ama: http://www.pasifagresif.com/2011/01/grup-onerme-sorma-bilgi-paylasim-ortami/comment-page-31/#comment-403939