Günümüzün her şeyin ilk andan ortaya dökülmesi gerektiğini hissettiren ve algı eşiği saniyelere inen dinleyiciyi çabucak kavrama amacı güden müzik dünyasında, mevcut şartları hiç düşünmeden sadece sanatlarını ortaya koymaya çalışan gruplar keşfettiğimizde kendimizi şanslı gördüğümüz garip bir çağdayız. Konumuz müzik olmasına rağmen, kimi grupları sanki nesilden nesile aktarılan bir geleneği yaşatıyorlarmışçasına “tek dertleri iyi müzik yapmak” diye övüyor, bu klasmana soktuğumuz, hatta bu nedenle zaman zaman “naif” addetme cüretini dahi gösterdiğimiz grupların devrin şartları dâhilinde çok da geniş kitlelere yayılamayacaklarını içten içe bildiğimizi sanıyoruz.
Müzik şirketlerinin, dinleyicinin şarkıyı, albümü, hatta grubu ilk andan atlamasını önlemek adına gruplardan albümlerin açılış şarkılarını öyle sanatsal introlarla falan açmamalarını, uzun fade in’lerle uğraşmamalarını, doğrudan olaya girmelerini tembihlediği bu dönemde, grupların da “bakın bizim müziğimiz bu, hemen ilk andan anlayın diye sizi hiç öyle epik girişlerle falan uğraştırmıyoruz; sizi birkaç saniye boyunca müziğimizin ne olduğunu anlamaya çalışma zahmetine sokmuyoruz; biliyoruz ki o iki saniye içinde, yarattığımız müziği size daha etkileyici sunmak adına düşündüklerimizi duymaktan çok daha önemli işleriniz var, ne olur hakkımızdaki kararınızı verip bir sonraki gruba geçmeden önce birkaç şarkımızın daha ilk 5-10 saniyesine bakın, belki hoşunuza giden bir şey bulur ve yıllarca süren emeğimizi “fena değilmiş” diye ödüllendirirsiniz” şeklinde düşünmeleri anlayışla karşılanabilir.
Kritiğe böyle bir giriş yapmış olmamdan, SO HIDEOUS’ın bu anlattıklarıma ters işler yapan bir grup olduğunu anladınız elbet. New York City çıkışlı bu pek çok açıdan tuhaf, ancak daha çok açıdan büyüleyici grup, yirmi yıl önce sorsanız birbirleriyle en ufak bir alakaları olmadığı düşünülebilecek türleri, berrak bir su içinde dağılan kadifemsi bordo bir tentürdiyot; saf bir süt içinde çatallanarak dağılan birkaç damla kan; veya bir akarsuyun bir uçurumu ilk keşfedişi ve coşkuyla gürleyip gelerek saniyeler içinde orayı bir şelaleye dönüştürdüğü ilk an gibi muazzam bir görkemle bir araya getiriyor.
SO HIDEOUS, orkestral unsurları, çağımızın pek revaçtaki türleri post-black metal ve blackgaze ile harmanlayıp, bunu olabilecek en sinematik perspektifte, lafta kalmayan bir sanatçı bakışıyla, her şeyin samimiyet ve bilinçle yapıldığını hissettiren bir anlayışla sunuyor.
Bir insanın öldükten sonraki 7 dakika boyunca beyninin hâlâ aktif olmaya devam ettiği fenomenini işleyen “Laurestine”, bu 7 dakikayı 7 şarkı ile, şarkılardaki 7/x’lik ölçülerle yansıtıyor. İlk şarkı Yesteryear’ı nabız vuruşlarını taklit edercesine kick’lerle başlatan “Laurestine”, sırtını büyük oranda enstrümantal gücüne dayayan albümü kapkara kılan ve daha ziyade perdevi bir katman vazifesi gören vokallerin ızdırabıyla sizi içine çekiyor. Senfonik elementlerin ezici görkemiyle birleşen bu zifiri vokaller, çok hissederek, çok tüy ürpertilerek düşünüldüğü belli olan düzenlemelerle renkleniyor, işlediği temayı notalarla aktarmak adına elinden ne gelirse yapıyor.
Buradaki en önemli husus, albümün her ayrıntısıyla samimi olduğunu, acı çekilerek, gözyaşı dökülerek, büyük emek harcanarak yaratıldığını size hissettirmesi. Tüm “Laurestine”i sarıp sarmalayan hüzünlü, kederli anların, içinizi parçalayan melodilerin hiç ayrılmamacasına seviştiği senfonik elementlerle birleştirilirken, bunların ayrı ayrı bulunup bir telefona “Sad melody 1.m4a” şeklinde kaydedilmediklerini, bir bütün hâlinde yaratıldıklarını hissediyor, en azından böyle olmuş olmasını diliyorsunuz.
Hiçbir şeyin öne çıkmadığı ve her şeyin tek bir ihtişamın parçalarını oluşturduğu “Laurestine”, bu yapısıyla da tek bir dev şarkı izlenimi veriyor. Bazı şarkılardaki aşırı karakteristik kimi melodi ve bölümler haricinde, albümdeki şarkıları tekil olarak ele almak çok da mantıklı değil diye düşünüyorum. Misal benim için albümün en güzel anı olan Falling Cedars’ın 2:56 ve sonrası, yine de bu şarkıyı diğer şarkıların önüne çıkarmıyor. Bunun sebebi albümde öne çıkan bir hit olmaması veya şarkıların tekil olarak ortalama olmaları değil elbet; tam tersine, hangi birinin neresini öveceğinizi şaşırdığınız bir akıl, anlayış ve yetenek var “Laurestine”in 40 dakikası boyunca. Ancak albümdeki yaratıyı kıymetli kılan ve “Laurestine”in sonsuza dek dinlenebilir hâle gelmesini sağlayan asıl konu, ortaya konan şeyin her anlamda bütünlüklü bir sanat eseri olması. Önem anlamında kıyasladığım düşünülmesin, ama nasıl ki Mona Lisa’yı “Kadının bakışları muazzam ama ellerini çok sevmiyorum ve bence bu tablonun en öne çıkan kısmı kadının burnu; burnu çok harika çizilmiş” diye yorumlamıyorsak, Bergman’ın “Yedinci Mühür”ünü “Max Von Sydow ve Bibi Andersson akıl almaz oynamış, ses kurgusu bence biraz sorunlu ve filmin en çok öne çıkan yeri de Antonius Block’un demir parmaklıkların gölgesi altında konuştuğu yer” diye yorumlamıyorsak, “Laurestine” de olduğu gibi, bir bütün gibi değerlendirilmeli.
Tüm bu müziği yaratan ve bence gerekli çabayı gösterirse kendisini dev bir film müziği kariyerinin beklediği Brandon Cruz ve arkadaşlarına, uzun zamandır dinlediğim en gerçek müziklerden birini yaptıkları için teşekkür ediyorum. Öldükten sonra beyin gerçekten de 7 dakika boyunca yaşamaya devam ediyor mu bilmem ama, “Laurestine”in benimle çok uzun bir süre yaşayacağı kesin, çünkü burada zamansız, mekânsız ve hayata fon müziği olabilecek düzeyde empati kurduran, 2015 yıl sonu listemin ilk 3′ündeki diğer albümleri baya tedirgin eden bir müzik var.
Henüz kritiği okumadım ama Enslaved tşörtü sayesinde +1.
klavyelerden gitarlar anlaşılmıyo ahmet bey senle müzik konusunda hem fikir olamadık bi yoksa sadettin teksoy gibi adamsın bence çokta abartmamak lazım bu post black ayaklarını doomdan türeme müzikler gaze maze ekleyince çok matah bişey yapmış gibi görünüyo sadece en temizi
prog bence…
26.11.2015
@bleakeden, @bleakeden, ANLAYAMAZSIN :((((((((
yaklaşık 2 hafta önce keşfettiğim ve yesteryear ile beni yerden yere vuran grup
İlk dinlediğim günden beri ”uykudan önce” seanslarım için Adile Naşit’in yerine geçen albüm oldu…Mecaz-ı mürsel bir yana tek kelimeyle mükemmel. Her notası, her saniyesi bilinçaltına işlemiş biri olarak kritikte geçen her cümleye dibine kadar katılıyorum. Bir yapbozun kusursuz parçaları gibi zıtlıklardan oluşuyor tüm albüm. Köşeleri belli içini doldurmak size kalmış. Orkestral yapısı o kadar içten bir duygu yoğunluğu katıyor ki 40 dakikanın sonunda gözleriniz dolmadıysa harbiden ağır abisiniz demektir.
Uzun lafın kısası 10 numara 9.5 yıldız albüm, bir o kadar güzel kritik.
Bir iki şarkı dinledim, ilginç. Bakacam albüme bir ara, önceki işleri nasıl ki?
Gerçeken inanılmz güzel bir albüm bu adamlarım tüm albümlerideafheaven ile birlikte metal dünyasında bir çığır açabilirlerni dinledim en gelişmiş ve güzel olanı bu
Öncelikle Relinquish şarkısındaki klavye melodileri çok bariz bir şekilde Issız Adam jenerik müziğinde kullanılan şarkılardan arak, bu konuda anlaşalım :)
Şaka bir yana insanı kulağına; ucu sonsuz açıklıkta bir ”hiç ama hiçbir umut yok” diye basbas bağırırcasına derbeder eden ve içinde yaşamının o anına dek barınmış en ajite duygularına çığlık kesilen bir albüm olmuş.
Bugün Gris’in muazzam À l’âme enflammée, l’âme constellée…’ siyle birlikte dinleme gafletine düştüm. Edindiğim intiba en arabesk tabirle ; Taramalı bir silahtan geçirilmiş bedenin otopsisinde cerrahi malzemelerin işlevi bu iki albüm tarafından görülmüş gibi.
Sevgili Ahmet Saraçoğlu’na da bu menfur albümü bir güzel ve özel olarak kritize ettiği için teşekkürler…
29.11.2015
@Sikth, Edit; sondaki paragrafta kullandığım menfur sıfatının yerine bunalım”ın getirilmesine… :)
En son Sunbather’ı dinlediğimde böyle bütün bir his kalmıştı aklımda sanırım, parçaları hatırlayamıyor, aklımda kalan şarkılar hangileri isimlendiremiyordum ama genel bir muazzamlık ve “bu albümü baya sevicem” hissi oluşmuştu. İyi post black metal müziğin böyle bir etkisi var sanırım benim üzerimde. Laurestine’de Sunbather’a göre daha az yorucu, daha az kaotik, daha naif ve atmosferik bir müzik var, ama hiç karşılaştırmaya girmeden, So Hideous’un gücünü orkestranın yarattığı arka plana dayandırmasından yola çıkarak, dinlediğim müziğin çaktırmadan kulaklarımın ötesine hitap etmesini, bu sanatsal yapıyı baya övebilirim sanırım. Çok seviyorum bu tarz albümleri ya, türün giderek gelişmesi de benim açımdan epey mutluluk verici bu yüzden. Ellerine sağlık abi.
Deafhevan çok daha iyi bir grup bence hele son albüm new bermuda bi harika dostum
Mono etkisi grubun üzerinde bayağı var gibi görünüyor, bir de Relinquish parçasında bir an Moya çalıyor sandım gam yürüyüşünden dolayı, ama etkilenme olayı falan benim için sıkıntı oluşturmadı işin açığı ben gayet beğendim. Birlikte geçireceğimiz geceler olacak gibi görünüyor.
dün keşfettim, akıldışıydı. kışı hangi albümle geçireceğim belli oldu.
türkiyede so hideous seven kaç kadın vardır acaba. birisine aşık olma ihtimalimi merak ettim. albüm yapın ulan allahlesslar :(
böyle çok sevdiğim albümleri dinlerken düşünüyorum son 10 yılın en iyi albümleri nelerdir diye, benim için 1 numara bu olur herhalde.
hadi olum albüm haberi falan verin 2020 olsa da olur. dağılırsa kendimi keserim
Söylenebilecek her şey söylenmiş ama ben de bir şeyler söylemek istiyorum.
Arkadaş o Yesteryear nasıl bir şarkıdır öyle ? Adamın attığı her çığlıkta kalbim parçalanıyor.
Albümü uyumadan önce dinledim ilk kez, gerçekten çok iyi bir deneyimdi.
Nisan 2016′dan bu yana Facebook’ta hiçbir şey paylaşmamışlar, sadece Ağustos 2019′da profil fotolarını güncellemişler. Instagram’da da 2,5 yıldır yoklar.
Böyle bir albümden sonra devam etselerdi keşke.