Sınırları ortadan kaldıran farklı müzik türlerinin aralarındaki sınırları silmek, günümüzde -veya 2000’lerden sonra da denebilir- pek alışılmadık bir müzik anlayışı değil. Fakat, formülize olanın ve refleksif olanın arasındaki “bir şekilde hissedilebilir fark”tan ötürü bu anlayış çoğu zaman “bir diğer” olmaktan öteye gitmiyor. Bazen de tam tersi oluyor ve duyduğunuz her şeyi tekrar önünüze seriyorlar; duymadığınız şekilde ve kendine özgü bir anlayışta. HAVE A NICE LIFE tam da bu bağlamda kendi yolunu bulabilen gruplardan bir tanesi.
Grubun önceki ve ilk albümü “Deathconsciousness”ı tanımlamak için akla gelen ilk kelime “büyük” oluyor. Konseptinden şarkı sözlerine, görsel yanından müziğin kendisine ve hepsinin bir araya gelerek oluşturduğu grubun duruşuna dek her şeyiyle kesinlikle devasa. Hatta daha da ileri gidilebilir; “içine girmesi en zor albümlerden biri.” Noise’dan drone’a, post-rock’tan, post-punk’a, shoegaze’den bilmem neye kadar uzanan geniş yelpazesiyle dinleyiciyi de kendisini de olabilecek en iyi anlamda yorarak koca bir hikayeyi ince ince örüyor albüm. Anımsadığınız müzik türleri bazen direkt olarak bazen de bir sürü katmanın altında gizlenerek kulaklarınıza geliyor ve bu rastgelelik içinde albümü her dinleyişinizde yeni bir şeyler keşfetme olanağınız arttıkça artıyor. Bir yandan da çiğ, kirli, rahatsız edici sound’uyla tüm bu teorik zırvalamaları boşa çıkarırcasına umursamaz, kendi işine bakan ve sizi garip bir şekilde içine çeken bir albüm. Kısacası, zor.
“Deathconsciousness”a değinmeden HAVE A NICE LIFE ile ilgili bir şey anlatmak da pek olanaklı değil çünkü grubun müzik anlayışını oluşturan, karşılayan her şeye sahip. Gelelim asıl olaya. “The Unnatural World” ile ilgili göze çarpan ilk şey, “Deathconsciousness”ın yarattığı “dağınık oda” hissinden sonra en azından kirlilerin ortadan kaldırılması ve eskisinden daha düzenli, daha az yorucu bir odanın karşımıza çıkması. Kötü anlamda olmayan “oradan oraya atlama” anlayışından sonra gelen bu stabilite, beraberinde, albümün bir bütün olarak tınlamasını ve özellikle ilk parça “Guggenheim Wax Museum” ile üzerinize gelen ses duvarı hissinin albüm boyunca sürmesini sağlıyor. Hemen arından gelen “Defenstration Song” birazcık daha hareketli olmasına rağmen bahsettiğim bütünlük öyle bir anlayışta ki, muhtemelen sadece albüm bittiği saniye farkına varabiliyorsunuz olan bitenin; gözünüzün önünden geçen bir film şeridiymişçesine.
Aynı kirli kayıt anlayışını devam ettiren HAVE A NICE LIFE, hala kulaklarınızı tırmalayan bozuk şeylere sahip. Boğuk gitarlar, bozuk tonlar ve endüstriyel müzik ile post-punk’ın birleştiği noktada ortaya çıkan “direkt, net” davullar albümün altyapısını oluşturan temel öğeler. “Deathconsciousness”taki geniş yelpazenin aksine, daha basit bir şekilde baskın olarak “shoegaze” denebilecek bir albüm. Bu açıdan da belki ilk albümden birazcık daha “olgun” olduğunu söyleyebilirim ama bu daha iyi olduğu anlamına gelmemeli.
“The Unnatural World” ilk albümden daha “düz”. Bu yüzden de gruba ilk albümden aşina olanlar için birazcık can sıkıcı olabilir. Fakat zaman ayırdığınızda ve ilk albümün yarattığı beklentilerden uzaklaşarak dinlediğinize, “The Unnatural World” gerçekten başından sonuna kadar gayet kendine özgü, olgun, kötü veya gereksiz bir yer barındırmayan, gözleri “Deathconsciousness”tan daha kapalı bir albüm. “Guggenheim Wax Museum”, “Dan and Tim, Reunited by Fate”, “Cropsey” gibi harika şeyler barındırıyor ve kesinlikle grubun özel karakteristiğini devam ettirmeyi başarıyor.
Uzun sözün kısası, “The Unnatural World” iyi bir albüm. Tabii ki de “Deathconsciousness”tan sonra gelmesinden ötürü beklentileri karşılayamama riskine sahipti fakat bu tarz “stratejik” şeyleri konuşmak için gayet yanlış bir ismin altındayız. Beklentilerinizi paketleyip kaldırabilirsiniz. HAVE A NICE LIFE sadece birazcık daha ses çıkarıp gidecek. Güzel bir hayatınız olsun.
Şarkılar 1. Guggenheim Wax Museum
2. Defenestration Song
3. Burial Society
4. Music Will Untune the Sky
5. Cropsey
6. Unholy Life
7. Dan and Tim, Reunited by Fate
8. Emptiness Will Eat the Witch
”Noise” denilen olayın biraz daha üst kademeye sıçramış halinin verdiği rahatsızlığı çoğu zaman normal karşılayamıyorum, çekici geldiği zamanlarda ise verdiği hazzı başka bir şeyden alamıyorum. İşte o zamanlardan birinde bu gruba ilk albümü için o şansı vereceğim, fakat henüz kritikteki parçayı açmış değilim, söylendiği gibi bu albümde shoegaze baskınlığına tanık olursam şayet, içine rahat çekilebilirim.
Rotarli kritik, ben de daha kendimde bastan sona dinleyecek cesareti bulamadim gerci. 1 yildir arsivde bekliyor, sadece iki sarkisini dinledim. Peki Onur, gruba baslangic icin hangi albumlerini onerirsin?
@Osman, ahah evet, gecikti oldukca. Baslangic olarak Deathconsciousness derim kesinlikle. Ama yazida da soyledigim gibi, kolay bi album degil. Hatta ben ilk dinleyisimde pek sevmemistim ahah.
@Onur Sancu, yeni dinledim de, dedigin kadar varmis. Dayak yemis gibi oldum ama havasi hosuma gitti nedense. Post-punk etkilesimi cok belli de, emo ve depresif black metal etkilesimini bile zaman zaman muzikte gorebiliyorsun, ne alakaysa. Tavsiyen icin saol. Tam karda, firtinada dinlemelik bir album, ben de galiba o yuzden dinlemeyi erteledim :p
@Osman, ahahah gerçekten öyle ya. Karamsar ama klişe değil, bayağı orijinal. Dayak yemiş gibi olmana rağmen “nedense hoşuma gitti” demen güzel bir şey ama. Ben de ilk dinlediğimde benzer şekilde tepki vermiştim. Oldukça talepkar bir albüm ve zaman ayırırsan karşılığını veriyor.
Geçen sene bu zamanlarda çıkmıştı, o ara birkaç defa çevirmiştim bandcamp üzerinden. Şahsen çok beğendiğim bir albüm, kritik de çok güzel eline sağlık Onurcuğum. Kapağını da ayrı seviyorum bu arada.
Bu albümün benim için yeri çok ayrıdır. Müzikalite olarak aradığım her şeyi bulabildiğim bu güzide sanat parçasını dinlediğim ilk günden beri saygıyla anarım. Bana göre albümün en iyi parçası Burial Society. Elinize sağlık!
Güzel müzik. Kritikteki şarkıyı beğendim bayağı. Tanıtım için teşekkürler.
Dikkate değer bir albüm.
”Noise” denilen olayın biraz daha üst kademeye sıçramış halinin verdiği rahatsızlığı çoğu zaman normal karşılayamıyorum, çekici geldiği zamanlarda ise verdiği hazzı başka bir şeyden alamıyorum. İşte o zamanlardan birinde bu gruba ilk albümü için o şansı vereceğim, fakat henüz kritikteki parçayı açmış değilim, söylendiği gibi bu albümde shoegaze baskınlığına tanık olursam şayet, içine rahat çekilebilirim.
Rotarli kritik, ben de daha kendimde bastan sona dinleyecek cesareti bulamadim gerci. 1 yildir arsivde bekliyor, sadece iki sarkisini dinledim. Peki Onur, gruba baslangic icin hangi albumlerini onerirsin?
30.01.2015
@Osman, ahah evet, gecikti oldukca. Baslangic olarak Deathconsciousness derim kesinlikle. Ama yazida da soyledigim gibi, kolay bi album degil. Hatta ben ilk dinleyisimde pek sevmemistim ahah.
10.02.2015
@Onur Sancu, yeni dinledim de, dedigin kadar varmis. Dayak yemis gibi oldum ama havasi hosuma gitti nedense. Post-punk etkilesimi cok belli de, emo ve depresif black metal etkilesimini bile zaman zaman muzikte gorebiliyorsun, ne alakaysa. Tavsiyen icin saol. Tam karda, firtinada dinlemelik bir album, ben de galiba o yuzden dinlemeyi erteledim :p
12.02.2015
@Osman, ahahah gerçekten öyle ya. Karamsar ama klişe değil, bayağı orijinal. Dayak yemiş gibi olmana rağmen “nedense hoşuma gitti” demen güzel bir şey ama. Ben de ilk dinlediğimde benzer şekilde tepki vermiştim. Oldukça talepkar bir albüm ve zaman ayırırsan karşılığını veriyor.
Geçen sene bu zamanlarda çıkmıştı, o ara birkaç defa çevirmiştim bandcamp üzerinden. Şahsen çok beğendiğim bir albüm, kritik de çok güzel eline sağlık Onurcuğum. Kapağını da ayrı seviyorum bu arada.
12.02.2015
@Ozan H. E. Turakine, kapak gerçekten apayrı bir hissiyat veriyor. Entellik işte sdfg.
Bu albümün benim için yeri çok ayrıdır. Müzikalite olarak aradığım her şeyi bulabildiğim bu güzide sanat parçasını dinlediğim ilk günden beri saygıyla anarım. Bana göre albümün en iyi parçası Burial Society. Elinize sağlık!
Hoş bir hayatınız olsun.