Açık konuşayım. İlk birkaç dinleyişte kafamda oluşan soru “acaba?” şeklindeydi. Acaba Katatonia kariyerinde ilk kez sıradan bir albüm yapmış olabilir miydi? Bir grup müziğin tam zevkini almak için bir insanın “keşke üzüleceğim bir şey olsa” diye düşünmesine neden olabilir mi? Bu grup Katatonia’ysa, olabilir.
Jonas’ın, yanaklarda kalmış gözyaşı izlerine çarpan rüzgarın soğukluğunu daha fazla hissettirmesi gibi insanın içini üşüten sesi, tek bir kelimesindeki vurguda bile adeta insanın içinde fırtınalar kopmasına, sessizce haykırmak istemesine yol açan yorumu, Katatonia’nın başka hiçbir grubun sahip olmadığı bir yıkım gücüne sahip olmasını sağlar.
Onlar oturup hüngür hüngür ağlatmazlar belki; güçsüz, çaresiz, muhtaç ve korumasız bir dibe batırma değildir onlarınki. Onlar, gecenin karanlığında, çiseleyen yağmur altında yağmurluğunuzun ıslak kapşonu yanaklarınızı ıslatırken olanca gücünüzle haykırmanızı, kimseyi umursamadan gözyaşlarınızı akıtmanızı, koşup dünyanın tepesine çıkıp oradan tüm hüznünüzü şehrin üstüne dökmenizi sağlarlar. Güçlü olmanıza rağmen size hüznü yaşatırlar, tepede olsanız dahi aslında pek çok şeyin olması gerektiği gibi olmadığı hissiyatını uyandırırlar.
Şehirli bir hüzün vardır Katatonia’da; dinlerken aklınıza ormanlar, yağmurda ıslanan çayırlar, dökülen yapraklar gelmez. Aksine, bazen beton bir köprüden kapkaranlık denize bakarsınız, bazen bir trafik ışığının gözlük camınızdaki yağmur damlalarında kırılmasını görürsünüz, bazen bir metro durağında tek başınıza beklerken bulursunuz kendinizi; metro yaklaşırken beraberinde getirdiği o rüzgar gibi bir şeyler yükselir içinizden. Bu nedenledir ki hayatın farklı alanlarındaki farklı üzüntülere soundtrack olabilir Katatonia. Hayattaki her duyguyu anlatan bir grup varsa, hüzün kısmı için bakacağınız yer bellidir.
Büyük soğuk uzaklığın bize verdiği de bundan pek farklı değil. Grubun en Opeth etkilenimli albümü olmasının yanı sıra, özellikle “Viva Emptiness”da başlayan progresif tınılar, aksak ritmler, bu albümde de fazlasıyla öne çıkmış. Opeth’ten aşina olduğumuz birbirinden uyumsuz akorların kullanılması, müziğe yer yer soğuk bir atmosfer katmış, albümü bir gece müziğine dönüştürmüş sanki.
“Leaders”ta adeta Porcupine Tree’nin “Blackest Eyes”ındaki gibi bir Opeth etkisi kendini belli ederken, adı gibi ağırbaşlı olan “Deliberation”da Jonas’ın sadece “justify” derkenki vurgusu bile insana yaptığı işi bıraktıracak kadar etkileyici. Belki de albümdeki en iyi nakarat da bu şarkıda. İlk dinleyişimde çok da ısınamadığım “Soil’s Song”u, bugün sağda solda mırıldanırken buluyorum kendimi. 2.08’de başlayan kısımsa gerçekten de “Ghost Reveries”den fırlamış gibi. “My Twin”in minimalist yaklaşımı, belki de bu şarkının çok da özellikli olmamasına neden oluyor; ancak nakaratı, özellikle de nakaratındaki bas partisyonu şarkıyı kurtaran elementler. “Consternation”, adını anımsatan bir korku ve panik hissi uyandıran nakaratı ve 2.30 civarında giren nefis melodisiyle dikkat çekerken, “Follower” ise aksak davulları ve nakaratında geçen “ellerini o kadar sıkı tutuyorum ki parmak eklemlerim beyazlaşıyor” dizesini gerçeğe dönüştürürmüşçesine bir güç gösterisi sunuyor.
Albümün en iyi davullarını içeren ve bana nedense ilkbaharı hatırlatan huzurlu girişiyle “Rusted”, ilerleyen dakikalarda tümüyle Opeth patentli akorlara geçiyor ve özellikle “cold white spring, a wordless song I sing” kısmında ciddi anlamda ızdırap çektiriyor. “Increase”de kulaklar adeta Mikael’in brutal vokali girecek diye beklese de, Jonas’ın sanki şarkıyı söylerken ağzından buhar çıkıyormuş hissini veren sesi ve yorumu gerekeni yapıyor ve müziği dinlediğiniz en aydınlık odayı bile, sadece siz, çalan müzik ve zifiri karanlığa boğuyor.
Albümün en iyilerinden “July”, ilk iki dizesiyle bile, yorum gücünün ses gücünden ne derece üstün olduğunu gözler önüne seriyor. Jonas’ın sesi sanki şarkı sözlerinin yazılı olduğu kağıdın buruşuk, eski ve kirli sarı bir kağıt olduğunu düşünmenize yol açacak kadar hisli ve kişilikli. Bu şarkının 3.12’sinde de sanki basları Opeth’ten Martin Mendez çalmış gibi hissediyorsunuz. Damnation’daki o tuhaf ve gergin hava hakim.
“In The White” da tam bir şehir şarkısı. Karlı Ankara geliyor gözümün önüne. Minibüste oturmuş Yıldız’dan Kızılay’a indiğimi, üşüyerek camdan baktığımı hayal ediyorum. Hayal ettiriliyorum.
“Viva Emptiness” kokan “The Itch”, özellikle 2.25’te giren gitar bölümüyle ve Mikael’in Damnation’ın bazı yerlerindeki efektli vokallerini hatırlatan nakaratıyla dikkat çeken, ama albümün geneline baktığımda nispeten vasat diyebileceğim bir parça.
Ve son sıraya geliyoruz. “Journey Through Pressure”. Belki de “Deliberation”la birlikte albümün en iyi şarkısı. İşte bu, şehir mehir dinlemiyor. Olduğu gibi çökertiyor. İlk yirmi saniyesini art arda dakikalarca dinleyebilirim. Böyle bir yorum olamaz. Özellikle “the process of trying to act at heart” kısmı tek kelimeyle süründürüyor. “…act at heart…” kısmı belki de tüm albümün en güzel yeri. “Come” ve “alone”ların son harflerinin uzatılması da üstüne tuz biber ekiyor.
Albüm böylece bitiyor.
Kanıksaması, hazmetmesi zor bir albüm. Minimal seçimlerin yapıldığı şarkılarda bile, aşağılarda gizlenen dışavurumlar bulmak mümkün. Grubun en iyi albümü mü, değil. En yaratıcı albümü mü, o da değil. Ama başlı başına elli küsür dakikalık bir “yoğunluk” var karşımızda. Albümü dinleyip bitirdiğinizde yapacağınız iki şey var. Ya hemen bir kez daha play tuşuna basıp tekrar dinlemek, ya da bu yoğunluğun etkisindeki kafanızı biraz boş tutup, kısa bir süre sonra tekrar dinlemek. Sonuçta albüm sizde tekrar tekrar dinleme isteğini uyandıracak kadar dolu. Başta böyle olmasa da, albümün içine girdikçe böyle olduğunu görebiliyorsunuz.
Bu yazıyı kendim için yazıyor olsaydım, şarkılardan teker teker bahsetmezdim. Hatta müziğin teknik kısmına hiç girmezdim bile. Ama bu yazının bir amacı var ve bunlardan da bahsetmek gerekiyor. Bu bağlamda albümün gözümdeki değerini şöyle özetleyebilirim: ne için olursa olsun “Last Fair Deal Gone Down” için bir kritik yazmak istemem. Yazsam da çok bencilce bir yazı olur ve albüm konusunda hiçbir fikir vermez. “The Great Cold Distance”ın yazısının da büyük kısmını istemeyerek ve bencilce yazmanın verdiği rahatlığı arayarak, yazıyı az da olsa kastırarak yazdım.
Daha önümde bugün için yazılmayı bekleyen dört albüm daha var ama şu anda hiçbirini yazmak istemiyorum. Keşke yazmaya Katatonia’yla başlamasaydım.
dance of december souls çok eskilerde kaldı. brave murder day de…discouraged ones..? neyse biz great cold distance ile idare edelim bari
muhtemelen benim vereceğim puan da aynı olurdu. kendi çapımda kritiğini yapmıştım bi yerlerde bu albümün. Katatonia’ya karşı Brave Murder Day sonrası ön yargılarımı yıkan albüm budur. bana hissettirdikleri çok farklı. özellikle “increase” adlı şarkı benim için şarkıdan da öte.
bu albümde bi tek consternation ı sevemedim nedense. o yüzden 9,5/10
böyle bi bonus şarkı varmış, ilk defa şu an dinliyorum.
http://www.youtube.com/watch?v=m69I6WIIDH0
Bu albümde vokal ile müzik arasında müthiş bir çelişki mevcuttur.Sevmem.
Grubu direkt bu albümle dinlemeye başladığım için olacak, ölüyorum bitiyorum her bir yerine. Kusursuzluk akıyor baştan sona. Bi de -yazı için söylemiyorum- “şura tool, bura opeth” denemeyecek bir müzisyenlik var bunda. Yani bariz etkileşimler mevcut ama über özgün tınlıyor müzik. Aklım çıkıyor nası düşünmüşler bunu diye. Katatonya çok tuul abi.
Onlar oturup hüngür hüngür ağlatmazlar belki; güçsüz, çaresiz, muhtaç ve korumasız bir dibe batırma değildir onlarınki. Onlar, gecenin karanlığında, çiseleyen yağmur altında yağmurluğunuzun ıslak kapşonu yanaklarınızı ıslatırken olanca gücünüzle haykırmanızı, kimseyi umursamadan gözyaşlarınızı akıtmanızı, koşup dünyanın tepesine çıkıp oradan tüm hüznünüzü şehrin üstüne dökmenizi sağlarlar. Güçlü olmanıza rağmen size hüznü yaşatırlar, tepede olsanız dahi aslında pek çok şeyin olması gerektiği gibi olmadığı hissiyatını uyandırırlar.
BUDUR !
23.08.2013
@Koray, anasayfada yorumu görünce okudum, daha önce okumamıştım bu kritiği. Albümü ilk dinlediğim zamanı hatırladım bende. Sonra bir daha okuma gereği hissettim. Çünkü farkettim ki ilk dinlediğimde ben, resmen bunları hissetmiştim.
Deliberation :(
02.10.2015
@saw you drown, hay aq şu saatte aklima soktun ya la. Zalımsın !!! :)
Çok fazla adı geçmiyor ama Rusted favorilerimden biri benim albümde. Zaten Consternation ve The Itch hariç bayılmadığım parça yok.
Öve öve bitiremiyordu millet, bende bir bakayım demiştim bu albüm ile. Gerçekten çok güzel bir albüm.
Aaaah ulan ahhh, bak yine gece gece..
24.07.2021
@Raddor, lan osbiri bırakalı bu grubu hiç dinleyesim gelmiyor. Demek ki Katatonia’yı hep osbirciler dinliyormuş.
Sigara yanığı gibi albüm.
Şunu bir kabul edelim: Katatonia çok öznel bir gruptur, herkes her şarkısında/albümünde farklı şeyler bulur ama en iyi Katatonia albümü budur. Bu böyledir.
Not: LFDGD hayranı
Brave Murder Day ve Tonight’s Decision’dan sonra en sevdiğim Katatonia albümü, hatta beni Katatonia ile tanıştıran albüm.
02.05.2024
@Cryosleep, 3 senede fikirlerim çok değişti. Discouraged Ones gibi bir gerçek vardı çünkü.
Amına koyayım senin gibi albümün. Adam akıllı derdim yok dünyanın en ağır yükü sırtımdaymış gibi depresyona giriyorum
01.12.2022
@Ali Osman, hay ağzımı sikiyim
Acı çekme ihtiyacım belirdiği için mecbur depresif bir şeyler dinleyeceğiz. Seni seçtim The Great Cold Distance.
1 şişe şarap da var. Durum vahim görünüyor.
23.02.2023
@deadhouse, Günler sonra aynı şeyi hissettiğim biri <3
Disssolving Bonds…
23.02.2023
@Koray, işte kaliteden anlayan biri.
Temmuz yaklaşıyor.
Bu albümü ömrümün sonuna kadar dinleyeceğim. Çok başka bir dünya gerçekten. Deliberation mağduruyum bu gece…