AT THE GATES’le tanışıklığım 1998 sonlarına kadar gidiyor.
Efsane mp3 sitesi Audiogalaxy’de adını görüp merak etmiş, Blinded By Fear’ı indirmiş (56K modemle yaklaşık 1 gün sürmüştü) ve baya delirmiştim. Mükemmeldi. Müthişti.
Aynı gün ilk kez indirip dinlediğim IN FLAMES’in Food For the Gods’ı, DARK TRANQUILLITY’nin Lethe’si ve CARCASS’ın Buried Dreams’iyle birlikte, o günü unutulmaz kılan dört şarkıdan biriydi.
Düşünsenize, bu 4 grupla aynı gün tanışıyorsunuz ve…
Ve sonrası malum.
O zamandan bu yana başta “Slaughter of the Soul” olmak üzere grubun bütün albümlerini hatmetmiş, her bir şeyini satın almış, AT THE GATES’e dair her detayı öğrenmeye çalışmıştım. Kısacası AT THE GATES benim için çok önemliydi ve Anders Björler’in rif yazım tarzından da fazlasıyla etkileniyor ve ilham alıyordum.
Yıllar geçti, AT THE GATES tekrar birleşti, turnelere çıktı. Bizi hep pas geçtiler. Ülkemizde yeteri kadar hayranlarının olup olmadığı biraz muallaktı sanki. Melodik death metalin diğer önemli isimleri olan IN FLAMES ve DARK TRANQUILLITY ülkemize birçok kez gelmişlerdi, ancak türün en saf, en tavizsiz ve en sert ismi olan AT THE GATES’in ne düzeyde bir ilgiyle karşılanacağı belirsizdi. AT THE GATES bir yandan türün meraklılarının köpeği olduğu çok önemli bir grupken, bazıları içinse hâlâ büyük oranda underground bir gruptu.
Sonunda birileri bu konuda bir şey yapmaya karar verdi ve AT THE GATES’in 8 Ocak 2015′te İstanbul’da olacağı açıklandı. Metal adına son yıllarda duyduğum ne güzel şeydi. Sonunda oluyordu, sonunda Tompa’yla birlikte ciğerimi parçalayarak “Stricken numb by fear I fall!” diye bağırabilecektim.
Konser günü öğle vakti, grubu getiren Vera Music’in ayarladığı röportajda Anders’le karşı karşıya oturup muhabbet ederken, 15 yıl öncesinde Bursa’da okurken tek başıma kaldığım evde, Slaughter of the Soul albümünü baştan sona çıkarıp büyük bir zevkle çaldığım zamanları anımsadım. Birkaç saat sonra başlayacak konser öncesi grup garajistanbul’daki soundcheck’ini tamamlamış, gayet rahat şekilde takılıyordu. Pasifagresif kadrosundan Bahadır’la birlikte, elemanlarla çekilen birkaç fotoğraf ve kısa muhabbetlerin ardından eve döndük. Evde bizi bekleyen kalabalık PA ekibiyle grubun Wacken performansını DVD’den izleyip gaz miktarımızı artırdıktan sonra, saat 20:00 civarı 10 küsür kişi mekanın yolunu tuttuk.
Pek çok tanıdık insan görüp muhabbet ettikten sonra, saat 21:45 gibi çalan müzikler sustu ve El Altar del Dios Desconocido’nun girişiyle herkes sahneye çıkan grup için haykırmaya başladı. Ben, neredeyse tamamı dolu olan salonun en ortalarındaydım. Bu dediğim AT THE GATES sahnede belirdiği anda oldu. Death and the Labyrinth’in başlaması ve Tompa’nın sesinin duyulmasıyla birlikte bir anda kendimi en önün bir sıra arkasında buldum. Salonun yarısını 5 saniye içinde katedip en öne koşmuş/sürüklenmiştim. Manyak bir şeydi. Tompa, Anders, Jonas, Martin; hepsi 1 metre önümdeydi ve böyle bir şey olacağını hiç beklemediği belli olan birkaç koruma da, başta birkaç kişiyi itip kaktıktan sonra, çabalarının beyhudeliğini ve sahneye dayanmamızı engellemelerinin imkânsız olduğunu anlayıp oradan çekildiler.
İlk şarkıda baya bir sapıtan seyirci, ikinci sıradaki Slaughter of the Soul’un girmesiyle kendini kaybetti. Arkamda anormal bir pogo dönüyordu ve fiziksel olarak biraz daha minyon biri olsaydım orada durmam cidden imkânsızdı. Daha ikinci şarkıdan sırılsıklam terlemiş insanla her yönden bastırıyor, itip kakıyorlardı.
Hayatımın albümlerinden birinden şarkıları, hayranı olduğum ve bir metre önümde duran AT THE GATES’ten dinlemek bambaşka bir tecrübeydi. Cold’un girişiyle seyirci daha da kudurdu; “I feel my soul go cold, only the dead are smiling” nakaratı yüzlerce kişi tarafından bir ağızdan söylendi.
Tompa, şu an bunları yazarken dahi tüylerimin ürpermesine sebep olan bir performans sergiliyor, resmen yardırıyordu. At War With Reality de seyircinin çok iyi bildiği ve büyük katılım gösterdiği şarkılardan biriydi.
Bu katılım belli ki grubu baya şaşırtmıştı; Tompa sürekli gülümsüyor, yüzünden mutluluk akıyordu. Müziklerini böylesi seven ve onları bunca yıldır bekleyen bu kadar çok insan oluşu belli ki çok hoşlarına gitmişti.
At War With Reality’nin ortalarında başlayan o groove’lu yarman rif sırasında patlak veren pogo esnasında bir anda önüm boşaldı ve hemen oraya geçip konserin sonuna kadar ayrılmayacağım yerimi bulmuş oldum. Evet arkadaşlar, 4. şarkıdan itibaren konseri şuradan izledim:
Acaba seyircinin tepkisi ne düzeyde olur diye düşündüğüm eski şarkılara olan ilgi de dev boyutlardaydı. Özellikle Terminal Spirit Disease’de bulunduğum yerdeki herkes deliler gibi böğürerek eşlik etti şarkıya. Dahası, yeni albüm şarkıları da neredeyse “Slaughter of the Soul” şarkıları kadar ilgi görüyordu. AT THE GATES’in bunu başarmış olması bence çok iyi ve önemli bir olay. Gelseler, aynı şeyi CARCASS da yaşatacaktır. Zaten ortalarda olan gruplar ülkemize geldiklerinde, yeni albüm şarkılarında böylesi büyük bir ilgi göremiyorlar genelde. Ama AT THE GATES özlenmişti, çok uzun zmaandır bekleniyordu ve “At War With Reality” çıkalı da baya olmuştu. Bu sebepten, seyircinin konser boyu performansı baya baya iyiydi.
Under a Serpent Sun, Suicide Nation, baya kendimi kaybettiğim anlara sahne olurken, Tompa da davulun oraya gidip bana bir şişe su vererek, yer yer brofist yaparak krallığını tescilledi. İzlediğim yüzlerce konser içinden en manyak olan, en çok hırpalandığım birkaç konserden birinin bu olduğunu düşünürken, Blinded By Fear’la birlikte yanıldığımı anladım. 2004′teki IN FLAMES, Unirock’taki NEVERMORE ve 2014′teki GOJIRA konserlerinde de benzer hisler yaşamıştım, ancak Blinded By Fear sırasında yaşadığım gibisini daha önce hiç yaşamamıştım. Buluduğum yer dolayısıyla sürekli hareket halinde, insanların üstümüzden geçtiği, sesimi tamamen kaybettiğim, i-na-nıl-maz bir 3 dakikaydı.
Adını anmadığım diğer tüm şarkılar da büyük ilgi ve katılımla tamamlandılar. Tüm grup mükemmel bir performans sundu ve ben de tüm enerjimin ve sesimin tükendiği bir konseri neyse ki sakat kalmadan tamamlamış oldum.
Konserin ardından tişört vs alışverişimizi yapıp grubu beklemeye başladık. 15-20 dakika kadar sonra AT THE GATES elemanları alana geldiler ve isteyen herkesle fotoğraf çektirdiler, imza dağıttılar, muhabbet ettiler. Ardından ben de Tompa’yla fotoğraf çektirip mekandan ayrıldım.
Setlist şu şekildeydi:
El Altar del Dios Desconocido
Death and the Labyrinth
Slaughter of the Soul
Cold
At War With Reality
Raped by the Light of Christ
Terminal Spirit Disease
The Circular Ruins
Under a Serpent Sun
Windows
City of Mirrors
Suicide Nation
Heroes and Tombs
Nausea
World of Lies
The Burning Darkness
The Book of Sand (The Abomination)
Blinded by Fear
Kingdom Gone
The Night Eternal
Gerçekten her şeyimle tükendiğim, yorgunluktan bitap düştüğüm, mükemmel bir konserdi. Bu başarılı organizasyon ve nihayet AT THE GATES’i görmemizi sağladıkları için, başta Onur Şişman ve Ece Yörük olmak üzere Vera Music’e teşekkür ederim. Grup “At War With Reality”yle yetinmeyip yoluna devam edecek ve bir sonraki albümde, bu ilgiyi de göz önünde bulundurursak bence kesin tekrar geleceklerdir. Umarım gelirler, çünkü böylesi dağılmama rağmen hiç mi hiç doyamadım, her ay gelseler yine de doymayacağım.
AT THE GATES ULAN!
Not: Yazıdaki videolar için Ahmet Refik Bıçkıcı (kamera) ve Oytun Bektaş’a (montaj) teşekkür ederiz. Konserden başka videolar da gelecek, o yüzden önümüzdeki günlerde bu yazıya ara ara bakmayı unutmayın.
AT THE GATES kritikleri:
The Red in the Sky Is Ours
With Fear I Kiss the Burning Darkness
Terminal Spirit Disease
Slaughter of the Soul
At War with Reality
AT THE GATES’in bir süre önceki Münih konseri
Konser hem seyirci hemde grup olarak superdi.3 hafta önce Berlinde de izlemistim.Fakat Berlin seyircisi cok donukdu ve konser gayet sakin gecti.İstanbul konseri seyirci acisindan hem kalabalik hem de seyircinin sarkilara eşlik etmesi ve katilimi bekledigimden fazlaydi.Guzel bir konser oldu.İstanbul seyircisiyle izlemek ayri bi keyifli oldu.
Bu yazıyı okuduktan sonra konser sonunda fotoğraf çektirdiklerini öğrendim ve beklememenin pişmanlığını yaşıyorum :( Oysaki hayalimdi tompayla bir foto veya adrian veya bir başka üstadla…
Kritigi okuyunca fena gaza geldim. ATG’yi bir de Istanbul’da, buyuk arkadas grubuyla izlesem cok guzel olurdu.
Koca final haftasında toplam iki tane sınavım vardı, konser haberinin geldiği ilk gün “lan toplasan iki sınavım var biri de konser gününe denk gelecek değil ya elbet giderim” diyordum. Ancak olan oldu, 9 Ocak saat 10:00′a finalim vardı. ATG’ye canım feda ancak okulu uzatamam. Velhasıl gidemedim, ancak sevdiğim birçok insan oradaydı ve onların o kadar eğlenmeleri bile beni mutlu etti. Görüntülere baktım, gerçekten manyak bir konser olmuş. At The Gates’in yeniden geleceğini düşünüyorum ama, görüntülere ve kritiğe bakılacak olursa herkes azami derecede azmış! :)
Organizasyon şirketleri de sanırım yavaş yavaş PasifAgresif okuyucularının gelmesini istediği grupları getirdiklerinde oluşan tablonun farkına varıyorlar. Gojira bunun en belirgin örneklerinden birisiydi, At The Gates de öyle. Bunun böyle devam edeceğine, çok güzel konserler tecrübe edeceğimize dair inancım çok yüksek.
Tek kelimeyle mukemmel bir geceydi. En onde izleyip Martin den penayi da kaptim. Elemanlar dorock ta calan cover gruplarindan daha mutevaziydiler. Kimseyi kirmayip herkesle tek tek fotograf cektirdiler.
11.01.2015
@Harun Ureten, İstediğin fotoğraf olsun, ben çekilirdim seninle.
11.01.2015
@Harun Ureten, herhafta carsamba aksami doroctayim grubumla istedigin zaman gelip foto cekilebilirsin ;)
12.01.2015
@Harun Ureten, Tepki yağıyor abi :D
Konser güzel yazılanları okuyunca ama bir şey eksik sanki. Ne olabilir diye düşündüm. Ben yokum lan! Yine harika bir konser ve yine gidemedim. İşsiz adam yaşamasın zaten, yaşamayı haketmiyoruz anasını satayım.
Sonuç olarak: konsere konser demem pogoda ben olmayınca. :P
orda olsaydim oylece durup aglayarak izlerdim heralde konseri, evde setlisti acip dinlerken bile bir iki damla yas suzuldu gozlerimden. umarim tum bunlarin tekrari olur ve umarim o zaman sansim yaver gider :((
Güzel konserdi fakat ses sisteminden aynı şekilde memnun değilim. Adamların videodaki gitar tonları ile orada duyulanın alakası yoktu. 2 sene evvelki Jeff Loomis konserinde de böyle olmuştu. Keşke şu mevzuya bir çözüm bulunsa.
Videodaki sesleri nasıl bu kadar temiz yakaladığınızı anlamış değilim. Tüm konser Anders’in melodilerini duyamadım. Çok öndeydim, belki de bulunduğum yer yüzünden boşlukları melodileri kafamda çalarak doldurdum.
Videoları kolumun felç olmasına ve yoğun pogoya maruz kalmama rağmen çektim. O yüzden hatalar için kusura bakmayın bir videonun girişinde baya sarsılmışım.
Jeff loomis konserindeki rezilliği bende yaşadım. Yine at the gates konserinde de facia yaşandı fakat grubun performansı bu facianın önüne geçmeyi başardı.
Konserden sonra videoları izleyince bende şaşırdım çünkü konserde bu kadar temiz ses yoktu. Alet kendi içinde temizliyor mu parazitleri ne yapıyor bilmiyorum.
Bağımlılık yaratan konser mi olur demeyin, böyle bir konserdi. Şu an resmen yoksunluğunu çekiyorum. Hüngür hüngür ağlamam mı dersin, histeri krizine girmiş gibi kahkahalarla gülmem mi dersin her şey vardı.
Ben böyle bir şey görmedim hayatımda. Normal değildi.
beklediğimden daha kalabalıktı ve izleyicilerin çok büyük kısmı tam motive olarak gelmişti. performans çok iyidi ama ben bu garajdaki ses kalitesini pek beğenemedim ayrıca çalışanlar da bi tuhaf neyse…
sonuçta çok tatmin eden bir konser oldu. bir daha gelmeleri ümidiyle.
Videolardan bakınca benim olduğum ön taraf fazla sakin geldi bana :D
Çok sevdiğim grupların konserlerinden sonra bir çeşit AYRILIK ACISI yaşar, bir kaç gün grubu dinleyemez, konser hakkında çok konuşamaz hale gelirim. Bildiğin koyuyor o konserin bitmesi sdf. Neyse, geldim.
Konsere gitmek gerçek bir serüvendi. Okuduğum şehir olan Edirne’den final sınavından çıkıp sağlam bir kar fırtınasının içinden İstanbul’a geçtim. Site ekibinden Çağrı Tunç da aynı şartlarda Lüleburgaz’dan geldi. Konser sabahı yine PA ekibinden Burak’la ve okurlardan sevgili Onur Toptaş’la buluştuk. Benim biletim Burak’daydı. Biletleri kaybetme, bulamama, yenisini satın alma, sonra biletin (gerçekten) şu şekilde Burak’ın ceketinin kolundan çıkması, gidip yeni aldıklarımızı iade etme gibi muhtelif macera, heyecan, kar, İstanbul, güzel insanlar, sıcak konukseverlik, Flames of the End DVD’si, sohbet muhabbet, midye, bira derken konser zamanı geldi.
At The Gates’in, melodik death metale bir süre gönül vermiş çoğu insan için bir çeşit manevi değer taşıdığı aşikar. Metal dinlemeye ortaokulda, In Flames ile başlayıp, Dark Tranquillity ile kulağımı eğittikten sonra nispeten erken sayılabilecek bir yaşta tanıştığım At The Gates müziği benim için de bir çok anın soundtracki olmuş vaziyetteydi. Metali ve genel olarak müziği öğrendikçe, zevklerimi rafine hale getirdiğim süreçteki her damıtma aşamasından sonra dönüp baktığımda bir kez daha aşık olduğum bu müziği, bu grubu kanlı canlı karşımda görmek inanılmaz bir şeydi.
Garaj doğal olarak herhangi bir death metal konserine göre oldukça kalabalıktı. Bir çok tanıdık yüzle karşılaşıldı, sohbet edildi, konser öncesinde çalan müziklerle ısınıldı, derken El Altar del Dios Desconocido başladı. Önce Adrian, sonra Martin sonra Björ(ler) sahneye geldiler ve Ölüm ve Labirent adlı şarkıyla yumruk gibi patladılar. Sonra Tompa. İnanılmazdı. Mekan dar, insanlar deli gibi pogo yapıyor, önümde bir çift var ve rahatsız etmemek için arkamdaki pogoyu zaptetmeye çalışıyorum falan derken sözler girdi ve BEHIND THE CURTAINS LAID TO RUINS diye ciğerlerimi parçalayarak eşlik etmeye başladım. Tompa. Adam şarkıları hiç kolaya kaçmadan, seyirci MANYAK gibi eşlik etmesine rağmen hiç seyirciye bırakmadan böğürmeye acıkmışçasına gürleye gürleye söyledi. SotS öncesi albümleri böyle yardıray bir vokalle ve canlı dinlemek gerçekten tarifsizdi. Etrafımda Ali İhsan başkan, Onur, Burak, Çağrı, OnurOnur ve gorod(Mahmut) vardı. Her şarkının girişinde birbirimize bakıp OLM SLAUGHTER OF THE SOUL LAN?!?! OHA İSA ALEYHİSELAMIN IŞIĞI TARAFINDAN TECAVÜZE UĞRAMIŞ?!? AAAA TERMINAL SPIRIT DISEASE AAAAAAA!?! diye gayet metal biçimde gaza geldik, gaza geldikçe daha çok ciğer parçaladık, terledik yorulduk, eğlendik. Grubu senin kadar seven, bilen, özümsemiş insanlarla konser seyretmek tecrübeye bambaşka bir keyif katıyor. Kendilerine ayrıca müteşekkirim. Konser boyunca ilgiye ve sevgiye gülümseyerek hayran hayran bakan grup üyelerinin buraya tekrar uğramak isteyeceklerine eminim, bu yüzden içimde bir güven ve mutluluk hissi var.
Konser bitti, biz de bittik. Vestiyerden montlarımızı alıp çıktık ve bir baktık ki elemanlar gelmiş, içerideki insanlarla fotoğraf çektiriyor, sohbet ediyorlar. Gecenin tek hayal kırıklığı buydu. En azından Tompa’nın elini sıkıp, “abi Terminal Spirit Disease çıktığında 6 aylıktım, hürmetler” demek isterdim. Dışarıda Furtherial ve Razor’dan sevgili Başer Bey’lerle, Güzide Hanımefendi’lerle sohbet ettik, kendilerine buradan sevgi ve selamlar.
Şımarık evladı gibi gecenin eksilerinden söz edecek olursam, Forever Blind çalmıyor oluşları, bisden sonra cidden saçmalık derecesinde yükselen bas ve davulun gitarları yutması, vestiyer’de duran güvenlik elemanının ta kendisi, konsere AAA METAL AAA diye içip pogo yapmaya gelip alakasız yersiz sert pogolarla insanları rahatsız eden tipler ve konser esnasında yerde olan kırık bira şişeleri. Yaz olsa bez ayakkabı giyiyor olsak ayaklar yarılmıştı.
Konserin öncesini de sonrasını da güzel kılan harika insanlara selamlar, sevgiler ve çok teşekkürler.
Furkan güzel özetlemiş, çok bir şey eklemeden yancılık yapayım ben de.
Öncelikle son 1 aydır hayatımda dinlemediğim kadar At The Gates dinledim, bu çok iyi oldu. Benim için hep belli albümleriyle bilinen bir gruptu ATG, son albüm ve bu konser biraz daha bakışımı genişletti diyebilirim.
Konserden önceki birkaç gün çok çok az uyumam, otobüs yolculuklarına karşı direncimin zayıf olması ve iğrenç bir havanın İstanbul’a hakim olması konser öncesini (benim açımdan) gayet etkiledi. Eğer Furkan saat başı fotoğrafımı çekip, çektiği fotoğrafları AMC’ye yollasaydı, kesin Walking Dead’de bir iş bulmuştum. Gerçi konser sonrası da durumum pek değişmedi, ama öncesi bayağı kötüydü ya. Evet.
Konser sırasında yaşadıklarımdan en net hatırladığım şey Avrupa’ya gitse orgy partilerinin yapıldığı bir mekanda güvenliği tek başına sağlayabilecek bir elemanın güvenlik görevlisi olmasıydı. Neyse ki onu aşıp konser mekanına gittik, siyahlı tur tişörtlerinden aldım ve bayağı uzun bir bekleyiş başladı. ATG çıkana kadar çalan müzikler bayağı iyiydi, kimin işiyse eline sağlık.
Ardından El Altar del Dios… ile birlikte iyice konser havasına girdik. Soundcheck yapan elemana bile AAAAAAAAA yapan bizler, elemanlar çıkınca deli gibi karşıladık. Ardından Death In The Labyrinth DIRKŞ diye girdi, ki bence konserin zirve anlarından biriydi. İlk defa suyla tanışan bir çocuğu duşa oturtmak gibiydi, şok olmuştum. Zaten sonraki dakikalar ne yaşadığımı o kadar hatırlamıyorum ki Kingdom Gone başlarken “Herhalde yarısındayız” diye düşünmüştüm sdsfsd. Hayatımın dayağını öyle güzel yemişim ki nasıl geçtiğini anlayamamışım bile.
Konserde en duymak istediğim şarkılardan biri Unto Others’dı, çalsalardı iyiydi. Aynı şekilde The Swarm, Forever Blind ve The Head Of Hydra da duymak istediğim şarkılardı. Yine de şikayetçi değilim tabi, çok efsane bir setlistle çıktılar sonuçta. Bunun dışında ses sistemi hk. söylenenlere ben de katılıyorum, ortalardayken Anders’in gitarını pek duyamadık o kötü oldu. Son pişmanlık olarak da keşke albüm alıp elemanlara imzalatsaydım ya, odamdaki ATG posterinin yanına çerçeveletirdim. :’)
Çok müthiş ve benzersiz bir konserdi (ilk konserimdi) benim için. Herkese (sen hariç vestiyerdeki güvenlik) çok teşekkürler.
Konserle ilgili bişeye denkgelince veya biyerde bişey duyunca salakça sırıtıyorum hala.
Konserin üstünden 2.5 yıl geçti.Hala ara ara videolarını izleyip gideinlerin yazılarını okuyorum.Hala Cold’un nakaratının 700-800 kişi tarafından (ve tabi benim tarafımdan ) tek bir ağızdan böğrülmesini unutamıyorum.Hala At War With Reality’de temponun arttığı yediğim kafa darbesini kaburgalarımda hissediyorum.Hala Terminal Spirit Disease’deki delirmemi hissediyorum.Ve hala Tomas babayla ve Martin Larsson’la çektirdiğim fotoğrafa bakıp bakıp gülüyorum.
İtiraf ediyim, bu konsere kadar At The Gates aşırı sevdiğim bir grup değildi.Tek albümlerini baştan sona dinlemiştim (Terminal Spirit Disease) ve onun dışında belli başlı 5-6 şarkısını biliyordum.Samimi söylüyorum , konsere giderken motivasyonum ” Ne zamandır bir Death Metal konserine gitmedim.Fırsat bu fırsat.” ve “İyi bir Death Metal konseri olur herhalde ” idi.Konser bitince aklıma gelen tek düşünce ise ” At The Gates ne güzel grup lan (: ” oldu.Gruba karşı Ahmet’le aynı duygusallıkta mıyım bilmiyorum ama birçok anlamda (Kalabalık-Şarkılara Katılım-Ses Sistemi-Grubun Enerjisi-Şarkı Listesi) tarihe geçecek bir konserin parçası olduğumu çok iyi biliyorum.Eminim grup elemanları da ara ara “İstanbul’daki ilk konserimiz ne manyak geçti amk” diye düşünüyordur.