CHILDREN OF BODOM’u ilk duyduğum anı hatırlıyorum. 1999’da, odamda, bilgisayarın başında oturmuş, Bed of Razors’ın manyak giriş melodisiyle mest oluyordum. “Hatebreeder”, çok net şekilde daha önce duyduğum hiçbir şeye benzemiyor, CHILDREN OF BODOM her anlamda bir özgünlük, bir farklılık timsali olarak karşımda duruyordu. Klasik müzik etkisi, o zamanlar çok da bayılmadığım klavyenin çok etkili kullanımı, Alexi’nin o sıralarda 20 yaşında olup da bu müziği tek başına bestelemesi gibi faktörlerle, 1999 yılı bir CHILDREN OF BODOM hayranı olmak için çok iyi bir zamandı. Grubu bilen insan sayısı çok azdı ve Finlandiya’nın bu sarhoş çocukları, keşfedilmeyi bekleyen ve çok büyük potansiyel taşıdıklarını açık şekilde belli eden bir cevher gibiydiler. O rifler, o melodiler neydi öyle…
Sırasıyla “Hatebreeder”, “Something Wild” ve “Follow the Reaper” hatmedildikten sonra, ki dikkatinizi çekerim, bu sırada CHILDREN OF BODOM hâlâ büyük bir patlama yapmamış ve amiyane tabirle “ayağa düşmemişti”. Grubu bilen kişi sayısı hâlâ sınırlıydı ve CHILDREN OF BODOM bilen biriyle karşılaşıp muhabbet etmek, şaşılası ve sevinilesi bir şeydi.
“Follow the Reaper”ın, özellikle Everytime I Die ile patlamasının ardından, grubun önünün alınamayacağı ve çok çok çok fazla büyüyeceği belliydi. Zira adamlar bir numaralı kuralı çok iyi yapıyorlardı: akılda kalıcı ve özgün melodi yazmak. Bu konuda cidden çok yetenekliydiler. Bir yandan IN FLAMES ve DARK TRANQUILLITY kendi melodi kalıplarını bulmuş, bunlar üstünden giderken, CHILDREN OF BODOM da bir şekilde Finlandiya havaları estiren, Kuzeyli ama buz gibi soğuk olmayan, klavye tonları sayesinde garip bir gizem kazanan, kısacası her şeyiyle, duyulduğu ilk andan CHILDREN OF BODOM olduğunu belli eden bir müzik yaratıyordu.
Takvimler 2003’ü gösterdiğinde 22 yaşında olan bendeniz, Ağustos/Eylül dolaylarında, trenden trene bir Avrupa ülkesi senin, bir Avrupa ülkesi benim dolaşıyor, aralarda da rastladığım kimi özel albümleri satın alıyordum. Özelden kastım benim için anlam taşıyan değil, Türkiye’de bulması zor albümlerden bahsediyorum. Helsinki’de olduğum sırada girdiğim ufak bir müzik markette, AAAAAAAAAAAAAAAAA haykırışları eşliğinde “Crimson”ı bulduktan sonra, dükkanda çalışan ve Jari Litmanen’e benzeyen Fin gencin “Metal mi seviyorsun? Şu grubu duydun mu?” diye önüme uzattığı “Hate Crew Deathroll” CD’sini alıp 10 saniyede adama CHILDREN OF BODOM’un külliyatını anlattıktan sonra;
Ben: “…şöyle oldu böyle oldu, falan filan, ve yakında çok büyüyecekler.”
Jari Litmanen’e benzeyen Fin genç: “Öyle mi diyorsun?”
Ben: “Evet, metal dünyasında onları tanımayan kalmayacak. Valla bak.”
Jari Litmanen’e benzeyen Fin genç: “İyiymiş…”
Ben: “Hayırdır? Biraz melankolik gördüm seni?”
Jari Litmanen’e benzeyen Fin genç: “Fin’im abi…”
(Bu arada “külliyat” ve Alexi demişken, serbest çağrışım = KYLAHULLUT!)
Tabii Fin adama CHILDREN OF BODOM anlatmak, “BODOM’u bir de benden dinleyin a dostlar” türevi garip bir durumdu, ama olsundu. Sonra bir miktar da “Hafız bi de o Bodom Gölü olayı tam olarak nedir bi anlat hele” muhabbeti eşliğinde, zaten almayı planladığım ancak İstanbul’dayken alma fırsatı bulamadığım bu albümü de alarak gecenin karanlığına karıştım (aslında baya günlük güneşlik nefis bir hava vardı).
“Hate Crew Deathroll” CD’sini açtıktan sonraysa, ağzımdan çıkan ilk şey “EEEEEH SİKERİM BÖYLE İŞİ!” oldu (tersim kötüdür). Neden böyle dedim? Çünkü daha birkaç gün önce de Amsterdam’dan MESHUGGAH’nın “Nothing”ini almış ve albüm kitapçığında hiçbir şey yazmaması üzerine “lan buna mı para verdiaaAAAAAAAAAAAAAA” diye böğürmüştüm. “Nothing” hiçbir şey demek evet. Kitapçığa hiçbir şey yazmamak, bomboş bırakmak çok mantıklı.
“Hate Crew Deathroll”un beni böyle delirtmesinin sebebi, kitapçıkta sadece 4 şarkının sözlerinin oluşuydu. Bu olaya önceki CHILDREN OF BODOM albümlerinden alışıktım, ama ne bileyim, insan para verdiği bir albümün sözleri için internete girmek istemiyor. Bu çileli durumu geride bıraktım ve CD’yi, o sıralar yanımda olan ve müzik çalmaktan ziyade bir sabır testi olarak görev yapan CD çalarıma koydum. ESP’si olmadığı için her sallantıda, en ufak bir titremede dahi durup 2 saniye aradan sonra tekrar çalmaya başlayan, üstelik kapağı da sorunlu, her tarafı dökülen bu alet, İstanbul’a döndükten sonra kendini dünyanın en saçma frizbisi olarak sağa sola atılırken bulacaktı.
Bu kadar gevelemeden sonra, nihayet “Hate Crew Deathroll”a geliyoruz.
“Hate Crew Deathroll”, Spinefarm’ın Universal tarafından satın alınması neticesinde, o güne kadarki en pahalı, en prodüksiyonlu, en ticari, en cilalı CHILDREN OF BODOM albümü olarak kayıtlara geçmişti. Drop C’de çalınan Sixpounder ve Angels Don’t Kill gruba Amerikan’vari bir hava katmış, Needled 24/7 MTV’de kendine yer bulmuş, Alexi Laiho tüm metal dergilerince bir gitar tanrısı olarak lanse edilir olmuştu.
Şahsen bu albümü, grubun asıl tınısını ve karakterini belirleyen ilk 3 albümle, sonradan gelecek ve giderek Amerikanlaşacak olan CHILDREN OF BODOM arasındaki köprü olarak görüyorum. Bu iki taraftan ilkine daha yakın olan albüm, buna rağmen grubun daha geniş kitlelere hitap edeceğini de ayan beyan belli ediyordu. Klasik müzik referansları, klavye etkisi ve dolayısıyla Finlandiya hissi baya azalmış, yerine daha thrash’vari, daha hırpani, daha “Finlandiya’nın yaramaz çocukları” tadında bir hava gelmişti.
Chokehold (Cocked N’ Loaded)’da ayan beyan sergilenen ANNIHILATOR etkileri, bonus şarkılardan birinin SLAYER’dan Silent Scream oluşu, You’re Better of Dead’in melodik kısımlar hariç büyük oranda bir thrash şarkısı olması, albümdeki genel yaklaşımı yansıtan örnekler. Onun dışında Lil’ Bloodred Ridin’ Hood‘un DISSECTION’ın Unhollowed’undan ödünç aldığı mısra rifi, Angels Don’t Kill’in bir önceki albümü patlatan Everytime I Die’ın formülünü izliyor oluşu, Bodom Beach Terror, Triple Corpse Hammerblow ve Hate Crew Deathroll’un bir yandan “Follow the Reaper“a göz kırparken bir yandan da çeşitli unsurlarla yeni CHILDREN OF BODOM’un sinyallerini vermeleri, bu albümde bahsedilebilecek temel detaylar (insan bir albümü hatmetmeye görsün).
Sadede geldiğimizde, “Hate Crew Deathroll” iyi bir albüm. CHILDREN OF BODOM’un en iyi albümü değil, ancak sonrasındaki “Are You Dead Yet?” ve “Blooddrunk“tan bariz şekilde daha iyi, tercihler doğrultusunda “Relentless Reckless Forever” ve “Halo of Blood“la da yarıştırılabilecek bir yapıt (bence ikisinden de iyi). Grubun kariyeri için önemli bir yerde duran ve ilk üç albüm ile sonrasını yumuşak bir geçişle bağlayan, “geçiş albümü” diye geçiştirilemeyecek ve bana kalırsa, büyük bir şirketle anlaşan ve geçmişini yok saymayıp büyümek isteyen o noktaki bir grubun yapabileceği en mantıklı albüm.
Yukarıda bir yerde ayağa düşmekten bahsettim; o tabirden hoşlanmayanlar olabilir. Onu deme sebebim grubun günümüzde pek çokları tarafından öyle görünüyor oluşuydu. Yoksa CHILDREN OF BODOM özellikle ilk 4 albümüyle taş gibi gruptu(r). Bugün küçümseyenler, ergen grubu diyenler, keşke onları bir de doksanların sonunda, taptaze yeni bir soluk getirdikleri dönemde duysalardı.
Dinlediğim ilk COB albümü. O dönemler bu tarz haşin türlerle pek haşır neşir değildim ama Needled 24/7′ın klavye melodisini duyduğumda çok fazla direnme şansım olmadığını anladım. Albümün bana göre en önemli eksisi son 4 parçanın, ilk 5′i kadar etkileyici olmaması. Benden de bir 7-8 çalışır.
Needled 24/7 dehşet şarkıdır. Hatta en iyi COB şarkısı bana göre. Sixpounder ve You’re better off dead’i de çok seviyorum. 9 alır benden.
Ahmet’le cob konusunda neredeyse tumden hemfikiriz. Bu albumde de ayniymisiz. Needled muthis gaz bi sarki hakkaten. Cok oldu dinlemeyeli albumu, ama uc asagi bes yukari ben de boyle bi puan verirdim. Yani uc asagi=4.5 bes yukari ise 12.5. Geyik bi yana cob ve hatta metalden tamamen uzaklasmis bi arkadasa needled i dinlettigimde headbang yapip bir sureligine de olsa yeniden metalci olmustu.
Kesinlikle COB’un en iyi albümlerinden, hatta şöylede diyebiliriz bütünüyle son iyi albümüdür! Bunun yanında Thrash sever birisi olarak, albümde ki Thrash havası benim için hoş olmuştur. 7,5-8/10
Aslında kendimi bildim bileli her türlü Fin sitesine girip alakasız yerlerde “KALMAH > cob” yazasım gelir, buraya yazayım bari.
Children of Bodom dinleyen bir çok insan gibi benim de bi ara beynimin arka fonunda Nedleed 24/7 eksik olmamıştı gece gündüz. Grubun daha çok tanınma arzusu sağolsun böyle akılda kalan bir şarkıydı. Kötü bir albüm değil ama grubun ilk 3 albümdeki o Neo-Folk ve klasik müzik etkili özgün, kendine has, Finlandiya’nın gölleri vari Folk havasından yellerin esip, Pantera ve Slayerlaştığı serüvenin başlangıcı olması açısından hep geri plana atarım. Daha piyasa olması falan değil, o özgünlüğünü kaybetmesiydi Bodom konusunda canımı yakan husus. Daha da kötüsü bir çok insanda Bodom’u bu haliyle biliyordu sadece. Neyse son albümle bu yapmacıklığı biraz ortadan kaldırdılar gibi.
Dediğim gibi kötü bir albüm değil, hatta bunu çıkaranın Bodom olduğunu gizle öyle dinle gayet de güzel. Bu sıradanlaşma serüveni ister istemez aklıma geliyor, istemsiz küfürler yağdırıyorum sağa sola. Notum 7.
Bu arada dikkat ettim Ahmetle notlarımız aşşağı yukarı hep aynı oluyor amk.
Needled 24/7 bana göre CoB’un en iyi 2-3 parçasından biri. 7,5′tan 8 veririm ben bu işe. Bu arada tüm CoB albümleri arasında en iyi kapağa sahip albüm bu. Yazı da mis gibi, eline sağlık abi.