# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
CARCASS – Surgical Steel
| 07.09.2013

Bıçağı gördüm.

1985

Kadıköy-Karaköy vapurunda annemle oturuyoruz. 4 yaşındayım.
Annem bana ilerdeki bir martıyı gösteriyor. “Bak Ahmet martı geldi” diyor. Göremiyorum. “Bak oğlum yaklaşıyor hemen şurada” diyor. Göremiyorum.

1986

Rochester, Minnesota’daki hastanenin bekleme odasında oturuyorum. Olmam gereken göz ameliyatı Türkiye’de yapılamadığından Amerika’nın yolunu tutmuşuz. Normalde 50′li yaşlardan sonra görülen katarakt, bende doğuştan var. Birkaç gün önce doktor eline kocaman bir göz maketi almış ve bana yapılacak şeyleri güzelce tarif etmişti. Gözümün içindeki kataraktlı mercek alınacak ve yerine… Yerine hiçbir şey konmayacaktı. O yaştaki bir çocuk için mercek nakli, o sıralarda ABD’de bile yoktu. Gözümü açacaklar, kataraktlı merceklerimi alacaklar ve çıkarılan kısmı tutması için her bir göze 7′şer ufak vida yerleştirip hayatım boyunca gözlük takmak zorunda olacağım yolculuğumu başlatacaklardı.

Ameliyat çeliğiyle tanışmam ilk kez o zaman oldu.

2006

Ankara Numune Hastanesi’nin soğuk ameliyathanesinde, belki de şu an bu yazıyı yazabilmemi sağlayan dayımın yapacağı ameliyatı izlemek üzere bekliyorum. Ameliyat önlüğüm, ağız maskem, bonem, eldivenlerim, hepsi tamam. Normalde her isteyen ameliyathaneye giremez elbet, hatta hastane personeli dışında kimse giremez, ama dayımdan dolayı torpilliyim.

Masaya yüzükoyun yatırılan hastanın morfine doymuş çıplak bedeni, nefes alıp verişleri sırasında sırtının inip kalkması dışında tamamen hareketsiz. İçeride buz gibi bir sterillik var. Belirli aralıklarla öten çeşitli makineler, hazırlanan yeşil örtüler, paketi açılan çeşitli cihazlar ve nihayetinde, tertemiz ameliyat örtüsünün üstüne yan yana dizilen ameliyat aletleri…

Bu tür ameliyatları yüzlerce kez yapan dayım, bir yandan hemşireler yardımıyla önlüğünü ve eldivenlerini giyerken, bir yandan da bana ameliyat sırasında ne çalalım diye soruyor.

Bruce Dickinson’ın “You lead me on the path, keep showing me the way…” dizeleri, yandaki bilgisayarın ufak hoparlörlerinden çıkıp çok yüksek olmayan bir sesle ameliyathanede yankılanırken, uzman doktorlar arkada hastanın sırtını iyice sterilize ediyor ve hastayı dayıma hazırlıyorlar. Yeşil örtünün üstünden alınan ilk bıçak hastanın cildini yumuşak bir şekilde açtıktan sonra, hayatımda ilk kez gördüğüm bu olayın hiç de düşündüğüm, daha doğrusu bize filmlerde yansıtıldığı gibi olmadığını anlıyorum. Son derece keskin ameliyat bıçağıyla ortadan ayrılan cildin altındaki yağ tabakası da kolayca iki yana ayrıldıktan sonra, açılan cilt kancalarla iki yana gerilerek ameliyat edilecek bölüm için rahat bir çalışma ortamı sağlanıyor. Soğuk ameliyat çeliği, üzerindeki kanın gitmesi için hemşireler tarafından hemen sterilize edilirken, dayım da hastanın başına geçiyor ve ameliyata başlıyor.

Filmlerde gördüğümüz, karanlık, sadece hastanın belli bir kısmının aydınlatıldığı gergin ameliyat sahnelerinin aksine, ortam olabildiğince aydınlık. Beyaz florasanların üzerlerinde yansıdığı ameliyat aletleri, az sonra koparacakları, yırtacakları, deşecekleri etleri, kemikleri beklercesine sessizce duruyorlar.

Daha önce ameliyat izleyeniniz var mı bilmiyorum, ancak ameliyat her zaman sandığınız kadar kibar, hassas, narin ve ince işçilik içeren bir konu olmayabiliyor. Girdiğim ameliyatların bazılarında, hele ki bu ameliyat kemiklerle ilgiliyse, inanın hiç tahmin etmediğim haşinlikte, sertlikte şeyler görmüşlüğüm var. Havaya kalkıp kürek kemiğinin üstüne olanca gücüyle inen çekiçler, çıkan sesler namına ameliyattan ziyade bir inşaat çalışmasını andırabiliyorlar. Masanın altındaki ayak pedalıyla kontrol edilen ve kanayan damarları yakarak büzüştüren o elektrikli alet de devreye girince, yanık et kokusu sizi alıp çocukluğunuzdaki kurban bayramlarına dahi götürebiliyor…

29 Ocak 2009

Bana doğuştan kazık atan gözüm, yaptıkları yetmiyormuş gibi bir de retina dekolmanı olarak işleri daha da zor hale getirmekte ısrarlıydı. İki yıl önce bir gün sinemada otururken, sol gözüme gelen görüntünün yavaş yavaş kapanmaya başlaması ve birkaç saat içinde tamamen kararmasıyla, retina tabakamın yırtıldığını ve çok acil şekilde ameliyat olmam gerektiğini anlamam uzun sürmemişti.

Aradan iki yıl geçti ve bugün, o ilk ameliyatta gözümün içine konan silikon baloncuğunun, göz tansiyonunu tetiklememesi amacıyla çıkarılıp, yerine retina tabakasını bir daha yırtılmaması için göz tabanına bastıracak bir sünger parçasının konması gerekiyor. Evet, gözümün içindeki vidalar yalnız hissediyor olmalı ki, yanlarına bir de sünger konması uygun görülmüş. Vida var, sünger var, mercek yok.

Ameliyatı yapacak olan doktorum, bu konuda dünyanın sayılı isimlerinden biri. Bir hafta önceki muayene sırasında ameliyatın çok kısa süreceğini, yapacağı tek şeyin gözüme sokulacak bir şırıngayla silikonun göz sıvısından ayrıştırılarak çekilmesi ve ardından da yerine bir sünger yerleştirilmesi olduğunu söylemişti. Ameliyat birkaç dakika süreceği için tamamen uyutulmama gerek olmadığını, lokal anesteziyle halledileceğini de eklemişti.

Şu anda ameliyat masasında yatıyorum. Her ameliyatta olduğu gibi, doktor, cevaplarını hiç merak etmediği ancak beni oyalamak için sormak zorunda hissettiği birtakım sorularını soruyor. Bu arada direkt olarak gözüme giren iğneyle şöyle bir tadım kaçıyor. Yaklaşık bir dakika sonra, gözüm sanki üzerine uhu dökülmüş gibi kaskatı kesiliyor. Sağa sola bakıyorum, sağ gözüm dönüyor ama sol gözüm sabit kalıyor. Açık durması için göz kapaklarıma takılan kancalar da yerlerini alınca, doktorun ifadesiyle birkaç dakika sürecek olan bekleyişim başlıyor. “Ne garip bir tecrübe, hem lokal anestezi, hem de gözle ilgili bir ameliyat, bakalım neler olacak” diye düşünürken, doktor sakin olmamı, ameliyata başlayacağını söylüyor. Haydi bakalım deyip derin bir nefes alıyorum

Etrafımda dün geceki yerli dizinin geyiğini yapan hemşirelerin muhabbeti eşliğinde, ameliyat çeliğiyle bir kez daha karşılaşıyorum. Hem de olabilecek en ama en samimi şekilde: gözümün içinde.

Hani bazen göz sıvımızın içindeki ufak partikülleri görürüz ya, havada asılı kalan ufak zerrecikler, biz nereye bakarsak o tarafa gider, salınıp dururlar. Yani demem o ki, bir şeyi görmemiz için o şeyin gözümüzün dışında, karşımızda olması gerekmez. Gözümüzün içindeki şeyleri de görebiliriz.

O günden beri hiç unutmadığım ve sanırım ölene kadar da unutmayacağım o anı, o görüntüyü tasvir etmeye çalışayım. Tamamen açık olan sol gözümün ta tepesindeki kocaman ışık, etraftaki detayları görmemi engelliyordu. Sarımtırak, ancak çok parlak bir ışığa direkt olarak baktığınızı ve gözünüzü kısamadığınızı düşünün. İşte tam bu sırada bu yazıyı yazma konusunda bana ilham veren şey oldu. Ufak uçlu bir bıçak, gözümün içine girdi. Bıçağın yukarıdan gelişini, gözüme yaklaşmasını, gözümün beyaz kısmını keserek gözümün içine girişini aynen görüyordum. Gözümün içinde salınan bir bıçak vardı! Bu inanılmaz bir görüntüydü ve her ne kadar lokal olarak anestezi yapılmış olsa da, insanı geren, darlayan, çaresiz bırakan bir durumdu. Gözümde bir acı hissetmiyordum ancak başım ağrımaya başlamıştı. Sabırlı bir insan olduğumdan, içimden sevdiğim şarkıları söyleyerek bu birkaç dakikanın geçmesini bekledim. Bu sırada doktor, silikonun göz içine dağıldığından bahsetti ve duymak istemediğim o cümleyi söyledi: “Düşündüğümüzden uzun sürecek, biraz dayanman gerekiyor, sık dişini”.

“Haydaaa…” diye iç geçirdiğimi hatırlıyorum. Zaten sırf birkaç dakika sürecek diye genel anestezi yapılmadı ve şimdi tüm bu süreci canlı yayında izlemem mi gerekiyor?

Bir dakika geçti, gözümün içindeki bıçak çıkmış, yerine bir şırınga girmişti. İki dakika, üç dakika… Silikon bir türlü doktorun istediği gibi toparlanmıyor, ufak baloncuklar halinde göz içinde dolanıp duruyordu. İşin garibi ben bu silikon baloncuklarını da görebiliyordum ve adeta baloncukların yakalanmaya çalışıldığı bir platform oyununu, gözümün içinde yaşıyordum. Bu arada doktor da, daha önce sayısız kez yaptığı bu operasyonun bu denli uzun sürmesinden dolayı sıkılmış ve şikayet etmeye başlamıştı. Eğer gözünüzün içinde, hem de görebildiğiniz halde bir bıçak varsa ve tepenizdeki doktor “Ööööf, sıkıldım” diyorsa, emin olun ki tadınız kaçıyor. Baya kaçıyor.

Doktora ameliyatın daha ne kadar süreceğini, biraz daralmaya başladığımı söyledim ve “Biraz daha var” cevabını aldım. Bu sırada baş ağrım da iyice artmıştı ve ameliyat masasında tamamen çaresiz şekilde bir başkasının elinde olmak, gözünüzün içinde bir bıçağın dolaştığına tanık olmak, sanırım yaşamayan insanın tahmin edemeyeceği türde bir buhran yaratıyor insanın zihninde. Sıkılmak, acı çekmek, daralmaktan öte, adeta benliğinizin tehdit altında olduğunu hissediyor ve bunu asla ve asla yaşamak istemiyorsunuz.

Uyuşturucunun etkisinin azalmaya başlamasıyla gözümün de ufak ufak batmaları hissetmesi ve üstüne artık çatlayacak raddeye gelen baş ağrım da eklenince, doktora uyutulmak istediğimi söylemekten başka çarem kalmamıştı. O parlak ışığın üstünden gözüme yaklaşıp yaklaşıp giren aletleri göredururken, acı da bariz şekilde hissedilir hale geldi. Doktorun “Ahmet sakin ol, az kaldı” telkinlerinin hemen akabinde, işlerin tam istediği gibi gitmediğini belli edecek şekildeki tepkileriyle, ameliyatın o kadar da çabuk bitmeyeceğini anlamış oldum. Ellerim, ayaklarım, belim ve boynumdan masaya bağlı oluşumun verdiği hareket edememe de eklenince, hayatımın en büyük daralmasını yaşadım ve sakin olmaya çalışarak, ancak tahminen sinirli halimi de hissettirecek şekilde, “Murat Bey, lütfen beni uyutun, bağırıp ortalığı ayağa kaldırmak istemiyorum, uzun sürecek işte belli, rica ediyorum uyutun” diye çıkışmayla karışık bir tepki verdim.

Doktor da beni haklı bulmuş olacak ki, ağzımdaki solunum borusuna vermiş olması muhtemel bir ilaç sayesinde, sonraki hiçbir şeyi hatırlamıyorum.

Peki o gözümün içindeki bıçak? Bak o görüntüyü hayatım boyunca hatırlayacağım, bir onu biliyorum.

Ha bir de unutmadan; CARCASS SİKER.

Not: Bu yazıda anlatılan her şey tümüyle gerçektir.

10/10
Albümün okur notu: 12345678910 (9.51/10, Toplam oy: 238)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
2013
Şirket
Kadro
Jeff Walker: Bas, vokal
Bill Steer: Gitar,vokal
Daniel Wilding: Davul
Şarkılar
1. 1985
2. Thrasher's Abbatoir
3. Cadaver Pouch Conveyor System
4. A Congealed Clot of Blood
5. The Master Butcher's Apron
6. Noncompliance to ASTM F 899-12 Standard
7. The Granulating Dark Satanic Mills
8. Unfit for Human Consumption
9. 316 L Grade Surgical Steel
10. Captive Bolt Pistol
11. Mount of Execution
  Yorum alanı

“CARCASS – Surgical Steel” yazısına 91 yorum var

  1. Yiğit says:

    Bu kritiği birkaç sene önce okumuştum ve geçenlerde çok alakasız bir yerde bir ameliyat mevzusu konuşulmuştu. Aklımda acaba ameliyatta bilinç kazansak ve bütün olan biteni izleyip tepki veremesek nasıl korkunç bir his olurdu fikirleri dolanırken birden bu kritiği hatırladım. Hangi albüm olduğunu hatırlamıyordum ama şu an denk gelmiş olmam güzel bir tesadüf oldu. Baştan sona içim daralarak okudum. O deneyimi okurken ne kadar hissedebilirsek o kadar verilmiş. Sitedeki en iyi kritiklerden biri.

    Unutmadan: Carcass Siker!

  2. Erhan says:

    21inci yüzyılda çıkmış en iyi albüm olduğu konusunda bir şüphem yok. Gelmiş geçmiş en iyi kaçıncı albüm olduğunu düşünüyorum son zamanlarda. İlk 10a bence kesin girer ama ilk 5 emin değilim.

  3. Jeff Walker says:

    Çok sonradan dinlemiş birisi olarak konuşursam bu eser dinlediğim en iyi albümlerden biri. 2010 sonrası çıkan metal albümleri için top 10 yapsak kesinlikle girmesi gerekiyor. Hatta 2000. 10 10 10 10 10

  4. owlbos says:

    Diğer Carcass albümlerinin çıktığı dönemi ve önemini bir kenara koyarsak en iyi Carcass albümü budur. Ayrıca 2000lerin en iyi death metal albümü. Yakınına yaklaşabilecek bir albüm dahi aklıma gelmiyor. KARKAS SİKER!

  5. TanSolo says:

    316L Grade Surgical Steel keşke götüme 2. bir yarık açsa. Her riff’i ayrı seksi, her birine ayrı hastayım.

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.