Ertuğrul Bircan Çopur
THE OCEAN’ın bir müzik kolektifi olmaktan çıkıp sabit bir kadrosu olan tam zamanlı bir grup haline gelmesinin hem iyi, hem de kötü yanlarından bahsedilebilir şüphesiz. THE OCEAN denildiğinde halen ilk akla gelen albüm olan “Precambrian” gibi bir eserin bir kolektif halinde olmadan ortaya çıkıp çıkamayacağı tartışılabilir mesela; zira “Heliocentric“-”Anthropocentric” ikilisi ne kadar iyi olsalar da, kendilerinden önceki albümlerin zenginliğini barındırmadıkları bir gerçek. Öte yandan, grup müziğinin temel taşlarının iyice oturduğunu görmek de hiç zor değil ve bu sayede kendine ait bir kimliğe kavuştuğunu rahatça görebiliyoruz THE OCEAN’ın.
“Pelagial”ın konseptini ve grubun albüm çıkmadan ne kadar iddialı sözler ettiğini görünce, biz okyanus sevenlerin heyecan derecesinin çok arttığı bir gerçek. Düşünsenize, yavaş yavaş okyanusun katmanlarına gömülüşün bir dinletisi; hem de çok yetenekli olduğunu daha önce bariz bir şekilde kanıtlamış elemanların elinden. Şahsen ilk beklentilerim albümün üst katmanlarında, yani ilk şarkılarda, suyun henüz sığ noktalarındayken yaşam ile ölüm arasındaki çırpıntıları yansıtan sert ve hızlı, ilerledikçe ise daha karanlık ve kabulleniş içinde, daha yoğun sludge etkileriyle yavaş bir tempo bulmak idi. Grup ise yolculuğu yalnızca bunlar ile sınırlamakla yetinmemiş, “Heliocentric”in “Peki sizin Tanrınızı kim yarattı?!” tandanslı ergen ateizminden daha derin bir konsept yaratmayı bu defa başarmış.
Sanıyorum ki konseptin bu ilerleyişi, albümdeki şarkılara vokal eklenmesi kararından sonra gerçekleştirilmiştir. Zira albümün en başta tamamen enstrümantal çıkartılması düşünülüyordu, sonradan sözler ve vokal eklendi, ki grubun elinde hem temiz hem de brutal vokallerine ciddi anlamında hayran olduğum Loïc Rossetti gibi hayvanın olması bu karara çok sevindirtiyor insanı. Bir defa vokalli halini dinledikten sonra, albümün enstrümantal versiyonu çok daha sası geliyor dinleyene.
Her neyse. Albüme bakacak olursak, yukarıda değindiğim beklentilerimin çoğunlukla gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Albüm okyanustaki dalga sesleriyle açılıyor ve henüz ilk katmanlardayken yüksek tempolu, bundan önceki iki albüme benzerlik gösteren şarkılarla başlıyor dibe doğru yolculuğumuz. Tüm renkler önce maviye, sonra karanlığa gömülmeye başlıyor, etraf soğuyor, ve kendine alıştırıyor bizi iyice bu çevre. Şarkılar kopmaksızın birinden diğerine akıyor okyanusun kendisi gibi, ve etrafımızda bizi gözleyenleri, yalnız olmadığımızı fark ediyoruz birden bire. Bu gözetlenme hissi ise konseptin derinliklerine çekiyor, insanın kendisiyle ve hayatıyla hesaplaşma süreci başlıyor. Aslında iki katman üzerinden yürüyor her şey; ilk katmanda suyun içinde gittikçe derinlere inen bir insan var, ikinci katmanda ise insanın içinde derinlere inen bu hesaplaşma. Gitar tonları sertleşiyor, müzik ciddi anlamda dinleyicinin üzerinde ağırlık yapmaya başlıyor bu derinlik arttıkça. THE OCEAN gerçek anlamda kendi derinliklerini keşfediyor diyebiliriz galiba; hem okyanus olarak, hem insan olarak.
Şarkıların tamamına birbirine ufak bağlantılarla bağlanıyor ve 53 dakikalık süre boyunca ne müzikten, ne de konseptten kopmak pek mümkün gözükmüyor işin açığı. Bunun yanında şarkılar birbirine bağlı da olsa, her şarkı kendi içinde o kadar güçlü ve her biri ön plana çıkarttığı oldukça farklı elementlere sahip ki, tek bir şarkı gibi akıp giden bir yapıdan söz etmek mümkün değil. Bir akış var, evet; ama bu, denizin üzerine yattığınızda size fark ettirmeden metrelerce öteye taşıyan akış değil; bu, dibe batarkenki aralıksız, ve fakat yoğunluğu anbean değişen bir akış.
Albümün özellikle erken safhalarındaki şarkılarda OPETH ve MESHUGGAH etkileri hissetmek hiç zor değil. Genele yayılmış bir MASTODON tadı da alınabilir; ama aslında bu türün genel özelliklerinden kaynaklanan bir durum gibi düşünüyorum. Bu güzel etkileşimlerin yaylılarla desteklenmesi, ve yaylıların başta pastoral, daha sonralarda ise adeta didaktik kullanımı alınan tadı arttırıyor. Bir kusur bulmakta gerçekten zorlanıyorum “Pelagial” için. Eksi olarak sayabileceğim tek noktalar, aslında hiç de kısa olmayan 53 dakikalık sürenin dinlerken hiç yetmiyor olması, bir de ne kadar güzel olursa olsun, maalesef bir “Precambrian” olmaması.
Kolektiflikten çıktıktan sonraki açık ara en iyi albümü THE OCEAN’ın “Pelagial”, bu yadsınamaz bir gerçek. Daha iyiye gideceklerse gerçekten korkutucu bir hal alacaklar artık. Umarım bu albümden önce vokalist Loïc Rossetti ile yaşanan sorunlar tekrarlanmaz ve bu muazzam adamı kaybetmeden, her albüm biraz daha üzerine koyarak bizi paralamaya devam ederler.
Bir bakayım dedim şu albüme Alman metalinin bir hastası olarak, anlaşılan Kreator, Sodom, Destruciton, Faithfull Breath, Accept beşlisinin arasına bir grup eklemem gerekecek :) bu arada yeri burası mıdır pek bilemedim ama eğer yazarlar kritik kabul ediyorlarsa Sodom-Agent Orange kritiği yapmak isterim. (Konu Almanya’dan açılınca araya sıkıştırayım dedim hehe) fakat yazdıktan sonra size nasıl ulaştırabileceğimi bilmiyorum, ona da bir yardımcı olabilirseniz çok makbule geçer. :)
14.08.2013
@Cattle Bilmemne, tabii ki yazabilirsin ve saracoglu.ahmet@gmail.com veya batu@pasifagresif.com adreslerine atabilirsin.
14.08.2013
@Ahmet Saraçoğlu, Grupta iki basçı olması bayağı şaşırttı beni, önüne gelene basıvermiş adamlar.
14.08.2013
@Ahmet Saraçoğlu, Bu arada olmuyor bir türlü yahu, kritik elimde gönderemiyorum tam bir işkence deli oldum bir yardım et Ahmet abi.
14.08.2013
@Cattle Bilmemne, üstteki yorumda verdiğim mail’e atabilirsin.
14.08.2013
@Ahmet Saraçoğlu, Başka bir yolu yok mudur bunun yahu? (Tam sopalık adamım kabul) Buraya mesaj olarak atsam örneğin siz alın kritiği ama onaylamayın mesajı görünmesin burada falan? :)
14.08.2013
@Cattle Bilmemne, nasıl mail atamıyorsun anlamadım ama tamam dediğin gibi olsun. :)
14.08.2013
@Cattle Bilmemne, tamamdır eline sağlık, aldım kritiği. :) Kalanını ben hallederim tamam.
Grubun çıkardığı tüm albümlere göre değerlendirirsek, Precambrian’dan sonra gelen en iyi The Ocean albümü.
Bu yıl çıkan en iyi albümlerden biri.
Dinlediğim en akıcı metal albümlerinden biri.
Olumlu manada daha da birçok en’li cümle kurulabilir sanırım. Ben albümü biraz fazla da sevmiş olabilirim, bilemiyorum..
Pelagial’ı baştan sona çaldıkları şu konsere de göz atın derim: http://youtu.be/bqYO6KWtvRw
14.08.2013
@vordven, hayatımdan 1 saat 12 dakika çaldı video
Geçen sene ve bu senenin ortaları benim için çok garipti, zira eskiden sevdiğim bir sürü grubun yayınladığı yeni albümler o derece sıkıcı geldi ki anlatamam. The Faceless, BTBAM falan bunlar arasında sayılabilir. Müzik zevkimin bir miktar değiştiği ortada, bu değişim içinde de saydığım gruplara da yer veremedim.
The Ocean’da ise durum farklı, çünkü “Pelagial”ı hiç sevmememin grubun gittiği bir sound değişikliği veya bir anda tüm büyülerini kaybetmeleri değil; grubun bir türlü ileriye adım atamadığını görmem. Ben bu sabit kadro olayının The Ocean’a yaradığını düşünmüyorum, çünkü Precambrian gibi şaheser bir albümün ardından yayınladıkları Heliocentric-Anthropocentric ikilisi ile beraber gittikleri sound değişimi, birçok yönden rahatça ilerletilebilecek, genişletilebilecek ferahlıkta olmasına rağmen, bunu olmayan sınırlara sıkıştırıyor gibiler. Centric serisi aslen tek albüm gibi kabul edilmeseydi, onları da gayet “birbirlerinin yerine geçebilir” albümler olarak görebilirdim hatta. Ama aynı konsept içinde dahil olmaları sonucu, bir şekilde aynı çatı altında değerlendirmek durumunda kalıyorsunuz.
“Pelagial”da durum böyle değil, hatta “olmamalıydı”. Bu albüm bana Centric sound’unun ilerletilmiş değil, sadece farklı (ve kusura bakmayın, yine eğreti) bir konsepte kaydırılmış gibi geliyor. 3 albüm sonra bile grubun kendini “imza” bir sound’un içine sıkıştırıyor ve işlediği konseptleri öne çıkartıp, bana biraz kolaycı görünen bir tavır alıyor olması garibime gidiyor. Kısacası, “Pelagial” neredeyse hiç yenilik içermiyor ve Centric albümlerine bile 7-8 arası notlar verebilmiş, benim gibi bir dinleyiciyi de biraz bıktırıyor açıkçası.
İşledikleri konseptler de ayrı bir mesele. Konsept mevzuunu bu kadar öne çıkartmasalar kesinlikle böyle derinlemesine bir analize gerek kalmazdı ancak albüme ilham kaynağı olduğu söylenen film, kitap vs.lerin önemli yerleri Google’dan aratılmış da, üzerine biraz doldurma yapılarak şarkı sözü üretilmiş gibi bir hava olması, The Ocean gibi ciddi anlamda kaliteli bir tavrı olan bir gruba yakışmıyor artık. Kabul, “Pelagial” bir miktar daha oturaklı bir albüm bu konuda ama şarkı sözleri yazılırken “stalker movie review” araması yapıldığına, oradan alıntılar sözlerin albümün içine doldurulduğuna neredeyse eminim.
Bu da en başta yazmayı süründürüp, sonra Bircan’a kaptırdığım kritiğin kısa bi versiyonu gibi bi şey oldu. İyi oldu hehah. Eline sağlık Bircan.
14.08.2013
@Batuhan Bekmen, GRIS’i de beğenmedin di mi Batu, doğru söyle sddfd.
İleriye adım atma konusunda kısmen katılabilirim ama Centric albümleriyle aynı kefeye koymak da doğru gelmiyor bana işin açığı. Bence bariz bir ilerleme kaydetmişler; ama beklentilerini karşılayamayacak derecede olmasını anlayabilirim. Ki bence Pelagial yalnız şarkı yazımı olarak bile çok üzerinde o albümlerin, sadece oradan bile gözümde baya müthiş; konsepti, işlenmesini falan bir kenara bıraksam dahi.
16.12.2013
@Batuhan Bekmen, Güzel yerden yakalamışsın stalker olayını, albümü dinlerken hiç aklıma gelmemişti bu.Grubun Tarkovsky filmlerindeki gibi su konseptini vurguladığı doğru ama bu sadece etkinme düzeyinde bence.Ayrıca bu albümün grubun diğer albümlerinin arasındaki yerini ve grubun diskografisine katkısını sorgularsak az puan verebiliriz ama benim gibi grubu bu albümle tanıyan birisi için oldukça iyi bir albüm.O yüzden çok sevmiş olabilirim ben albümü.
hiç dinlemedim ama anladıgım kadarıyla şarkıları yazan kisi jeoloji, oşınografi, mikrofasiyes tarzı şeylerle pek içli dışlı.
O kadar çok şey yazabilirim ki bu albümle ilgili. Öncelikle kritiğin gayet güzel olduğunu söylemeliyim ama ben albüm ilk çıktığından beri sürekli bir konsept yazı beklemiş idim bu kritik için. Ama bu şekilde daha bir bilgilendirici olduğu gerçek tabii, ellere sağlık.
Yorumlarıma başlarsam öncelikle şunu söyleyeyim, albüme ilk dinlediğim anda çok soğuk kalsam da 5-6. dinleyişimden itibaren tapma derecesinde bağlı olan bir insanım. Bunun ilk nedeni konsept albümlere olan zaafım. İkincisi progresif yaklaşımlarına saygı duyduğum The Ocean’ın isimlerinin içini bu albümle dolduracağına olan inancım idi. Yani sanki bu fikir tee grup kurulduğunda akıllarındaymış da bir türlü uygun zemini hazırlayamamışlar gibi. Bunu müzikal anlamda kastetmiyorum zira Precambrian müzikal olarak grubun tartışmasız en iyi albümü.
Albümü irdeleyerek dinlediğinizde karşınıza aynı riff’in birkaç şarkı sonra çıkması gibi veya şarkı sözlerinin farklı yerlerde farklı tarzlarda tekrar edilmesi gibi şeyler çıkıyor ki albümün bütünlüğünü bağlayan öğeler bence. Burada değinmek istediğim şey ise vokaller. Pelagial’i gözümde senenin en iyi albümlerinden biri yapan etmen şüphesiz ki Rossetti. Albümün içini dolduracak kararlılıkta bir vokali var bu adamın, her ne kadar şarkı sözleri stalker’ın içsel yolculuk temasından yola çıkılarak yapıldığını bariz bir şekilde belli etse de(ki söz konusu bu albüm olduğunda buna kötü de diyemiyorum garip bir şekilde) muhteşem bir vokal performansı var hakikaten.
Toparlarsam Pelagial bana göre The Ocean’ın en özel albümü. Herkesin seveceğini düşünmüyordum, ki yukarıda Batuhan Bekmen’in yorumundan da bunu teyit ettim haha, çünkü müzikal açıdan The Ocean’dan beklentiler çok çok daha fazlaydı. Fakat ben olaya grubun artık daha çok albümlerinin hissettirdiklerini önemsemesi olarak bakıyorum. Belki çok iyimser bir bakış açısı, belki her şey fazla toz pembe benim için ama bir “Let Them Believe” veya “Boundless Vasts” dinlerken olaya nesnel yaklaşamıyorum maalesef, yapamıyorum, duygulanıyor ve 10u basıyorum. Okyanuslarında boğulmak istiyorum Pelagial’in, harikasınız.
14.08.2013
@Beleg, Teşekkür ederim. Konsept yazıları benim için özel albümlere saklamayı tercih ediyorum; Pelagial her ne kadar öve öve bitiremememden anlaşılacağı üzere bayıldığım bir albüm olsa da, o “özellik” mertebesine erişemedi, kısmen Batuhan’ın dediği gibi o ileriyle attıkları adımın çok net görülememesinden (ben atmadıklarını düşünmüyorum ama beklediğim kadar değil belki). 10/10 vermeyeceğim bir albümü konsept olarak yazasım gelmiyor işin açığı :)
Rossetti’ye 10 veririm ama bak. Müthiş bir vokal gerçekten.
14.08.2013
@Ertuğrul Bircan Çopur, ne demek. Diyorum ya abi işe çok duygusal bakıyorum ben, albüm beni o şekilde bakmaya yönlendiriyor. Bu benim 10 vermem için yeterli oldu şu an ama bi 3-4 ay sonra bakıp “meeh, 10luk da değilmiş” diyebilirim tabii. Yazıların konsept olmasa da gayet hoş zaten o konuda bir sıkıntım yok yani :D Bir de duyduğuma göre Omega Arcane’i de sen yazıyormuşsun sanırım. Ben de yazıcak birşeyler arıyordum ama baya kapılmış hepsi haha
Bu sene ne çok dinlediğim albümlerden birisi. Yine mükemmel konsept,muazzam bir bütünsellik. Sana puanım 10 ganga !
bana göre bu sene çıkan en iyi albüm
Beni çıktığında çok heyecanlandırmıştı albüm, ÇOK beğenicem gibi gelmişti. Ama daha sonra pek dinleyesim gelmedi. Şu an da hayal kırıklığı olduğunu düşünüyorum açıkçası. Bana da albümde bir kolaya kaçma durumu var gibi geldi. Bu tarz bir albümü hiç kasmadan, hatta özenmeden, yazabileceklerini düşünüyorum.
Ama o Rossetti yok mu o Rossetti. Hakkaten inanılmaz bir vokal. Ben grupla sıkıntılarını bilmiyordum yalnız, aman diyim.
14.08.2013
@Mert, Aynen, harfi harfine katılıyorum. Albümde hep bir “geliyor, geliyor, süper şeyler ola- siktir olmadı” durumu var sanki. Yılın albümü demiştim ama Gorguts’un albümü favorim gibi, bakalım.
O değil de aşk acısından kıvranırken + obsesif kompülsiviteden ve anksiyeteden çok çeken birisi olarak Abyssopelagic II: Signals of Anxiety HÜNGÜR HÜNGÜR ağlattı beni geçtiğimiz birkaç ay öncesinde, ÇÖKTÜM resmen.
“bir Precambrian değil heöeleöe” yapmak istemiyorum ama, malesef öyle demekten yana oluyor gönlüm. Her halükarda çok tatlı bir albüm Pelagial, orası ayrı.
kritik çok güzel, eline sağlık. şu cümle çok hoşuma gitti özellikle:
“Bir akış var, evet; ama bu, denizin üzerine yattığınızda size fark ettirmeden metrelerce öteye taşıyan akış değil; bu, dibe batarkenki aralıksız, ve fakat yoğunluğu anbean değişen bir akış.”
bugünlerde defalarca dinledim bu albümü ve gerçekten çok hoşuma gittiğini söyleyebilirim. albüme puanım 8,5 veya 9 olurdu muhtemelen. albümün tümünde çok başarılı bir ruh, atmosfer, derinlik ve bütünlük mevcut. the ocean grubuyla ilk defa bu albümle tanıştım. herkes vokalisti övmüş(ki katılıyorum bu fikirlere) nedense albümü ilk dinlediğimde, benim dikkatimi bateristin çalış karakteri çekmişti. çok olgun ve ne yaptığını bilen bir çalış şekli var baterist luc hess’in.
bunun haricinde albümün kapanış şarkısı rotting christ’ın son albümünden 666 şarkısını inanılmaz derecede andırıyor. ilginçtir vokaller de sakis’in son zamanlarda sıkça kullandığı gibi, ilginç bi tesadüf olmuş gerçekten.
http://www.youtube.com/watch?v=OJbqplkBBv8
http://www.youtube.com/watch?v=YmIVNDGrDuY
Dini konuların işe karıştığını görünce şöyle bir kaç adım geri duruyorum. Ama ortaya konan mal gerçekten güzel.
Dün bu albüme ”gereksiz” yere çok değer verdiğimi anladım. Oysa 2013′de çıktığında 7-8 kez dinlememe rağmen yıl sonu listeme bile koymuştum. Bu kadar az dinlememi konsept albüm olmasına bağlıyordum. (İşte her an açamıyorum ya o yüzden gibi kendimi kandırma çalışmaları) Ama dün last.fm sayesinde albümü en son tam 1 yıl önce dinlediğimi farkettim. Kesinlikle albümü boktan flan bulmaya başladığımı söylemiyorum. Sadece yoğun görkeminin yanında içerik olarak eksik kaldığını düşünüyorum.