This is Anfield
Penceremin buğusuna yine bir şeyler çiziyordum, ellerim uyuşmuştu artık, sıcacık nefesimin etrafında beliren yeni bir şekil daha.
Sokak lambasının etrafını çevirdim ellerimle, bulutların üzerine serpiştirdim nefesimden arta kalan çizgileri.
Kimse yoktu yanımda, suskundum her zamankinden fazla, ellerim titriyordu, ya sesim, uzun bir süredir hapsolmuştu oraya.
Soğuğa, karanlığa, arkamdaki bağırışlara aldırmadan çıktım sokağa, karlara bata çıka ilerledim yolumda, az ilerde durdum birden, soluklandım, ellerimi ısıttım, gidecek hiçbir yerim yoktu aslında.
Kendimi kocaman bir boşluğun ortasında boğuluyor gibi hissediyordum, yapacağım o kadar çok şey varken nereden gelmişti bu alıp başımı gitmeler.
Sonra kendimi yüz üstü karın üstüne bıraktım, en umutsuz, en acınası görüntüyü almıştı suratım. Ağlıyordum, ama akmıyordu bile gözyaşlarım, çırpına çırpına ölecektim orada, nasıl bir trajediydi ki bu her bir kar tanesinin üstüme düştüğünü hissede hissede ölüyordum.
Ayak parmak uçlarımdan başlayan sızı, yerini tanıdık bir ürpertiye bırakmıştı, hâlâ hareket etmiyordum.
Kendimi reddetmiştim, umudumu kaybetmiştim, ama vücudum soğudukça aklımda bin bir çeşit düşünce kol geziyordu, hangisinin kolundan tutup yakalasam beni yeni bir yere sürüklüyorlardı.
Belki de ölmüştüm kim bilir, kulağımda bir ses ama hiç tanıdık değil, bir melek güzel bir şarkıyı mırıldanıyordu sanki, kafamı kaldırsam kaçıp gidecek gibi, o söyledikçe aklıma yazıyordum bir bir tüm kelimeleri, sesi gittikçe berraklaşıyordu, söyledikçe benim oluyordu hepsi.
Dayanamadım, belki onu korkutup kaçıracaktım ama onu görmeden yapamazdım, onca zaman karın üstünde olduğumdan vücudum kendinde değildi ve kalkmama yardımcı olmuyordu, o melek ise ilahi şarkılarını söylemeyi sürdürüyordu, bir hışımla ellerimi kardan çıkardım, kafamı kaldırmaya çalışıyordum tüm gücümle ve evet doğruldum, kıpkırmızı gözlerimle etrafı o kadar hızlı kolaçan ettim ki onu göremediğime inanmadım, arkamda sandım, burada bir yerlerdeydi, duyuyordum hâlâ, ama görünmüyordu, bana bu kadar yakınken nasıl olur da saklanırdı, biraz önceki kaskatı beden benim değilmiş gibi fırladım yerden koşuyordum etrafa, bağırıyordum, yalvarıyordum, kendimi parçalıyordum, aklımı yitirmiştim neredeyse, sesi kulaklarımdaydı, o kadar içten söylüyordu ki ne susturabiliyordum, ne görebiliyordum onu.
Her zamankinden daha perişan halde yerlerde sürünerek kendimi eve atmıştım ve o hâlâ benimleydi, daha önce yapmadığım bir şeyi yapmaya karar verdim birden bire, gözüme ilişen bir kağıda o ne derse yazıyordum harfi harfine, ben yazdıkça sessizleşiyordu, silikleşiyordu.
Son sözlerini duyuyordum, ondan ayrılacağımı biliyordum ve birden kalemi bıraktım, hem bütün dediklerini yazmak istiyordum hem de ondan ayrılmak istemiyordum.
Ama dayanamadım ve yazmaya devam ettim.
Çok kısık bir sesle ”Clad in shadows” dedi ve gitti.
Her anı efsane if albümlerinden. Jesper’ın gövde gösterisi gibi, o kadar yoğun ve o kadar güzel ki. Çok fazla şey de söylenemez sanırım.
Kritik farklı ve etkileyici olmuş, albüm de bu tarz içsel yaklaşımlara uygun olduğundan ben oldukça beğendim. Yazan çizen ellere sağlık
02.08.2013
@Beleg, Teşekkür ederim arkadaşım.
Dt’nin Skydancer’ına hayran bir adam olarak, en sevdiğim In Flames albümüdür.
İki grup da ilk albümlerini çok gözardı ediyorlar, taş gibi albümler oysa ki.
02.08.2013
@DrAQA, konuş damat konuş.
Konserde çalamama zırvasıyla kesmeselerdi şunları keşke. Tüm albüm böyle olmazdı da, arada sırada albüm dışı devam edebilirdi bence. Albüm her ne kadar güzel olsa da buna 10 verirsek Whoracle ne olacak diyor, 8 veriyorum.
Benim en sevdiğim İn Flames albümüdür, yaş geçtikçe daha eskilere gidiyor insan tabi, keşke Dark Tranquillity ile İn Flames tek bir albümlük birleşseler ve Lunar Strain ile Skydancer’i şöyle tertemiz tekrardan çalsalar, mükemmel olur gerçekten, hoş İn Flames şu The Jester’s Curse olayları ve önümüzdeki sene çıkacak albüme konsantre olmuş durumdalar, umut fakirin ekmeği tabi ne olacak.
Sevgili Anders Friden şu albümleri dinleyip kahroluyordur umarım.
kritiği okurken everlost’u dinleyince duygulandım. kritik de bayağı duygu yüklü olmuş zaten. kritiğe kadın elinin değdiği çok belli :) çok farklı ve güzel bir kritik olmuş.
02.08.2013
@tranquillist, aynen ben de yazarken everlost’u dinliyordum. değişik bir şey olsun istedim, teşekkür ederim.
Tipler çok fena yalnız, özellikle stanne sakalsız haliyle tüm karizması yerle bir. Kritik de böyle özel bir albüm için oldukça özel ve melankolik olmuş.
Jesper bildiğin ERKEK GÜZELİ falan burada, gerçi hangi ŞVÖDÖN oğlanı late teen’lerinde öyle değil ki. Herşeyin başladığı yer. Leziz.
03.08.2013
@Can Gelgec, Mikael daha erkek güzel çıkmış olum :)
Ne de güzel albümdür ama The Jester Race ve Whoracle’a 10 vereceğimden bu albümün hakkı da 9′dur kanımca.
Sabahın şu saatinde Upon An Oaken Throne hiç olacak iş değil ama yazıyı gördüm, aklıma geldi bir kere.
Ellere sağlık. En sevdiğim 3 IF albümünden biri.
In Flames olarak kabul etmediğim bir albüm. Anders Friden yok bi kere. Albümde çok basit ve amatör yapılı. The Jester Race ile arasında dağ gibi fark var.
08.10.2013
@Octav, O zaman In Flames’in ilk albümü Skydancer olmalı. Çünkü orada ANDERS var.
08.10.2013
@ali ihsan balı, best düz mantık ever.
08.10.2013
@Lefthandpath, Bence de.. Bu arada inşallah bana dememişindir yok yere kendime laf sokmuş olmayayım ahah..
08.10.2013
@ali ihsan balı, aslında sana söyledim. çok ince görmüşsün, gece gece yardın beni :D
08.10.2013
@Octav, Ne diyem, Mahmut mu diyem ŞAKİRRRRR?
08.10.2013
@Octav, Anders yok ama Stanne reyiz var. Mikael Stanne>Anders Friden.
08.10.2013
@Octav, Bende de benzer bir durum var. Kabul etmeme değil de aidiyet hissetmeme. Bence her iki grup da ilk albümlerini değiş tokuş etmeliler.
09.10.2013
@atoutlemonde, Hadi hepimiz Shadow Duet dinleyelim ve kapatalım konuyu :)
Lunar strain hakkındaki görüşlerim şurada çok net yazılmış:
http://www.itusozluk.com/goster.php/lunar+strain/@6141143
sen çok çok çok çok güzel bir albümsün
umarım bu şarkılara hiç dokunmazlar. tecavüzcü herifler.
everlost pt.2 o kadar beklenmedik ve güzel bir şekilde giriyor ki… ah yavrum ah.
senin o kuzeyli ağzını yerim.
Sırf Behind Space introsu için açıp sonra tamamını dinlerim çünkü HARİKA BİR ALBÜM.
Upon An Oaken Throne ve Clad in Shadows iki tane hayvan gibi şarkının arka arkaya gelmesi akıl kârı iş değil. Gothenburg Museum of Art’ta sergilenmesi gereken bir eser.
We are entering dimensions
BEHIND SPAAAAAAAACEEEEE
Sakalsiz Stanne Sylvaine Katrine-ye benziyor