Doksanların sonlarına doğru bir metal sever için hayattaki en güzel şey, anadan babadan sevgiliden, paradan puldan, gezmekten tozmaktan daha iyi olan neydi biliyor musunuz? Audiogalaxy!
Şu an bu satırları yazıyor olmamda bile büyük etkisi olan bu uçsuz bucaksız mp3 sitesi, daha lise çağında olan beni bile arşiv sahibi, hatırı sayılıır birikim sahibi yapmıştı. 56K modemin çetrefilli ama samimi, bizden, sinerjik dünyasında, elbette ki çetin zamanlar geçirilmiş, geceden açık bırakılan bilgisayarın sabah okula giderken tek bir şarkının yarısını indirdiği görülünce sevindirik olunmuş, “yaşasın lan okuldan dönünce bitmiş olur dinlerim” diye sevinilmişti.. Bir günde bir şarkı indirmek, buna çok sevinmek.
Audiogalaxy’nin en büyük terbiyesizliği (kullanıcısını köle haline getiriciliği), bir grubu arattığınızda en çok download edilen, en güzel, en sevilen şarkıları en başta göstererek size merak ettiğiniz grup hakkında hızlı ve işe yarar bir karar vermenizi sağlamasıydı. Diğer bir eşşekliği ise, “bu gruptan mp3 indirenler, bunların da hastası bak kime diyorum” tadındaki yayıltıcı yaklaşımıydı. Bir dergide, sitede In Flames diye bir isimden övgüyle bahsedildiğini görüyordunuz ve birkaç saat sonra tüm Göteborg sahnesi parmaklarınızın ucunda oluyordu.. Tıpkı Hügo gibi. Ah Hügo… Ne biçim bir denyoydun sen.
İşte o dönem keşfettiğim sayısız grup gibi, Darkane’le de tanışmam bu yolla olmuştu. “Bunu seven bunu da seviyor, poligamik ilişkiler söz konusu” tadındaki konsept sayesinde, adı verilen her farklı grubun en popüler 2-3 şarkısını indiriyor, hoşuma gidenler için geri dönüp albüm albüm toparlıyordum. Albüm albüm derken, o zaman torrent’tir, rapidshare’dir yok, pat diye bir albümü tek dosya olarak alamıyordunuz; tek tek şarkıları indirip güzelce isimlendirip klasörlere ayırıyordum, mutlu oluyordum.
İşte Darkane de o dönem bir albüm çıkarmış, tabii ki benden habersiz, ben de olardan habersiz; sitedeki sayfasında en üstte Convicted, altında da Rusted Angel diye iki şarkı. Hemen indirdim, dinledim ve daha ikinci şarkı bitmeden “Rusted Angel” ve sonraki “Insanity”nin tüm şarkıları download listesine konmuştu bile.
Bu uzun girişin ardından fazla dağılmadan devam edelim. Darkane özellikle çok başarılı ilk albümü “Rusted Angel” ile farkında olmadan ve fark ettirmeden, İsveç’in en çok ilham veren gruplarından biri haline gelmişti. Yoğun thrash etkisi olan, müzisyenliğin çok ön planda olduğu bir melodik death metal yapıyorlardı ve şarkılar çok katmanlı ve orkestrasyonlu yapılarıyla, elemanların okullu olduklarını anlamanızı sağlıyorlardı. Gözlerimin canlı gördüğü en hızlı atak yapan insan olan (evet Darkane’i canlı izledim.. biatch!) Peter Wildoer’in domine ettiği davullar ve Christofer Malmstrom ile Klas Ideberg’in etkileyici gitar kullanımları, grubu türdaşlarının birkaç adım ötesine taşıyordu. Sahip oldukları, hem riff’lere, hem melodilere, hem nakaratlara, hem de kompozisyonlara önem veren progresif tavır, benzer müzik yapan grupların da sertleşmelerine ve şarkılarında direk Darkane’i hatırlatan komplike olaylara girmelerine neden oluyordu.
Lawrance Mackrory gibi son derece farklı veyaratıcı bir vokalistle başlayan grup, “Insanity”yle birlikte Andreas Sydow’a dönmüş ve “eh” denebilecek “Insanity”nin ardından bence çok başarılı olan “Expanding Senses”ı çıkarmıştı. İçinde filler dediğimiz türde birkaç şarkı da barındıran ama genel olarak son damlasına kadar Darkane (başka kimseye benzemeyen anlamında) olan “Layers of Lies”ın sonrasında, uzun süren turnelerden de alnının akıyla çıkan grup “Demonic Art”ı bizlere sundu. Aslında albüm çoktan hazırdı, ancak Wildoer’in dizindeki ciddi sakatlık ve kayıtlarla ilgili birtakım sorunlar, albümü bir süregeciktirdi. Öyle ki bu bekleme sırasında Wildoer yeni Pestilence albümünde davulcu koltuğuna oturdu, senfoni orkestralarıyla konserler verdi. Neyse ki albüm şu an elimizde (tam şu an elimde.. bi saattir tek elle yazıyorum imanım gevredi).
Nasıl bir albüm “Demonic Art”… Enstrumanların ön plana çıktığı diyerek başlayabiliriz. Davul ve gitarlar, şarkı yapılarını hiç bozmadan (yani her fırsatta bitmek bilmeyen sololar atmadan) gayet dominant ve göz alıcı bir performans ortaya koyuyorlar. Benim için bir şarkıyı değerli kılan şeylerden biri olan solo arkası riff’leri Darkane’de her zaman çok başarılıdır. “Madem dikkatler soloda, arkaya koyalım düz jınjını olsun bitsin” diye asla düşünmezler. Bu sefer de aynen böyle, her solonun arkasında, dikkat çekmeyen ne cevherler saklı.
Yeni vokalist Jens Broman’ın (The Defaced, Construcdead) eleştirilecek pek bir yanı yok. Sydow’un daha özgün bir ses rengi vardı gerçi ama Broman’ın yarı haykırışlı yarı bağırmalı thrash bazlı vokali hiç sırıtmamış. Clean bölümlerde de bu durum geçerli. Yani vokal açısından da bir sıkıntı yok.
Şarkılara geldiğimizde, Darkane’in ilk zamanlarını anımsatan tarzda delilikler zaman zaman ortaya çıksa da, albümün icra bazında bundan önceki Darkane albümlerinden çok az daha kolay çalınır olduğunu söyleyebiliriz. Riff’ler daha klasik deathrash riff’lerinden doğurtulmuş ve direkt olarak anlaşılabilmeleri amaçlanmış. Önceki albümler demişken, “Demonic Art”ın konsept olarak, “Layers of Lies”ın hayvan şarkısı “Organic Canvas”tan doğduğunu da belirtelim. Öldürdüğü insanların cesetlerinden sanat eserleri yapan bir katil/sanatçıyı konu eden bu şarkının konusunu çok seven Wildöer (davulcu olduğunuz kadar şarkı sözü yazarısınız da), “Demonic Art”ın tüm konseptini bu konu üzerine kurmuş. İyi de etmiş.
Müzikten devam edelim. Yine önceki albümlere oranla melodiklikte de bir nebze olsun azalma söz konusu. Misal bir önceki albümdeki “The Creation Insane” ve “Organic Canvas”ın girişlerindeki gibi onar saniyelik hem melodik hem karmaşık canavar riff’lerden ziyade, daha kısa tutulan ve surata çarpan riff’ler yazılmış. Bu durum, albümü hit yönünden biraz sınırlı kılıyorsa da, Darkane’in her zamanki groove’u ve beklenmedikliği sayesinde her şarkıda başınızı döndüren, “bi dakka lan naapıyolar, ordan ona nası geçti.. ha köprü sandığım kısım verse’ün sonuymuş.. evet bi saniye hmm..” dedirten şeyler bulabilmeniz olası.
“Demonic Art”ın benim açımdan mutlak favorileri, bir önceki albümün Darkane klasiği haline gelen hayvan şarkısı “Secondary Effects”e olan benzerliğiyle dikkat çeken “Leaving Existance”, albüme adını veren parça, orkestrasyonlu yapısıyla eski Darkane’i en çok hatırlatan nefis “Execution 44”, girişindeki kafa koparan yarmışatmışsokupçıkarmışezmişgeçmiş riff’le dozer etkisi yaratan “Demigod” (iyi bir ses sisteminiz varsa hakkaten odayı sallıyor bu) ve Darkane’in yırtıcı thrash köklerine selam söyleyen, choq öptm cnms yapan bitirim ikili tadındaki “Impetious Constant Chaos” ve “Soul Survivor”.
“Youthanasia”yla “Chaos A.D.“nin mutant çocuğu temalı güzel bir de kapağı olan “Demonic Art”, iki adet de bonus parça içeriyor ki bu versiyonu bulabilirseniz bunu alın, zira hiç öyle yancı bir tarafları yok, gayet baba şarkılar (özellikle “Wrath Connection”). Albümün en/tek kötü tarafı, 37 dakika gibi kısa bir süreye sahip oluşu. 45 dakikalık “Layers of Lies”dan sonra 3 yıl bekleyip 37 dakikalık müzik almak biraz burucu (burcu?). Gerçi bonuslar’la birlikte bu da 50 dakika oluyor ama bulan var bulamayan var.
Darkane dinleyin. Bilmiyorsanız, daha duymadıysanız:
Rusted Angel=Başyapıt (9/10).
Expanding Senses (8/10)>Layers of Lies (7/10)=Demonic Art>Insanity (6/10).
Bu kadardı.. Görüşmek üzere.
Darkane dinleyin.
Execution 44′u her dinleyişimde introda tüyler diken kirpi gibi oluyorum.
Ah Audiogalaxy ah :’(