Umut KARAGÖZ
Merhaba sevgili gönül dostları. Geçtiğimiz aylarda yeni albümüyle kimimizin kulaklarını şenlendiren, kimimize ise “ee, yine aynı bu” dedirten AMORPHIS’in zirve yaptığı, dosta güven düşmana korku saldığı “Tuonela” ve öncesi dönemini bilirsiniz, değil mi?
Hah, işte bugün inceleyeceğimiz albüm o dönemi bitiren albüm olarak kabul edilir. Grubun “Eclipse“e kadar devam eden “kayıp” döneminin başlangıcı olarak görülen ve hatta grubun bir kısım hayranları tarafından üvey evlat muamelesi gören “Am Universum”, gerçekten denildiği kadar olmamış mıdır? Hadi, tut elimden okur kardeş ve birlikte “Am Universum”un uzaylı ağlatan dünyasına girip bu sorunun cevabını bulalım. *Umut’un göbeğindeki televizyon ekranı açılır.
AMORPHIS’i seven ancak ”say lan 9 ışığı! Pardon, en sevdiğin 10 grubu! Say!” deseler söz konusu sıralamada gruba yer verme konusunda tereddüt edecek kadar sıradan bir dinleyicisiyim. Çok sevdiğim işleri olan ancak çoğu albümünü tam anlamıyla benimseyemediğim bir ilişki içerisindeyiz kendisiyle. Yine de her zaman sempati beslediğim, takdir ettiğim gruplardan biridir ve açıkça söylemeliyim, Am Universum benim bu gruba olan saygımı daha da arttırdı. Albümle tanışmam sanırım “bu Alone niye bu kadar popüler la?” sorusunu kendime sormamla gerçekleşti. Cevabını ve daha fazlasını bulmam beni gayet memnun etti.
Madem lafı Alone’dan açtık, ordan yürüyelim. Uzunca (1:30 dakikaya yakın) bir açılış sekansı olan ve albümün öncülüğünü yapan bu söz konusu şarkı, en kaba tabirle “Am Universum”un medley’i, özeti. Albümden beklenen, beklenmesi gereken her şeyi bünyesinde taşıyan, genel atmosferi güzelce yansıtan ve albümün devamında dinleyicinin karşısına çıkacak olan tüm irili ufaklı atraksiyonları, denemeleri içinde barındıran ve açılışa çok yakışan bir iş. Eğer “Am Universum” bir ocak başıysa, Alone, ortaya gelen karışık ızgaradır. Evet. Alone’dan hemen sonra grubun önceki işlerine daha yakın olan Goddess (Of the Sad Man)’e geçiyoruz ve albümü döndürmeye devam ediyoruz. “Elegy” gibi sağından solundan hit fışkıran bir albüm olmasa da ilk yarısıyla bizi gayet tatmin ediyor. İkinci yarısı ise ilki kadar güçlü olmasa da Forever More gibi, “groove” kelimesinin karşılığını hakkıyla veren bir şarkı barındırdığından olsa gerek, performansı çok düşürmüyor. Joutsen dönemindeki muadili Black River gibi albümün gizli hiti olan Veil of Sin’e kadar gidiyoruz. İşte en geç bu noktada fark ettiğimiz bir şey var. Albümü yarım saatten fazla bir süredir dinliyoruz ama bu tam AMORPHIS değil gibi. Bana “Elegy”yle, “Tuonela”yla tanıtılan AMORPHIS’den daha farklı bu. Sanki bir şeyler eksik gibi… Aha, tabii ya! Kariyerinin başından beri oryantal/folk melodilerden kopmayan, “Finlandiya Halk Türküleri ve Oyun Havaları”ndan taviz vermeyen AMORPHIS’in bu albümde esamesi okunmuyor. Söz konusu ezgiler yerini daha ana akım, daha kolay dinlenilebilir melodilere bırakmış. “Elegy”den beri kademeli olarak düşen brutal vokal kullanımı bu albümde yok gibi bir şey. En fenası da Weeper on the Shore gibi, Greed gibi şarkıları yapan, sofistike müzik anlayışına sahip adamların böyle basit ve az katmanlı şarkılar yapmış olması… Naptınız lan siz?! Kalevala çarpsın sizi!
Maalesef durum böyle. Albüme dair kimi pozitif yorumların bile ”eh” çevresinde dönmesine yol açan sebepler bunlar. Grubun farklı bir yön çizmeye karar vermesinden ziyade, karakteristiklerinden, onları AMORPHIS yapan yanlarından ödün verip belki de olmadıkları bir şeye dönüşmeye çalışmaları. Yanlış anlaşılmasın, durum bir “Reroute to Remain” vakası değil tabii ki. Ancak, kendisinden önceki iki albüm gibi bol varyasyonlu olmasına rağmen o albümlerin gittiği doğrultudan gitmeyip, sahip oldukları tarzı rafine ederek AMORPHIS’in Folk bazlı doom/death yönünü törpülemesi ve ağırlığını vokal odaklı retro progresif tarza vermesi asıl eleştiri konusu. Muhafazakarlıkta sınır tanımayan Metal-Archives’ın albüm inceleyen üyeleri gibi davranmayı bırakıp tekrar hatırlatayım, ben “Am Universum”u seven taraftanım. Ancak bu albümle birlikte mevcudiyetini kaybetmiş şeylerden de söz etmek gerekiyor. Zaten, “Am Universum”la ilgili yapabileceğim en büyük eleştiri, sözünü edebileceğim en büyük eksiklik de bu olur. Şimdi yıkama yağlamaya geçelim.
Grubun bu albümde de denemelere açık olduğundan, çeşitliliğe uzak kalmadığından söz etmiştik. Bunun en net göstergesi tabii ki albümdeki saksofon kullanımı.. Ülkemde ismi yüzünden kötü bel altı esprilerine konu olmuş bu insan üstü enstrüman içine girdiği çoğu iş gibi “Am Universum”u da belirli çapta ele geçiriyor İlk kez “Tuonela”da görücüye çıkan saksofonlar yine Tuonela’da iyiden iyiye sinyallerini veren retro-progresif klavyeleri de yanına alıyor ve bu ikili, Pasi Koskinen’nin vokali önderliğinde albümün genel atmosferini, saykodelik altyapıyı ve melankolik dokuyu örüyor.
Hah, lafı sonunda istediğim yere getirdim. Şimdi şu konuda anlaşalım, Tomi Joutsen, sadece konu AMORPHIS olduğunda değil tüm metal camiası ele alındığında en başarılı bulduğum vokalistlerden biri. Temiz ve brutal vokaller arasında bu kadar başarılı geçiş yapabilen, buna rağmen ses kalitesini düşürmeyen ve canlı performanslarda stüdyodan çok daha iyi işler çıkarabilen adam çok azdır malumunuz. Hem bunun etkisi, hem de AMORPHIS’le ilk tanışmam yine Joutsen’li dönemde olunca açıkçası “Eclipse” öncesi vokalist Pasi Koskinen’e karşı gayet önyargılıydım. Attan inip eşeğe binmek gibi gelmişti ilk dinlediğimde. Bu örnek için önce Pasi’den sonra da sizden özür dilerim. Tahmin edilebileceği üzere, Pasi, “Tuonela” ve “Elegy”deki performansıyla ağzımın payını vermişti. Ancak ona asıl ısınışım bu albümdeki başarısıyla oldu. Gayet kolay sıkabilecek bir ses rengine sahip olmasına rağmen (ulan adam şimdi kapıdan girip ağzımı yüzümü kırsa kesinlikle hak ederim, ikidir laf sokuyorum, ne pis adammışım.) her şarkının ayrı bir ruh yakalamasını sağlayan, dile döktüklerini sanki yaşarmışçasına ifade eden ve çeşitli denemelerle, hard rock esintileriyle süslediği vokal performansı ile Pasi Koskinen, “Am Universum”un en çarpıcı, en güçlü yanı. Dediğim gibi, içinde saksafonun ve 70′lerden fırlamış klavyelerin bulunduğu bir albümde onları geride bırakabilecek kadar güzel bir iş çıkarmak kolay değil. Vokaller, albümün lokomotifi rolünde. Böyle de olması gerekiyordu zaten. Enstrümantal altyapının “Am Universum”da iki görevi var. Birincisi, klavyelerin liderliğinde albümün saykodelik atmosferini kurmak. İkincisi ise vokali desteklemek. Üzerine bu kadar yatırım yapılan vokal eğer cansız ve isteksiz yani doğrudan kötü bir performansla yapılmış olsaydı şu an Am Universum’un mezarına kürek kürek toprak atıyor olurdum.
Albümün liriksel yapısının temeli çoğu AMORPHIS albümünün aksine bu sefer Kalevala üzerine kurulu değil. Daha kişisel, daha günlük hayata, insan ilişkilerine ve bireysel çıkmazlara yönelik hikayeler mevcut. AMORPHIS bu albümde de öncesi ve sonrasında olduğu gibi salt bir anlatım kullanmış (burdan Warrel Dane ve Mikael Stanne’e sesleniyorum: İnsan olun) ve yine bazı çok güzel cümleler ve benzetmeler mevcut. Bunlar Pasi’nin iyice olgunlaşan mikrofon performansı ve kaliteli vokal melodileriyle birleşince insanı albümü dinleyen biri halinden çıkarıp albümü hisseden biri haline getiriyor ki “Am Universum”un “saykodelik melankoli” şeklinde açıklayabileceğim duygu-durum halini yakalamak için olmazsa olmaz şartlardan birisi de bu; albümün havasını girebilmek. Genel itibariyle özel bir ruh haline hitap eden bir albüm olmasından dolayı bu her zaman kolay değil. Grup da az çok bunun farkındaydı ki ona göre hareket ederek şarkı sıralamasını bile kolay sindirilebilir bir halde sunmuş. Bu aynı zamanda albümün deneyselliğini de göstermekte. Alone ve Goddess gibi grubun artık klasikleşmiş, devam albümlerini etkilemiş şarkılarından sonra hard rock ve 70′ler progresifinin yasak aşkı tadındaki Night is Over ve onun hemen ardından albümün asıl yüzünü ortaya koyan Shatters Within’in gelişi insana “neyin peşindesiniz lan?” dedirtmeye yetiyor.
Kaçtır saykodelik diyoruz, biraz açalım. Albümün özel, kırılgan bir ruh haline yakın olduğu malum. Bu, vokalin melankolik yapısından kaynaklanıyor. AMORPHIS burda ilginç bir adım atarak hem kendi tarzına yakın hem de klasik progresif rock’a göz kırpan bir enstrüman kullanımıyla saykodelik bir hava kurmaya çalışıyor. İşin garip yanı, beceriyor da. Shatters Within’in başında, gökyüzünde, gece karanlığında yerli yersiz parlayan yıldızlarmış hissi veren gitarların Drifting Memories’de yine aynı yıldızların kayışını müzikle tasvir etmesi beni benden aldı. Bu çıkarıma nasıl vardığımı sormayın anlatması 12 saat sürer. Söz konusu atmosferi en öküz halimle şöyle ifade edebilirim: RIVERSIDE’ı düşün, biraz PORCUPINE TREE ve az biraz TOOL ekle, biraz da üzerine FATES WARNING serp ve GREEN CARNATION’la servis et. İşte öyle bir şey.
Vokal haricindeki enstrümanların albümde yan oyuncu işlevi gördüğünü söylemiştik. Durum böyle olsa da bu kimi eksiklikleri gölgelemeye yetmiyor. Her ne kadar hem saksofon hem de klavyeler işlevlerini güzelce yerine getirse de bunları ön plana çıkartmak için gitarlardan ödün verilmiş olması iyi bir hareket değil. Gitarı bu kadar başarılı ve özgün kullanan bir grubun kendini böyle sınırlaması benim hiç hoşuma gitmedi. Çok kaliteli birkaç rif bulunmasına rağmen albümden gitar solosu bekleyen olursa maalesef onlara avuçlarını dillerine yaklaştırmalarını önermek zorundayım çünkü solo işi ağırlıkla saksofona devredilmiş durumda. Ritim departmanında da işler çok iyi değil. Gruba bu albümle katılan bas gitarist Niclas Etelavuori ve gruptan bu albüm sonrasında ayrılan davulcu Pekka Kasari’nin ortaya koyduğu kayda değer bir şeyler olduğunu söylemek zor. Ancak bu durumun sorumluluğunu sadece onların sırtına yüklemek de haksızlık olur. Ortada teknik deneyselliğe ve gösteriye kuluçkalık yapabilecek bir iş yok sonuçta. Yine de zaman zaman benim bile çalabileceğim davul partisyonlarının olduğu bir albümden söz ediyoruz. Bir de, özellikle değinmek istediğim bir konu mevcut. Perküsyonla tek alakamın elle ritim tutmak olduğunu söylemem yeterli olur sanırım. Bir de, özellikle değinmek istediğim bir nokta mevcut. Albümün finali olan Grieve Stricken Heart’da singing saw isimli, teremin benzeri ve onun kadar muazzam bir enstrüman mevcut. Bu alet albümün geneline yayılarak kullanılsaydı bu kadar üstüne düştüğümüz atmosferi daha da güçlü noktalara taşıyabilirdi. Ne yazık ki tek bir şarkıyla sınırlı bırakılmış. Sözün özü, “Am Universum”da müzikal altyapı olarak “Tuonela” ve “Elegy”nin altında bir işçilik var.
Yine çok konuştuk, toparlayalım.
“Am Universum”un en büyük sıkıntısı, AMORPHIS diskografisindeki iki günah keçisinden biri olması. Bu durum albümün noksanlığından ziyade, halefliğini üstlendiği albümlerin (“Tales from the Thousand Lakes“, “Elegy”, “Tuonela”) fazlasıyla iyi olmasından kaynaklı. Söz konusu bu üç albümden ayrı tutulup değerlendirildiğinde dinleyiciye yoğun ve çeşitli duygularla yoğrulmuş, başarılı klavye ve saksafon işçiliği ve üst düzey bir vokal performansına sahip güzelinden bir 50 dakika sunuyor. Doom/Death kökenlerinin eskisi kadar etkin olmadığı, 4 temel enstrümanın önceki albümlerden daha zayıf kullanıldığı ancak vokal bağlamında “Elegy”nin de Tuonela’nın da üzerine çıkan, 70′lerin progresif ve saykodelik akımına bolca öykünen, kendine acıyan adam melankolisine fazla bulaşmadan hüzünlü ve kırılgan bir yapı oluşturabilen, yaşam ışığının loşlaştığı anlara fon müziği olası, başarılı bir albüm. ”Onu bunu bırak, bi’ “Tuonela” mı?” falan diye sorarsan hayır derim. Ancak gözden kaçırılmaması gereken, 2000′lerin başından itibaren kıtlığa düşen ana akım metalin iyiden iyiye alternatife yöneldiği ve “Muzak”a teslim olmaya başladığı dönemlerde güzel adamlardan çıkmış güzel bir iş. “Am Universum”a lütfen itibar kazandıralım. LİK.
Not: Crimson Wave’in son 2 dakikasında boy gösteren erotik film müziğine de selam ederim.
Eline sağlık. Amorphis’i kısıtlı miktarda seven/bilen (Tales, Elegy, Eclipse) biri olarak, benim açımdan gayet doyurucu bir yazı olduğunu söyleyebilirim. Albüm kapağının ne ifade ettiğini söyleyebilecek olan var mı? Her ne ifade ediyorsa, gördüğüm en kötü kapaklardan biri.
09.07.2013
@Ahmet Saraçoğlu, bana da çok tiksindirici gelmişti!
09.07.2013
@Ahmet Saraçoğlu, ben de yıllardır merak ederim, hatta bugün kritiği görünce direk kapak takıldı yine gözüme, bilen biri bizi aydınlatsın
10.07.2013
@Ahmet Saraçoğlu, Alternatif kapağını (köpek ve at(deve?)lı olan) telefona duvar kağıdı yapacak kadar beğenmeme rağmen şu malum kapakta ifade edilmek istenen ya da simgelenen nedir hiç anlamıyorum. İnternetten yaptığım araştırmalarda da herhangi bir bilgiye ulaşamadım. Belki gerçekten ”oeeh ama” dedirmek üzerine kurulu bir Far Beyond Driven vakasıdır belki de Projector’ın kapağı gibi manevi anlamı olan bir şeydir.
Saksafonun çıkardığı bütün seslerden nefret eden biri olarak Far From the Sun’dan sonra en az dinlediğim -sevdiğim amorphis albümü.
kritiği yeni gördüm. yazanın eline sağlık çok güzel olmuş. bu albümün hastasıyım. alone, shatters within, veil of sin gibi şarkılar yıllardır beynimde yankılanıp durmuştur. elegy’i eclipse’i nasıl seviyorsam aynı oranda bu albümü de severim. 9/10
Bir şarkının doğurduğu deyişler (1);
-Hayatta en çok sessizliğe gömülen düşüncelerin beyinde hortladığı anlar korkutur insanı;
-Gündüzünün hep ardından gelip güneşi kaçıran gölgesi gibidir biraz da her gece…
-Dışarda eşkali siyaha dönen renklerin güneşi bekleyişiyle
üstümde yüzü asırlar evvel sevgisizlikten ölmüş bir tanrının külleriyle donatılmış solgun bir gökmezar. (-Onu ben terk ettim-
dilimde sonsuzluğu bölen bir jilet ektim,
Jiletin bir tarafında varım yoğum ey hayat!,diğer tarafında yokluğum ey ölüm!)
-Gözler gecenin karanlığını yudumlarken
Sessizlik dile suskunluğun ahkamını mıhlar
-Yastık başlarında;
düşünceler bir giyotin gibi kafaları vururken
dilsiz sözlerin çığlığı duyulur
söylenmemiş tüm sözler yankılanır bu an;
varoluş sorgu olur ifadesi alınır
ürer yalnızlık yeniden vücutta aidiyet kazanır
evrilir anlam devrilir zaman
lakin ne çare gene de ifadesiz kalır anlam
sonunda uyuşur uykusuzluk sabaha uyanmak üzre bedende yatıya kalır..
Her gece
Yarınında tekrar batacak olan güneşi beklemenin trajedisi ile
güneş batarken ki an alacakaranlıkta yaşamın sırrını aramanın manasızlığı
apaçık yüzlere vurulurken yarınlara geçmişi adamak da niye?
(Sonsuz bir şimdiyi yaşamaktı zaman bilemedik…)
–Shatters Within…Bazı şarkılar ruha değerken duygusu yoğun hisler yaratır bu şarkı da onlardan biri ve Pasi’nin bizim büyük çaresizliğimize der gibi söylediği dizeleri dinlerken kafamda geçen şeyleri yazmak istedim…-
25.03.2014
@uçuruma mektuplar, Dostum sen düşünce demişsin ama bu bildiğin şiir. Ne ayak? Şaka bir yana çok iyimiş. Sen yazmaya devam et bence.
25.03.2014
@saw you drown, Gösterdiğin ilginin yanı sıra ilgini ifade ettiğin için teşekkür ederim dostum…