Makaralarımızı geriye sarıp şöyle bir geçmişe gidiyoruz. 1990’lı yıllar sonuna doğru başkan Tony Blair’in yarattığı negatif söylemler sonucunda gelinmiş olan açmaz politik yaklaşımlar sayesinde, toplumun katmanları arasında yaşanan çaresizlik, ümitsizlik ve hayata dair karamsar portrenin bir anlamda nereden kaynaklandığı apaçık görülüyordu. Kapitalizmin getirdiği ruhsuz yaşantılar sonucunda insanlar bir ruh gibi ortalıkta dolanmakta ve daha da önemlisi gitgide mekanikleşmekteydi. Bu sürecin sonucunda da insan duygusuzlaşıyor ve yaşamını saati saatine uydurmakta bir sakınca görmüyordu. Bütün bunların bir zincirin halkası gibi geliştiği noktada tüketim toplumuna dönüşen insanlık, yozlaşmanın, makineleşmenin panoramasını sundu. Sanatçıya düşen görev de bunları dile getirmekti. Umutsuzlukları açıklamak, kendi dünyasından portrelerle bunları süslemek ve gerçeği haykırmaktır. 1970’lerde yaşamış ve hayattayken görmediği ünü, öldükten sonra gören İngiliz folk sanatçısı Nick Drake’de şarkılarında kendi iç dünyasından seslenişlerde bulunarak bütün insanlığa evrensel katkılarda bulunmuştu ve bu aslında yaşarken onu önemsemeyen kişiliklere karşı verilen bir cezaydı belki de, belki de sessiz bir haykırıştı bu. Aynı toplumun yarattığı Thom Yorke gerçeği ise bambaşka bir serüvendir. Oxford’dan çıkma kimliğiyle Yorke’un başarılı şarkı yazarları içerisinde yer almasının sebebi yukarıda bahsettiğimiz negatif durumların dile getirilmesinde önemli bir rol oynamasıdır. Nick Drake sessiz karakter yansımasıyla aslında bir şeyleri dile getirirken Yorke ise kendinden emin adımlarla bazı yerlerde düşüncelerini sert bir şekilde dile getirerek müzik dünyasında saygın bir yer edinmiştir.
Oxford’lu 5 gencin kurduğu Radiohead ismi Talking Heads’in 1986 albümünde bulunan “Radio Head” adlı şarkıdan alınmaktaydı ve İngiliz müzik medyası alternatif müziğin adını koyarken bu sefer çok zorlanmamıştı. Neyin alternatifiydi bu? U2 ve R.E.M.’in açtığı çok önemli bu yolda emin adımlarla ilerlemek Radiohead’a nasip olmuştu o yıllarda ve müzikte bir anlamda devrim yaratacaklardı. 1990’lı yıllarda alternatif rock adına çok önemli kayıtlar meydana getirilmişti. Spiritualized, The Verve, Björk, Oasis, Supergrass, Portishead, Photek, Arab Strap, Blur, Pulp ve o dönemlerde Yorke’un çokça ilgisini çektiği Aphex Twin ortaya çıkardığı kayıtlarla dinleyicileri esir altına almıştı. Hiç kuşkusuz ki 1993 yılında çıkan ilk Radiohead albümünde yer alan “Creep” onlardan çok daha başarılı sayılmıştı ki bir sonraki albüm “The Bends” ile bunu ikiye katlamasını bildiler. “Fake Plastic Trees”- sonradan Marillion tarafından yeniden yorumlanacaktı.- “High And Dry, “Sulk” gibi başarılı şarkılar vardı.
Thom Yorke İngiliz müziğinin neredeyse başını çektiği bir grubun üyesiydi ve politik söylemleri, ülkesinin eleştirilecek insanlarına karşı devamlı lafı olan bir sanatçıydı. “Street Spirit (Fade Out)” ile umutsuz bir portre çizerek o dönem ki gençliğin başlarını ayaklarının arasına almasını ve hayata karşı haykırmasını sağladılar. Çok güçlü bir şarkıydı ve insanlığa “Bu makine, bu makine iletişim kuramayacak içinde olduğum nesille.” Diyerek kendi içinde bulunduğu durumu tasvir ediyordu. Bu şarkı giderek yok olmanın hikâyesiydi.
Kendileri için her şey bitmemiş daha yeni başlıyordu. “The Bends” ile çıta epeyce yükselmiş ama bir sonraki durakta Radiohead kendi noktasını kendisi koyacaktı ve “OK Computer” adındaki bu çalışma ile sadece o günlerde değil 2000’lerde ve daha sonraki yıllarda da hem dinleyiciler hem de müzisyenler tarafından sahiplenilecekti. “OK Computer”,Radiohead için bir “ara” albümdü. Rock altyapısının üstüne gerçekleştirilen melodik düzenlemeler o yıllarda Radiohead’in tercih ettiği bir yoldu ve “OK Computer” bu yolun son halkası görünümündeydi. Radiohead’in bir diğer önemli addedilen konusu da seçtiği prodüktör seçimiydi ki İngiliz kayıt prodüktörü arkadaşları Nigel Godrich ile ybndan sonra yıllarca beraber çalışacaklardı ve bu albüm onlar için yepyeni bir başlangıç oldu. Bir devrimin başlangıcıydı bu, “OK Computer”ın.
Radiohead üyelerinin her birisi bütünlüğü temsil etmekteydi ve içlerinden gitarist Jonny Greenwood’a ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Greenwood sonradan kendini ele veren gitaristlerden, deneysel ve tür sentezlemesi açısından kusursuz sayılabilecek derecede yetenekli ve çalışkandır. Zaten Yorke ile fikirsel açıdan da uzlaşmaları sonucunda son derece deneysel ama gitar odaklı, şiirsel ama aynı zamanda sert söylemleri de olan “OK Computer”ı yarattılar. O dönemde çok dinlenen Brit Pop gruplarının aksine bu albüm oldukça karamsar, içe dönük, insana yalnızlığı hatırlatan ve izole edilmiş karakterleri hissettiren bir müzikal kimlik çiziyordu. Albümün müzikal temasının bazı yaklaşımları Alman krautrock’ından beslenip onunla da kalmıyor onlardan da etkileniyordu.
Holger Czukay ve Irmin Schmidt’in başını çektiği Alman avant-garde-krautrock akımının en önemlilerinden sayılan CAN topluluğu o dönemde Thom Yorke’un ilgilendiği isimlerinden başında geliyordu ve albümde yer alan bazı deneysel süslemeler hep onların etkisinde yer almıştır. “OK Computer”ın liriksel kimliği ise Yorke’un içe dönük sözlerinden oluşmaktaydı ancak tüketim toplumunun küçük bir katmanı olan “yuppie” kültürüne de eleştiri atmaktan geri durmuyordu. Bunun yanında modern yaşamın getirdiği zorluklar, küreselleşme, teknolojinin ve bilgisayar zamanının dünyaya etkisinden de çokça söz ederler şarkılarında. “OK Computer” bir konsept albüm değildir ancak zamanına göre yenilikçi, çığır açıcı bir çalışmaydı ve müzik dünyasına bu kadar etki eden bir albüme 1990’lı yıllarda çok zor rastlardınız.
Thom Yorke için gelen bir posta üzerinde üzerinde yer alan “an airbag saved my life” gibi bir cümleden etkilenerek yazdığı “Airbag” şarkısı ile başlar bu albüm. Greenwood’un gitarlarıyla Phil Selway’ın ritmik davul atraksiyon birlikteliği mükemmeldir. Şarkının son 1 dakikasında gitar üzerindeki deneysel yaklaşımlar bizi krautrock^daki gitarlarla yapılmış fikirleri anımsatıyor.
“Paranoid Android” ise albümden çıkan en iyi çalışmalardan bir tanesi. Yorke bu şarkıyı “Otostopçu’nun Galaksi Rehberi”ndeki robottan etkilenerek yapması ve şarkı sözlerinin içeriğinde “yuppie” kültürüne sağlam yerinden çakması da olağandı. “İşte böyle efendim. Terk ediyorsun. Bir domuz postunun gıdıklaması gibi. Yıkıntı ve çığlıklar. Yuppie’lerin işbirlikçileri. Panik ve kusmuk.”
“Subterranean Homesick Alien”ın ilk girişindeki gitar tonlamaları çok farklı anlar yaşatabiliyor dinleyiciyle. Böyle uzay boşluğunda gibi kendinizi kaybedebiliyorsunuz. Kesinlikle albümün en iyilerindendir. “Yukarı bak, uzaylılar. O yaratıkların hepsi ruhlarını kilitler hep. Kendi içini oyar ve sırlarını korurlar. Demektedir Yorke şarkıda.
“Exit Music(For A Film)”, “OK Computer”ın en sağlam ve içe dönük-karamsar şarkılarındandır. Bir kendinden kaçış şarkısıdır bu kolay anlatılamayan. İçe dönük demiştik ya! Şöyle sessiz bir gecede deniz kıyısında yalnız dinlediğinizde gerçek ruhuna inersiniz şarkının. “Bir şarkı söyle bize, sımsıcak bir şarkı. Burası o kadar soğuk, o kadar soğuk ki. Kalpsiz bir kahkaha atabilirsiniz. Umarız kurallarınız ve bilgeliğiniz boğar sizleri. Şimdi sonsuz sessizlikte yalnızız. Diyor Yorke.
İşte Radiohead bu sebeple büyüktür. “Let Down” ise dümdüz yapısıyla tek bir melodi üzerinden giden ve albümün parıldayan şarkılarından. “Karma Police” o dönemde yine gençlerin dilinden düşürmediği bir şarkıydı ve bugün bile etkisini kaybetmeden dinlenebiliyor. “Fitter Happier” ise daha önce bahsettiğimiz “yuppie” kültürüne bir eleştiri niteliğinde ve arkadaki konuşmalar ünlü fizikçi Stephen Hawking’e aittir. Bu konuşma bir insanın hayata adapte etme çabalarının anlatımıdır aslında ve planlı yaşamanın getirdiği duygusuz, saati saatine uyan bir robot gibi yaşayan insanların çığlığıdır bu. Amerikan kültürünün bir parçası olan “para kazan, ye, iç, mutlu yaşa” egzersizlerinin ve monoton yaşayan insanoğlunu ironik bir biçimde anlatır. “Daha uyumlu, daha sağlıklı ve daha üretken. Antibiyotikler verilip kafese kapatılmış bir domuz gibi.
“OK Computer”ın en sert bestesi “Electroneering”, kişinin kendi beyninin yarattığı korkularla ilişkili olan “Climbing up the Walls”, bir güvenlik görevlisi’nin yaşadıklarını anlattığı “No Surprises” ve Bosna Savaşı’nda ölen çocuklara destek amacıyla kaydettikleri ve o dönemde çıkan “HELP” adlı albümde de yer alan “Lucky” adlı şarkılar bu büyük albümü sırtlamıştır.
“OK Computer”ın niye müzik dünyasında bu kadar başarılı olduğunu anlamak için o dönemi iyice bir hatmetmek ve o dönemde çıkan albümler arasında bu çalışmayı karşılaştırmak ve albümün liriksel deryasına inmek gerekiyor. “Climbing up the Walls”un sonlarına doğru Radiohead bu dünyanın karamsar bir portresini çizer ve haykırır.
“Hep en iyisi ışıklar kapalıykendir. Kafatasını aç, orada olacağım.”
Tabii ki de hayatımda dinlediğim en kusursuz albümlerden biri. “Şusu güzel, busu pek iyi değil” denemeyecek bir sanat eseri bence. Not verilmemesi de yerinde olmuş. Öyle bir yoğunluk ki, 1997′ye, lise yıllarıma gittim doğal olarak. Teeey tey.
Vay lan, bu albümün çıktığı vakitler çocuktum! Orda burda klipleri dönerdi. Radiohead’i hiçbir zaman sevmedim. Bu albümün D’n'R da hep indirimde olduğunu hatırlıyorum.
@Exorsexist, ilk çıktığında pahalıydı her albüm gibi. sonra alım gücü azalıp internetten indirilmeye başlanınca çoğu albüm gibi fiyatı düştü. normaldir.
tarifi güç cidden bir albüm hakikaten. 1999′un yazında dinlemiştim ilk kez ve özellikle let down’ın girişiyle o kadar etkilenmiştim ki anlatamam. slowdive/souvlaki ile birlikte en sevdiğim iki non-metal albümden biri.
pasifagresif’te böyle grupların kritiklerini görmem yüzümü güldürmüyor değil. albüme değineyim diyecektim ama bu değinme uzun sürer diye vazgeçtim sonuçta söz uçar not kalır diyorum 10/10 diyorum ve kaçıyorum.
@Özgür Durakoğulları, teşekkürler. bu albümün böyle anlatılacağını düşündüm. giriş, gelişme ve sonuç bölümlerince. çünkü realizmle alakalı bir albümdü bu.:)
Yoğuşmalı bir albüm. Dinledikçe bir daha dinleyesim geliyor. Etkisini daha da artırarak sürekli kendini yeniliyor sanki. Kulağıma giren en güzel şeylerden biri.
Yanlış anlaşılmasın ama kritik olmamış. Yazar’ın kritiklerine müzik bilgisine hayranım. Yalnız şunu belirtmek isterim ki müzik tarihinin en çarpıcı, en iyi, en yorumsuz albümlerinden birine böylesine sade bir kritik hiç yakışmadı. Destansı, uzun mu uzun, yoğun, duygu yoğunluğu fazla olan veya deneysel bir kritik bu albüme anca giderdi. Gerçi bu tip albümleri kritiklemek yürek ister. Yine de bu güzide albümü siteye kazandırdığı için yazara teşekkür ediyorum.
Kritik albüme yakışmış. Dinlemediğim ilk 2 albümlerini dışarda tutarsak en iyi Radiohead albümü. Grubun dnasında olan çığır açma durumunu rock soundundan uzaklaşmadan yaptıkları içinde en vurucu albümleri bence.
@thefakefloydian, çok teşekkür ederim. evet rock soundu. bunu da üstüne basa basa söylüyoruz. bir sonrakinde ancak deneysel işler tamamen ortaya çıkıyor.:)
Yazarı çok uzun zamandan beri takip ederim, gerçek hayatta hiç karşılaşmasak da uzun süreli forum dostumdur, ruh kardeşimdir…Yazı da beklentileri boşa çıkarmayacak oranda doyurucu…Benim için oldukça önemli bir albüme hakettiği değeri veren bir krıtik…Teşekkürler…
@bay.c, Yazdıklarımı anlamadın sanırım. Ben sorunu yazara indirgemedim. Daha önce belirttiğim gibi yazarın kritiklerine, müzik bilgisine hayranım. Zevkle okuyorum yazılarını. Sorun memnuniyetsizlikten kaynaklanıyor. Sorun albümde. Kim kritiklerse kritiklesin memnun olamayacağım türden bir albüm. Duygusallık söz konusu. Bilmem bu defa anlatabildim mi?
kritik güzel olmuş bence,zaten bu tür mükemmel albümlerde önemli olan albümün vereceği tadı,hissetireceği duyguyu,yaşatacağı atmosferi okuyucuya vermek önemlidir,bu da kritikte mevcut bence,benim gibi pink floyddan,deep purple dan,led zeppelinden başka gruplara bulaşmayan kimseler için baya iyi oldu bu,radiohead idede bakılacaklar listeme ekleyeceğim
@Synergy, Evet seviyorum ve bu albümü pop dinleyenin de,rock dinleyenin de,jazz dinleyenin de dinlediğini gördüm.Müzikal açıdan çok zengin bir albüm olduğu için herkesin dinlemesi gerek.Bence yazdığım yorum da pek iddialı değildi.Yukarısı iddialı yorumlarla dolu onlara neden takılmadın peki ? :)
Şu an 8 kişilik bir kyk yurdu odasında, ranzamın üst katında, tostlar, börekler, türlü pastalar, çerezler ve parfüm kokusu arasında ‘lucky’ dinlerken buldum kendimi.
Bu nasıl bir şeydir, aşağıda dönen o bayağı muhabbetlerin üstünde yaşadığım zevk anlatılmaz, Thom Yorke şarkısını şu ortamda dinlese baştan yazardı muhtemelen.
Pull me out of the kyk.
Acilen bu albümü dinlemeyi bırakmam lazım. Dinleye dinleye yalama oldu zaten. Psikolojim bozuldu. Son iki hafta içinde üç kıza aşık oldum. Triplere girdim. Yataklara düştüm. Testosteron yerlerde. Yüzümdeki sakallar bile azaldı. Metalcilik falan yalan oldu. Bunun yüzünden hala son Death Angel albümünü dinleyemedim. Karakterim ters döndü. Duygusala bağladım. Life is Strange oynayıp ağladım. Twilight izleyip hüzünlendim. Neredeyse Bon Iver falan dinleyeceğim. The Cure kadar tehlikeli bu grup. Ben yaptım siz yapmayın. Yaktın beni deadhouse!
@Raddor, Zehir enjekte edildi. Şimdi önünde iki seçenek var. Ya diğer albümlerini de dinleyip hayatını sikmeye devam etmek. Ya da yol yakınken bir daha Radiohead dinlemeye tövbe etmek. Karar senin. :)
Ben ikincisini seçtim. Pişman değilim. Bir de bence olaya müzikalite olarak da bakmak lazım. Her albümü öncekinden farklı, aşırı vizyonlu bir grup Radiohead. Müzikte ufkumu açan gruplardandır. Hayatın sikilebilir ama bir şans ver bence diğer albümlerine de.
@deadhouse, başarabilirsem eğer bir süre ara vermek şart oldu. Fakat sonrasında diğer albümlere de şans vereceğim. Kısa bir bakış ile sonraki albümlerin daha geniş zaman ayırmak gerektiren eserler olduğunu fark ettim.
Müziğin her türü insana bir şeyler katıyor ya. Bodoslamasına, öküzlemesine müzikler dinledikçe giderek hanzolaşıyor, hırbolaşıyorum mesela -ki o da birazcık lazım gerçek hayatta, o yüzden severek dinliyorum. Ama Radiohead gibi gruplar da dinleyeni olgunlaştırıyor be ya. Kendimi ne zaman kendime karşı dahi samimiyetsiz hissetsem atıyorum bu grubun kollarına artık. Yukarıda bahsettiğim gibi; gerçekçilikleri başta fazla ağır gelse de zamanla alıştım. Yine de çok kaptırmamak lazım.
Yahu bir kere ben bunlar kadar psikopat grup görmedim! Cannibal Corpse falan eğlencelik kalıyor yanlarında. Hiç de çaktırmıyor şerefsizler. Sağlam hayranları bilirler ki çok tehlikeli gruptur. Hele bir de aşıkken dinleyin; taraklara yan basar, evinizin damını tersten görürsünüz. Bu yüzden inceden hala kıl olmuyor değilim adamlara.
OK Computer’ı çok sevip hastanelik olunca dedim ki şunların diğer işlerine de bir bakayım. Açtım bir sonraki Kid A albümünü. DİLÜLÜLÜ diye giren bir klavye. Haydaaa! Gitar mitar yok. Albümü hızlıca ileri sardım. Elektronik bir albümmüş. OKC’nin elektro gitarla aklıma hayalime gelmeyecek şeyler yapıldığını bana göstermesinden, kafamda şimşekler çaktırmasından sonra büyük hayal kırıklığına uğramıştım.
Yine de aklıma düştü albüm. İlk iki dinleyişte hiç sevmedim. Sonraki iki dinleyişte fena değilmiş diye düşündüm. Daha sonra hastası oldum. En sonunda da dünyanın en iyi albümlerinden biri olduğunu düşünmeye başladım hahah. Vokalistin sürekli “Dün uyandım ve limon emdim.” diye tekrarlaması bile bir süre sonra bende, en baba arabeskçinin bile yapabileceğinden daha damar duygular uyandırmaya başladı. Dedim ya ben böyle psikopat grup görmedim diye.
Yani diyeceğim şu ki; eğer dinleyecekseniz Radiohead’i biraz zaman vermeniz lazım. Ama asıl diyeceğim şu ki; içine girilmeyecek müzik türü yokmuş aslında onu fark ettim. Sadece siz diğer müziklere ön yargılı davranıyor ve belli kalıplara kendinizi sıkıştırmayı seviyorsunuz. Ben seviyorum mesela. Metalciyim lan ben diyorum. Feminen buluyorum böyle müzikleri. Ama kendime olan samimiyet barını kaldırınca da bayağı zevk alıyorum ve bu barı yok edebilmesini seviyorum bazen.
OKC, Kid A, In Rainbows bayağı başyapıt albümlermiş. Bends’e ve Amnesiac’a da hafiften girdim. Bi’ de Portishead var diyollar. Ona da bir bakam en iyisi.
@Raddor, Harika bir yazı. Ön yargı dediğin gibi çok önemli. OKC dışındaki albümleri de zamanla beğenmiş olman ön yargını kırdığını gösteriyor ve bunun temelinde müziğe müzik olarak bakmış olman. Bazı taş kafalı Punkçı, Metalci, Grungecı, Rapçi kimseler ön yargılarını asla kıramayacaklar diğer müziklere. Çünkü müziğe müzik olarak bakmıyorlar, sıkışıp kalmışlar.
@deadhouse, teşekkürler. Ben Radiohead’i sevdiysem herkes, her şeyi sevebilir. En sevmediğim gruptu. Şu an ise sessiz bir an bulsam da In Rainbows’u dinlesem diye etrafı kolluyorum.
@Raddor, Portishead’e girmişsindir umarım. Dummy bana dünya üzerinde en samimi gelen birkaç albümden biri. Beth Gibbons da tarihte en çok sevgili olmak istediğim hatundur.
Bir de Roads’un girişini dahi duymak tüylerimi diken diken ediyor. Sadece ilk 3 saniyesini bile duyduğum anda tüm gün robot gibi geziyorum. Benim gözümde en duygusal şarkı olabilir
@Yiğit, o dönem Dummy’yi biraz dinlemiştim. En beğendiğim parçası da Mysterons olmuştu.
Alter egolarımdan bir tanesinin en sevdiği grup Radiohead; tür olarak indie rock, shoegaze, dream pop, adult alternative seviyor. Astrolojiye inanıyor. En sevdiği dizi de Grey’s Anatomy. Motörhead’i ise sevmiyor. O yüzden köküne kibirt suyu dökecem, az kaldı.
@Raddor, Güzel yazmışsın ama şu kısmına katılmıyorum “Feminen buluyorum böyle müzikleri.” müziğin ya da herhangi bir türünü feminen ya da eril bulma da ön yargının zihindeki karşılığı. En azından bu ön yargının dinlemeni ve sevmeni engellemiyor olması güzel.
@Drochshaol, bana hep müziklerin cinsiyetleri var gibi gelmiştir. Radiohead de %100 dişi. Ama bu herhangi bir anlama gelmiyor. Radiohead Brad Pitt’in dahi en sevdiği grup.
Californication’ın bir bölümünde, ağzı iyi laf yapan baş kahramanımız Hank Moody, bir kadınla rock müzik konuşuyor. Muhabbet devam ederken kadın “peki ya Radiohead?” diye soruyor. Belli ki Radiohead’i hiç sevmeyen Hank Moody, grubu dinlemediğini, ancak kalitesini kabul ettiğini belirten ve kadına zıt gitmeyen o müthiş cevabı vererek topu göğsünde yumuşatıyor ve ağlara gönderiyordu: “Radiohead mi? Benim için fazla havalı.”
O kadar seviyorum ki seni, anlatsam yüzde birini karşıya aktaramam. Hani bazı albümleri çok beğenmenin ötesinde, onların hayatında çok özel bir yerleri olur. Bu da tam olarak öyle bir şey işte.
Ha bir de exit music olmasa hayatım daha farklı olurdu sanırım. En azından daha mutlu biri olurdum orospu çocukları
Kendisinde sonra gelen Kid A, In Rainbows, Amnesiac ve Hail to the Thief’in hepsini ayrı ayrı çok sevsem de Radiohead’i müzikten farklı bir olgu olarak görüyorsam sebebi budur. Sanırım dünya üzerinde en çok sevdiğim albüm.
Beni Let Down’ın 3:41′den sonrasına gömün. Cenazemde falan bu albümü çalın. Rahmetlinin en sevdiği albümdü dersiniz. Bu albümü dinlerken çok çekti, ev yaptırdı falan anarsınız işte artık eşek değilsiniz ya
Subterranean Homesick Alien albümün hakkı yenen parçası. O parçanın hafif ürpertici, değişik bir atmosferi var.
Ve ona benzer atmosfere sahip bir parça da Fransız grup Syd Matters’ın End & Start Again’i. Onu seven bunu da mutlaka dinlemeli. Gecesi gündüzü bu şarkı olmalı. Duygularını kayıklara bindirip notalarında yüzdürmeli.
Aslında OKC çıktığından bu yana üvey evlat muamelesi gören tek parça Electioneering. SHA hakkı pek yenmiyor. Gerçekte 12 de 12. 100 yılda bir gelebilecek bir albüm. Nitekim zaten 100 yılda bir geldi. Müzik tarihinde 20. yüzyılın en önemli, en etkili albümlerinden. Paylaştığın parçayı sevdim. Loop’a alınası bir parça.
Six feet under izleyenler bilirler, dizinin dönüm noktalarindan birinde, butun aile bahcede toplanmisken Claire yukari odasina cikar ve hoparloru pencereye koyarak ‘Lucky’ yi açar. Muthis bir sahnedir. O sahneye de Radiohead den baska bir sey gitmezdi zaten.
Jonny Greenwood’un karısı siyonistmiş. Sizin de annenizi sikeyim. Tibet için özgürlük diyen adamlar canlı soykırım için laf etmemişlerdi. Anlamalıydım. Süper müzikler yaptığını, müzik tarihine geçtiğini, ama bebeklerin, çocukların soykırımını umursamadığını düşün.
Tabii ki de hayatımda dinlediğim en kusursuz albümlerden biri. “Şusu güzel, busu pek iyi değil” denemeyecek bir sanat eseri bence. Not verilmemesi de yerinde olmuş. Öyle bir yoğunluk ki, 1997′ye, lise yıllarıma gittim doğal olarak. Teeey tey.
09.01.2013
@Ahmet Saraçoğlu, Aynen.
Vay lan, bu albümün çıktığı vakitler çocuktum! Orda burda klipleri dönerdi. Radiohead’i hiçbir zaman sevmedim. Bu albümün D’n'R da hep indirimde olduğunu hatırlıyorum.
10.01.2013
@Exorsexist, ilk çıktığında pahalıydı her albüm gibi. sonra alım gücü azalıp internetten indirilmeye başlanınca çoğu albüm gibi fiyatı düştü. normaldir.
Muazzam bir güzellik.Açayım da dinliyeyim, uzun zaman olmuştu dinlemeyeli.
Verdim 10′u. Biri de Kid A yazsa gelse, ne de güzel olur.
tarifi güç cidden bir albüm hakikaten. 1999′un yazında dinlemiştim ilk kez ve özellikle let down’ın girişiyle o kadar etkilenmiştim ki anlatamam. slowdive/souvlaki ile birlikte en sevdiğim iki non-metal albümden biri.
pasifagresif’te böyle grupların kritiklerini görmem yüzümü güldürmüyor değil. albüme değineyim diyecektim ama bu değinme uzun sürer diye vazgeçtim sonuçta söz uçar not kalır diyorum 10/10 diyorum ve kaçıyorum.
“Antibiyotikler.”
Teoman’a gönderme mi?
10.01.2013
@Bende Saklı Kalsın, hayır.
Mükemmel bir kritik. Bir daha ve daha dikkatli dinlemem gereken bir albüm. Sağ ol.
10.01.2013
@Özgür Durakoğulları, teşekkürler. bu albümün böyle anlatılacağını düşündüm. giriş, gelişme ve sonuç bölümlerince. çünkü realizmle alakalı bir albümdü bu.:)
dinlediğim en kusursuz şeylerden biri fazla dolu bir albüm çook fazla duygu yoğunluğu konmuş sanki içine
Yoğuşmalı bir albüm. Dinledikçe bir daha dinleyesim geliyor. Etkisini daha da artırarak sürekli kendini yeniliyor sanki. Kulağıma giren en güzel şeylerden biri.
Yanlış anlaşılmasın ama kritik olmamış. Yazar’ın kritiklerine müzik bilgisine hayranım. Yalnız şunu belirtmek isterim ki müzik tarihinin en çarpıcı, en iyi, en yorumsuz albümlerinden birine böylesine sade bir kritik hiç yakışmadı. Destansı, uzun mu uzun, yoğun, duygu yoğunluğu fazla olan veya deneysel bir kritik bu albüme anca giderdi. Gerçi bu tip albümleri kritiklemek yürek ister. Yine de bu güzide albümü siteye kazandırdığı için yazara teşekkür ediyorum.
10.01.2013
@saw you drown, etraf bu albümün daha da sade kritikleriyle dolu, umarım onu da bir gün sen yazarsın da okuruz. yine de teşekkürler.
Hani bazılarının sadece müzik grubu olarak bakmadıkları onlar için çok şey ifade eden grupları olur ya benim ki de Radiohead!
Albümde onlarca, yüzlerce can yakıcı, vurucu nokta var anlatılacak bir tarafı yok ama yine de;
‘One day I am gonna grow wings’
22.02.2013
@saw you drown, Let down and hanging around ….
Kritik albüme yakışmış. Dinlemediğim ilk 2 albümlerini dışarda tutarsak en iyi Radiohead albümü. Grubun dnasında olan çığır açma durumunu rock soundundan uzaklaşmadan yaptıkları içinde en vurucu albümleri bence.
11.01.2013
@thefakefloydian, çok teşekkür ederim. evet rock soundu. bunu da üstüne basa basa söylüyoruz. bir sonrakinde ancak deneysel işler tamamen ortaya çıkıyor.:)
Yazarı çok uzun zamandan beri takip ederim, gerçek hayatta hiç karşılaşmasak da uzun süreli forum dostumdur, ruh kardeşimdir…Yazı da beklentileri boşa çıkarmayacak oranda doyurucu…Benim için oldukça önemli bir albüme hakettiği değeri veren bir krıtik…Teşekkürler…
12.01.2013
@bay.c, Yazdıklarımı anlamadın sanırım. Ben sorunu yazara indirgemedim. Daha önce belirttiğim gibi yazarın kritiklerine, müzik bilgisine hayranım. Zevkle okuyorum yazılarını. Sorun memnuniyetsizlikten kaynaklanıyor. Sorun albümde. Kim kritiklerse kritiklesin memnun olamayacağım türden bir albüm. Duygusallık söz konusu. Bilmem bu defa anlatabildim mi?
hahh, birde yorumları silme adeti de çıktı.İstediğimizi yazamayacak mıyız kardeşim.
11.01.2013
@MakeMeSpinn, Sitenin adını “Dingonun Ahırı” olarak değiştirmediğimiz sürece hayır.
kritik güzel olmuş bence,zaten bu tür mükemmel albümlerde önemli olan albümün vereceği tadı,hissetireceği duyguyu,yaşatacağı atmosferi okuyucuya vermek önemlidir,bu da kritikte mevcut bence,benim gibi pink floyddan,deep purple dan,led zeppelinden başka gruplara bulaşmayan kimseler için baya iyi oldu bu,radiohead idede bakılacaklar listeme ekleyeceğim
Her tarz müzik dinleyicisinin dinlemesi gereken bir albüm.Grubun son işlerini bende sevmiyorum ama ilk üç albüm güzeldir. :)
22.02.2013
@Koray, Niye dinleyelim ki?
Yani sevebilirsin de “her tarz müzik dinleyicisi dinlemeli” gibi iddialı bi yoruma gerek yoktu ;)
23.02.2013
@Synergy, Evet seviyorum ve bu albümü pop dinleyenin de,rock dinleyenin de,jazz dinleyenin de dinlediğini gördüm.Müzikal açıdan çok zengin bir albüm olduğu için herkesin dinlemesi gerek.Bence yazdığım yorum da pek iddialı değildi.Yukarısı iddialı yorumlarla dolu onlara neden takılmadın peki ? :)
Exit Music’in sonunu ve Chopin – E Minor Prelude u bir dinleyon.Etkileşim mi çalıntı mı bilemedim .
Laaaaaaaaaannnnnnn :((( Muheteteteteşem lan :(
Şu an 8 kişilik bir kyk yurdu odasında, ranzamın üst katında, tostlar, börekler, türlü pastalar, çerezler ve parfüm kokusu arasında ‘lucky’ dinlerken buldum kendimi.
Bu nasıl bir şeydir, aşağıda dönen o bayağı muhabbetlerin üstünde yaşadığım zevk anlatılmaz, Thom Yorke şarkısını şu ortamda dinlese baştan yazardı muhtemelen.
Pull me out of the kyk.
Ölümsüz sanat eserlerine verilen değeri (hele hele o sanatçılar hala aktifken) görmek güzel. http://bit.ly/1IfdgGu
En iyi 5 Radiohead şarkısı ve bu şarkılarda verilmek istenen düşünceler ile ilgili http://akorgezegeni.com/2017/10/19/en-iyi-radiohead-sarkilari/
Acilen bu albümü dinlemeyi bırakmam lazım. Dinleye dinleye yalama oldu zaten. Psikolojim bozuldu. Son iki hafta içinde üç kıza aşık oldum. Triplere girdim. Yataklara düştüm. Testosteron yerlerde. Yüzümdeki sakallar bile azaldı. Metalcilik falan yalan oldu. Bunun yüzünden hala son Death Angel albümünü dinleyemedim. Karakterim ters döndü. Duygusala bağladım. Life is Strange oynayıp ağladım. Twilight izleyip hüzünlendim. Neredeyse Bon Iver falan dinleyeceğim. The Cure kadar tehlikeli bu grup. Ben yaptım siz yapmayın. Yaktın beni deadhouse!
19.06.2019
@Raddor, Zehir enjekte edildi. Şimdi önünde iki seçenek var. Ya diğer albümlerini de dinleyip hayatını sikmeye devam etmek. Ya da yol yakınken bir daha Radiohead dinlemeye tövbe etmek. Karar senin. :)
Ben ikincisini seçtim. Pişman değilim. Bir de bence olaya müzikalite olarak da bakmak lazım. Her albümü öncekinden farklı, aşırı vizyonlu bir grup Radiohead. Müzikte ufkumu açan gruplardandır. Hayatın sikilebilir ama bir şans ver bence diğer albümlerine de.
20.06.2019
@deadhouse, başarabilirsem eğer bir süre ara vermek şart oldu. Fakat sonrasında diğer albümlere de şans vereceğim. Kısa bir bakış ile sonraki albümlerin daha geniş zaman ayırmak gerektiren eserler olduğunu fark ettim.
19.06.2019
@Raddor, Merak ettirdiniz :) ben de dinleyeyim bari.Bu grubu ömrümde dinlemedim. Nasılmış bakalım.
Müziğin her türü insana bir şeyler katıyor ya. Bodoslamasına, öküzlemesine müzikler dinledikçe giderek hanzolaşıyor, hırbolaşıyorum mesela -ki o da birazcık lazım gerçek hayatta, o yüzden severek dinliyorum. Ama Radiohead gibi gruplar da dinleyeni olgunlaştırıyor be ya. Kendimi ne zaman kendime karşı dahi samimiyetsiz hissetsem atıyorum bu grubun kollarına artık. Yukarıda bahsettiğim gibi; gerçekçilikleri başta fazla ağır gelse de zamanla alıştım. Yine de çok kaptırmamak lazım.
Yahu bir kere ben bunlar kadar psikopat grup görmedim! Cannibal Corpse falan eğlencelik kalıyor yanlarında. Hiç de çaktırmıyor şerefsizler. Sağlam hayranları bilirler ki çok tehlikeli gruptur. Hele bir de aşıkken dinleyin; taraklara yan basar, evinizin damını tersten görürsünüz. Bu yüzden inceden hala kıl olmuyor değilim adamlara.
OK Computer’ı çok sevip hastanelik olunca dedim ki şunların diğer işlerine de bir bakayım. Açtım bir sonraki Kid A albümünü. DİLÜLÜLÜ diye giren bir klavye. Haydaaa! Gitar mitar yok. Albümü hızlıca ileri sardım. Elektronik bir albümmüş. OKC’nin elektro gitarla aklıma hayalime gelmeyecek şeyler yapıldığını bana göstermesinden, kafamda şimşekler çaktırmasından sonra büyük hayal kırıklığına uğramıştım.
Yine de aklıma düştü albüm. İlk iki dinleyişte hiç sevmedim. Sonraki iki dinleyişte fena değilmiş diye düşündüm. Daha sonra hastası oldum. En sonunda da dünyanın en iyi albümlerinden biri olduğunu düşünmeye başladım hahah. Vokalistin sürekli “Dün uyandım ve limon emdim.” diye tekrarlaması bile bir süre sonra bende, en baba arabeskçinin bile yapabileceğinden daha damar duygular uyandırmaya başladı. Dedim ya ben böyle psikopat grup görmedim diye.
Yani diyeceğim şu ki; eğer dinleyecekseniz Radiohead’i biraz zaman vermeniz lazım. Ama asıl diyeceğim şu ki; içine girilmeyecek müzik türü yokmuş aslında onu fark ettim. Sadece siz diğer müziklere ön yargılı davranıyor ve belli kalıplara kendinizi sıkıştırmayı seviyorsunuz. Ben seviyorum mesela. Metalciyim lan ben diyorum. Feminen buluyorum böyle müzikleri. Ama kendime olan samimiyet barını kaldırınca da bayağı zevk alıyorum ve bu barı yok edebilmesini seviyorum bazen.
OKC, Kid A, In Rainbows bayağı başyapıt albümlermiş. Bends’e ve Amnesiac’a da hafiften girdim. Bi’ de Portishead var diyollar. Ona da bir bakam en iyisi.
26.03.2021
@Raddor, Harika bir yazı. Ön yargı dediğin gibi çok önemli. OKC dışındaki albümleri de zamanla beğenmiş olman ön yargını kırdığını gösteriyor ve bunun temelinde müziğe müzik olarak bakmış olman. Bazı taş kafalı Punkçı, Metalci, Grungecı, Rapçi kimseler ön yargılarını asla kıramayacaklar diğer müziklere. Çünkü müziğe müzik olarak bakmıyorlar, sıkışıp kalmışlar.
27.03.2021
@deadhouse, teşekkürler. Ben Radiohead’i sevdiysem herkes, her şeyi sevebilir. En sevmediğim gruptu. Şu an ise sessiz bir an bulsam da In Rainbows’u dinlesem diye etrafı kolluyorum.
21.05.2022
@Raddor, Çok başarılı bir yazı olmuş.
22.05.2022
@Boba Fett, teşekkürler. Unuttuğum için ne yazdığımı, tekrar okudum harbi güzel yazmışım, ben de beğendim haha.
22.05.2022
@Raddor, Portishead’e girmişsindir umarım. Dummy bana dünya üzerinde en samimi gelen birkaç albümden biri. Beth Gibbons da tarihte en çok sevgili olmak istediğim hatundur.
Bir de Roads’un girişini dahi duymak tüylerimi diken diken ediyor. Sadece ilk 3 saniyesini bile duyduğum anda tüm gün robot gibi geziyorum. Benim gözümde en duygusal şarkı olabilir
22.05.2022
@Yiğit, o dönem Dummy’yi biraz dinlemiştim. En beğendiğim parçası da Mysterons olmuştu.
Alter egolarımdan bir tanesinin en sevdiği grup Radiohead; tür olarak indie rock, shoegaze, dream pop, adult alternative seviyor. Astrolojiye inanıyor. En sevdiği dizi de Grey’s Anatomy. Motörhead’i ise sevmiyor. O yüzden köküne kibirt suyu dökecem, az kaldı.
Benim hatunum da bu:
https://youtu.be/5IJ3k7CaqGA
22.05.2022
@Raddor, Güzel yazmışsın ama şu kısmına katılmıyorum “Feminen buluyorum böyle müzikleri.” müziğin ya da herhangi bir türünü feminen ya da eril bulma da ön yargının zihindeki karşılığı. En azından bu ön yargının dinlemeni ve sevmeni engellemiyor olması güzel.
23.05.2022
@Drochshaol, bana hep müziklerin cinsiyetleri var gibi gelmiştir. Radiohead de %100 dişi. Ama bu herhangi bir anlama gelmiyor. Radiohead Brad Pitt’in dahi en sevdiği grup.
Californication’ın bir bölümünde, ağzı iyi laf yapan baş kahramanımız Hank Moody, bir kadınla rock müzik konuşuyor. Muhabbet devam ederken kadın “peki ya Radiohead?” diye soruyor. Belli ki Radiohead’i hiç sevmeyen Hank Moody, grubu dinlemediğini, ancak kalitesini kabul ettiğini belirten ve kadına zıt gitmeyen o müthiş cevabı vererek topu göğsünde yumuşatıyor ve ağlara gönderiyordu: “Radiohead mi? Benim için fazla havalı.”
O kadar seviyorum ki seni, anlatsam yüzde birini karşıya aktaramam. Hani bazı albümleri çok beğenmenin ötesinde, onların hayatında çok özel bir yerleri olur. Bu da tam olarak öyle bir şey işte.
Ha bir de exit music olmasa hayatım daha farklı olurdu sanırım. En azından daha mutlu biri olurdum orospu çocukları
Aşkım
Kendisinde sonra gelen Kid A, In Rainbows, Amnesiac ve Hail to the Thief’in hepsini ayrı ayrı çok sevsem de Radiohead’i müzikten farklı bir olgu olarak görüyorsam sebebi budur. Sanırım dünya üzerinde en çok sevdiğim albüm.
Beni Let Down’ın 3:41′den sonrasına gömün. Cenazemde falan bu albümü çalın. Rahmetlinin en sevdiği albümdü dersiniz. Bu albümü dinlerken çok çekti, ev yaptırdı falan anarsınız işte artık eşek değilsiniz ya
Subterranean Homesick Alien albümün hakkı yenen parçası. O parçanın hafif ürpertici, değişik bir atmosferi var.
Ve ona benzer atmosfere sahip bir parça da Fransız grup Syd Matters’ın End & Start Again’i. Onu seven bunu da mutlaka dinlemeli. Gecesi gündüzü bu şarkı olmalı. Duygularını kayıklara bindirip notalarında yüzdürmeli.
Şimdiden rica ederim.
https://youtu.be/X0x8YbdmZ4o
Olm çok seviyorum la bu albümü. Öyle böyle değil. Bütün insanlık bu albümü sürekli övse bile ben hala geri kalmam övgüden.
Aslında OKC çıktığından bu yana üvey evlat muamelesi gören tek parça Electioneering. SHA hakkı pek yenmiyor. Gerçekte 12 de 12. 100 yılda bir gelebilecek bir albüm. Nitekim zaten 100 yılda bir geldi. Müzik tarihinde 20. yüzyılın en önemli, en etkili albümlerinden. Paylaştığın parçayı sevdim. Loop’a alınası bir parça.
23.05.2022
@deadhouse, haha doğru. Electioneering görmezden geliniyor benim de aklıma gelmedi.
Six feet under izleyenler bilirler, dizinin dönüm noktalarindan birinde, butun aile bahcede toplanmisken Claire yukari odasina cikar ve hoparloru pencereye koyarak ‘Lucky’ yi açar. Muthis bir sahnedir. O sahneye de Radiohead den baska bir sey gitmezdi zaten.
23.05.2022
@M, credits’ini de izlemiştim şarkı yüzünden. Hiç aklıma gelmemişti radiohead çalabileceği. Diziden aldığım zevki beşe katlamıştır o sahne.
24.05.2022
@M, ayyyy yalar oper bayiliriiimmmmmm :) nikimin ilham kaynagidir yhaa cok svrm…
https://ibb.co/VYVDH2c
Jonny Greenwood’un karısı siyonistmiş. Sizin de annenizi sikeyim. Tibet için özgürlük diyen adamlar canlı soykırım için laf etmemişlerdi. Anlamalıydım. Süper müzikler yaptığını, müzik tarihine geçtiğini, ama bebeklerin, çocukların soykırımını umursamadığını düşün.
08.05.2024
@deadhouse, herkesin bir fiyatı vardır.