Zor bir yazı olacak… The Haunted, müzikal gelişimine de bakıldığında, “hareketli parçalarıyla dikkat çeken kıpır kıpır bir yaz albümü” diye kesip atılamayacak albümler yapan bir grup. İlk iki albümüyle adeta bir tür yaratılmasına katkıda bulunan ve neo-thrash diye anılan akımın öncülüğünü yapan grup, ardından çıkardığı ve grubun sert yanını seven hayranları kudurtan “One Kill Wonder” ile sertlik anlamında zirve noktasına çıkmıştı. Bu albümün ardından vokalist Marco Aro’yu yollayıp yerine orijinal vokalistleri Peter Dolving’i alan grup, “rEVOLVEr” ile farklı müzikal etkilenimler denemeye başladı. Dolving, ilk albümdeki yırtıcı haykırış vokalinin yanına, Mary Beats Jane’de de sergilediği türde düz ve bağırmalı sert adam vokallerini de kattı. Bu, doğal olarak herkesin hoşuna gitmedi.
Şu an bu yazıyı okuyan bir The Haunted hayranıysanız ve “rEVOLVEr”da sözünü ettiğim bu tarz vokal denemelerinin, düz vokal bölümlerinin, grubun alışıldık yırtıcı havasına ters düşen saykodelik tadların The Haunted’a yakışmadığını düşünüyorsanız, tedirgin olmaya başlayıp kendinizi hazırlasanız iyi edersiniz (tabii bunca zaman sonra albümü dinlemediyseniz). The Haunted “The Dead Eye” ile şu ana dek yaptığı en ağır tempolu, en progresif rock etkili, en karanlık, hatta belki de en The Haunted olmayan albümünü yapmış. Bu açıdan bakıldığında “The Dead Eye”ın içine girmesi, alışması, hatta sevmesi en zor The Haunted albümü olduğu su götürmez bir gerçek.
Björler biraderlerin bu albümü olabildiğince karanlık ve ağır yapmaya çalıştıkları gerçeği bir yana dursun, At The Gates efsanesini yaratan bu adamlar, kendileri isteseler bile The Haunted’ın hep taşıdığı o çılgın ruhu tümüyle çekemezler –kimileri grubun giderek böyle bir amaç güttüğünü yansıtır şekilde davrandığına inanıyorlar. “One Kill Wonder”ın gereğinden fazla sert olduğunu düşündüğünü açıklayan Anders’in, Dolving katılımını ekstra bir promosyon malzemesi olarak kullanmak amacıyla lüzumsuz yere gazladığı ve bazı eleştirmenlere göre “göstermelik, suni bir sertlikle” donattığı “rEVOLVEr”, grubun o zamana kadarki en az hit barındıran, en az ilham verici albümüydü. Öyle ki, albümü daha ilk dinlememde “Önce All Against All’a, sonra da No Comprimise’a klip çekilecek” dememe şahit olan insanlar olduğunu söylemem yeterli sanırım (dediğim şey kelimesi kelimesine çıktı). “rEVOLVEr”, The Haunted hayranlarına böylesi “uzak” havalar estirirken, kanımca Anders’in vermesi gereken bazı kararlar vardı. Öncelikle Anders eğer The Haunted’ı ilk tanıştığımız neo-thrash akımından uzaklaştırmak ve kimi deneysel tadlar katmak istiyorsa, bunu alıştırma gereği duymadan bodoslama gözümüze sokmalı diye düşünüyorum. Şu dünyada “kendimizi tekrarlamak istemedik” geyiği kadar dayaklık bir şey varsa, o da “geçiş albümü” kavramıdır. Elbet bu çoğu zaman grupların dışında gelişen bir durumdur, ama bir müzisyenin kafasında bir fikir varsa, bunu yaratısına direkt olarak yansıtmalıdır. Tabii ki bir piyasadan, ticari bir durumdan bahsediyoruz ama, sevdiğim bir grup söz konusu olunca duygusal düşünmeden edemiyorum, “koskoca Anders Björler’sin, ne istiyorsan lafı gevelemeden onu yap” diyorum.
Bugüne dek çıkan The Haunted çalışmaları içerisinde hem olumlu, hem de olumsuz anlamda en alakasız yorumları ve puanları alacağını düşündüğüm “The Dead Eye”, bence “rEVOLVEr”a oranla daha samimi bir çalışma. Hit parça konusunda bir eksiği olmadığı en baştan belli olan albüm, alıştıktan sonra (böyle bir süreç illa ki gerekecektir diye düşünüyorum) gayet sağlam parçalarla dolu bir albüm olduğunu fark ettiriyor. Ama bu zaman alıyor. Ben, tıpkı Lamb Of God – Sacrament’ta olduğu gibi, sanırım onuncu dinlememin ardından albüme alışmaya başladım. Ben “The Dead Eye”da yıllardır bildiğim, hastası olduğum The Haunted’ı -kısmen- buldum; “rEVOLVEr”da emareleri okunan denemelerin daha olgun, daha karakterli hallerini buldum; “amanın bu da ne” dediğim ve “acaba grup sonraki çalışmalarında daha da sapıtır mı?” diye düşündürten denemeler buldum; ve albümü yiyip bitirdiğimde elimdekilere bakınca, hala sevdiğim, hala bana istediğim gücü hissettiren, yer yer durgunlaşsa ve artık adrenalinini pompayla değil şırıngayla verse de beni elime gitar almaya teşvik etmeye yakın bir The Haunted buldum (güzel bir cümle oldu). Yine de… (Yazar burada üç nokta koyarak yazının sonraki kısmına bir derinlik, bir gizem tadı vermeyi amaçlamış.)
Artık albüme geçelim. “The Dead Eye” toplam süreleri elli beş dakika süren on üç parçadan oluşuyor. Tüm parçaların isimleri “The …” ön ekiyle başlıyor ve son parça dışında tüm şarkı isimleri tek bir kelimeden oluşuyor. Bu da ister istemez albüme konsept bir hava veriyor. Albümün ilk klip parçası “The Flood”, bir nevi “All Against All” tadı barındıran, eski hayranları kızdırmayalım ama yenilerine de göz kırpalım şeklinde bir şarkı. Önceki The Haunted hitleri düşünüldüğünde, oldukça sıradan ve pek de parlak rifler barındırmayan bir parça. Yine de neden klip çekildiğini anlamak için konservatuar hocası olmayı gerektirmiyor. Albüm ilerledikçe görüleceği gibi, The Haunted bu albümde bizi biraz zahmete sokuyor ve öncekiler kadar direkt işler sunmuyor ve daha ilk dinlemeden “oha oha” ya da “ne ki bu” dedirtmiyor. Eğer bu tür müziği dinleyen kalabalığın maalesef büyük kısmını oluşturan aşırı tüketici ve yüzeysel dinleyici grubuna dahilseniz, bu albüm sizin için “The Haunted saçmalamış”tan ibaret olacaktır. Diğer kısım The Haunted dinleyicisi ise albümü çözmeye ve yapabilecekleri ortada olan bu grubun amaçlarını anlamaya çalışacaktır. Sonuçta The Haunted da kötü albümler yapabilir, gayet doğaldır. Ama albümün önceki The Haunted albümlerinden daha derin ve karanlık oluşu düşünüldüğünde, verilmesi gereken şans da artmalıdır diye düşünüyorum. Devam edelim. Limp Bizkit’in “Mission Impossible” yorumunu hatırlatan bir girişi olan “The Reflection” albümün karanlık yanını iyice hissettirirken, “The Prosecution” ise bildiğimiz The Haunted rif yapılarından birini kullanmasına rağmen bu rifin pek orijinal olmaması yüzünden sadece nakaratıyla göze çarpıyor; o şarkı böyle, şunun şurası şöyle, falan ve de filan…
Bunlar ayrıntılar. Şimdi gelelim olayın önemli ve can sıkıcı kısmına. Şarkılar ilerledikçe, acıklı bir şekilde o bildiğimiz enerji deposu, o buldozer tadındaki The Haunted’ımıza elveda deme zamanımızın geldiğini de yavaş yavaş fark etmeye başlıyoruz. “The Haunted’ın yeni halinden memnun değilim” diyorsanız, bence burada suçlu Peter Dolving’dir. Eski yıkıcı gücünü törpüleyip, müziği daha bir derin hale getirmek amacıyla kullanılan tüm bu düz ve melodik vokaller, progresif rock etkilenimli, yer yer yetmişleri hatırlatan clean gitarlar, kısacası tüm bu ağır abi tripleri, The Haunted’ımızı çoğumuzun istemediği yönlere çekiyor. “The Dead Eye” kötü bir albüm değil. Ama açıkçası baştan sona art arda birkaç kere dinlendiğinde sıkılmanıza yol açabilecek bir albüm. Ben “The Haunted bitmiş” diyecek kadar kör olmamama rağmen, keşke grup sürekli kendini tekrar eden, hep aynı albümü yapan (ilk üç albüm) bir grup olarak kalsaydı demekten kendimi alamıyorum. Gereğinden fazla karanlık olmaya çalışan, vasatın üstü, ancak deli bir The Haunted dinleyicisi olan beni asla tam olarak tatmin edemeyen bir albüm. Şu albümün bana verdiği gazın yüz mislini, ilk üç albümdeki herhangi bir şarkıdan alabiliyorken, “The Dead Eye” için diyebileceğim tek kapanış cümlesi, neden sizden büyüğünün olmadığı bir türü bırakıp deneyler yapmaya kalkıyorsunuz olacaktır. Children Of Bodom’un, Arch Enemy’nin son albümlerini dinlediğimde, ayan beyan ortada olan planlı programlı gidişatlarını görerek bu gruplara kızmıştım. The Haunted’a ise kızmıyorum, sadece üzülüyorum. Ama acıma içerikli bir üzülme değil, “yapma be Haunted, biz seni olduğun gibi sevmiştik” şeklinde bir üzülme.
Daha fazla uzatmayayım. Madem The Haunted artık böyle olacak, ben de puanlandırmamı eskiyi bir kenara bırakarak yapayım. Umarım bu albüm, “Come Clarity” öncesinde gelen bir “Reroute To Remain”dir. Umarım…
Bu albüm normal the haunted diskografisinden apayrı bir yere konmalı bence.Yani ne bileyim,biraz fazla duygu yoğunluğu var.Diyeceksiniz ki ”ulan öfke de bir duygu değil midir revolver’da da eşşek gibi öfke vardı” , ama burdaki duygu ezilmişlik ve çaresizlik anlamında.Büyük ihtimalle peter şarkı sözlerini yazarken ve özellikle geri 4lü bestelerin altyapısını oluştururken ciddi zihinsel sarsıntılar yaşamışlar.Yani bu kadar ”ilişki ve hayal kırıklığı” ağırlıklı bir albümü D.O.A. gibi bir şarkıyı meydana getiren herifler çıkardıysa, bence albüme sanki hiç tanımadığınız bir grubun debutuymuş gibi bakmalıyız.
ne zaman bu albümü baştan sona dinlesem içime anlamsız bir kasvet doluyor ve s.ktir yediğim platoniklerimi hatırlıyorum.Evet, bence the haunted bu albümde apayrı bir şey denedi ve fazlasıyla da iletti.Karamsarlık düzeyinde ”last fair deal fone down” ile bile eşdeğerdir bu albüm benim şahsi nezdimde.
Yeni albüm de “The Dead Eye” çizgisinde olacak diyo grup.
son albümlerinde ”the dead eye” ile ”made me do it”i harmanlamaya çalıştılar ama ellerine yüzlerine bulaştırdılar.saf bir çizgi tutturmak elbetteki müzik gibi etkileşime açık bir alanda zordur ama bu saatten sonra macera aramamalı bence the haunted gibi ego sorununu aşmış bir grup.iyi olur t.d.e. çizgisinde devam etmeleri.
The Dead Eye iyidir hoştur ama tek albüm olsun rica ediyorum.The Dead Eye gibi “derin” albümlere bir kereliğine eyvallah ama bir ikincisi olmasın.Ayrıca Versus grubun -bana göre- rEVOLVEr ve Made Me Do It ile birlikte en iyi albümüdür.
Bu sabah yine dinledim de, güzel albüm. Son zamanlarda çok fazla dinliyorum. Albümü yeniden keşfetmiş gibiyim. The Drowning’deki Kyuss tonları(Kyuss tonu, QotSA rifi) özellikle en hoşuma giden ayrıntılardan biri. The Haunted’ın artık (çoktan) farklı denemelere girmesi gerekiyorsa yönü bu albüm doğrultusunda olması en doğrusu bence. Bu yüzden son albümü sabırsızlıkla bekliyorum.
The Flood çok büyük şarkı.