Thrash metalin kabuğuna çekildiği doksanlardan sonra, milenyumla beraber hem eski thrash metal gruplarında, hem de birdenbire türeyen yeni nesil eskilere gönül vermiş gruplarda thrash’i yeniden alevlendirme arzusu baş gösterdi. Özellikle son 5 yılda felâket bir şaha kalkış yaşayan bu tür, birbirinden sağlam albümlerle eskiye duyduğumuz özlemi oldukça hafifletti. Bu yazıda bu türün yeni nesil fakat eski kafalı gruplarından olan Warbringer’a değineceğim.
İlk kurulduğunda “Onslaught” ismini taşıyan Kaliforniyalı grup Warbringer, son dönem thrash grupları içinde yine Kaliforniyalı Bonded By Blood, Fueled By Fire ve Merciless Death ile birlikte en dikkat çekici gruplardan biri. Müzik piyasasına 2004 yılında adım atan bu topluluk, ufak tefek kadro değişikliklerinden sonra şimdiki halini alarak “One By One, The Wicked Fall” adlı ilk EP’lerini self-released olarak çıkardı. Bu albümden sonra müzik şirketlerinin dikkatini çeken grup Century Media ile anlaşarak bir sonraki ilk stüdyo albümleri “War Without End”i 2008′de piyasaya sürdü. Bu albümle beraber iyice tanınan grup fazla bekletmeden bu sene “Waking Into Nighmares” albümünü çıkardı ki bizi asıl ilgilendiren mevzu tam olarak bu.
Piyasada olduğu günden beri Exodus ve Testament’ın desteğini arkasına alan grup, bu ve benzeri grupların altında çalarak büyük konserlerle kendini gösterme fırsatı buldu. Son albümlerinden sonraki tur listesine bakarsak Eylül ve Ekim ayında Krisiun, Goatwhore, Obituary ve The Berzerker ile konserlerde boy gösterecek olan grubun neredeyse nefes alacak zamanı olmadığını söyleyebiliriz.
Warbringer, bu albümle şahsımın beklentilerini karşıladı ve bence “War Without End”den daha iyi bir iş çıkardı. “Waking Into Nightmares”, aşağı yukarı beşinci dinlemeden sonra iyice sarıyor. Çoğu thrash metal grubuna göre daha bir teknik olduğunu düşündüğüm grubun (teknik dediysem, tabii ki Artillery seviyesinde değil) bu özelliğinin aksine, albümü birkaç dinlememde hafızamda yer eden bölümler bir hayli fazla oldu. Genelde albümle ilgili eleştiriler, vokalin kulak tırmalayıcı olduğu yönünde olsa da, çoğu kişinin John Kevill’ın yırtıcı vokalini seveceğinden eminim. Hatta tam istediğim gibi bir vokal tarzı olduğunu da ekleyeyim. Gitar kullanımı açısından da doyurucu bir albüm. Zaten albümün en büyük olayının gitarlar olduğunu söylesek yanlış söylemiş olmayız. Albüm genelinde gayet gaz rifler, kafa sallatan geçişler ve sololar bulmak mümkün. Albümün benim açımdan önemli bir artısı, özellikle her şarkının karakterli birer girişinin olması. Bu sayede her şarkı, ilk dinlediğinizde kafanızda öyle veya böyle yer ediniyor. En azından tekrar dinlemek istediğinizde, hangi şarkı hangisiydi kolayca ayırt edebiliyorsunuz.
Albümün benim için bir diğer önemli artısı, bas kullanımı. Ben Bennett adındaki vatandaş, çok iyi iş çıkarmış. “Glong glong” bas delileri için zevkli bir 40 dakika diyeyim, daha iyi anlaşılsın. Benim de bir albümde en çok aradığım özelliklerden biri bu tarz bas kullanımı olduğu için, albümü daha bir konsantre olmuş vaziyette ve zevkle dinledim. Death metale de ucundan göz kırpan grubun, sertlikten taviz vermeyen ve gaddar bir tutumu olduğu her halinden belli. O yüzden, bahsettiğim bu havayı vermek için, “adeta hareket halindeki bir kamyon dolusu kemik yığınının birbirine çarpmasından doğan titreşim sesini andıran” bas kullanımının da etkin olması yerinde olmuş. Albümün genelinde olduğu gibi davul kullanımı da ilk albüme oranla çok daha iyi. Daha önce Prototype adlı progressive grubunda bulunmuş olan Nic Ritter adlı şahsın özellikle Severed Reality adlı şarkıdaki davul performansını beğendim.
“Waking into Nightmares”in prodüksiyonu da tam kıvamında olmuş. Her bir ayrıntı rahatça duyulabiliyor. İlk albümlerinin prosüksiyonunu Bill Metoyer (Sacred Reich, Slayer, Dark Angel vs.) üstlenirken, bu albümde prodüksiyon koltuğunda Exodus’un efsane gitaristi Gary Holt oturuyor. Zaten grup, birçok konserde Exodus’un alt grubu olarak konseri açtığı için pek de şaşırılacak bir durum değil. Kapak çalışması ise albüm ismiyle örtüşmüş. Oldukça kaotik ve ihtişamlı bir görüntüsü var (e tabii, Dan Seagrave -Ahmet).
Biraz da derinlere inip ufak ama güzel ayrıntılardan bahsedeyim. Söz yazımı olarak genelde şiddet, yolsuzluk, savaş gibi konular işlenmiş. Thrash metal en nihayetinde, ama liriklere biraz daha özenilebilirdi. Şarkılara geçersek, bir kere ilk 3 şarkı kafadan tekme tokat giriyor. Eğer diğer şarkılar da bu kalitede olsaydı, albüm ileride klasik olurdu diye düşünüyorum. Tabii bu demek değildir ki diğer şarkılar vasat. Yukarılarda da açıkladığım gibi hepsi vasatın üstünde, karakterli; her şarkı kendini dinletiyor ve içlerinde çok hoş anlar mevcut. Açılış şarkısı Jackal’daki solonun 02.20′den sonrası çok güzel bir hal alıyor. Ardından gelen Living In A Whirlwind, özellikle gaz girişiyle kafa koparan bir şarkı. Şarkının doruk noktası vokalist John Kevill’ın yanak tırmalarcasına “wasted” diye attığı çığlık. Gerçekten çok etkileyici. Üçüncü şarkı Severed Reality bence beste olarak kusursuz. 00.28′den sonra bir yerleri yumruklamamak için kendimi epeyce zorluyorum. Yedinci sıraya da sert müziğin aksine dinlendirici bir enstrümantal parça yerleştiren grubun bununla amaçladığı şey, zannediyorum ki az sonra kaldıkları yerden devam edecekleri yıkımdan önce “babanın çocuğunu dövmeden önce kibar konuşması misali” dinleyeni kıvama getirmek; çünkü albümün en sert şarkıları asıl bundan sonra başlıyor. Tuhaf bir girişe sahip Shadow From The Tomb adlı şarkıda yırtıcı thrash vokalinin yanına yer yer growl (hırıltı,homurtu) dediğimiz vokal de ekleniyor. Albümün en uğursuz şarkısı olarak gördüğüm Senseless Life ve ardından gelen oldukça agresif yapılı şarkı Forgotten Dead ile yaklaşık 40 dakikalık güzel bir müzik ziyafetinin sonuna geliniyor.
Bazı kusurları olsa da, dinleyeceğiniz bu albümün boş olmadığını söyleyebilirim. Thrash metalin son zamanlarda ulaştığı en hırçın noktayı görmek istiyorsanız, bu albümü bir şekilde edinin. Warbringer 40 dakikanızı kabusa çevirmeye geliyor. Hem de en old school haliyle. Bu aralar thrash metal adına dinlediğim en doyurucu 3-5 albümden biri. Tabii herkesin zevkiyle örtüşür mü kestiremiyorum, fakat bu adamlar ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar ve en helalinden 8.5 puanı hak ediyor. Biz yine de çok şımartmayalım ki daha iyilerini de dinleyebilelim.
Şarkılar 01. Jackal
02. Living in a whirlwind
03. Severed reality
04. Scorched earth
05. Abandoned by time
06. Prey for death
07. Nightmare anatomy
08. Shadow from the tomb
09. Senseless life
10. Forgotten dead
11. The Road Warrior (Bonus Track)
Son turnede aynı sahneyi paylaştıkları Goatwhore’un son albümü de baya iyi. Yakın zamanda yazmayı düşünüyorum kritiğini. Az daha blackened. Hatta blackened death/thrash bile denebilir. Bu kritik de güzel olmuş. Ellerinize sağlık.
vay, yeni albümün haberini burdan aldım. du bakalım dinleyelim hemen.
kritiğe konulan tadımlık şarkı önceki albümden daha iyi bir albüm olduğunu gösteriyor sanki.
an itibariyle dinledim ben de.. ilk albümü dinlediğimde “öeah…” demiştim sadece. bu albüm ise yer yer bay area yer yer teutonic öğelerle mıncırılmış güzel bi albüm olmuş. kimi zaman sıksa da sık sık değişen riffler durumu kurtarıyor. grup aynı zamanda “ara sıra” özgün şeyler de katmış şarkılara.
Benzer zihniyette ama bu kadar ön planda olmayan gruplardan Lich King ve Gama Bomb da denenebilir. Belki biraz da Toxic Holocaust.
Son turnede aynı sahneyi paylaştıkları Goatwhore’un son albümü de baya iyi. Yakın zamanda yazmayı düşünüyorum kritiğini. Az daha blackened. Hatta blackened death/thrash bile denebilir. Bu kritik de güzel olmuş. Ellerinize sağlık.
rica ederim. goatwhore çoğu yerde mtv poser grubu olarak gösteriliyor. bilemiyorum önyargısızım, henüz dinlemedim. dinlerim bu vesileyle.
boşverin arkadaşlar poser moser, herifler hayvan gibi metal yapıyo mu sonuçta.
vay, yeni albümün haberini burdan aldım. du bakalım dinleyelim hemen.
kritiğe konulan tadımlık şarkı önceki albümden daha iyi bir albüm olduğunu gösteriyor sanki.
Lazarus A.D. nin The Onslaugt albümü de tavsiyedir.James Murphy masterlamış süper de yapmıştır
an itibariyle dinledim ben de.. ilk albümü dinlediğimde “öeah…” demiştim sadece. bu albüm ise yer yer bay area yer yer teutonic öğelerle mıncırılmış güzel bi albüm olmuş. kimi zaman sıksa da sık sık değişen riffler durumu kurtarıyor. grup aynı zamanda “ara sıra” özgün şeyler de katmış şarkılara.
tebrikler.
2009 albümleri arasında en iyi thrash albümlerinden birisi bu resmen.
albümü önceki albümden fersah fersah ileri götüren bir etmen de yeni baterist tabi bunu da yazmak lazım. çok çok iyi davul yazımı sözkonusu.