Bu yazıya başlık olarak ne koysam diye epey düşündüm (epey: 3 dakika). Grubun en karanlık albümü olmasından kelli, “Dark Side of the…” diye başlayan bir şey koymak istiyordum ama “…Moon” kısmını ne gruba, ne de albüme ilişkin bir şeye bağlayabildim (“Eddie” falan denirdi aslında ama ne yalan söyleyeyim, kafiyeli bir şey aradım). “Demir Bakire’nin karanlık yüzü” tarzı bir şey mi olsa diye de düşündüm; “Evde kalmış bir kızın çileleri” türünde bir konsept albüm olmadıkça o da anlamsız olurdu. Ben de riske girmeyip topu taca atmayı ve şu anda gördüğünüzü koymaya karar verdim.
Manevi anlamda metal dünyası için önemli bir albüm var bugün tabağımızda. Şöyle bir düşünce, “Metal tarihindeki en zor görev kim tarafından üstlenildi?” diye bir soru sorarsak, akıllara gelmesi gereken isim muhtemelen (hatta bence kesinlikle) Blaze Bayley olmalı (Ripper da ayrı bir konu tabii).
“Bruce Dickinson’ın yerini doldurmak.”
Yazarken bile saçmaladığını hissediyor insan.
Bruce Dickinson’ın ayrılığından sonra, IRON MAIDEN’ın yapacağı en büyük hata, şüphesiz ki Dickinson benzeri bir sesi olan, aynı tarz bir vokalist almak olurdu. Sadece sesten ibaret olmayan Dickinson aurası, yerine gelen insan Bruce’tan çok daha güçlü bir sese sahip olsaydı bile, o kişiyi kayıtsız şartsız ezecekti. Hadi sesinle aştın; bunun yorum gücü var, sahne duruşu var, hayranların taptığı karizması var, var oğlu var.
Bu sebepten grup, “O daha iyi” türü bir kıyaslamayı akla bile getirmeyecek tarzdaki Blaze Bayley’i saflarına kattı. Bu bir yenilgi kabulü değildi, yalnızca “farklı tarz bir vokalist aldık” diyerek, olası kıyaslamaları hiç başlatmama amaçlı bir seçimdi.
Yeri doldurulamayacak bir insanın yerine geldiğinden olacak, Bayley MAIDEN’da olduğu süre boyunca hep “elinden geleni yapan adam” olarak görüldü; zaten öyleydi de. Karizması, sesi, hayranlarla diyaloğu ve bir metal ikonu olmak adına, Bayley çok fazla artısı olan bir insan değildi. Kendisi de dahil herkes bunun farkındaydı. Bu “Bruce’u aşma çabası” olmayınca, hayranlar da onu bu şekilde kabul ettiler ve birkaç çıkıntı dışında ezmeye çalışmadılar.
“The X Factor”, Bayley’in gruba katılabileceği en iyi albümdü diye düşünüyorum. İhtişamı az, karanlık, vokalin at koşturabileceği o kadar da fazla alan barındırmayan bir iş olarak çıktı karşımıza. Steve Harris’in o dönemki kimi sorunlarından ilham alan konuları işleyen albüm, Eddie’nin en çok canının sıkıldığı kapaklardan biriyle de, daha ilk andan karanlık ve kasvetli tavrını ortaya koyuyordu.
Albüme baktığımızda, şarkıların Harris, Gers ve Bayley üçlüsünün farklı kombinasyonlarından çıkmış olduğunu görüyoruz. Gers, Bayley elinden çıkma Man on the Edge dışındaki tüm şarkılarda Harris adı geçiyor. Yani “The X Factor”, “Powerslave”den beri Dave Murray eli değmeyen ilk MAIDEN albümü olarak da öne çıkıyor. Albüm başlar başlamaz fark ettiğimiz ilk önemli detay, elbette ki açılışı yapan The Sign of the Cross. Şarkının, grubun “Bruce’suzluğun” altında ezilmediğini ifade etme amacıyla en başa konduğunu düşünüyorum. 11.17 gibi, bir açılış parçası için hayli uzun süreli bu şarkı dışındaki en uzun MAIDEN açılışı, “Somewhere in Time”ı açan Caught Somewhere in Time’dı, ki o da ancak 7.26′lik bir süreye sahipti. The Sign of the Cross her şeyiyle bir epiklik (İlk nota 1.20′de duyuluyor), bir güç gösterisi olması amacıyla yazıldığına inandığım, Harris’in dünya karşısına çıkaracağı “yeni IRON MAIDEN’ın” ilk etkisi olacağından mütevellit, muhakkak ki çok iyi olmasına uğraştığı bir şarkı olarak göze çarpıyor.
Belki yanılıyorumdur, ama albümdeki 11 şarkının 5 tanesinde Bayley isminin oluşu, Harris’in “aldığımız adam sadece şarkıcı değil, şarkı yazımına da çok katkı yapıyor” hissiyatını en baştan vermek adına yaptığı bir şey olabilir diye düşünüyorum. Blaze Bayley’in de hakkını yemiş olmayayım ama, metal tarihinin en önemlli birkaç grubundan birinin, 20 yıl müzik yaptıktan sonra frontman olarak aldığı adamın ismini, daha ilk kez katıldığı albümün yarısında görmek, bana bunu düşündürtüyor açıkçası.
Devam edelim. “The X Factor”ın karanlık ve ağır atmosferinin en büyük kanıtı, en sondaki The Unbeliever’ı saymazsak (hadi başındaki tek bir clean gitar akorundan dolayı Man on the Edge’i de saymayalım) albümdeki tüm şarkıların ya bas gitarla, ya da akustik/clean gitarla başlıyor oluşu. Her şarkı patlama anı öncesinde uzun sakinlikler, buhranlar barındırıyor. “The X Factor”, IRON MAIDEN deyince herkesin aklına gelen coşkunun, zıplayan on binlerin, yırtılırcasına haykıran boğazların en az olduğu, hatta çoğu zaman hiç olmadığı bir IRON MAIDEN albümü olarak da grubun diskografisindeki yerini alıyor. Nicko McBrain’in en geri planda durduğu albüm olduğundan bahsetmeye bile gerek duymuyorum.
Ancak tüm bunlar albümün müzikal olarak güçsüz olduğu anlamına gelmiyor. Doksanlarda çıkan en iyi IRON MAIDEN albümü olduğuna inandığım “The X Factor”ı, en iyi IRON MAIDEN albümlerinden biri olmaktan elbette ki uzak olsa da, grubun zor bir işin altından akıllıca yön değiştirerek kalktığı, baya yoğun bir müzik ihtiva eden, ortalamanın üstü bir iş olarak görüyorum.
Favori şarkı seçmem gerekirse, The Sign of the Cross, Fortunes of War, The Aftermath ve Blood on the World’s Hand’i söyleyebilirim. Kalan parçalar da pek çok güzel an barındıran, ancak kimi zaman da birbirlerine benzeyen yapıtlar. Albümle ilgili en büyük eleştiri de burada karşımıza çıkıyor. “IRON MAIDEN şarkısı dediğin ilk andan karakterini ortaya koyacak arkadaş” diyorsanız, “The X Factor” bu konuda epey gerilerde. Bu sebepten, her ne kadar grubun kariyerinde konu ettiğim albümden daha sıradan işler olduğunu söylemişsem de, “The X Factor”ı IRON MAIDEN’a başlama albümü olarak en son sırada görüyorum.
Yine bir, olumsuz demesem de kekremsi detay, Blaze’in kimi yerlerde sesinin yetmediğini fazlasıyla belli ediyor oluşu. Misal yukarılarda konser videosu olan ve detonelik gösterisi şeklinde geçen The Sign of the Cross’ta, yahut üstte duran The Unbeliever’daki “All my life!”larda, Blaze bariz şekilde zorlanıyor. Ha, ortada bir gayret ve yine karşımıza çıkan bir “iyi niyet”, “elinden geleni yapma” durumu var ve bu gayret bile olaya bir şey katıyor; metalin kusursuzluk arayışında olmamasını, içten gelerek, duyguyla yapılmasının yeterli oluşunu vurguluyor belki ama, his olarak eleştirilemeyecek bu durumun IRON MAIDEN gibi bir grubun albümünde olması, teknik olarak tebrik edilecek bir şey de değil elbet.
“The X Factor” iyi bir albüm, hatta bence grubun “Seventh Son of a Seventh Son“dan beri yaptığı en iyi albüm. Ama IRON MAIDEN nedir sorusuna cevap olarak verilecekse, belki de en son akla gelmesi gereken albüm.
Kadro Blaze Bayley: Vokal
Dave Murray: Gitar
Janick Gers: Gitar
Steve Harris: Bas
Nicko McBrain: Davul
Şarkılar 1. Sign of the Cross
2. Lord of the Flies
3. Man on the Edge
4. Fortunes of War
5. Look for the Truth
6. The Aftermath
7. Judgement of Heaven
8. Blood on the World's Hands
9. The Edge of Darkness
10. 2 A.M.
11. The Unbeliever
“Acaba kritiğini yazsam mı?” diyodum lan tam. En özel Maiden albümlerinden birisi. Maiden’a başlamak için tabi ki tavsiye edilecek bir albüm değil ancak buram buram da Maiden kokan bir albüm. “bunu yapsa yapsa Maiden yapardı” dedirten bir çok ana sahip. “Hiç Maiden gibi değil”a hiç katılmıyorum bu yüzden, baya bildiğin Maiden işte. Her tarafından Steve Harris fışkırıyor lan. :D
Vokal seçmelerine aynı Bruce gibi, aynı Coverdale gibi, aynı Dio gibi sesi olan adamlar da gelmiş tabi ki, ancak Harris’in ruh haline en çok uyan, en özgün seçim Blaze’in sesiydi demek ki. Blaze dönemi süper bi dönem diyebiliyorsam sebebi X-Factor, diyemiyorsam da sebebi Virtual XI’dır :D
Smith yokluğunda Gers de iyi sırtlamış diye düşünüyorum. Lord of the Flies, Look for the Truth, 2. A.M., Aftermath falan da gözden kaçmaması gereken şarkılar. Bir de kendisinden sonra gelen tüm albümleri çok etkilemiştir. A Matter of Life and Death’de, Final Frontier’da falan gayet X-Factor etkisi hissedilir, gayet de güzel olmuş denir.
Kısacası “Black Sheep of the Family” diyorum bu albüm için. 8/10
benim için en özel Maiden albümüdür ve süper kafa yapar şöyle bir stratosfer e çıkartıp geri getirir ki bir albümden daha ne beklenebilir ki! yani teknik bakımdan en iyilerden değildir ama duygu yoğunluğu ve atmosfer anlamında en sarıp sarmalayan albümdür.
Kanımca MAiden’in her şarkısının güzel olduğu, veya her şarkısında mutlaka güzel kısımların bulunduğu Fear Of The Dark ile birlikte iki albümden biri. İki albüm de bir Powerslave gücünde değiller, ama işte her şarkıda bir güzellik var. Ben MAiden seven biriyim ama şarkılarının yarısından çoğunu dinleyemiyorum. LAkin bir kısmını da dinlemeden duramıyorum. Böyle işte.
sign of the cross, fortunes of war, 2 a.m. başta olmak üzere her şarkısına hastayım bu albümün. bu albüm olmasaydı blaze bayley iron maiden tarihinde çok silik kalacaktı.
1996 da ilkokuldayken rock market programında lord of the flies klibini görüp bu nasıl coşkulu müzik filan dediğimi hatırlıyorum.(tabi the trooper filan bilmioz o zaman) o günlerde de abim the x factor die bi kaset almıştı. televizyondaki şarkı burdaki ikinci şarkı demişti abim. sarıp sarıp dinliorum şaşırıyorum bu nasıl güzel melodi diye…sonradan albümün hepsini dinledikten sonra belki 6 ay dilimden düşmedi tüm o karanlık melodiler. hem de velet yaştayım o zaman:)sanki şarkılar kulağıma değil yüreğime söyleniyordu… metal müziğe başlama albümüm bu albümdür. tabi asıl vurucu darbe genç bi maiden hastası olan abimin aldığı piece of mind kasetini dinlememle olmuştu. Sun and steel şarkısının tatlı nakaratının kulaklarıma girmesi ile maiden ve dolayısıyla metal virüsü bana bulaşmıştı artık…
Benim de metal müziğe başlama albümüm bu. Ama işin komik tarafı bu albümü ilk dinlediğimde seventh son albüm kapağı vardı. Arkadaş kapaklarını değiştirip vermişti bana şaka olsun diye. Ulan böyle şaka yapılır mı.
maiden’ın en karanlık albümü, resmen bir ağıt. hani geniş bir diskografiye (şu kelimeye türkçe karşılık allah rızası için) sahip grupların bir albümü olumlu/olumsuz sebepler ve şartların biraraya gelmesiyle havası itibarıyla çok ayrı yerde olur ya, işte öyle.
iron maiden best of yapsam, şurdan bi şarkı alıp koyamam elim gitmez, dıgıdık dıgıdık coşarken bir anda katatonia çıkmış gibi adamın içini kıyar valla :P
çok seviyorum bu albümü. hatta, iyi ki bir ara bruce ayrılmış gruptan, diyorum. yoksa böyle bir iç dökmeden (ve brave new world gibi süper bi geri dönüşten) mahrum kalırdık.
Çünkü hayatımda dinlediğim ilk iron maiden albümüdür. Daha da ötesi dinlediğim ilk metal albümüdür. Bu yüzden bu albüm hakkında yapacağım yorumlar pek objektif olamaz. Yani insanın ilk göz ağrısı her zaman özeldir. Genel maiden hayranlarının aksine ben bruce’un vokaline alışmaya çalışan biri oldum. komik bi durum.
Kendimi bildim bileli depresif, melankolik, sürekli karamsar bi tipimdir. Belki diyorum bu albüm benim karakterime şekil vermiş olabilir. Yani ben bu albümü 1997 yılında keşfettim. Dediğim gibi dinlediğim ilk metal-rock albümüdür. Kapak tasarımı da psikolojimi bozmuş olabilir yani bağırsaklar, kabak gibi ortaya çıkmış beyinler falan derken kafayı bozmuştum bu albümle.
Neyse favori şarkılarımı da yazayım
En sevdiklerim yukarıdan aşağı doğru sıralansın
Fortunes of war ( metal müzikten nefret eden annem bile bu şarkıda hüzünlenmişti düşün yani )
The unbeliever ( en sevdiğim gitar solosu bu şarkıdadır abartmıyorum. öyle eşsiz bi solo bence.)
The sign of the cross. (yorumsuz)
Judgement of heaven ( bu şarkı bana hep istanbul- sirkeci civarını hatırlatır nedense heheh )
ve diğer şarkılar işte. hepsinin yeri ayrı.
Bu albüme olan aşkımdan dolayı Blaze bayley solo projelerini de dinliyorum tabii. Silicon messiah sağlam albümdür. tavsiye edilir.
Bu albümün kapak fotoğrafında işkence aleti var. Iron maiden ismi de ortaçağa ait bir işkence aletinden geliyor bilirsiniz. Acaba diyorum o alet bu kapak fotosundaki alet mi ? Ayrıca albümün içerisinde de ilginç çizimler ve tasarımlar var. Konsept hakkında bilgisi olan varsa bi aydınlatsın beni.
Hatalarıyla güzel olan bir albüm. Bruce Dickinson ile yeniden kaydedilse dahi aynı etkiyi vereceğini zannetmiyorum. Belki daha iyi olabilir ama Bayley’in verdiği o etkiyi ararız. Böyle ayrıksı bir albüm. Varsın detone olmuş olsun ama bu albümde bambaşka bir şey, o muhteşem oriental gitar soloları var. Bana göre Iron Maiden’ın en karanlık albümü ve aşırı hüzünlü. Bundan sonra gelen her albümlerinde formülasyonun ana kaynağı The X Factor’dür. O yüzden zaten büyük bir albüm.
İnsan yalnız başına kalıp karanlıkta dinlese ağlayabilir. Progresif bir çalışma kesinlikle.
Bu albümün hakkının yenilmiş olduğunu düşünürüm her zaman. Bence bestecilik anlamında grubun en başarılı albümlerinden birisi. Elbette ki Adiran ve Bruce canımız ciğerimiz, elbette ki onların olmaması büyük bir problem. Fakat bu albümden nefret edenlere sormak istiyorum: Kapağında Iron Maiden yazmasaydı bu kadar yerden yere vuracak mıydınız?
O değil de..
http://www.youtube.com/watch?v=JIGs6zbiTco
21.02.2011
@caksu, ben de tam onu (neyi) diyecektim.
“Acaba kritiğini yazsam mı?” diyodum lan tam. En özel Maiden albümlerinden birisi. Maiden’a başlamak için tabi ki tavsiye edilecek bir albüm değil ancak buram buram da Maiden kokan bir albüm. “bunu yapsa yapsa Maiden yapardı” dedirten bir çok ana sahip. “Hiç Maiden gibi değil”a hiç katılmıyorum bu yüzden, baya bildiğin Maiden işte. Her tarafından Steve Harris fışkırıyor lan. :D
Vokal seçmelerine aynı Bruce gibi, aynı Coverdale gibi, aynı Dio gibi sesi olan adamlar da gelmiş tabi ki, ancak Harris’in ruh haline en çok uyan, en özgün seçim Blaze’in sesiydi demek ki. Blaze dönemi süper bi dönem diyebiliyorsam sebebi X-Factor, diyemiyorsam da sebebi Virtual XI’dır :D
Smith yokluğunda Gers de iyi sırtlamış diye düşünüyorum. Lord of the Flies, Look for the Truth, 2. A.M., Aftermath falan da gözden kaçmaması gereken şarkılar. Bir de kendisinden sonra gelen tüm albümleri çok etkilemiştir. A Matter of Life and Death’de, Final Frontier’da falan gayet X-Factor etkisi hissedilir, gayet de güzel olmuş denir.
Kısacası “Black Sheep of the Family” diyorum bu albüm için. 8/10
ya albümdeki şarkılar iyi hoş da bu nasıl kötü bi produksiyondur? tekrar adam gibi kaydedilse iron maidenin en iyilerinden olurdu.
benim için en özel Maiden albümüdür ve süper kafa yapar şöyle bir stratosfer e çıkartıp geri getirir ki bir albümden daha ne beklenebilir ki! yani teknik bakımdan en iyilerden değildir ama duygu yoğunluğu ve atmosfer anlamında en sarıp sarmalayan albümdür.
Benim de en sevdiği Maiden albümüdür bu. Adamı karamsar yapıyor gerçi ama parçalar enfes
Kanımca MAiden’in her şarkısının güzel olduğu, veya her şarkısında mutlaka güzel kısımların bulunduğu Fear Of The Dark ile birlikte iki albümden biri. İki albüm de bir Powerslave gücünde değiller, ama işte her şarkıda bir güzellik var. Ben MAiden seven biriyim ama şarkılarının yarısından çoğunu dinleyemiyorum. LAkin bir kısmını da dinlemeden duramıyorum. Böyle işte.
sign of the cross, fortunes of war, 2 a.m. başta olmak üzere her şarkısına hastayım bu albümün. bu albüm olmasaydı blaze bayley iron maiden tarihinde çok silik kalacaktı.
1996 da ilkokuldayken rock market programında lord of the flies klibini görüp bu nasıl coşkulu müzik filan dediğimi hatırlıyorum.(tabi the trooper filan bilmioz o zaman) o günlerde de abim the x factor die bi kaset almıştı. televizyondaki şarkı burdaki ikinci şarkı demişti abim. sarıp sarıp dinliorum şaşırıyorum bu nasıl güzel melodi diye…sonradan albümün hepsini dinledikten sonra belki 6 ay dilimden düşmedi tüm o karanlık melodiler. hem de velet yaştayım o zaman:)sanki şarkılar kulağıma değil yüreğime söyleniyordu… metal müziğe başlama albümüm bu albümdür. tabi asıl vurucu darbe genç bi maiden hastası olan abimin aldığı piece of mind kasetini dinlememle olmuştu. Sun and steel şarkısının tatlı nakaratının kulaklarıma girmesi ile maiden ve dolayısıyla metal virüsü bana bulaşmıştı artık…
02.10.2017
@emre,
Benim de metal müziğe başlama albümüm bu. Ama işin komik tarafı bu albümü ilk dinlediğimde seventh son albüm kapağı vardı. Arkadaş kapaklarını değiştirip vermişti bana şaka olsun diye. Ulan böyle şaka yapılır mı.
7 az olmuş. 10 üzerinden 10 puanı rahatlıkla hak ediyor. bir ara en sevdiğim maiden albümüydü. muhteşem den başka söyleyecek lafım yok.
hatta bazen iyi ki bruce ayrılmış diyorum. onla beraber yapılan fear of the dark albümüne bak, bir de buna.
maiden’ın en karanlık albümü, resmen bir ağıt. hani geniş bir diskografiye (şu kelimeye türkçe karşılık allah rızası için) sahip grupların bir albümü olumlu/olumsuz sebepler ve şartların biraraya gelmesiyle havası itibarıyla çok ayrı yerde olur ya, işte öyle.
iron maiden best of yapsam, şurdan bi şarkı alıp koyamam elim gitmez, dıgıdık dıgıdık coşarken bir anda katatonia çıkmış gibi adamın içini kıyar valla :P
çok seviyorum bu albümü. hatta, iyi ki bir ara bruce ayrılmış gruptan, diyorum. yoksa böyle bir iç dökmeden (ve brave new world gibi süper bi geri dönüşten) mahrum kalırdık.
En sevdiğim maiden albümü diyebilirim..
Çünkü hayatımda dinlediğim ilk iron maiden albümüdür. Daha da ötesi dinlediğim ilk metal albümüdür. Bu yüzden bu albüm hakkında yapacağım yorumlar pek objektif olamaz. Yani insanın ilk göz ağrısı her zaman özeldir. Genel maiden hayranlarının aksine ben bruce’un vokaline alışmaya çalışan biri oldum. komik bi durum.
Kendimi bildim bileli depresif, melankolik, sürekli karamsar bi tipimdir. Belki diyorum bu albüm benim karakterime şekil vermiş olabilir. Yani ben bu albümü 1997 yılında keşfettim. Dediğim gibi dinlediğim ilk metal-rock albümüdür. Kapak tasarımı da psikolojimi bozmuş olabilir yani bağırsaklar, kabak gibi ortaya çıkmış beyinler falan derken kafayı bozmuştum bu albümle.
Neyse favori şarkılarımı da yazayım
En sevdiklerim yukarıdan aşağı doğru sıralansın
Fortunes of war ( metal müzikten nefret eden annem bile bu şarkıda hüzünlenmişti düşün yani )
The unbeliever ( en sevdiğim gitar solosu bu şarkıdadır abartmıyorum. öyle eşsiz bi solo bence.)
The sign of the cross. (yorumsuz)
Judgement of heaven ( bu şarkı bana hep istanbul- sirkeci civarını hatırlatır nedense heheh )
ve diğer şarkılar işte. hepsinin yeri ayrı.
Bu albüme olan aşkımdan dolayı Blaze bayley solo projelerini de dinliyorum tabii. Silicon messiah sağlam albümdür. tavsiye edilir.
Bu albümün kapak fotoğrafında işkence aleti var. Iron maiden ismi de ortaçağa ait bir işkence aletinden geliyor bilirsiniz. Acaba diyorum o alet bu kapak fotosundaki alet mi ? Ayrıca albümün içerisinde de ilginç çizimler ve tasarımlar var. Konsept hakkında bilgisi olan varsa bi aydınlatsın beni.
Iron Maiden dinlemeye bu albümle başladım. Hâlâ favori Maiden albümüm. En az sevdiğim ise Fear of the Dark.
Hatalarıyla güzel olan bir albüm. Bruce Dickinson ile yeniden kaydedilse dahi aynı etkiyi vereceğini zannetmiyorum. Belki daha iyi olabilir ama Bayley’in verdiği o etkiyi ararız. Böyle ayrıksı bir albüm. Varsın detone olmuş olsun ama bu albümde bambaşka bir şey, o muhteşem oriental gitar soloları var. Bana göre Iron Maiden’ın en karanlık albümü ve aşırı hüzünlü. Bundan sonra gelen her albümlerinde formülasyonun ana kaynağı The X Factor’dür. O yüzden zaten büyük bir albüm.
İnsan yalnız başına kalıp karanlıkta dinlese ağlayabilir. Progresif bir çalışma kesinlikle.
Bu albümün hakkının yenilmiş olduğunu düşünürüm her zaman. Bence bestecilik anlamında grubun en başarılı albümlerinden birisi. Elbette ki Adiran ve Bruce canımız ciğerimiz, elbette ki onların olmaması büyük bir problem. Fakat bu albümden nefret edenlere sormak istiyorum: Kapağında Iron Maiden yazmasaydı bu kadar yerden yere vuracak mıydınız?