Bu albümle Galder, OLD MAN’S CHILD’ı artık eskisi kadar önemsemediğini, hatta bu projesinden nefret ettiğini, hiç sallamadığını dosta düşmana kanıtlamış oldu (yok lan şaka).
Her şey bundan tam 16 yıl önce başladı. Norveç ordusunda görev yapmakta olan Thomas Rune Andersen adlı bir genç, ülkeyi somon balıklarından korumaktan sıkılınca, “askerlik de bir yere kadar, ben en iyisi black metale gönül vereyim” diye düşünür ve REQUIEM diye bir grup kurar. Başlarda METALLICA ve SLAYER cover’layan bu grup, Andersen’in Grusom takma adını almasıyla OLD MAN’S CHILD’a dönüşür. Başlarda grup ağır aksak ilerlemektedir zira Grusom black metali sevdiği kadar ülkesini somon balıklarından ve çok büyük ağaçlardan korumayı da istemektedir. Bu yüzden askerliği de bırakmamıştır. Çarşı iznine falan çıktığı sıralarda, o stüdyo senin bu stüdyo benim diye stüdyo mafyası olup çıkar oğlan. Ele geçirdiği stüdyolarda azim yapan ve şarkılar yazmaya başlayan Grusom, ilk albümünü de 1995’te piyasaya sürer. Yıllar önceki bir röportajında belirttiği üzere Grusom isminin arkadaş arasında dalga konusu olmasından mütevellit, adını Galder’e çevirir ve askerlikten de ayrılarak kendini müziğe verir. Galder demişken, Genel Galvanizciler Derneği’yle karıştırmayalım, yanlış olmasın (var böyle bir şey: galder).
OLD MANS’S CHILD’ı zamanla diğer müzisyenlerden arıtan ve “hep ben hep ben!” diye diye sonunda 2000 yılında kapağı DIMMU BORGIR’e atan Galder, yani Thomas Rune Andersen, 2000 yılına dek neredeyse her sene bir albüm çıkarırken, DIMMU sonrasında 9 yılda 4 albüm çıkararak OLD MAN’S CHILD’ı artık eskisi kadar önemsemediğini, hatta bu projesinden nefret ettiğini, hiç sallamadığını da dosta düşmana kanıtlamış oldu (yok lan şaka).
Her neyse, Galder 2005’teki “Vermin”den 4 yıl sonra, “Slaves of the World” ile geri döndü; hem de ne dönüş! (Yoo normal bi dönüş valla öyle çok bir olayı yok açıkçası).
Şahsen başlarda orijinal bulduğum, lakin 2000’ler sonrasında, özellikle Galder’in DIMMU BORGIR’e girişiyle biraz yavanlaşan bir grup oldu OLD MAN’S CHILD benim gözümde. Bu zamana kadar kendi grubu olarak beste yaptığı OLD MAN’S CHILD, DIMMU’ya girişiyle sanki kendi yazdığı ama DIMMU’da kullanılmayan bölümlerin hayat bulduğu bir proje havası vermeye başladı. Ancak buradaki şarkıları bile, DIMMU’nun çoğu son dönem parçasına tercih ederim.
Şu ana kadar Tjodalv, Gene Hoglan, Nick Barker ve Reno H. Killerich gibi birbirinden hasta davulcularla çalışan Galder efendi, bu albümde de kaideyi bozmuyor ve DARKANE’de yaptıklarıyla kendine secde ettiren Peter Wildöer’i portfolyosuna katıyor. Böylece DARKANE’in son albümü “Demonic Art”tan hemen sonra PESTILENCE’ın yeni albümü “Resurrection Macabre”daki davulları kıran Wildöer’in son zamanlardaki üçüncü icraatı da “Slaves of the World” oluyor.
Kapağında “sudan çıkmış emoya dönmek” konseptini (saça dikkat) işleyen albüme dair genel bir değerlendirme yaparsak, “Slaves of the World”ün “Vermin”in kaldığı yerden devam ettiğini görüyoruz. DIMMU BORGIR’i anımsatan, ancak daha çok NAGFLAR’a benzeyen, çoğunlukla ağır tempo devam eden müzik, isteğe göre death metal soslu melodik black metal veyahut melodik black metal soslu death metal olarak servis yapılabilir. Çok fazla hit parça içermeyen ve esrarengiz klavye ve gitar melodileriyle kimliğini bulan müzikte beni en çok rahatsız eden konu, müziğin bir türlü dişini göstermemesi. Bir gizem, bir tekinsizlik, bir uğursuzluk havası hep olsa da, Galder’in yükselttiği tansiyonu çoğu yerde tam anlamıyla koparamadığını düşünüyorum. Tamam karanlık dolaplar çeviren bir insansın ve müziğin de gerek ruhani klavyeleriyle, gerek farklı vokal oyunlarıyla bu tadı besliyor. Lakin bu lanetli havanın tavan yaptığı pek çok yerde, “tamam işte şimdi kudur, ver kaosu ver saykoyu” diye düşünmenize rağmen, grup dişini ete geçirip olayı bitiremiyor. Böyle bir beklenti yaratılmasa lafım olmayacak. Ancak müzik yükseliyor, yükseliyor (volüm veya sertlik anlamında değil, tansiyon bazında) ve tam o beklenen kreşendo gelecek derken yine orta tempo devam ediyor. İşte bu olay kursağımızın hevesle dolmasına sebep oluyor (bu tabiri hiç böyle tersten kullanmamıştım… bayağı kötü oldu, bir daha kullanmamak lazım).
Verebileceğim en bariz örnek, albümün en iyi şarkısı olarak gördüğüm son parça “Servants of Satan’s Monastery”. Gergin mi gergin, bir hayli OPETH kokan bir akustik girişle başlayan parça, distortion’lı gitarlarla birlikte blast beat’e geçse tadından yenmeyecek bir black metal pasajı sunacakken, yine orta tempoda bir geçiş yaparak, kanımca tüm potansiyelini bir anda boşaltıyor. Albümde blast beat kullanımından mümkün olduğunca kaçınılmış olduğunu hissetmek zor değilse de, “burada kullanmayacaksın da nerede kullanacaksın” diye düşünmeden edemiyorum.
Bu şekilde al da at dercesine paslarla dolu olan ama bu pasların bir çoğunu çizgi üzerinden kaçıran “Slaves of the World”, black metalin çirkin yüzünden ziyade (iyi bir şey söyledim –hysteresis’e selamlar) melodik, cilalı ve kolay sindirilen tarafını sevenlerin daha kolay ısınacağı bir albüm portresi çiziyor.
“Kulağa hoş gelen black metal” veya “yoğun klavyeli diyabolik cingöz death metal” tabirleriyle yüzü gülenlerin bir nefeste benimseyeceği, ancak arkasındaki büyük prodüksiyonun içini tam anlamıyla doldurduğunu düşünmediğim bu albümü, türü sevenleri bir süreliğine oyalayacak, ancak bundan birkaç yıl sonra çok da hatırlanmayacak bir iş olarak özetlemekte bir sakınca görmüyorum.
Şarkılar 01. Slaves Of The World
02. Saviours Of Doom
03. The Crimson Meadows
04. Unholy Foreign Crusade
05. Path Of Destruction
06. The Spawn Of Lost Creation
07. On The Devil's Throne
08. Ferden Mot Fienden's Land
09. Servants Of Satan's Monastery
Ferden Mot Fienden’s Land gibi bir şarkı yazmaları bile bu albümü hala dinleme sebebimi oluşturuyor.Grubu ilk zamanlarından beri takip eden azılı bir fan olarak çıkacak her yeni albüm beni hala heyecanlandırıyor.Seviyorum ulen!
Ferden Mot Fienden’s Land gibi bir şarkı yazmaları bile bu albümü hala dinleme sebebimi oluşturuyor.Grubu ilk zamanlarından beri takip eden azılı bir fan olarak çıkacak her yeni albüm beni hala heyecanlandırıyor.Seviyorum ulen!
Born of the flickering ile Revelation 666 albümleri gerçekten çok güzel.Şu badem bıyıklarda enteresanlığın cabası.