Gojira ile tanışmamdan bu yana Fransız metal gruplarına ayrı bir gözle bakmaktayım, hatta bambaşka bir merak duymaktayım. 2005 senesinde çıkan From Mars To Sirius ile sadece benim gibi, yeni arayışlar içerisinde olan, yaratıcılığın sınırlarının zorlandığı bestelerden keyif alan dinleyicileri değil; birçok Fransız grubunu da etkileyip, ilham kaynağı olmayı bildiler. Poitiersli Klone da bu gruplardan biri. (bu arada Poitiers demişken hemen belirteyim, Hacride da buralıdır. Bu civardan çok sağlam gruplar çıkıyor.) Grubun çekirdek kadrosu 1995 yılında bir araya geliyor, o günden bu yana da birlikte çalışmalarını sürdürmekteler. Etkilendikleri gruplar arasında Gojra’nın yanı sıra; Meshuggah (olmazsa olmaz zaten), Tool, Porcupine Tree, Neurosis, Opeth gibi isimler de geçiyor (ki tüm bu gruplardan tadlar bulmak mümkün kendilerinde).
İlk albümünü 2003 yılında çıkaran grup, geçtiğimiz sene çıkardıkları, ikinci studyo albümleri olan “All Seeing Eye” ile enteresan işlere imza atmaya devam etmekte diyor ve hemen bu güzel albümün incelemesine geçiyorum.
12 şarkıdan oluşan albüm, gerçekten birçok farklı tarz arasında gidip geliyor. Genel olarak Gojira usulü bir death metal tavrına bağlı kalsa da, progressive metal’den grunge’a (bu grunge etkisi biraz vokalistin ses rengiyle de alakalı) kadar değişik tarzlardan etkiler gösteriyor. Ayrıca bazı şarkılarda kullanılan saksofon, harp ve fülütler albümle ilgili hoş detaylardan.
Albüm Candlelight isimli şarkıyla başlıyor. Yaklaşık 4 dakika süren bu şarkı, orta tempolu bir groove ile yakanıza yapışıveriyor. Clean vokalli chorus kısımları ile de albümün genel yapısı hakkında ilk sinyalleri veriyor. Şarkının sonlarına doğru, tam Gojira ayarı bir kaç numara sergilemeye niyetlenmişlerken, bir anda gene Seattle’a bağlıyorlar durumu. Ardından da tatlı bir bass partisiyle ikinci şarkıya, hiç ara vermeden geçiveriyorlar.
All Seeing Eye ile birlikte biraz daha dişlerini göstermeye başlıyor Klone. “Catchy” açılış şarkısı Candlelight’a göre, deneysel yaklaşımlarının dozunu, bu şarkıyla birlikte yavaş yavaş arttırmaya başlıyorlar. Son dönemlerde en çok keyif aldığım şarkı yapılarından biri olan “kendini tekrar eden arıza bir gitar rifinin üzerine solo atılması” (Meshuggah’ın sıklıkla yaptığı) durumunu pek güzel bir şekilde icra ediyorlar. Solonun saksofon ile çalınması ise bu durumu benim açımdan “tadından yenmez” bir hale getiriyor. Şarkının sonlarına doğru vokalist Yann Ligner, Seattle numaralarını bırakıp, buluınduğu yörenin death metal anlayışına yakışır şekilde, modern modern böğürüyor.
3. şarkı olan Promises, resmen bir hard-rock rifiyle başlıyor. Ardından, albümün genel tavrının en önemli unsurlarından olan, groove rifler gene kendilerini gösteriyorlar. Vokalist Ligner, vokal melodisi yazma konusunda baya yetenekli olduğunu, bu şarkıda yazdığı, akılda kalıcı nakarat kısımları ile ispatlıyor. Nakarat kısımlarında arkada çalan harp melodileri ise şarkıya bambaşka bir renk katıyor. Şarkının sonunda reverse tonuyla çalındığından şüphe ettiğim bir solo karşımıza çıkıyor. Gaz kapanışıyla birlikte şarkı, tüyleri diken diken etmeyi biliyor ve albümün iyi şarkılarından biri olarak öne çıkıyor.
Promises’ın ardından, 5. şarkı Freezing’e intro sayılabilecek Hidden Ways, yaklaşık 2 dakikalık bir harp dinletisiyle bizi karşılıyor. Hemen peşinden de gümbür gümbür Freezing başlıyor. Clean vokallerin yoğun olarak kullanıldığı bir şarkı Freezing. Hatta mainstream’e rahatlıkla hitap edebilecek bir şarkı olduğunu söyleyebilirim. Şarkının ortalarında giren melodilerin oldukça hoş olduğunu da belirtmeliyim ayrıca.
Albümün yavaş yavaş ortalarına gelmeye başlıyoruz artık. 6. parça olan Empire Of Shame ile birlikte albüm, tempoyu biraz arttırmaya ve daha “death metal” olmaya başlıyor. Empire Of Shame de gene başarılı nakarat kısımları ile dikkat çekiyor. Özellikle Ligner bu şarkıda sesini biraz daha farklı kullanıyor. Brutal ile clean arası kirli bir ses ile söylüyor nakaratları ki bence çok da güzel olmuş.
Empire of Shame’ın ardından vitesi 5′e takarak, 7. şarkı Choked başlıyor. Albümün “en death metal” şarkılarından biri olarak gösterilebilecek olan Choked, oldukça gaz bir girişe sahip. Davul ve vokal tüm albüm boyunca en sert halini alıyor bu şarkıyla birlikte. Bu arada “en death metal” şarkılardan biri olduğunu söylesem de ucundan bir grunge kokusu da alıyor insan ki şarkının sonundaki nefis breakdown’un ardından, gene clean vokalli bir bölüm ile şarkı sona eriyor.
Last Breath albümün 8. şarkısı. Opeth/Gojira karışımı bir riff ile başlıyor. Choked’un yarattığı ivmeden biraz faydalandıktan sonra nefis bir geçişle şarkı tempoyu tamamen düşürüyor ve “post-rock”vari bir bölümle karşımıza çıkıyor. Kullanılan sesler, gitar tonları gayet güzel bu kısımda. Tam olarak hangi enstruman olduğunu kestiremesem de, bir üflemeli çalgı solosu da barındırıyor bu kısım hatta. Bu kısmın ardından gene tüyleri diken diken edicek bir bölüm başlıyor ve sonrasında çalınan saksofon solosu (ilk başta aslında “caza mı bağladılar yoksa” dedirtse de biraz, fazla uzun sürmüyor o kısım) ile yaratılan kakofoni, tempo açısından çıtayı en tepeye çıkarıyor. Tek kelimeyle “şahane” bir kapanış.
Albümün kısa ve sakin şarkılarından Not The End ile birlikte albümün sonuna doğru yaklaşıyoruz. Biraz post-rock’a göz kırpılan, enstrumantal bir geçiş parçası aslında bu şarkı.
Life Expectancy gene Opeth etkisinin sezildiği şarkılardan. Gayet hoş bass yürüyüşlerine sahip bir şarkı. Şarkının ilk 1.5 – 2 dakikası bu arada albümün başından beri tekrarlanan bir üslup ile devam edip, yeni bir şey sunmazken, 1.54 civarı işin rengi değişiyor ve bir nevi bu monotonluğa son veriliyor. Kesik kesik çalınan gitar riff’ine çift crosslar eşlik ediyor. bass gitarın atonal sesleri eşliğinde, şarkı kaotik bir yapıya bürünerek, nefis bir şekilde sonlanıyor.
Life Expectancy’nin arından 6:31′lük süresiyle albümün uzun şarkılarından biri olan Commonplace, karamsar bir introyla başlıyor. Bu karamsar tavrın öfkeli bir çıkışa dönüşmesi çok uzun sürmüyor. Sağlam bir breakdown ardından şarkı gene farklı bir sürece giriyor. Bu süreç poliritmik bir kısım ile devam ediyor ve ardından giren saksofon soloları, öncesinde Yann Ligner’in arka planda duyulan çığlıkları, albümün zirve dakikalarından biri haline gelmesini sağlıyor bu şarkının.
Albümün son şarkısı olan Nighttime, Klone elemanlarının teknik kabiliyetlerini de biraz ön plana çıkardıkları bir şarkı. 9 dakikaya yakın süresi (aslında 12 küsür uzunluğu ancak son kısmında hidden track gibi bir şeyler var. Şarkının kendisi 8:54 civarı bitiyor) ile albümün de en uzun şarkısı bir yandan da. Teknik riff pasajlarının yanısıra, inişli çıkışlı temposu, groove kısımları ile Klone’nun albüm boyunca yaptığı her şeyin bir özeti olduğunu söyleyebiliriz bu şarkının. Albüm biterken her şeyi toparlayan, akıllarda kalan ufak tefek fikirlerin de değerlendirildiği bir şarkıymış izlenimi yarattı bir de bende nedense.
Toparlamak gerekirse, 50 küsür dakikaya varan süresi boyunca “All Seeing Eye” kendini rahat bir şekilde dinletiyor. Yer yer monotonlaşan kısımlara sahip olsa da, progressive death metal adına gerçekten başarılı bir albüm olduğunu söylemekten de çekinmiyorum. Grubun henüz sadece 2. albümü olduğunu tekrardan belirtmekte de fayda var. Açıkcası İleride çok daha iyi işler yapacaklarını düşünüyorum.
Albümü, progressive metal/rock soslu modern death metal gruplarından keyif alan, herkese öneriyor ve 10 üzerinden 7 vererek ilk kritiğimi sonlandırıyorum.
Gençay AYTEKİN
Eksantrikmiş cidden bir an önce bakmalıyım bu gruba. Ayrıca Fransız metal grupları ile devam ederken Trepalium’u da görmek isteriz burada.
Trepalium’u bu yorum sayesinde öğrenmiş oldum. Güzel grupmuş (:
Yer yer Maynard vokali göze çarparken,bence denmemeli o kadar granc
Fekat Maynard’ı benzetirsek granca
Kabul görür bu fikir.
Fakat ben daha bir şarkı dinlemişken mayspeyslerinden
Atıp tutmam yersiz olacak diye korktum
İlk notadan belli olur bence iyi grup
Onlardan biri mi ne
(granc var riflerde)