CULT OF LUNA’nın bir nevi kendini bulduğu Salvation’dan sonra çıkan, grubun bu sound ile olan diğer deneylerinin ilk üyesi Somewhere Along The Highway’i konuşuyoruz bugün. Aslında Pasifagresif okurunun bu mevzulara hakim olduğunu bilsem de önce biraz bilgiyle başlamaktan zarar gelmez bence.
Punk gibi müzikal açıdan alabildiğine basit bir şekilde hayatına başlayan bir türün, daha sonraları metale de etki edecek şekilde kompleks, deneysel, sesin “dokusu” ile ilgilenen gruplara yol açmış olması size de ilginç gelmiyor mu? Tabii post-metal grupları dışında da örnek verilebilecek sürüyle oluşum var ama ben konuyla alakalı olarak NEUROSIS, ISIS ve haliyle CULT OF LUNA’dan bahsedeceğim. Hepsi kariyerleri boyunca benzer bir gelişim izledi. Görece basit ve kendi türlerinde başarılı işler olsalar da kaşları kaldırmayacak albümlerle müziğe başlayıp daha sonradan bir albümle ani değişimler geçirip yepyeni müzikal anlayışlara bürünerek büyük gruplar haline geldiler. Tabii bu derenin suyunun NEUROSIS’ten geldiğini, onların da ISIS’e devasa bir ilham kaynağı olduğunu, ISIS’in de buna karşılık olarak Oceanic’te geçirdiği değişimle birlikte muhtemelen CULT OF LUNA’yı etkilediğini belirtmek gerekir.
Maalesef ISIS ve yaşanan son olaylardan sonra muhtemelen NEUROSIS, fikir olarak olmasalar da grup olarak tarihin tozlu sayfalarına karışmış durumdayken CULT OF LUNA 20 yıldır üretken ve yenilikçi damarıyla post-metal bayrağını taşımaya devam ediyor.
Gelgelelim, bu saydığım diğer grupların yaptığı işlerin aksine Somewhere Along The Highway, her ne kadar net bir şekilde ayırt edilebilir bir tarzı olsa da, çıktığı zamana göre devrimsel bir albüm değil. Aksine tam olarak zamanının ürünü bir albüm. Çıkış döneminde bu tür sentezi halihazırda sağlam temellere oturtulmuş durumdaydı. Ancak bunu CULT OF LUNA’nın yaptığı işi küçümsemek amacıyla söylemiyorum tabii ki. Hatta diyeceğim o ki, eğer NEUROSIS ve ISIS mükemmel albümler yapmış insanüstü varlıklar olmasaydılar da zaten özgün yaklaşımlarından dolayı adları anılacaktı ama CULT OF LUNA’yı şu an konuşuyor olmamızın ana nedeni sadece gerçekten inanılmaz bir müzik icra ediyor olmaları. Türün gelişimi için hayati bir öneme sahip olmasa bile saf kalitesinden dolayı bir nevi post-metalin gayriresmi büyük üçlüsü olarak gördüğüm bu kümedeki yerini hak etmiş bir grup.
Somewhere Along The Highway kendine tema olarak yalnızlığı seçiyor. Bu konu her ne kadar yanlış işlendiğinde ağlaklık olarak algılanmaya müsait olsa da grup neyse ki burada hataya düşmeyerek konuyu oldukça olgun ve içten bir şekilde ele almış. Adının aksine kederden ölen “And With Her Came The Birds” gibi şarkılar yazabilmek için biraz da olsa hayatın sillesini yemiş olmak gerekiyor bence. Koskoca CULT OF LUNA, sevgilisinden ayrılan ergenin dramını anlatmayacaktı tabii ki. Daha çok genel olarak insanlık tarafından terk edildiğini hisseden bir adamın yalnızlığını müziğe döktüğünü söylemek yanlış olmaz. Tüm albüm boyunca alttan alttan insanın içine işleyen bir melankoli var; ama yine de albümün tamamen depresif olmadığını ve umutlu anlarının da bulunduğunu belirtmek gerekir ki zaten biraz da bunların sağladığı çeşitlilik sayesinde insanın hayatını gözlerinin önünden geçirecek kişisel bir deneyim haline geliyor.
“Dim” kendi içinde her şeyi özetleyen bir parça aslında. Sakin başlayıp süresi boyunca sürekli katmanlanan, bir süre sonra insanın aklını başından alacak kadar derinleşen ve sonunda da patlayan, tüyleri diken diken eden mükemmel bir şarkı. Özünde bu bildiğimiz post-rock formülü (ki ben bunu övüyorsam gerçekten bir şeyleri doğru yapmış olmanız lazım) ve albümün geneli de bu formül üzerinden ilerliyor. Tabii burada fark yaratan şey CULT OF LUNA’nın imza özellikleri. Tadında elektronik öğeler, progresif etkilerle harmanlanmış sludge riffleri, ara ara öne çıkmayı seven bir basçı ve çeşitli perküsyonlar da kullanarak marifetlerini sergileyen İKİ davulcunun yarattığı sağlam ritim bölümü sayesinde aynı yapılara dayanarak yazılmış diğer albümlerin arasından kolayca sıyrılan bir sound oluşuyor. O dönem tam 8 kişiydiler ve bu durum müziğe de yansımış.
Son olarak, tartışmaya kapalı bir şekilde gelmiş geçmiş en epik kapanış parçalarından birisi olan “Dark City, Dead Man” için ayrı bir parantez açmak istiyorum. Bu parça, yapısı itibarıyla resmen ders niteliğinde. Sanki gökyüzü parçalanıp yere düşüyormuşçasına bir felaket habercisi, her şey bitmiş gibi hissettiren… anlatamadım. Gidin dinleyin, ahah.
Adamlar daha kariyerlerinin başlarında yarattığı bu eserde bile o kadar net bir vizyona sahipmiş ki 2022 çıkışlı The Long Road North ile 2006 çıkışlı Somewhere Along The Highway arasında olgunluk bakımından çok büyük bir fark göremiyorum.
Biraz da grubun kayıtlar sırasında bulunduğu koşullardan bahsedecek olursak, albüm İsveç’in Umeå şehrindeki (MESHUGGAH’ın ve REFUSED’un da memleketi olan bereketli topraklar) kırsal bir bölgede, bir ambarda kaydedilmiş. O sıralar pek bütçeleri de yokmuş. Bu durum prodüksiyonun da azıcık çiğ olmasına sebep olmuş. Albüme çok yakıştığını düşündüğüm organik bir hava katıyor, başka türlü olmasını istemezdim.
Dönüm noktaları sayılabilecek bu albümden sonra CULT OF LUNA çok farklı şeyler denedi, daha büyük kitlelere ulaştı, başka gruplar için de ilham kaynağı olmaya başladı ve gerçekten şu an gördüğü saygıyı tam olarak hak eden bir oluşum haline geldi. Buradan sonra yaptıkları işleri de çok sevsem de sanırım Somewhere Along The Highway kişisel favorim olarak kalmaya devam edecek. Dinlemeyen varsa da tavsiye ettiğimi söylememe gerek yoktur herhalde artık.
Kadro Klas Rydberg: Vokal
Johannes Persson: Gitar, vokal, sözler
Fredrik Kihlberg: Gitar, vokal
Erik Olofsson: Gitar
Andreas Johansson: Bas
Anders Teglund: Klavye, efektler
Magnus Lindberg: Davul
Thomas Hedlund: Davul, perküsyon
Şarkılar 1. Marching to the Heartbeats
2. Finland
3. Back to Chapel Town
4. And with Her Came the Birds
5. Thirtyfour
6. Dim
7. Dark City, Dead Man
Amanın. Dinlediğim en duygu patlaması albümlerden biri şu evrende, bu müziğin gördüğü en üst düzey gruplardan biri Cult of Luna. 10 dışında bir notun imkanı yok.
@İlker, aslında var olan incelemelerin hepsi kaliteli yazılar bence ama nicelik olarak (en azından klasik post-metal albümleri açısından) biraz kıtlık var evet.
@Yiğit, Ulcerate’in post-metal gruplarından etkilenmiş olması çok olası bence. Sadece Immolation ve Gorguts dinleyerek yapılabilecek türden bir müzikleri yok (aslında Deathspell Omega diyebilirdim ama onu da bir ilham olarak görmüyormuşlar). Mesela The Destroyers of All bildiğin Neurosis kokuyor. Jamie Saint Merat’ın da Cult of Luna’dan övgüyle bahseden bir röportajını okumuştum, bulabilirsem link eklerim.
“Later Jesu, Sigur Rós, Neurosis, Cult of Luna etc all played a part in again furthering what can be done with guitar driven music, yet still managing to capture a wall of noise sound, that we’ve become very fond of. ” demiş.
Bu albüm o kadar iyi ve önemli ki, sitede bir incelemesinin olmasını bekliyordum. İnceleme yazdığın için teşekkürler, ellerine sağlık. Övgülerin de çok yerinde; albümü gerçekten seven birisinin yorumlarını okumak çok hoş. Ancak, bence albüm bahsettiğınden daha yenilikçi ve özgün. Kendisini en yakın bulduğum A Sun That Never Sets ve Panopticon gibi albümlerle karşılaştırdığımda, aralarında önemli farklar olduğunu görebiliyorum. Bu kendine has özellikler olmasaydı, Ulcerate gibi bir üst düzey grubun ilham kaynağı olması mümkün olmazdı diye düşünüyorum.
Bu arada profil fotoğrafın gerçekten harika. Bence Grace ile birlikte dinlenen Times of Grace kadar iyi bir albüm imkansız duruyor.
@TanSolo, öncelikle teşekkür ederim. Bence siteye bir Times of Grace incelemesi de gerekiyor, bir gün buradaki deneyimli kalemlerden onu da görmek isterim.
Cult of Luna’nın genel olarak etki alanı geniş, bunu inkar etmem kesinlikle ama yazıda bahsettiğim durum biraz daha farklıydı. Benim anlayışıma göre post-metal’in gelişimi şöyle gerçekleşti:
İlk olarak Neurosis ortaya karmakarışık, tür kokteyli tadında bir müzikle çıktı. Bunda post-rock etkisi de vardı ama Neurosis’e ilham veren post-rock grupları bizim şu an post-rock olarak isimlendirdiğimiz Godspeed You! Black Emperor ya da Mogwai gibi gruplardan ziyade -o tarihlerde bunlar daha ortalıkta da yoktu- Swans gibi sadece başka bir türde sınıflandırılamadığı için o kategoriye konulmuş deneysel gruplardı. Zaten Neurosis’in yaptığı müzik de aslında hiçbir şeye tam olarak benzemiyordu.
Aslında günümüz bağlamıyla geçmişe baktığımızda Neurosis müziğinin post-metal’e yol açtığını bildiğimiz için kendilerini bu kategoriye koyabiliyoruz ama onlar için “experimental folk/ambient/industrial sludgecore” gibi ucube bir tür de yaratılabilirdi, ya da kısaca şimdi de kullandığımız atmospheric sludge etiketi daha mantıklı olurdu. (The Eye of Every Storm’dan önceki albümler için konuşuyorum çünkü o albümle birlikte Neurosis de post-rock’tan daha somut bir şekilde etkilenmeye başladı.)
Neurosis inanılmaz önemli ve yenilikçi bir grup tabii ki ama bence Isis olmadan post-metal muhtemelen spesifik bir tür halini almazdı. Çünkü Neurosis’ten esinlenerek kendi müziğine onların bazı özelliklerini yedirmek mümkün olsa da “ben Neurosis tarzı bir şeyler yapacağım” diyerek yola çıkınca onların bir kopyasına dönüşmemek çok zor. Etkisi metalin geneline yayılan bir grup olsa da bence yeni bir tür yaratamayacak kadar muğlak ve soyut bir müzik yapıyorlardı.
Isis bu malzemeyi alıp biraz da kendi ilham kaynaklarıyla törpüleyip (Godflesh, Converge gibi gruplar) ikinci dalga post-rock gruplarının şarkı yapılarını kendi müziğine adapte edince artık daha elle tutulur, gözle görülür, “post-metal” olarak belli bir sınıfa sokmanın mantıklı olacağı türden bir müzik ortaya çıktı. Oceanic bence direkt olarak diğer gruplara “alın bunu, güle güle kullanın” diyen bir albüm olduğundan dolayı orada artık post-metal’in doğuşunun tamamlandığını düşünerek konuşuyorum. Panopticon’un çıktığı 2004′te Cult of Luna, Salvation ile daha yeni yeni bu sulara dalıyordu (pun intended).
Cult of Luna’yı da evladım gibi sevsem de Isis fanboyluğumu kabullenerek devam edeceğim, ama söylediklerimde gerçekten samimiyim. Tabii ki Cult of Luna bir Neurosis ya da Isis klonu değildir, bu gruplardan etkilenmiş olsa bile tamamen kendine özgü bir tarzı vardır. Gerçekten Ulcerate örneğinden görebileceğimiz üzere etkisi türün dışına bile taşmış. Ama diyeceğim o ki muhtemelen Cult of Luna olmasa da post-metal dediğimiz müzik bir şekilde varolurdu. Türün geneline baktığımızda biraz daha farklı bir manzara görürdük ve çeşitlilik azalırdı ama tanınmayacak bir hale de gelmezdi diye düşünüyorum, sonuçta Cult of Luna ile dönemdaş Callisto ve Pelican örnekleri var. Yazıda demek istediğim buydu aslında ki kapanışta “…başka gruplar için de ilham kaynağı olmaya başladı…” diyerek Cult of Luna’nın tür üzerindeki etkisini belirtmeye çalışmıştım. Yine de şimdi bakınca gerçekten biraz daha vurgulayabilirmişim, o konudaki hatamı kabul ediyorum.
Çok çok uzattım ama umarım kendimi iyi açıklayabilmişimdir, tekrardan teşekkür ederim.
@dust, Aslında “dönemdaş” diye bir kelime yokmuş. Neyse artık. “…Cult of Luna ile aynı dönemde türeyen Callisto ve Pelican gibi gruplar…” olarak düzelteyim.
@dust, Cult of Luna, yenilikçi bir grup olmasına rağmen, müziğe Neurosis veya Isis kadar belirgin yenilikler getiremediği konusunda haklısın. Sadece yanlış anlamışım, seni yorduğum için özür dilerim.
zamanın efsane dergisi “zor” sağolsun “salvation” albümlerinden haberdar olmuş ve baya da dinlemiştim.
zaten o dönemde, yani 2000′lerin ilk yarısı bir “atmospheric sludge/post-rock” patlaması olmuştu, dergide de pelican’dır, isis’tir ne bileyim godspeed you vs. bu grupların albümleri çıkıyor, ben de öğreniyordum, hey gidi…
hatta bu albümlerdeki şarkı yapılarını ortak bir paydada tanımlamak için süper bir tabir aklımda kalmış o incelemelerden: “patlıyorum kaçamazsın” haha.
bu arada sitede gybe incelemesi hiç yokmuş, bi baktım da…
@northern, “patlıyorum kaçamazsın” çok iyiymiş msdnsm.
Siteye bir Lift Your Skinny Fists ya da F# A# Infinity incelemesi yakışırdı, umarım birileri el atar bir gün.
Amanın. Dinlediğim en duygu patlaması albümlerden biri şu evrende, bu müziğin gördüğü en üst düzey gruplardan biri Cult of Luna. 10 dışında bir notun imkanı yok.
12.03.2024
@İlker, Sonunda site atmo sludge/post metal açısından da zenginleşiyor <3
12.03.2024
@İlker, aslında var olan incelemelerin hepsi kaliteli yazılar bence ama nicelik olarak (en azından klasik post-metal albümleri açısından) biraz kıtlık var evet.
Daha birkaç gün önce dinlemiştim. Güzel denk geldi. Ulcerate müziğinden aldığım tada benzer bir tat veriyor bana.
12.03.2024
@Yiğit, Ulcerate’in post-metal gruplarından etkilenmiş olması çok olası bence. Sadece Immolation ve Gorguts dinleyerek yapılabilecek türden bir müzikleri yok (aslında Deathspell Omega diyebilirdim ama onu da bir ilham olarak görmüyormuşlar). Mesela The Destroyers of All bildiğin Neurosis kokuyor. Jamie Saint Merat’ın da Cult of Luna’dan övgüyle bahseden bir röportajını okumuştum, bulabilirsem link eklerim.
12.03.2024
@Yiğit, aradığımı bulamadım ama bu var: https://arnaudmittempergher.wordpress.com/2013/02/26/interview-with-jamie-saint-merat/
“Later Jesu, Sigur Rós, Neurosis, Cult of Luna etc all played a part in again furthering what can be done with guitar driven music, yet still managing to capture a wall of noise sound, that we’ve become very fond of. ” demiş.
Bu albüm o kadar iyi ve önemli ki, sitede bir incelemesinin olmasını bekliyordum. İnceleme yazdığın için teşekkürler, ellerine sağlık. Övgülerin de çok yerinde; albümü gerçekten seven birisinin yorumlarını okumak çok hoş. Ancak, bence albüm bahsettiğınden daha yenilikçi ve özgün. Kendisini en yakın bulduğum A Sun That Never Sets ve Panopticon gibi albümlerle karşılaştırdığımda, aralarında önemli farklar olduğunu görebiliyorum. Bu kendine has özellikler olmasaydı, Ulcerate gibi bir üst düzey grubun ilham kaynağı olması mümkün olmazdı diye düşünüyorum.
Bu arada profil fotoğrafın gerçekten harika. Bence Grace ile birlikte dinlenen Times of Grace kadar iyi bir albüm imkansız duruyor.
13.03.2024
@TanSolo, öncelikle teşekkür ederim. Bence siteye bir Times of Grace incelemesi de gerekiyor, bir gün buradaki deneyimli kalemlerden onu da görmek isterim.
Cult of Luna’nın genel olarak etki alanı geniş, bunu inkar etmem kesinlikle ama yazıda bahsettiğim durum biraz daha farklıydı. Benim anlayışıma göre post-metal’in gelişimi şöyle gerçekleşti:
İlk olarak Neurosis ortaya karmakarışık, tür kokteyli tadında bir müzikle çıktı. Bunda post-rock etkisi de vardı ama Neurosis’e ilham veren post-rock grupları bizim şu an post-rock olarak isimlendirdiğimiz Godspeed You! Black Emperor ya da Mogwai gibi gruplardan ziyade -o tarihlerde bunlar daha ortalıkta da yoktu- Swans gibi sadece başka bir türde sınıflandırılamadığı için o kategoriye konulmuş deneysel gruplardı. Zaten Neurosis’in yaptığı müzik de aslında hiçbir şeye tam olarak benzemiyordu.
Aslında günümüz bağlamıyla geçmişe baktığımızda Neurosis müziğinin post-metal’e yol açtığını bildiğimiz için kendilerini bu kategoriye koyabiliyoruz ama onlar için “experimental folk/ambient/industrial sludgecore” gibi ucube bir tür de yaratılabilirdi, ya da kısaca şimdi de kullandığımız atmospheric sludge etiketi daha mantıklı olurdu. (The Eye of Every Storm’dan önceki albümler için konuşuyorum çünkü o albümle birlikte Neurosis de post-rock’tan daha somut bir şekilde etkilenmeye başladı.)
Neurosis inanılmaz önemli ve yenilikçi bir grup tabii ki ama bence Isis olmadan post-metal muhtemelen spesifik bir tür halini almazdı. Çünkü Neurosis’ten esinlenerek kendi müziğine onların bazı özelliklerini yedirmek mümkün olsa da “ben Neurosis tarzı bir şeyler yapacağım” diyerek yola çıkınca onların bir kopyasına dönüşmemek çok zor. Etkisi metalin geneline yayılan bir grup olsa da bence yeni bir tür yaratamayacak kadar muğlak ve soyut bir müzik yapıyorlardı.
Isis bu malzemeyi alıp biraz da kendi ilham kaynaklarıyla törpüleyip (Godflesh, Converge gibi gruplar) ikinci dalga post-rock gruplarının şarkı yapılarını kendi müziğine adapte edince artık daha elle tutulur, gözle görülür, “post-metal” olarak belli bir sınıfa sokmanın mantıklı olacağı türden bir müzik ortaya çıktı. Oceanic bence direkt olarak diğer gruplara “alın bunu, güle güle kullanın” diyen bir albüm olduğundan dolayı orada artık post-metal’in doğuşunun tamamlandığını düşünerek konuşuyorum. Panopticon’un çıktığı 2004′te Cult of Luna, Salvation ile daha yeni yeni bu sulara dalıyordu (pun intended).
Cult of Luna’yı da evladım gibi sevsem de Isis fanboyluğumu kabullenerek devam edeceğim, ama söylediklerimde gerçekten samimiyim. Tabii ki Cult of Luna bir Neurosis ya da Isis klonu değildir, bu gruplardan etkilenmiş olsa bile tamamen kendine özgü bir tarzı vardır. Gerçekten Ulcerate örneğinden görebileceğimiz üzere etkisi türün dışına bile taşmış. Ama diyeceğim o ki muhtemelen Cult of Luna olmasa da post-metal dediğimiz müzik bir şekilde varolurdu. Türün geneline baktığımızda biraz daha farklı bir manzara görürdük ve çeşitlilik azalırdı ama tanınmayacak bir hale de gelmezdi diye düşünüyorum, sonuçta Cult of Luna ile dönemdaş Callisto ve Pelican örnekleri var. Yazıda demek istediğim buydu aslında ki kapanışta “…başka gruplar için de ilham kaynağı olmaya başladı…” diyerek Cult of Luna’nın tür üzerindeki etkisini belirtmeye çalışmıştım. Yine de şimdi bakınca gerçekten biraz daha vurgulayabilirmişim, o konudaki hatamı kabul ediyorum.
Çok çok uzattım ama umarım kendimi iyi açıklayabilmişimdir, tekrardan teşekkür ederim.
13.03.2024
@dust, Aslında “dönemdaş” diye bir kelime yokmuş. Neyse artık. “…Cult of Luna ile aynı dönemde türeyen Callisto ve Pelican gibi gruplar…” olarak düzelteyim.
13.03.2024
@dust, Cult of Luna, yenilikçi bir grup olmasına rağmen, müziğe Neurosis veya Isis kadar belirgin yenilikler getiremediği konusunda haklısın. Sadece yanlış anlamışım, seni yorduğum için özür dilerim.
13.03.2024
@TanSolo, özüre gerek yoktu ya, sorun değil.
zamanın efsane dergisi “zor” sağolsun “salvation” albümlerinden haberdar olmuş ve baya da dinlemiştim.
zaten o dönemde, yani 2000′lerin ilk yarısı bir “atmospheric sludge/post-rock” patlaması olmuştu, dergide de pelican’dır, isis’tir ne bileyim godspeed you vs. bu grupların albümleri çıkıyor, ben de öğreniyordum, hey gidi…
hatta bu albümlerdeki şarkı yapılarını ortak bir paydada tanımlamak için süper bir tabir aklımda kalmış o incelemelerden: “patlıyorum kaçamazsın” haha.
bu arada sitede gybe incelemesi hiç yokmuş, bi baktım da…
13.03.2024
@northern, “patlıyorum kaçamazsın” çok iyiymiş msdnsm.
Siteye bir Lift Your Skinny Fists ya da F# A# Infinity incelemesi yakışırdı, umarım birileri el atar bir gün.
Sayende uzun yıllar sonra bi daha döndürdüm. Bence en iyi Cult of Luna albümü.
Tarifi zor duygular yaşatıyor bu albüm bana. Teşekkürler inceleme ve bu albümü bize hatırlattığın için.
11.04.2024
@Zeitgeist, böyle yorumlar gördükçe mutlu oluyorum. Ben de teşekkür ederim.