# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
THE OCEAN – Holocene
| 08.06.2023

ὅλος Καινός.

THE OCEAN metal dünyasının en çalışkan gruplarından biri. Gerek albüm çıkarma sıklıkları gerekse turneleri düşünüldüğünde adamların bir an olsun durmadığını ve Staps önderliğinde sürekli yeni bir şeylerin peşinde olduklarını görebiliyoruz.

2018 ve 2020’de çıkardıkları “Phanerozoic” ikilemesinin etkisinden hâlâ çıkamamış bir dinleyicileri olarak, grubun o albümlerdeki konseptten hem temasal hem de müzikal olarak çıkacağını ve farklı taraflara gideceğini az çok tahmin edebiliyordum.

Albümden önce yayınlanan single’ları, albüm deneyiminin tadını bozmamaları adına dinlememiş ve albümün çıkışını beklemiştim. İlk single olarak yayınlanan açılış şarkısı “Preboreal”ı dinler dinlemez, LEPROUS’laşma yorumlarının sebebini de anlamış oldum.

Bence grup LEPROUS’laşmamıştı, ancak LEPROUS’ın kendi sound’unu değiştirmek için gittiği yola benzer bir patikadan yararlanmış gibiydi. Daha minimal, daha elektronik, göze sokmadan sunulan fikirler ve

Bunun sonucunda THE OCEAN’ı THE OCEAN yapan çeşitli dinamiklerin ister istemez törpülendiğine tanık olmak grubun uzun süreli takipçileri için can sıkıcı olabilir. Benim için olmadı dersem yalan söylemiş olurum.

Her ne kadar THE OCEAN’ın ne yaparsa zekice yapacağı konusunda herhangi bir şüphe olmasa da çok çok iyi yaptığı bazı şeyleri yapmaması da doğal olarak “ya ama ya” şeklinde bir tepki vermeyi makul kılıyor düşüncesindeyim. Daha üçüncü paragraftan olumsuzluk vermiş gibi olmayalım, derinlere inelim.

“Holocene” ile ilgili söyleyebileceğim ilk şey grubun sadeleşmiş olduğu. Bu sadeleşme kendini şarkı yazımı, enstrümantasyon, vokal kullanımı ve prodüksiyon açısından gösteriyor. Peki neden bu sadeleşme?

Öncelikle albüm adından ilerlersek, “Holocene” günümüzden yaklaşık 12.000 yıl önce başlayan ve şu anda da içinde bulunduğumuz jeolojik devri ifade ediyor. Şu anda Holosen devrini yaşıyoruz. Holosen, iki Yunanca kelimenin birleşiminden oluşan bir kelime. İlki İngilizce “bütün”, “tamamen” anlamına gelen “whole” kelimesinin de geldiği “ὅλος” (holos), diğeri ise yeni” anlamındaki “καινός” (kainos). Yani “Holocene” “tamamen yeni” anlamına geliyor. Bu yüzden THE OCEAN’ın da bu sound değişimin için bu ismi seçmesine şaşırmamak lazım.

“Tamamen yeni” kavramının nereden geldiğine gelecek olursak, “Holocene”in bugüne kadarki tüm THE OCEAN albümlerinden farklı bir yazım sürecinin sonucunda ortaya çıktığını görüyoruz. Robin Staps’in zihninden çıkan bir fikirle kıvılcımlanan önceki tüm albümlerin aksine, “Holocene”deki tüm şarkılar gruba 2018’de katılan klavyeci Peter Voigtmann’ın yazdığı synth fikirlerinden yola çıkarak bestelenmiş. Staps de bu elektronik fikirleri alarak “Oceanize” etmiş ve ortaya “Holocene” çıkmış.

Staps albümün iki “Phanerozoic” albümü ile “Precambrian”daki temanın devamı olduğunu; birlikte bir nevi dörtleme oluşturduklarını ve böylece o temayı tamamladığını ifade ediyor. Albüm şu anda içinde bulunduğumuz devri referans aldığı için de muhteviyatında öfke, yabancılaşma, mantığın ve eleştirel düşüncenin çöküşü, komplo teorilerinin yükselişi ve modern çağın değerlerinin yıkımını gibi kavramları barındırıyor.

Müzikal olarak baktığımızda “Holocene” THE OCEAN’ın bugüne dek çıkardığı tüm albümler arasında kesinlikle en “geç açılan”ı. Eğer bir THE OCEAN dinleyicisi değilseniz ve albümü dinlerseniz THE OCEAN hakkında tam da doğru olmayan yargılara varabilirsiniz. “Holocene”de THE OCEAN’ın “Wavering Radiant” dönemi ISIS’e uzandığını da görüyoruz, son dönem MASTODON nakaratlarına benzer nakaratlar kullandığını da. “Atlantic”in sonlarına kadar, yani ilk 20 dakikasında albümün bir türlü öfkeli yüzünü göstermediğini görüyoruz ve bu THE OCEAN için epey radikal bir durum. Bunun dışında, son 5 dakikası boyunca sadece “Don’t turn on the bright lights” cümlesinin tekrarlandığı “Unconformities” de albümdeki hem en narin ve kırılgan hem de en agresif ve vahşi anları barındırmasıyla farklı bir yerde duruyor. Bunlar THE OCEAN için kesinlikle deneysel işler ve grubun bundan sonrasına ışık tutup tutmadıklarını bilmemekle birlikte tartışmasız şekilde üzerinde konuşulmayı hak eden hareketler olarak “Holocene” dağarcığında duruyorlar.

“THE OCEAN’ın THE OCEAN’lığı kalmamış” gibi düşüncelerden tamamen bağımsız olarak “Holocene” ile ilgili sıkıntı diyebileceğim konu ise albümün bu elektronik ses pasajları ve synth altyapısı içerisinde “climax” denen o patlama noktalarının, dramatik etki yaratacak yükselip çıkışlarının az olması. 52 dakikalık albümün 40 dakikası falan sanki bir meditasyon seansına, dinginlik arayışına soundtrack havasında ilerliyor. Elbette ki tamamen ambient bir şeyden bahsetmiyorum, ancak albümün gitar işçiliği konusunda kasıtlı olarak aşırı geri planda durması bir şeylerin insanın bir miktar içinde kalmasına neden oluyor. Şu an elime gitar alsam bir önceki albümden “Triassic”i, “Jurassic | Cretaceous”ı falan çatır çatır çalıp zevkten zevke atılabiliyorum, ancak “Holocene”in böyle bir tarafı yok. “Holocene” size gitar, davul, bas çalma isteği veren bir albüm değil. “Subatlantic”in son 3 dakikasına gelene kadar size çok sınırlı şekilde harekete geçme isteği veren bir çalışma. Bu açıdan albümün daha fazla dinamiği bünyesinde barındırmasını ve THE OCEAN’ın farklı renklerini, farklı griliklerini yansıtmasını beklerdim.

“Holocene” THE OCEAN’ın bugüne dek yaptığı en farklı albüm. Bunca zamandır bildiğimiz THE OCEAN’a en benzemeyen THE OCEAN albümü olmasının yanı sıra, yukarıda bahsettiğim bestelenme yönteminden dolayı yer yer sanki bir film için yazılmış, baştan sona bir score çalışması olarak bile ele alınabilir. Grup albümün büyük bir kısmında geleneksel rock/metal enstrümanlarının dışına çıkıyor ve synth altyapısı üzerinden ilerliyor, yeri geliyor Steven Wilson’ın solo işlerini akıllara getiren sulara açılıyor. Albüme dair yorumlara baktığımda kimilerinin istediğini bulamadığını kimilerinin ise “Holocene”i bir başyapıt olarak değerlendirdiğini gördüm. Ben albümün bestelemesi ve düzenlemesi zor bir çalışma olduğu, THE OCEAN’ın da zekâsı ve deneyimiyle bunun altından kalktığını düşünüyorum. En çok dinleyeceğim, her an açmak isteyeceğim bir THE OEAN albümü mü, değil. Kesinlikle değil. Ancak bunun sebebi albümün iyiliği kötülüğünden tamamen bağımsız olarak belli bir ruh hâlini, modu, kafa yapısını gerektirmesi.

Zevkler ve renkler muhabbetinin en çok öne çıktığı THE OCEAN albümüyle karşı karşıyayız; sevene neden sevdin, sevmeye neden sevmedin diyemeyiz.

7/10
Albümün okur notu: 12345678910 (4.05/10, Toplam oy: 21)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
2023
Şirket
Pelagic Records
Kadro
Robin Staps: Gitar, vokal, sözler, besteler
Peter Voigtmann: Klavye, perküsyon, besteler
Loïc Rossetti: Vokal
David Ramis Åhfeldt: Gitar
Mattias Hagerstrand: Bas
Paul Seidel: Davul, vibrofon

Konuk:
Frieder Hepting: Piyano (6)
Steve Thompson: Trombon
Fritz Mooshammer: Trompet
Karin Park: Vokal (6)
Gala Noam Maoz: İlave vokal (1)
Şarkılar
1. Preboreal
2. Boreal
3. Sea of Reeds
4. Atlantic
5. Subboreal
6. Unconformities
7. Parabiosis
8. Subatlantic
  Yorum alanı

“THE OCEAN – Holocene” yazısına 10 yorum var

  1. Kastaga says:

    en son bu tür bir hayal kırıklığını pallbearer’ın son albümünde yaşamıştım.

  2. Emre Görür says:

    Kritikte belirtildiği gibi, içine girmesi vakit alan, minimalist ve dingin yapısı sebebiyle özümsenmesi kolay olmayan bir albüm. Ama bir kez kafası gelince olayın rengi tamamen değişiyor, kendinizi enfes bir seyahatin içinde buluyorsunuz.
    The Ocean kesinlikle metal tarihinin en özel gruplarından biri.

  3. alican kina says:

    ekstrem metal grubuyken elektronik grubu olup kitlesini artıran başarılı olan 1 tane grup yok herhalde ısrarla deneniyor bu olay. hem bize hem kendilerine eziyet.

    deadhouse

    @alican kina, Linkin Park zamanında A Thousand Suns ile denemişti. 2000′ler sonrası Rock/Metal grupları içerisinde bunu ilk deneyen gruplardandı. Beğenmemiştim o zaman. Şu an bu gruplara baktığımda haksızlık yapmışım diyorum. Nedeni senin gibi düşünmem değil, tam aksine ben çok destekliyorum bu tür olayları. Sıkıntı şu ki elektronik müziği beceremiyorlar. Elektronik müziği küçümsüyorlar. Yanılıyorlar.

    Eğer ki elektronik müzik kökenli değilsen, sonradan elektronik müzikte başarılı olmak çok zordur. Çok fazla örneğini bulamazsın. Radiohead bu konuda nadirdir. Muse da mesela denedi başarısız oldu. Matthew Bellamy sen kim elektronik müzik kim demiştim zamanında, zaman beni yanıltmadı.

    Yiğit

    @alican kina, Ulver belki girebilir bu klasmana

  4. Emre Görür says:

    Progresif metalinizi yüksek enerjili istiyorsanız sizi şuraya alalım:

    https://www.youtube.com/watch?v=-oAHV02IsAk

    Ahmet Saraçoğlu

    @Emre Görür, yahu yine unuttum şu albümü incelemeyi. Sağ ol hatırlattığın için.

  5. deadhouse says:

    Bu müziği yapmak için 8 kişiye gerek yok.

  6. Rust in Peace. says:

    Şu albümü birkaç kez dinlemeye çalıştım, yok, olmuyor. Phanerozoic 1/2 nerede bu albüm nerede. Parabiosis dışında hoşuma giden şarkı yok, hoş Parabiosis’i de ilk dinlemelerde sevmemiştim ama… Belki denilen gibi dinlesem açılacak ama dinleyesim gelmiyor.

  7. SileJack says:

    Bu albümün bu sene harcanacak olmasına çok üzülüyorum. Tamam bildiğimiz The Ocean’dan farklı ama olum hayvan gibi albüm yapmışlar lan. Yavan gelen single’lar albümde o kadar güzel bir araya gelmiş ki ortaya muhteşem bir kurgu çıkmış. Elektronik tarafı da öyle melodik death metal gruplarının yaptığı gibi şarkıları cafcaflı hala getirmemiş aksine çok güzel bir ambiyans ve atmosfer yaratmış. Vokallerin de -clean olanların- bütün ocean diskografisinde en iyisi olduğunu düşünüyorum. Bu kadar geç yazmamın sebebi bir türlü fırsat bulamam oldu. Umarım senenin sonuna doğru yorumlar değişir ancak -gerek gelen yorumlar gerek de verilen puanlara bakılarak- harcanacak olmasına çok üzüldüğüm bir albüm oldu, yazık…

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.