Beş albümdür PA sayfalarına konuk ettiğimiz Grafvitnir’in sekizinci stüdyo albümü, yine grup üyelerinin mukaddes bildikleri bir günde, iki hafta evvel idrak ettiğimiz Walpurgis Gecesi’nde yayımlandı. Daha önce yazdığım kritiklerde adamların, -kendi bulunduğum taraftan baktığımda- karşı mahallenin sofularından olduğunu çeşitli örneklerle anlatmıştım. Grubun mevcudiyetine işleyen karanlık manevi hâlin, ortaya konulan eserlere öyle veya böyle yansımaması düşünülemezdi.
Bütününe baktığımda ele aldığım diğer Grafvitnir albümlerine kıyasla marş modundaki gaza getirici melodilerin tıraşlandığı, daha kötücül bir tonun hâkim olduğu “Tunes of Sitra Ahra” enstrümantal formdaki son parçası müstesna, ilk dakikasından son saniyesine kadar kötülük kusan, “Whisperer of Strange Tales” gibi parçalarıyla bu kötülüğü lirik tarafında da sergileyen bir albüm. Grupla ilk defa tanışacak olan dinleyicilerin tüylerini diken diken edebilecek birkaç yer bulunduran eserler bütünü, grubun eski takipçileri için o kadar da özel anlar içermiyor. “Tunes of Sitra Ahra”yı uzun dinlemelerden sonra bile şarkılar arasında geçiş yaptığımda, hangi şarkı hangisiydi ayırt etmekte güçlük çektiğimi söyleyebilirim. Bundan, grubun artık imzası hâline geldiğini gördüğüm; sound, vokal yapısı, parça kurgusu gibi unsurları sorumlu tutuyorum.
Grafvitnir’in uzun süredir maalesef rahatını bozmadan bestecilik faaliyetlerini yürütmesi, genel anlamda bir yenilik denemekten imtina etmesi ya da buna gerek duymaması, akıllara kazınan melodilerden ya da özel kurgulardan azade eserlerin birbirlerine benzeme oranının yükselmesi, yapımın, “Süreyya Hanım’ın muhteşem değişimi.” ayarında kalmasına neden oluyor.
Savımı desteklemek için yazmıyorum, sorun acaba bende mi diye sağa sola baktığımda, ne yazık ki benzer yaklaşım ve yorumlara denk geldim. Bu noktada “Yahu adamlar ciddi bir adanmışlık içinde, manevi hâlleri çok yüksek ve bu hâlin bozulmaması için sistemi değiştirmeden aynı yoldan ilerliyorlar,” diyebilirsiniz haklı olarak.
Fakat Grafvitnir, her ne kadar karanlık maneviyattan ve kara sanatlardan dem vursa da ekibin sosyal medya hesabını birkaç fare tekerleği aşağı kaydırdığınızda tişörtüydü, hoodie’siydi, çeşitli merchandise ürünlerini pazarladıklarını görebilirsiniz -burada bir sorun yok, hayırlı işler, bol kazançlar dilerim-. Dolayısıyla, grubun kimliği de yayımladığı albümler de birer ticari ürün ve ben bu işitsel ticari ürünün tüketicisi olarak sofrada, Grafvitnir aşçısının elinden çıkmış, gerçekten yeni bir şeyler görmeyi bekliyorum, istiyorum.
15 yıllık kariyer yolculuğuna iyice albümlerle başlayıp çok iyi albümlerle devam eden ama bu albümle kendini fazla tekrardan ötürü orta kararlığa doğru geçiş yapan Grafvitnir, umarım kendi yankı odasından dışarı çıkmayı dener ve bir sonraki albümde takipçilerini daha mutlu edebilecek, yeniliklerle dolu bir albüm çıkarır.
Albümü dinledim. Yerinde sayan, kısmen de geriye giden bir Grafvitnir olduğu ortada. Açıkçası melodik black metalin biraz sınırlayıcı bir tür olduğunu düşünüyorum. Çok acayip bir bestecilik dehası değilseniz şarkılar bir noktadan sonra birbirlerini andırabiliyorlar. “Venenum Scorpionis” ve özellikle de “Obeisance to a Witch Moon”da acayip şeyler yaptılar ancak bence türün doğası gereği şaşırtma/sürpriz unsuru azaldığında biraz tekdüze geliyor bu albüm. Kötü değil kesinlikle, ama heyecan uyandırmadığı da kesin. Bence grup “melodic black metal song generator” gibi hissettiren ve aynı tezgâhtan çıkmış gibi duran şarkılardansa, önceki albümlerde de benzerleri olan “Funeral Chants” gibi biraz daha farklı atmosferli şarkılara yönelirse fena olmaz.
Şahsen vasat melodik black metal kadar tadımı kaçıran başka bir metal alt türü yok. Aşırı tahmin edilir, tamamen melodiye yaslanan black metalden çok sıkılıyorum. Düşününce, geçen sene çıkan Necrofier – “Prophecies of Eternal Darkness”tan bu yana çok beğendiğim bir melodik black metal albümü olmadı. Bir de yine geçen sene çıkan Netherbird albümünü sevmiştim ki onlar da melodik black metali çok daha geniş perspektifte ele alıyorlar, bir dolu zenginlik katıyorlar. Hiç öyle “en kötücül ben olacam” diye bir çabaları yok ve bu da müziklerine nefes aldırıyor.
Grafvitnir bayağı iyi grup, o yüzden umarım bir sonrakinde bir kafa değişimi yaşarlar ve heyecanlı bir şey yaparlar, çünkü bu vasatlık sarmalına bir girdin mi sonrası boka sarabiliyor.
Başlığa sesli güldüm.
Albümü dinledim. Yerinde sayan, kısmen de geriye giden bir Grafvitnir olduğu ortada. Açıkçası melodik black metalin biraz sınırlayıcı bir tür olduğunu düşünüyorum. Çok acayip bir bestecilik dehası değilseniz şarkılar bir noktadan sonra birbirlerini andırabiliyorlar. “Venenum Scorpionis” ve özellikle de “Obeisance to a Witch Moon”da acayip şeyler yaptılar ancak bence türün doğası gereği şaşırtma/sürpriz unsuru azaldığında biraz tekdüze geliyor bu albüm. Kötü değil kesinlikle, ama heyecan uyandırmadığı da kesin. Bence grup “melodic black metal song generator” gibi hissettiren ve aynı tezgâhtan çıkmış gibi duran şarkılardansa, önceki albümlerde de benzerleri olan “Funeral Chants” gibi biraz daha farklı atmosferli şarkılara yönelirse fena olmaz.
Şahsen vasat melodik black metal kadar tadımı kaçıran başka bir metal alt türü yok. Aşırı tahmin edilir, tamamen melodiye yaslanan black metalden çok sıkılıyorum. Düşününce, geçen sene çıkan Necrofier – “Prophecies of Eternal Darkness”tan bu yana çok beğendiğim bir melodik black metal albümü olmadı. Bir de yine geçen sene çıkan Netherbird albümünü sevmiştim ki onlar da melodik black metali çok daha geniş perspektifte ele alıyorlar, bir dolu zenginlik katıyorlar. Hiç öyle “en kötücül ben olacam” diye bir çabaları yok ve bu da müziklerine nefes aldırıyor.
Grafvitnir bayağı iyi grup, o yüzden umarım bir sonrakinde bir kafa değişimi yaşarlar ve heyecanlı bir şey yaparlar, çünkü bu vasatlık sarmalına bir girdin mi sonrası boka sarabiliyor.
Eline sağlık Oğuz.