Uyumsuz notaların halaya durduğu, kulağa çirkin gelme konusunda birbiriyle yarış hâlinde olan müzikler üreten black metal gruplarına mesafeli olduğumu daha önce yazmıştım. Bir yerden sonra benim için anlamsız hâle gelen sesler bütününe dönüşen parçaları yorumlamak şöyle dursun, zaman zaman anlamakta bile güçlük çekebiliyorum bunca eciş bücüş müzikle haşır neşir olmama rağmen. Müzikal yönden anlaşılabilirlikle anlaşılmazlık arasında bir denge kurabilen oluşumların yapıtlarına da kayıtsız kalamıyorum.
Deathspell Omega ve Blut Aus Nord hayranlığını, 2017’den bu yana çıkardığı eserlerle kanıtlayan Ars Magna Umbrae de böylesi oluşumlardan biri. Geçen yıl yayımladığı albümü “Apotheosis”le uzun süre gündemimde kalamayan Ars Magna Umbrae, arayı çok açmadan, bu defa biraz daha farklı müzikal fikirleriyle konuğumuz oluyor.
Black metalin vurdulu kırdılı, kazımalı kan almalı tarafından ziyade uhrevi yönünde kalmaya niyetli olduğunu bu albümde iyice açık eden, projenin başındaki yegâne kişi Kthunae Mortifer müstear adlı Petros Xolaiathyos, 37 dakikalık “Throne Between Worlds” albümünde bize altı parça sunuyor. Albümü dinlemeye başladığımda üzerime akın eden uyumsuz notaların kısa sürede oluşturduğu girdaptan güç bela kurtulup eserlerin katmanları arasına yerleştirilen temiz gitarlı, tekrara dayalı ve anlaşılabilir pasajlara odaklanarak yapımın içine girmeye çalıştım. Yer yer Medico Peste pisliğinde, zaman zaman Akhlys karanlığında hatta bazen Acherontas düşündürücülüğünde olabilen parçalardan meydana gelen albüm, parça aralarına serpiştirilen blast beat’ler bulunsa da genellikle ağır bir tempoda seyrediyor. Bundan şikâyet ettim mi? Aslına bakarsanız, evet, ilk üç parçaya kadar bundan şikâyetçiydim. Ta ki müzisyenin farklı bir kafayla yaptığını düşündüğüm son üç parça başlayana kadar.
Piyano ve çello üzerine klasik müzik eğitimi aldığını yeni öğrendiğim ve istediği zaman klavyeyi, kendi müziğine bir katman oluşturmaktan ziyade, parçalarının cismani kısmını törpüleyip onlara ruhani bir form kazandırma konusunda kullanabildiğini bir kez daha deneyimlediğim sanatçının, müzik üretimi noktasında kendisine bahşedilen ilhamın en olgun örneklerinden birini, bu albümde görüyoruz. Bahsettiğim parça, albümde sizi belki de ilk yakalayabilecek eser olan “Treader on the Dreamless Path”. Belli belirsiz izlerini, bir önceki parçadan duymaya başladığımız ve bu şarkının başlangıcında kullanılan klavye patch’i oldukça hoş. Ayrıca patch’in kullanım şekli de, parça içindeki dağılımı da hem dikkat çekici hem de takdir edilesi. Sizi bilemem ama eseri tecrübe ederken burnuma buram buram Chaos Moon kokusu geliyor. Az önce kendisini andığım Acherontas’ın da temiz gitarlarla yaptığı şekilde tefekküre yönelten temiz gitar döngülerine benzer bir döngü, bu eserde de karşımıza çıkıyor. Bu parça, klavyenin bahşettiği atmosferle yapımın güçlü işlerinden birine dönüşüyor.
Müzisyen, röportajlarında müzikal fikirlerin kendini götürdüğü yere gittiğini belirtse de üzerine uzun uzun çalışıldığından şüphe etmediğim “Metempsychosis”in yapımdaki diğer güçlü eserler arasına adını yazdırıyor. 11 dakikayı geçen süresine aldanmayın. Parça alabildiğine akıcı şekilde tasarlamış ve tam da bu nedenle eser, hiç hissettirmeden tamamlanıveriyor ve ilginç biçimde kendisini arka arkaya yeniden dinletmeyi başarıyor.
Dört seneye üç albüm ve bir EP sığdırarak üretkenlik konusunda sınıfı geçen ama sunduğu eserlerle çekicilik eşiğini aşamayarak her zaman övgülerime mazhar olamayan Kthunae Mortifer önderliğindeki Ars Magna Umbrae, son albümüyle beni hayretlere düşürmese de yazının sonlarında vurguladığım iki parçadan hareketle, gelecek albüm veya EP’lerden umutlu olmamı sağladı diyebilirim. Eğer dissonant black metal gruplarının işlerini beğeniyle takip ediyorsanız, “Throne Between Worlds” albümünü sevebilirsiniz.
Şarkılar 1. Into Waters of the Underworld
2. Consecrating the Shrine of Undoing
3. Beyond the Stellar Gates
4. Treader on the Dreamless Path
5. Throne Between Worlds
6. Metempsychosis (Transmigration of the Soul)