Deathcore yapan grupların zamanla deathcore’un bir boyunduruk olabileceğinin farkına vararak farklı sulara yönelmeleri, grupların dinamikleri ve kimyalarına bağlı olarak farklı sonuçlar ortaya çıkmasına neden oldu. CARNIFEX olaya black metalin melodik ve karanlık tarafını katarken LORNA SHORE ve SHADOW OF INTENT ise yine black metalin senfonik tarafından nemalanma yoluna gitti. THY ART IS MURDER deathcore’u death metalle yoğururken, AVERSIONS CROWN gibileriyse konunun teknik taraflarına eğilmesi seçti.
ALL SHALL PERISH gibi daha “günümüz” çerçevesine yakın müzik yapan bir grup veyahut Metal-Archives’ın metal kategorisinde değerlendirmediği FIT FOR AN AUTOPSY olaya farklı açılardan bakarken, yine aynı sitenin metal gözüyle bakmadığı SUICIDE SILENCE ise olaya tamamen radikal bir pencereden bakarak hayran kitlesinin sinir uçlarıyla oynama yoluna gitti; kimilerine göre iyi yaptı, kimilerine göre bitti.
Kesin olan, deathcore kavramının pek çok grup için -artık- yeterli olmadığı ve müziklerini bu alt türün çerçevesiyle sınırlı tutamadıkları. Türün önemli isimlerinden biri olan WHITECHAPEL da ilk dönemlerindeki vahşeti yavaş yavaş törpülemiş; kendi adını taşıyan albümleriyle epey gürültü kopardıktan ve sonrasında da hatırı sayılır işler yapmasına rağmen “The Valley” ile birlikte deathcore tarafını belirgin ölçüde ehlileştirmişti. ““Mark of the Blade”in vasatlığının üstüne “The Valley” bence mantıklı bir albümdü, lakin o albümde yolu yapılan şeylerin daha da öne çıkarılmasının grubun hayranlarından nasıl tepki göreceği epey büyük bir soru işaretiydi.
WHITECHAPEL’ın ilk haftasında en az satan albümü olan ve zamanında ABD’nin en çok satan ilk 10 albümünden birine imza atmış (“Our Endless War”) bir grup olan WHITECHAPEL’ın ancak 143. sıradan listeye girebilmesini sağlayan “The Valley”nin ardından karşımıza çıkan “Kin”de, WHITECHAPEL’ın “The Valley”de yaktığı mumları meşale düzeyinde suratımıza dayadığını ve herhangi bir pişmanlık veya mahcubiyet” yaşamadan devam ettiğini görüyoruz. “Kin” genel itibarıyla deathcore temelleri üzerinde otursa da içerisinde metalcore’dan TOOL’a, hatta rock nakaratlarına kadar pek çok şeyi barındıran bir albüm. Çeşitli basın yayın organlarında 6 ila 9 arasında notlar aldığını gördüğüm çalışma, belli ki tıpkı “The Valley” gibi zevkler ve yaklaşımlar çerçevesinde kabul edilecek, üzerinden ortak mutabakata varılmayacak bir albüm.
“Lost Boy”un 2.10-2.50’si arasında TOOL’a, en olmadı SOEN’e dönüşen WHITECHAPEL; Bozeman’ın Maynard maskesini taktığı bu kısımla “biz kendimizi dümdüz deathcore yaparak sınırlayamayız” ifadesini net şekilde ifade ediyor. Bununla da kalmayan grup, aralarda giren sert vokalleri çıkarırsak, “Anticure”da neredeyse sert bir NICKELBACK şarkısına imza atıyor. 3.01’de giren kısmı al bir NICKELBACK ya da herhangi bir rock grubunun albümüne koy al sana radyolarda çalınabilecek bir şarkı. “The Ones That Made Us” gibi görece deathcore karakterli bir şarkıda dahi daha steril; terörden, dehşetten uzak bir WHITECHAPEL görüyoruz.
Grubun müziğindeki tüm bu değişimin ve değişkenliğin sebeplerinden birinin, belki de birincisinin Phil Bozeman’ın geçmişinde yaşadığı sıkıntıları, travmaları, içinden çıkarmak istediklerini ifade etmek için deathcore’la sınırlı kalamaması olarak görüyorum. Ailesinden, çocukluğundan, yaşadığı üzüntü verici şeylerden bahsederken doğal olarak “RÖÖÖÖÖÖÖÖÖÖÖÖAAAAGGGGGKKHHHH!” diye böğürmektense başka bir ifade biçimi kullanmayı tercih edecektir. Şarkı söylemek, kederli vokal melodileri kullanmak isteyecektir. Dolayısıyla WHITECHAPEL’ın müziği de bu çerçevede evrilecek, değişecek, şekillenecektir. Burada gördüğümüz, tanık olduğumuz, tanıştığımız, iyi ya da kötü bulduğumuz pek çok fikrin kaynağının bu olduğunu ve WHITECHAPEL müziğinin ister istemez buna göre evrildiğini düşünüyorum. Sadece “History of Silent”a bakın. Sözleri okumasanız bile şarkının içinde barındırdığı duygusal yükü ifade etmek için bu şekilde vokaller, bu şekilde melodiler kullanılması gerektiğini fark edebiliyorsunuz. Şarkı isimlerine bir bakın; baştan sona geçmişe yönelik, çocukluğa atıflarda bulunan ve sıkıntılarla oluşturulmuş bir şarkılar bütünü. Bu yüzden de WHITECHAPEL’ın bu doğrultuda değerlendirilmesinin daha sağlıklı olacağını düşünüyorum. Bozeman’ın çoğumuzdan zor bir geçmişi olduğunu bilince, taşların yerine oturması o kadar da zor olmuyor.
Bilmeyenler için “The Valley”de yazdığım bir paragrafı buraya da yapıştırayım:
“10 yaşında babasını, 15 yaşında da annesini kaybeden Bozeman, albümü sıkıntılı çocukluğu üzerine kuruyor. Kişilik bozukluğu yaşayan alkolik annesinin, babaları öldükten sonra belden aşağısı felçli bir adamla evlenmesi ve kısa süre sonra bu adam aracılığıyla kokain müptelası olması ve ölmesi, doğal olarak Phil’in tüm hayatını altüst etmiş. Sonradan annesinin günlüğünü bulan Phil, misal annesinin bir cadının bir şeytanın tecavüzüne uğradığını gördüğüne dair yazdığı satırlardan yola çıkarak albümün ilk şarkısının sözlerini yazmış. “When a Demon Defiles a Witch”, aynı bu şekilde annesinin günlüğünde geçen bir ifadeymiş.”
Tabii tüm bunların dinleyici tarafında bir şey ifade edebilmesi için müzikal anlamda tatmin edici bir şey sunabilmeleri gerekiyor. “Kin”e yönelik “rock gibi”, “deathcore’la alakası yok” gibi yorumlar bir eleştiri olarak düşünülmeli mi, bu elbette ki göreceli bir konu. Sonuçta ortaya çıkan müzik iyiyse, yaratıcıysa, dinleyen kişiyi tatmin ediyorsa WHITECHAPEL isterse Anadolu rock etkili deathcore yapsın, isterse müziğine Ekvator Ginesi’nden yerel ezgiler entegre etsin. Bir dinleyici olarak WHITECHAPEL’ın “Kin”de samimi bir müzik sunduğunu ve tıpkı “The Valley”de olduğu gibi “Kin”i de bir araç olarak görerek içindekileri dökme yoluna gittiğini düşünüyorum. Bunu görmek için grubun Instagram’da yaptığı teaser paylaşımlarına bakabilirsiniz. O videoda “The Valley” kapağına zoom yapılıyor, kapaktaki gözbebeğinin içine giriliyor ve o karanlığın içinden “Kin”in kapağı çıkıyor. Yani iki albümün bağlantılı olduğunu grup zaten kendisi ifade etmiş oluyor.
Türlerin sınırlarının kalktığı ve herkesin çok daha geniş bir ilham ve müzikal anlayış çerçevesinde hareket ettiği günümüzde, içten ve iyi şekilde yapıldığı takdirde bir grubun “ama alıştığımız kadar sert değil” şeklinde eleştirilmesini anlamsız buluyorum. Denebilir ki OPETH’e demediğini bırakmıyorsun, pek çok grubu “o eski hâlinden eser yok şimdi” diye eleştiriyorsun. Aynen öyle yapıyorum, ama o eleştirilerin hiçbirinin temelinde sadece sertlikten uzaklaşma, sadece müzik türünü değiştirme yer almıyor. O eleştirilerim samimiyetsizlik, kendinden başka bir şey olmaya çalışma, güçlü yanlarını yok sayıp başkalarına benzemeye çalışma gibi daha derin hayal kırıklıkları neticesinde ortaya çıkıyor. Bu yüzden de tıpkı “The Valley”ye verdiğim gibi bu albüme de düşük bir not vermiyorum. “Kin”in üçte birine yakını rock, hatta radyoda çalınabilecek rock olsa ve sertlikle “piyasa şarkı” karakterleri iç içe kullanılmış olsa da ben grubun niyetinin iyi olduğuna inanıyorum. Saf deathcore dinlemek istersem 1 saniye içinde açabileceğim bir dolu grup var, varsın WHITECHAPEL da istediği türde kalemi kâğıdı kullanarak içini döksün.
Kadro Phil Bozeman: Vokal
Alex Wade: Gitar
Ben Savage: Lead gitar
Zach Householder: Gitar
Gabe Crisp: Bas
Alex Rüdinger: Davul
Şarkılar 1. I Will Find You
2. Lost Boy
3. A Bloodsoaked Symphony
4. Anticure
5. The Ones That Made Us
6. History Is Silent
7. To the Wolves
8. Orphan
9. Without You
10. Without Us
11. Kin
albümü kötü bulmamakla birlikte The Valley kadar baştan sona tekrar tekrar döndüresim gelmedi.
içerisinde güzel parçalar var. döndüre döndüre tekrarlayarak dinlemekten hoşlandığım kısımlarda var ama bütüncül bir biçimde bakınca önceki albüm kadar kendisine hasta etmedi diyebilirim.
önceki albümde sertlik dozajı ilk defa ciddi biçimde törpülenip clean vokaller, sağlam melodiler ve hafif ritimler ön plana çıkarken bu albümde ikisi birden daha da törpülenmiş.
valley’i seven bunu da fena bulmaz diye düşünüyorum. ancak geçmişteki ilk albümlerinden beri grubu takip eden eski fan kitlesi hayalkırıklığına da uğrayabilir.
A Bloodsoaked Symphony şarkısı dışında albüm leş bana göre . The Valley albümünde When a Demon Defiles a Witch şarkısı dışında yine albüm leş gibiydi . Tamam Phil in psikolojisi, geçirdiği çok kötü ve trajik çocukluğunu da anlıyorum ama bu yine de son iki albümünün çok kötü olduğu gerçeğini değiştirmez (bana göre). Tamam abi Deathcore un belli sınır ve kalıplarına bağlı kalmadan türü geliştirmek ve olabildiğince sınırları genişletmek istiyorsunuz belki lakin bu kadar da cıvıklaşıp eşşeğin damına gül suyu dökmeye de gerek yok ki ağabey . Bak Lorna Shore’a , Slaughter To Prevail’e , Thy Art Is Murder’a , Fit For An Autopsy’e onlarda türün kalıplarına mahkum kalmadan gayet güzel hayvan gibi sert gitar ve davullar , hala bel ,boyun ve sırt kıran hayvan gibi breakdownlar, canavar gibi vokallerle gönlümüzü birer birer fethediyorlar. Demek ki olabiliyormuş aga. Ama Whitechapel, suicide silence , carnifex (world war x ve son albümü ) , vb gruplar böyle cıvıklaşma yoluna gitmekten başka çareleri yok demek ki , yada müzisyenlik seviyeleri buraya kadar yada ellerinde pek element kalmadı deathcore yapabilmek için onlarda böyle işi cıvtmaya ve kendini tekrara götürdü . Umarım kendisini düzeltirler diyorum .
Böyle bir çocukluk yaşamış birinin zaten samimiyetsiz olması mümkün değil. Avenged Sevenfold’un So Far Away şarkısı ne kadar samimiyse bu adamın müziği de o kadar samimidir.
Bu adamlar 2014′teki OEW ile zaten ne menem bir grup olacaklarının sinyallerini vermişti ve aslında bayağı keskin bir şekilde de deathcore ile ilişiklerini kestiler. Şahsen senelerden beri bu grubu deathcore ile bağdaştıramiyorum.
Öte yandan “deathcore bitti zaten kısıtlı bir janra” yorumları gerçekten üzüntü verici derecede komik. Kritikte bahsi geçen sözde deathcore’un umutsuzluğunu farkedip farklı sulara yelken açan gruplar zaten bu scene’nin superstarları ama malesef özlerinde plak şirketlerinin maaşlı elemanlarından başka bir şey değiller.
Hali hazırda geniş kitlelere ulaşamamış ama deathcore gibi deathcore yapan gruplar bayrağı muazzam bir şekilde taşıyorlar. Büyük grupların icra ettiği tarzlar kendi kariyerlerini etkiler, deathcore türünü değil.
Phil’in hayat hikayesini falan bilmeden bile albümü dinleyen biri öylesine yazılmış şarkılar olmadığı az çok anlar bence. Müziğinden sözlerine kadar ben açıkcası çok beğendim. Belki de olayı bildiğim için bana böyle geliyordur ama çok samimi bir hissi var albümün. Anlat abi derdini anlat da dinleyelim diyesi geliyor insanın.
albümü kötü bulmamakla birlikte The Valley kadar baştan sona tekrar tekrar döndüresim gelmedi.
içerisinde güzel parçalar var. döndüre döndüre tekrarlayarak dinlemekten hoşlandığım kısımlarda var ama bütüncül bir biçimde bakınca önceki albüm kadar kendisine hasta etmedi diyebilirim.
önceki albümde sertlik dozajı ilk defa ciddi biçimde törpülenip clean vokaller, sağlam melodiler ve hafif ritimler ön plana çıkarken bu albümde ikisi birden daha da törpülenmiş.
valley’i seven bunu da fena bulmaz diye düşünüyorum. ancak geçmişteki ilk albümlerinden beri grubu takip eden eski fan kitlesi hayalkırıklığına da uğrayabilir.
7 uygun bir not.
A Bloodsoaked Symphony şarkısı dışında albüm leş bana göre . The Valley albümünde When a Demon Defiles a Witch şarkısı dışında yine albüm leş gibiydi . Tamam Phil in psikolojisi, geçirdiği çok kötü ve trajik çocukluğunu da anlıyorum ama bu yine de son iki albümünün çok kötü olduğu gerçeğini değiştirmez (bana göre). Tamam abi Deathcore un belli sınır ve kalıplarına bağlı kalmadan türü geliştirmek ve olabildiğince sınırları genişletmek istiyorsunuz belki lakin bu kadar da cıvıklaşıp eşşeğin damına gül suyu dökmeye de gerek yok ki ağabey . Bak Lorna Shore’a , Slaughter To Prevail’e , Thy Art Is Murder’a , Fit For An Autopsy’e onlarda türün kalıplarına mahkum kalmadan gayet güzel hayvan gibi sert gitar ve davullar , hala bel ,boyun ve sırt kıran hayvan gibi breakdownlar, canavar gibi vokallerle gönlümüzü birer birer fethediyorlar. Demek ki olabiliyormuş aga. Ama Whitechapel, suicide silence , carnifex (world war x ve son albümü ) , vb gruplar böyle cıvıklaşma yoluna gitmekten başka çareleri yok demek ki , yada müzisyenlik seviyeleri buraya kadar yada ellerinde pek element kalmadı deathcore yapabilmek için onlarda böyle işi cıvtmaya ve kendini tekrara götürdü . Umarım kendisini düzeltirler diyorum .
Şu core muhabbetini nefret ettiğim kadar başka hiçbir şeyden nefret etmiyorum. Hayvan gibi death yapmak varken nedir core more falan filan fıstık.
Böyle bir çocukluk yaşamış birinin zaten samimiyetsiz olması mümkün değil. Avenged Sevenfold’un So Far Away şarkısı ne kadar samimiyse bu adamın müziği de o kadar samimidir.
Bu adamlar 2014′teki OEW ile zaten ne menem bir grup olacaklarının sinyallerini vermişti ve aslında bayağı keskin bir şekilde de deathcore ile ilişiklerini kestiler. Şahsen senelerden beri bu grubu deathcore ile bağdaştıramiyorum.
Öte yandan “deathcore bitti zaten kısıtlı bir janra” yorumları gerçekten üzüntü verici derecede komik. Kritikte bahsi geçen sözde deathcore’un umutsuzluğunu farkedip farklı sulara yelken açan gruplar zaten bu scene’nin superstarları ama malesef özlerinde plak şirketlerinin maaşlı elemanlarından başka bir şey değiller.
Hali hazırda geniş kitlelere ulaşamamış ama deathcore gibi deathcore yapan gruplar bayrağı muazzam bir şekilde taşıyorlar. Büyük grupların icra ettiği tarzlar kendi kariyerlerini etkiler, deathcore türünü değil.
Phil’in hayat hikayesini falan bilmeden bile albümü dinleyen biri öylesine yazılmış şarkılar olmadığı az çok anlar bence. Müziğinden sözlerine kadar ben açıkcası çok beğendim. Belki de olayı bildiğim için bana böyle geliyordur ama çok samimi bir hissi var albümün. Anlat abi derdini anlat da dinleyelim diyesi geliyor insanın.