Polonya’dan çıkan ve isimsiz kahramanlardan oluşan bir diğer grupla beraberiz bugün. Kimlikleri belirsiz, grubun ne zaman kaç kişi tarafından kurulduğu belirsiz. Tek bildiğimiz death/black metal yapıyorlar ve epey de iyi yapıyorlar.
CODEX NERO’a selam durun. Her ne kadar selamınızı alacak bir muhatap bulamayacak olsanız da Polonya havasına aşina, death/black metale de sevdalıysanız burada sizi ilgilendirecek şeyler olması kuvvetle muhtemel.
CODEX NERO’ya dair tek bilgimiz bundan bir ay kadar önce ilk albümünü çıkarmış olması. Grup elemanları dinlediğimiz başka gruplarda çalıyor mu, bu bir grup mu yoksa tek kişilik proje mi gibi hayati sorular bile şu noktada cevapsız kalıyor.
O yüzden biz bu detaylarla vakit kaybetmeden elimizdeki esas, somut şeye odaklanarak “The Great Harvest of Death” bize ne sunuyor ne vadediyor ona bakalım. Kimliksiz ve Polonyalı deyince pek çoklarının aklına doğal olarak MGŁA gelebilir. MGŁA hem imajı hem de müziğiyle taklit etmesi çok çekici bir noktada durduğundan GROZA (Alman olan) gibi tüm karakterini MGŁA üzerine inşa eden pek çok grup mevcut. Diğer bir kimliksiz/yarı kimliksiz oluşum olan DEATHSPELL OMEGA da black metalin 2000 sonrasındaki en ilham verici grubu unvanını hakkını vererek almış durumda. Ortalık gerçekten de DsO klonu gruptan geçilmiyor ve 10-15 saniye düşündüğümde aklıma en az 4-5 isim dezonant esintiler eşliğinde geliveriyor.
CODEX NERO bu ikisine de bulaşmıyor. Elbette ki black metal yaptıkları için belli bir kesişim kümesi var ancak adamların revaçtaki bir furya (FURIA?) peşinde koşmadıkları da ortada. Yaptıkları death/black metal, karanlık bir perde altında dönen çeşitli dolaplardan meydana geliyor. Bir kere grup pek aceleci bir profil çizmiyor. İlk şarkıdan itibaren CODEX NERO’nun bir atmosfer peşinde olduğunu görebiliyoruz. Buradaki kasıt atmosferik black metal değil, yaptıkları müziğe belli bir kimlik, genel hava katmak anlamında.
Polonyalı olmalarına rağmen Fransız türdaşlarıyla da dirsek temasında bir havaları olduğunu söyleyebilirim. Açıkçası grubu dilerken kafamda “şunu seven bunu da sever” gibi bir düşünce oluşmadı, lakin acısıyla, şiddetiyle, yeri gelince melodisiyle, kısacası death/black metali geniş bir perspektiften ele almasıyla grubu birtakım oluşumlara yakınsak bulduğum da oldu elbette. Misal geçen sene çıkan başarılı albümü “Utopian Deception”la adından söz ettiren uluslararası oluşum THE COMMITTEE. Misal 2019’un en önemli black metal olaylarından biri olan DRASTUS – “La Croix de Sang” ve yine o yılın şahanelerinden AORATOS – “Gods Without Name”. Bu gibi daha atmosferik, derinlikli ve emiş gücü yüksek albümlerdekine benzer bir kimliği “The Great Harvest of Death”te de bulabiliyorum. Diğer yandan “Transmutations Code”da olduğu gibi IMMORTAL’vari arpejlere girdikleri de oluyor, MĀNBRYNE – “Heilsweg: O udręce ciała i tułaczce duszy” benzeri özgünlüklere de.
Albümün artıları arasında bu acele etmeyen, demlenerek ilerleyen ağır başlı yapı varken, kimilerine göre albümün eksileri arasında da bu acele etmeyen, demlenerek ilerleyen ağır başlı yapı olabilir. Albüm, yukarıda adını andığım “Transmutations Code”daki gibi pek de bir yere varması için kasılmayan ve neredeyse sürüncemede denebilecek kasıtlı monotonluklar da barındırıyor “The Unborn Spirit Awakens” gibi daha konvansiyonel diyebileceğimiz black metal fikirleri de. Ne taraftan baktığınıza bağlı olarak albümü derinlikli ve oturaklı da bulabilirsiniz tekdüze ve lineer de. Bu gerçekten zevke göre değişebilecek bir şey; şahsen iki tarafa da haklı ya da haksız diyemem. Eğer aradığınız şey, örneğin PROSCRIPTION’ın “Conduit”te yaptığı türden bir şeyse, o albümdeki “I, the Burning Son”ın 1.36′sında giren rifi gibi kuduz, zehirli rifler bulma çabanız çok da tatmin edici sonuçlar vermeyebilir. Diğer yandan black metalin kederli, yürek yakan tarafı ile death metalin tavizsiz ayılığının bir potada erimesi sizde çeşitli hareketlenmeler yaratıyorsa, yine yukarıda adı geçen “The Unborn Spirit Awakens” veya “Terra Nullius” tam aradığınız şey olabilir.
Denge açısından baktığımda “The Great Harvest of Death” gerçekten de gidip gelen bir albüm. İçinde “Spiritual Hibernation” ve “Misanthropy” gibi son derece kötücül, agresif ve habis şarkılar da var “Khaos Vortex” ve “Transmutations Code” gibi son derece köşeli, patlama yapmaktan itinayla kaçınan ve sündürdükçe sündüren yapıtlar da. Bu yüzden bu albüm gerçekten de biraz öznel, sübjektif bir noktada duruyor diye düşünüyorum. “The Great Harvest of Death”i yaklaşık 10 defa dinledim. Bazı dinlemelerimde çok çok iyi olduğunu ve bazılarında da ancak ortalamanın az üstü olduğunu düşünüyorum. Bazı şarkılarda pek bir şey hissedemezken, kimilerinde ise tüm insanlığın çığlık çığlığa yok oluşu beliriyor gözümde. Bu yüzden sanki bu albümün birkaç notu var. Kimi için 7, kimisine 8 kimisine 9 olabilir. Ben kendi perspektifimden bir seçim yapıyorum, ama asla “bu albümün hakkı olan not da bu” demiyorum. Bence “The Great Harvest of Death”i dinleyin ve CODEX NERO’yla tanışın. Pişman olma ihtimaliniz, güzel bir şeyler bulma ihtimalinizin yanında devede kulak.
Türü seviyorsanız bence “Spiritual Hibernation” ve “Misanthropy”yi kesin dinleyin, gerisine siz karar verin.
Normalde böyle “acele etmeyen, demlenerek ilerleyen ağır başlı yapı” benim için bir eksi olur ama bu sefer tam aksine bayıldım. Yaratmak istedikleri ortamı hissediyorsun dinledikce. Ne kadar ağır başlı gitseler de sıkıntıya sokacak kadar da uzatmıyorlar, hemen araya bir riff falan sıkıştırıp kendine getiriyor insanı.
Polonya dediniz geldik.
spiritual hibernation başlayınca besmele çekiyorum.
Normalde böyle “acele etmeyen, demlenerek ilerleyen ağır başlı yapı” benim için bir eksi olur ama bu sefer tam aksine bayıldım. Yaratmak istedikleri ortamı hissediyorsun dinledikce. Ne kadar ağır başlı gitseler de sıkıntıya sokacak kadar da uzatmıyorlar, hemen araya bir riff falan sıkıştırıp kendine getiriyor insanı.