Ekim 2018. Üşenmedim sizin için Spotify’ın telefon uygulamasından, eski adıyla Bishop of Hexen, yeni adıyla The Bishop of Hexen’i ne zaman takip ettiğime baktım ve gördüğüm sonucu hemen yazdım.
Metal müzikle tanışmamın üstünden neredeyse çeyrek asır geçecekken daha dinlemediğim, kült statüsünde işler olduğunu biliyor ve bunları dinlememiş olmanın haklı azabını yaşıyorum. Bir yanda yeni çıkan albümler, diğer yanda bekleyen eskiler, öteki tarafta ilgi duymaya başladığım elektronik tabanlı eciş bücüş müzikler, beriki tarafta 1980’ler smooth caz eserleri… İnanın, hangi müziğe nasıl zaman ayıracağımı şaşırdım.
Önceki paragrafın başında söz ettiğim bu kült mertebesindeki işlerden hangilerini dinlediğimi, hangilerini dinlemediğimi ise çeşitli listeleri kendimce kontrol ederek öğrenmeye çalışıyorum. 2018’in ekim ayında şimdi anımsamadığım bir yabancı sitede denk geldiğim “Mutlaka dinlemeniz gereken black metal albümleri” tadındaki listede boy gösteriyordu The Bishop of Hexen. Albümüyse 2006 çıkışlı “The Nightmarish Compositions” idi. Özet geçiyorum, dinledim ve listeye hak verdim. Ama liste biraz eksikmiş bence zira bu heriflerin deneysellikten ve ilginçlikten ölüp biten 1997 çıkışlı ilk albümleri, ufak tefek prodüksiyon sorunlarına karşın çok ama çok daha iyiymiş. Sözün özü, metal müziği 6 yaşımdan beri dinlemediğim gibi The Bishop of Hexen’i de öyle onlarca yıldır tanıdığım yok, sizi hiç gargaraya getirmeyeceğim.
Adını andığım, kritiğini yaptığım ya da takip etmeye başladığım grupları, yeniden toplanma veya yeni albüm hazırlama konusunda bir şekilde tetiklediğimi düşünüyorum. Bunun çok sayıda örneği var, yazmaktan hakikaten usandım ama bunlara The Bishop of Hexen ile bir yenisi eklendiğini de kıvançla söyleyebilirim. Şöyle ki, herifler son albümlerini 2006’da, son EP’lerini ise 2012’de çıkarmışlar. Kendilerini takibe almamın yaklaşık ikinci yılında ise EP bakımından 8, albüm açısından 14 yıllık sessizliklerini bozmuş oldular.
Pek gündemde olmayan, yapıp ettikleri buralarda da konuşulmayan gruplardan The Bishop of Hexen, aslına bakarsanız epey köklü bir oluşum. 1994’te kurulan İsrailli grup, senfonik black metalle uğraşıyor. Yalnız grubun talihsizliği de burada başlıyor çünkü ilk demolarını ve albümlerini yayımladıkları 1990’ların ikinci yarısında zaten black metal dünyasında çok acayip fırtınalar kopuyordu. Başka albüm kritiklerinde bu sıralamaları birkaç kere yaptığım için tekrara düşmemek için şu grubun bu albümü, bu grubun şu albümü çıktı demeyeceğim. Lakin, az önce de söylediğim gibi ilk albümün içerdiği harika parçalar, azıcık acemice prodüksiyona kurban gidince, nispeten daha üretken olan ve black metal parçası yapmak, onlar için çay demlemek kadar olağan bir durum sayılan Kuzey Avrupalı müzisyenlerin işleri, hâliyle daha fazla ön plana çıktı. Bu ve benzeri gerekçeler, The Bishop of Hexen’in bilinirliğini baltaladı ki bakın, bu işlerle haşır neşir olan ben bile iki sene öncesine kadar grubu tanımıyordum.
İlk iki albümde biraz teknik yetersizlikler, biraz da dönemin şartları bunu gerekli kıldığı için klavye destekli senfonik unsurlardan gücünü alarak şarkılarını şekillendiren The Bishop of Hexen, son albümleri “The Death Masquerade”de daha olgun bir sound eşliğinde, daha gerçekçi -muhtemelen VST- senfonik ögelerle hayal ettiği müziği gerçeğe dönüştürüyor. Hatta bilemediğim bir nedenden ötürü, daha evvel yayımladıkları bazı parçaların da güncel sürümlerini, zaman zaman nota değişimleriyle zaman zaman aynı notalarla icra etmek suretiyle bu albüme ekliyor.
Albümü dinlemeye başladığımda dikkatimi çeken ilk nokta, grubun değişen sound’unun çılgınlıklarını ve bana sorarsanız yaratıcılıklarını silip süpürdüğü. Evet, ortada profesyonelce hazırlanmış bir eser var ama bestelerin tekdüzeliği, daha ilk parçalardan itibaren dinleyeni öyle bir işitsel cendereye sokuyor ki “Ben şu an ne yapıyorum?” gibi, bir black metal albümü dinlerken akla dahi gelmemesi gereken sorular, birdenbire önce zihne sonra dile geliyor. Albümün tamamını bu acımasız ifadelere muhatap kılıyor değilim elbette, yapım içerisinde ilgi çekici anlar, üzerine çok çalışıldığı belli sololar var fakat elde ettiğim toplam işitsel deneyim, o kadar da çarpıcı değil. Paragrafın başlarında dile getirdiği beste tekdüzeliklerinin üstesinden, senfonik ögelerin, başkalarına göre çok sanatsal, bana göre şişirme partisyonlarıyla gelinmiş. Hayatımda hiç klasik müzik eseri dinlememiş olsam, hayatımda hiç senfonik metal dinlememiş olsam, hayatımda hiç senfonik black metal dinlememiş olsam, bir yerlerde yanlış bir şeyler olduğunu fark etmeyebilirim. Ama karşımızda öyle anıt albümler var ki -mesela “Puritanical Euphoric Misanthropia”, mesela “In Abhorrence Dementia” (yazarken A Venomous Kiss of Profane Grace kafamda çalmaya başladı bile)- ve bu albümler, öyle uzun zaman önce yapıldı ki “Artık bunların aşılması gerekmiyor muydu?” diye sormadan edemedim “The Death Masquerade” dinlerken.
Böyle başlayıp tatsız cümlelerle örülü paragraflar sıralayabilirim çünkü adını, kendi imzasını taşıyan albümlerle “Mutlaka dinlemeniz gereken black metal albümleri” kıvamında listelere verebilen The Bishop of Hexen’in potansiyelini, geçen bunca zamandan sonra kullanamadığını düşünüyorum. Adamların bundan çeyrek asır evvel yaptıklarına bakıyorum, bir de şimdikine bakıyorum, hakikaten olacak iş değil. Keşke VST programlamanın yarısı kadar mesaiyi besteleri iyileştirmeye harcasalardı.
Her şerde bir hayır vardır sözünden hareketle “The Death Masquerade”den bahsederken grubun bundan yıllar önce yaptığı albümlere de değinmiş oldum. En azından böyle de bir grup olduğunu, bu grubun eskiden harika işler yaptığını artık biliyorsunuz. Şayet ölümüne senfonik black metal dinleyicisiyseniz “The Death Masquerade”den sizin de payınıza düşen güzel anlar olacaktır, hatta yapımın tamamını bile sevebilirsiniz fakat bu albümün beni pek açtığını söyleyemeyeceğim.
Kadro Lord Koder: Vokal, davul
Ariel Eshcar: Lead gitar
Avicious: Ritim gitar, bas
Dimrost: Klavye
Şarkılar 1. Catacumba Essentia
2. A Witch King Reborn
3. Of Shuttering Harps & Shadow Hounds
4. Death Masks
5. All Sins Lead to Glory
6. The Jester's Demise
7. A Thousand Shades of Slaughter
8. Sine Nomine
@koca, başlığı ben yazı içinden çekip ben attım. Başlıklar 12 yıldır PA’nın alametifarikalarından biri ve yazılara ilgi çekme amacı taşıyorlar. Albümü 1 cümlede özetleyelim, ana fikri hap şeklinde verelim gibi bir işlevleri yok.
@Ahmet Saraçoğlu, Cümlenin nerede olduğundan ziyade içerdiği olumsuz anlam ile verilen not arasında uyumsuzluk olduğunu düşünüyorum. Cümlenin başlıkta ya da yazı içinde olması bu uyumsuzluğu ortadan kaldırmıyor bence. Teşekkürler yine de…
… ve bu başlığa rağmen 6/10 alıyor. İnşallah öğretmensinizdir ve notunuz böyle boldur yorumcu kişi…
18.12.2020
@koca, başlığı ben yazı içinden çekip ben attım. Başlıklar 12 yıldır PA’nın alametifarikalarından biri ve yazılara ilgi çekme amacı taşıyorlar. Albümü 1 cümlede özetleyelim, ana fikri hap şeklinde verelim gibi bir işlevleri yok.
18.12.2020
@Ahmet Saraçoğlu, Cümlenin nerede olduğundan ziyade içerdiği olumsuz anlam ile verilen not arasında uyumsuzluk olduğunu düşünüyorum. Cümlenin başlıkta ya da yazı içinde olması bu uyumsuzluğu ortadan kaldırmıyor bence. Teşekkürler yine de…