Bir insanın yaşayabileceği en zor durumlardan birinin içindeki hisleri dışarı dökememesi olduğunu düşünüyorum. Hayatımın çeşitli dönemlerinde bunu yaşadığım anlar, durumlar, olaylar oldu. Çok ama çok fazla şeyi kendi içimde yaşamam gereken, başka türlü bir seçeneğin olmadığı, her şeyle sadece tek başıma mücadele etmek zorunda olduğum, olan bitenlere inanamadığım hâlde kimseden yardım isteyemediğim, hislerimi başkalarıyla paylaşma şansımın olmadığı, her şeyin gün geçtikçe katlanarak daha da kötüye gittiği, birbirinden kötü iki olumsuz ihtimal varken hiç akla gelmeyen üçüncü ve çok daha korkunç bir seçeneğe mahkûm olduğum, kalbimi yerinden söküp aort damarımdan tutarak yerden yere vurmak istediğim zamanlar oldu…
Bazen bu tür durumlar, yaşanan zorluğun, içinden çıkılamayan sıkıntının da üstüne taşıyor ve insanın üstünü kaplayan, ucu bucağı belirsiz bir örtü gibi her şeyi karanlığa, ümitsizliğe, anlamsızlığa gömebiliyor… Nefes almanızı engelliyor…
Artık nefes almak istememenize neden olabiliyor.
Bu gibi müzikler insanı ister istemez o zamanlara, o anlara götürüyor. Adı 40 WATT SUN olsun ya da olmasın, “Little Weight” adıyla sunulsun ya da sunulmasın; bazı müzikler bazı şeyleri tetikliyor. Bunu sağlayan şey belki nostalji, belki melankoli, belki minör gamların sizi davet ettiği derinliğin çekiciliği, belki de sadece notalarla yaratılan bu tablolarla kurduğunuz empati oluyor.
40 WATT SUN 2016’da çıkardığı “Wider Than the Sky” ile bana bu duyguları yaşatmayı başarmış, dertsiz zamanlarıma dert katmış, sonrasında durduk yere zarar görmemek adına kendisini dinlemek istemeyeceğim düzeyde içselleştirdiğim bir noktaya gelmişti. “Perfect Light”la bunu başaramadılar. Her zaman olacak diye bir kaide yok. Sonuçta keder, melankoli fazlasıyla öznel bir şey ve neyin kimi duygulandıracağı birçok şarta ve nedene göre değişiyor.
Müzik ve keder kavramlarını yan yana koyduğumuzda, belki de müziğin insana verdiği duygular özelindeki en ayrıksı örneklerle karşılaştığımızı söyleyebiliriz. Tempolu şeyler türüne bakılmaksızın insanların genelini harekete geçirebiliyor, ihtişamlı müzikler yine türünden bağımsız birilerini coşturabiliyorken, konu üzülmek olduğunda durum büyük oranda kişisel beğenilere ve şartlanmışlıklara indirgeniyor. Bazısı arabesk dinleyip parçalanırken bazısı arabeski gülünç buluyor, kimisi türkülerle gözyaşı dökerken kimisi için türküler hiçbir şey ifade etmiyor. Bazısı Sezen Aksu dinleyip ağlama komasına girerken, bazıları ise Sezen Aksu çalan radyonun yanında duran vazodan hallice etkileniyor.
Bazısı için 40 WATT SUN, KATATONIA, AGRYPNIE, DAYLIGHT DIES, AUSTERE, BETHLEHEM, LIFELOVER gibi şeyler müzik olarak bile değerlendirilmezken, kimileriyse sadece bu tür grupların yüzü suyu hürmetine hayatta kalıyor…
İşte bu son gruba dâhil olan talihsiz çocuklar olarak bizler de 40 WATT SUN’ın bize hissettirmeye karar verdiği şeyleri hissetmek için buradayız. Patrick Walker ve arkadaşlarının insafına kaldığımız yeni albümleri “Little Weight”te grubun “Perfect Light”ın bence açık şekilde üstüne çıktığını söyleyebiliriz. Albümü birkaç haftadır dinliyor ve yazının başında bahsettiğim duyguları gereğinden fazla canlandırması dolayısıyla bu incelemeyi bir an önce yazıp albümden uzaklaşmayı iple çekiyordum. Hatta yazının sonuna gelmek üzere oluşumuzdan da gördüğünüz üzere albümü derinlemesine tahlil etme niyetim bile yoktu. Dinlemeli, yazmalı ve uzunca bir süreliğine hayatımdan çıkarmalıydım. Çünkü canımı yakıyordu. Çünkü şu an ihtiyacım olan şey bu değildi.
Tabii bakınca, bu durum, yani bir müziğin size hissetmek istemediğiniz bazı şeyleri hissettirmesi, hatırlamak istemediğiniz bazı şeyleri hatırlatması ve sizin de tüm bunların önüne geçememeniz, esasında çok az sayıda grubun, müzisyenin, albümün, şarkının başarabileceği bir şey. “Little Weight” bunu belki “Wider Than the Sky” kadar güçlü ve can acıtıcı şekilde yapmıyor, ancak bir noktaya kadar gayet iyi yapıyor.
Hele bir de yazının başında bahsettiğim gibi bir dönemdeyseniz, işte o zaman…
İşte bu zaman…