10 yılı aşan bir süreden sonra herkese kritik sayfalarından merhaba. Son günlerde siteyi ele geçiren, kasıp kavuran, dumandan nefessiz bırakan, daha da keyiflenelim diye insanların kendini merdiven altı bölmelere kapattığı stoner şölenine ben de kayıtsız kalamadım ve çok alakasız bir iş için bilgisayar başına oturduğum anda kendimi, 12 yıl önce On Fire kritiğinin son cümlesinde söz verdiğim üzere tüm zamanların en iyi yan projelerinden Spiritual Beggars’ın, çok kuvvetli bir nefesle tüm zamanların en iyi stoner metal albümlerinden birini suratlara tek seferde üflediği Ad Astra’nın başlığını atarken buldum. Şunu asla unutayın ki arkadaşlar, sözümü her zaman tutarım. Sadece biraz zaman alabilir….
Carcass’ın iki hayvani albümü Necroticism ile Heartwork arasında tohumları atılan, özellikle Heartwork yazımı esnasında, melodik tarafı daha da önce çıkan riflerin Amott’un kafasında çaktırdığı şimşeklerle grubun karakterinin şekillendiğini tahmin ettiğim Spiritual Beggars, Amott’un yanında o zamana kadar pek adı sanı duyulmamış davulcu Ludwig Witt ve vokalist Spice ile birlikte kurulduğunda, muhtemelen Amott’un bir diğer yeni projesi Arch Enemy’ye kıyasla yan proje olmaktan öteye gitmeyeceği ve sadece kafalarına göre takılacakları öylesine bir grup olarak düşünülüyordu. Nitekim bir manada böyle de oldu. Arch Enemy, iyi veya kötü dünyanın en meşhur gruplarından birine dönüşürken, Spiritual Beggars ise beklenmedik bir şekilde kült bir dinleyici kitlesine sahip oldu ve Arch Enemy’nin aksine çok daha saygı duyulan, hakkında kötü yoruma denk gelmenin zor olduğu bir gruba dönüştü. Bu manada bir projesi yerden yere vurulan, aynı anda götürdüğü diğer projesi de yere göre sığdırılamayan Michael Amott da enteresan bir kariyere imza atmış oldu.
Müzikal karakterini genel olarak vokalistlerine göre şekillendiren bir grup olarak Spiritual Beggars’ın kariyerini üç farklı döneme ayırabiliriz: Spice’ın ismiyle müsemma baharat gibi sesiyle şekillenen ilk “çamur dönem”, ardından gelen vokalist JB’nin Grand Magus’ta da gösterdiği üzere daha “majestik dönem”, ve yine ardından gelen Yunan vokalist Apollo’nun yumuşak sesine daha uygun “kadife dönem”. Şu an uydurduğum bu dönemlerin çamur tarafında çıkan ilk üç albümde daha çok rif şov dinlerken, bu dönemin son albümü Ad Astra esnasında ise enteresan bir şey oldu, Michael Amott herhalde “ulan ciddi takılmıyoruz tamam ama aklıma acayip şeyler geliyo, durduramıyorum” diyerek grubun ciddiyet seviyesini bir tık daha artırdı, artan prodüksiyon kalitesi ve gruba eklenen klavyeci Per Wiberg’in de etkisiyle tüm gezegenler ve yıldızlar doğru açıyla hizalandı ve birden AD ASTRA diye bir şey çıktı ve anında tüm zamanların en klasik stoner metal albümlerinden birine dönüştü.
Bazı albümlerin daha ilk saniyeden “farklı bir şey dinleyeceksiniz” hissiyatı verdiği hepinizin malumu. İlk şarkı Left Brain Ambassadors’ta duyduğumuz davul ve bas yürüyüşüyle açılan Ad Astra’da da aynı “kemerleri bağlayın” hissi, ilk saniyeden başlıyor ve nadiren gördüğümüz bir şekilde TÜM ALBÜM BOYUNCA devam ediyor ve albüm bizi ensemizden yakaladığı gibi hiç bitmeyen bir ses duvarına soluksuz bir şekilde kafamızı çarpıyor. Gruba eklenen bir klavyeci, normalde grubun sound’unu biraz daha yumuşatır diye bekleriz, ancak burada tam tersine, zaten önceki albümlerde de kuvvetli olan rifleri daha da kuvvetlendirerek yumrukları sıkmamıza sebep oluyor. Sanki albüm sürekli etrafımızda dolaşarak başımızı döndürüyor ve betonluğuyla insanı serseme çeviriyor.
Michael Amott’u pek çok konuda eleştirebiliriz ancak bu janrada gösterdiği rifler ve şarkı trafikleri gerçekten mükemmel. Karşımızda genel olarak basit şarkı trafikleri var, ancak daha çok “vurucu bir rif göster, vokaller girince geri çekil ve altı doldur, nakaratlarda ve köprülerde tokadı bas, soloda da akıl al” mantığıyla ilerleyen albüm, ufak boşluklarda ya bas slide’larla ya da tomlara inen çekiçlerle yine kulak dolduruyor ve insan bu basitliği fark etmiyor bile. Bu rif seçimleri bazen Angel of Betrayal’daki gibi daha genele hitap etmesi adına daha basitleştirilmiş olabiliyor, ancak albümün genelinde türün gurmelerine hitap edecek üst düzey, nadiren karmaşık ancak genel olarak çok lezzetli riflerle karşılaşıyoruz. Özellikle köprülerde veya solo arkalarında çok enteresan rifler duyacağınızı söyleyebilirim.
Albümün yoğunluğundan ve dur durak bilmeden devam etmesinden bahsettik ancak insanın nefes alacağını zannettiği bazı ara duraklar yok mu, tabii ki var. 7 şarkı boyunca ses dayağı yedikten sonra, Angel of Betrayal’ın nakarat öncesi dışında ilk defa clean gitar duyduğumuz Until the Morning’de “oh be rahatladık” derken, birden bire Sabbath vari, son dönem Alice in Chains albümlerinde gördüğümüz ağırlıkta bir rif giriyor ve albüm yine üstümüze çöküyor. Ne demiştim, “nefes aldığımızı zannettiğimiz”. Maalesef bu albümde kulaklara ve ekşiyen suratlara rahat yok. En azından ritüel tadındaki kapanış şarkısı Mantra’ya dek.
Albümün iki ana odağından biri riflerden ve onu daha da yukarı çeken prodüksiyondan bahsetmişken, albümün asıl şov unsurlarından vokallere gelmeden bas ve davullardan da bahsedeyim. Spice’ın vokallerle birlikte götürdüğü baslar genel olarak yine kök notalarla rifleri yukarı çekerken, ara boşluklarda yaptığı slide’lar dışında çok göze batan bir iş yapmıyor, ki bu tarzda fazlasına da gerek yok. Davulda ise tam bir trampet ve tom sound’u şovu var. Her vuruş yumruk gibi tınlıyor ve sound’un gümbür gümbürlüğünün asıl unsurlarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Ludwig Witt’in albüm boyunca özellikle nakaratlarda crash’lere abanmasıyla da işitsel dayak tamamlanıyor.
Gelelim albümün riflerle birlikte asıl yıldızı vokallere. Yıllar boyu sömürdüğü sigara, şarap, viski ve bilimum yasa dışı maddeyle sesinde adındaki baharat tadını yakalayan Spice, neredeyse hiç şarkı söylemiyor, sadece bağırıyor ancak bu bile bir şekilde kulağa o kadar müzikal geliyor ki. Dış etmenlere maruz kalmamış sesinin, örneğin Phil Anselmo gibi çok güzel olduğu belli, ancak giderek hasar alan bu ses ilginç bir şekilde seviye atlamış ve kısa süreceği belli olan bu prime döneminde olabilecek en güzel albümlerden biriyle taçlandırılmış. Gerçekten bu albüm için biçilmiş kaftan ses rengiyle hem otoritesini ortaya koyuyor, hem de albümü çok daha yukarı çekiyor. Özellikle albümün ikinci yarısında riflerin daha da retrolaştığı Escaping the Fools, On Dark Rivers, The Goddess gibi şarkılarda vokallere daha fazla alan açılıyor ve Spice’ın çıplak sesini ilk ve son kez duyduğumuz Mantra ile tam bir Spice deneyimi yaşıyor ve albümü kapatıyoruz.
Maalesef çoğu klasik albümün kaderinde olduğu gibi, Spitiual Beggars da en vurucu albümleri Ad Astra’dan sonra kilit bir elemanını kaybetti ve vokalist Spice gruptan ayrıldı. Michael Amott’un doğru kararıyla, grup bir diğer ikonik vokalist JB ile çalışmaya devam etti ve grup neyse ki ivme kaybetmeden yoluna yine iki klasik albüm On Fire ve Demons ile devam etti, ancak aynı şeyi maalesef Spice için söylemek mümkün olmadı. Spiritual Beggars ile söylerken katıldığı Mushroom River Band ile iki çok iyi albüm çıkaran Spice, bu gruptan da ayrıldı ve daha sonra kendi gruplarıyla çok ses getirmeden kariyerine biraz sönük bir şekilde devam etmek zorunda kaldı. Ben kendi gruplarıyla çıkardığı albümleri de çok seviyorum, ancak Spiritual Beggars gibi bir canavarla karşılaştırınca kabul etmemiz gerekiyor ki, böyle bir ses çok daha fazla göz önünde olabilirdi. Potansiyelini tam manasıyla gerçekleştirememiş olsa da, böyle kült bir albüme sesini verdiği için yine de şanslıyız.
Geldik en sevmediğim kısım, kritik yazma paslanmasının en yoğun hissedildiği son bölüme. Ekstrem metalin hüküm sürdüğü sitemizde bir miktar farklı bir şey dinleyeyim diyorsanız, hem doğru hem de yanlış adrestesiniz. Doğru albüm, çünkü sadece 2000′lerde çıkmış en iyi stoner albümlerinden biri değil, genel olarak bu dönemde çıkmış en iyi albümlerden biriyle karşı karşıyasınız. Yanlış albüm, çünkü daha soft bir şeyler dinleyeyim, kafa dinleyeyim, biraz chill bir dönem geçireyim diyorsanız, çok yanılacağınızı söyleyebilirim. Her şarkının hastası olsam da tavsiye verecek olursam Left Brain Ambassadors, Sedated, Angel of Betrayal, Save Your Soul, On Dark Rivers ve normal versiyonda bulunmayan bonus şarkı Let the Magic Talk’u da özellikle önererek hepinize keyifli dinlemeler dilerim.
Kadro Spice: Vokal, bas, sözler
Michael Amott: Gitar
Per Wiberg: Org, mellotron, Fender Rhodes, grand piyano, armonika, geri vokal
Ludwig Witt: Davul
Konuk:
Fredrik Nordström: Klavye (13)
Christopher Amott: Slide gitar (10)
The Dirty Bunch: Alkışlar (10)
Camilla Henningson: Geri vokal (1)
Şarkılar 1. Left Brain Ambassadors
2. Wonderful World
3. Sedated
4. Angel of Betrayal
5. Blessed
6. Per Aspera ad Astra
7. Save Your Soul
8. Until the Morning
9. Escaping the Fools
10. On Dark Rivers
11. The Goddess
12. Mantra
Bu stoner/sludge/doom furyasına katıldığın için de ayrıca teşekkürler.
Ad Astra mükemmel bir albüm cidden. Demons’la birlikte en sevdiğim ve en çok dinlediğim SB albümü. Gruba aşina olmayanlar için SB hep önemli müzisyenler içeren bir grup. Bu albümde çalan Per Wiberg’i sonradan Opeth’le, davulcu Ludwig Witt’i de Shining’le gördük. Şu anda da Grand Magus davulcusu olarak devam ediyor.
Senin yokluğunda son albüm “Sunrise to Sundown”ı incelemiştim ama altına senden yorum gelmeyince Berca herhalde baya bi yoğun, yoksa SB albümünü yorumsuz bırakmazdı demiştim ahah
@nAhmet Saraçoğlu, eyvallah Ahmet, bana da bu kadar yıl sonra bir şeyler yazmak iyi geldi. Kritikte de dediğim gibi bunu sağlayan tamamen son günlerdeki stoner şenliği oldu, yoksa hiç aklımda yoktu, iyi ki yapmışsın böyle bir şeyi.
Ben de uzun uzun okumayı sevsem de 2024 yılında bu boyutta kritikler olumlu bir karşılık alır mı bilemediğim için olabildiğince kısa tutmaya çalıştım ama site formatında görünce fark ettim ki yine biraz uzun olmuş :) Word’de böyle durmuyordu halbuki….
@Berca B., ya ben “Earth Blues” yazısı sitede vardı sanıyordum, sanki ta yıllar önce sen yazdın da yayınladık diye aklımda kalmış ama yok sitede. Sanırım Clutch – Earth Rocker’la karıştırıyorum ama onu da sen yazmamışsın.
@Ahmet Saraçoğlu, ahah yok, Return to Zero’yu yazdım ben ama sonra çıkan albümler benim için çok uzun ömürlü olmadı. Bi tık keyfimi kaçırdıkları için hatta Sunrise to Sundown’a yorum yapasım gelmedi.
10! Bir klasik, bir başyapıt. Bu albümün kritiği geldiğine göre rahatça ölebilirim artık. Elinize sağlık. Ha bir de unutmadan depresyon tedavisinde ilacın yanına reçete edilmesi gereken albümlerden birisi :)
Ben de 3 gündür öğle aralarımda Monster Magnet – Powertrip incelemesi yazıyorum, bu albümü görmek güzel bir tesadüf oldu. Telefondan yazdığım için yavaş gidiyor ama bakalım yetiştirebilirsem stoner/sludge şenliği bitmeden gönderirim.
@şeyh hulud, yetişir yetişir. Daha yayınlanacak pek çok albüm var ve liste uzamaya devam ediyor. Başka aklımda olmayan şeyleri de ekliyorum. Mesela tam şu anda Cathedral – The Ethereal Mirror’ın incelemesini yazıyorum, ki ilk yazdığım listede onu unutmuştum mesela. Bu arada arkadaşlar sağ olsun başka türlerden konuk yazılar da geliyor, önümüzdeki hafta onları da aralara serpiştiririz ama genel olarak bu damardan ilerlemeye devam edeceğiz daha uzunca bir süre.
Grubun adam olduğu albüm bu albüm bence de, ilk albümler biraz amatör mü desem ne, öyle biraz. Spice’in sesinin bence bir olayı yok, gruptaki en beğenmediğim vokal. Kötü değil tabii tarza da gidiyor ama o kadar, JB’li dönem bence en iyi dönemleri, On Fire’ı en iyisi görsem de bu albümdeki tonlar, prodüksiyon, mükemmel besteler falan tadından dinlenmeyen zevkten dört köşe olduğum mükemmel bi albüm. Tam bir keyiffff albümü. Amott’un ana grubu bu olsa adama tapıyor olurdum ama gitti arch enemyi kadın kuaförüne çevirdi
Spice nefis bir vokalist, şarkıların hepsi birbirinden iyi, muhtemelen herhangi bir stoner albümde duyabileceğiniz en iyi gitar soloları ardı ardına geliyor, kayıt baştan sona müthiş ama… evet ama en önemlisi “Left Brain Ambassadors” çünkü bu şarkı herhangi bir şeyi – albümü, konseri, günü – başlatmak için biçilmiş kaftan! 11/10′luk bir şey. Dinleyin dinlettirin.
Eline sağlık Berca. Bir önceki kritiğini tam 9 yıl 25 gün önce yayınlamışız.
http://www.pasifagresif.com/2014/08/kamchatka-the-search-goes-on/
Vay anasını, eskilere gittim. Berca’dan kritik gelince çok sevinirdim çünkü genelde bitirme tezi boyutunda gelirdi ve okuyacak bir sürü şey olurdu.
Örnek:
http://www.pasifagresif.com/2010/04/solution-45-for-aeons-past/
Bu stoner/sludge/doom furyasına katıldığın için de ayrıca teşekkürler.
Ad Astra mükemmel bir albüm cidden. Demons’la birlikte en sevdiğim ve en çok dinlediğim SB albümü. Gruba aşina olmayanlar için SB hep önemli müzisyenler içeren bir grup. Bu albümde çalan Per Wiberg’i sonradan Opeth’le, davulcu Ludwig Witt’i de Shining’le gördük. Şu anda da Grand Magus davulcusu olarak devam ediyor.
Senin yokluğunda son albüm “Sunrise to Sundown”ı incelemiştim ama altına senden yorum gelmeyince Berca herhalde baya bi yoğun, yoksa SB albümünü yorumsuz bırakmazdı demiştim ahah
http://www.pasifagresif.com/2016/12/spiritual-beggars-sunrise-to-sundown/
03.08.2024
@nAhmet Saraçoğlu, eyvallah Ahmet, bana da bu kadar yıl sonra bir şeyler yazmak iyi geldi. Kritikte de dediğim gibi bunu sağlayan tamamen son günlerdeki stoner şenliği oldu, yoksa hiç aklımda yoktu, iyi ki yapmışsın böyle bir şeyi.
Ben de uzun uzun okumayı sevsem de 2024 yılında bu boyutta kritikler olumlu bir karşılık alır mı bilemediğim için olabildiğince kısa tutmaya çalıştım ama site formatında görünce fark ettim ki yine biraz uzun olmuş :) Word’de böyle durmuyordu halbuki….
04.08.2024
@Berca B., ya ben “Earth Blues” yazısı sitede vardı sanıyordum, sanki ta yıllar önce sen yazdın da yayınladık diye aklımda kalmış ama yok sitede. Sanırım Clutch – Earth Rocker’la karıştırıyorum ama onu da sen yazmamışsın.
04.08.2024
@Ahmet Saraçoğlu, ahah yok, Return to Zero’yu yazdım ben ama sonra çıkan albümler benim için çok uzun ömürlü olmadı. Bi tık keyfimi kaçırdıkları için hatta Sunrise to Sundown’a yorum yapasım gelmedi.
10! Bir klasik, bir başyapıt. Bu albümün kritiği geldiğine göre rahatça ölebilirim artık. Elinize sağlık. Ha bir de unutmadan depresyon tedavisinde ilacın yanına reçete edilmesi gereken albümlerden birisi :)
Ben de 3 gündür öğle aralarımda Monster Magnet – Powertrip incelemesi yazıyorum, bu albümü görmek güzel bir tesadüf oldu. Telefondan yazdığım için yavaş gidiyor ama bakalım yetiştirebilirsem stoner/sludge şenliği bitmeden gönderirim.
03.08.2024
@şeyh hulud, yetişir yetişir. Daha yayınlanacak pek çok albüm var ve liste uzamaya devam ediyor. Başka aklımda olmayan şeyleri de ekliyorum. Mesela tam şu anda Cathedral – The Ethereal Mirror’ın incelemesini yazıyorum, ki ilk yazdığım listede onu unutmuştum mesela. Bu arada arkadaşlar sağ olsun başka türlerden konuk yazılar da geliyor, önümüzdeki hafta onları da aralara serpiştiririz ama genel olarak bu damardan ilerlemeye devam edeceğiz daha uzunca bir süre.
04.08.2024
@Ahmet Saraçoğlu, iyi öyleyse, ben de bu çeşitliliğe Monster Magnet ile katkı veririm.
04.08.2024
@şeyh hulud, Tam da Dopes to Infinity de gelse keşke diyordum. Monster Magnet <3
Bu stoner, sludge akını çok iyi oldu.
05.08.2024
@Capricornus Rex, Powertrip’te albümün kendisinin ötesinde ele alınabilecek pek çok şey olduğu için onu seçtim. Daha çok malzeme veriyor :)
Grubun adam olduğu albüm bu albüm bence de, ilk albümler biraz amatör mü desem ne, öyle biraz. Spice’in sesinin bence bir olayı yok, gruptaki en beğenmediğim vokal. Kötü değil tabii tarza da gidiyor ama o kadar, JB’li dönem bence en iyi dönemleri, On Fire’ı en iyisi görsem de bu albümdeki tonlar, prodüksiyon, mükemmel besteler falan tadından dinlenmeyen zevkten dört köşe olduğum mükemmel bi albüm. Tam bir keyiffff albümü. Amott’un ana grubu bu olsa adama tapıyor olurdum ama gitti arch enemyi kadın kuaförüne çevirdi
Bir de adının geçmemesine şaşırdım çünkü bu grup hayvan gibi Deep Purple worship bence
04.08.2024
@eatthegun, Apollo’lu dönem öyle ama ondan öncekileri net bi worship olarak görmüyorum açıkçası.
05.08.2024
@Berca B., Abi bana da yaptıkları her şey öyle geliyor özellikle klavye girdikten sonra işin içine :D
Spice nefis bir vokalist, şarkıların hepsi birbirinden iyi, muhtemelen herhangi bir stoner albümde duyabileceğiniz en iyi gitar soloları ardı ardına geliyor, kayıt baştan sona müthiş ama… evet ama en önemlisi “Left Brain Ambassadors” çünkü bu şarkı herhangi bir şeyi – albümü, konseri, günü – başlatmak için biçilmiş kaftan! 11/10′luk bir şey. Dinleyin dinlettirin.