Çeyrek asrı geride bırakan ALCEST, shoe-gaze, black-gaze, post-black metal gibi türlerin son 15-20 yıldaki yükselişinin en önemli müsebbiplerinden biri olarak metal dünyası hatırı sayılır bir etki yapmayı başarmış bir topluluk. Neige’in vizyonuyla şekillenen ve ilk günden beri nostaljik, melankolik tarafta müzik yapan ALCEST, bunu zaman zaman keder, hüzün, hatta acı eksenine taşırken, bir noktadan sonra odağını büyük oranda pozitif bir tarafa kaydırmayı tercih etti.
Bunu yaparken, öncelikle “Shelter”ı tamamen clean vokallerden oluşacak şekilde tasarlayan Neige, ALCEST müziğindeki black metal etkisinin başlıca unsuru olan sert vokalleri olaydan çekerek müziğin “black” tarafını tamamen soyutlamış oldu. “Kodama” ile Japon kültürüne meyilli bir yola giren Neige, bu albümde sert vokalleri geri getirse de artık “Les Voyages de l’Âme”da aklımızı aldığı “Là où naissent les couleurs nouvelles” gibi yürek parçalayan şarkılar yapmayacağını hissettiriyordu.
“Şafak şarkıları” anlamına gelen “Les Chants de l’Aurore”da nasıl bir müzik olacağını albüm kapağı yayınlandığı anda anlamıştım. Yine Japonluk, yine pozitiflik akan umutlu notalar bizi bekliyordu, zira kapakta turnalar vardı ve turna, Japon kültüründe mutluluğu simgeliyordu ve iyi şansın, uzun yaşamın sembolüydü. Japonlar, ölen birinin ardından “tsuru” dedikleri turna şeklinde origamiler yaparak o kişiye iyi dileklerini gönderiyorlardı. Dolayısıyla “Les Chants de l’Aurore” mutlu, pozitif, aydınlık bir albüm olacaktı.
Albümü açan şarkının adına baktığımızda da benzer bir aydınlık görüyoruz. Nasıl bizde Yunancadan aldığımız ve “ay ışığının denizde oluşturduğu parıltılar” gibi harika bir kavramı ifade eden “yakamoz” gibi tek bir kelime varsa, “Komorebi” de Japoncada “ağaçların arasından sızan güneş ışığı” anlamına geliyor. Müthiş bir kelime. E şimdi bu kavramla açılan bir albümden ferahlık ve umuttan başka bir şey de bekleyemezsiniz.
Albüm, kapağındaki turnaları şarkı sözlerine de taşıyor. “Uçuş” anlamına gelen “L’envol”de Neige’in “Akşam vakti, cennetin devasa kuşlarının doğaüstü sürüsüne katılıp onlarla uçtuğumu hayal ediyorum” sözlerini görüyoruz. Ne var ki albüm tamamen pamuk şeker kıvamında da değil. “Améthyste”in ortalarında Neige eski günleri hatırlatırcasına yırtınıyor ve albümün sözlerinde yer alan dünya ve diğer âlem, başka diyarlara göçüp gitme metaforlarıyla resmedilen ölüm temasını da vurgulamış oluyor. Tüm bunlar “Les Chants de l’Aurore”un bütünlüklü, derinlikli bir albüm olmasını sağlayan tatlış detaylar olarak karşımıza çıkıyor. Bunu destekleyen prodüksiyon, performanslar ve bestelerdeki çeşitlilik sayesinde albüm belirli bir ruh hâlini çok iyi yansıtmayı, zaten önceden de tahmin edilebilecek şekilde başarıyor.
Albümle ilgili sıkıntılarıma geldiğimde ise “Les Chants de l’Aurore”un dinleyiciyi sarsacak çok bir şey sunmuyor oluşunu görüyorum. Kesinlikle kötü bir albüm olmasa ve ALCEST müziğindeki pek çok güzelliği doyurucu şekilde yansıtsa da albümü onuncu dinlememin ardından bile içimde yer eden, içime işleyen bir şarkıyı ne yazık ki bulamadım. ALCEST kendi müziği içerisinde çeşitli yolculuklara çıkıyor, denemeler yapıyor, belki de metal şemsiyesi altında yaratılabilecek en umutlu hisleri yansıtmaya çalışıyor, ancak “Les Chants de l’Aurore” özelinde ben ALCEST’in geleceğine ışık tutabilecek, yıllar sonra bile benimle olabilecek çok fazla şarkı bulamadım.
Bunun için mutlaka yukarıda andığım “Là où naissent les couleurs nouvelles” gibi insanı yerle bir eden bir şarkı yapmanıza gerek yok, lakin o şarkıyla aynı albümde yer alan bir önceki şarkı “Autre temps”ın bile onca aydınlığına rağmen ne kadar akılda kalıcı, etkili ve insanın içine işlemeyi başaran bir yapıda olduğunu biliyoruz. ALCEST 12 yıl önce çıkardığı albümün birinci ve ikinci şarkısında bu iki tarafı, aydınlık ve karanlığı en net şekilde verebildiğine ve ben de onuncu dinlemenin ardından “Les Chants de l’Aurore”dan bu hissi alamadığıma göre, 17 yıllık bir ALCEST dinleyicisi olarak bazı şikâyetlerde bulunmayı da kendimde hak olarak görüyorum.
Tam bir ortalama Alcest albümü bence de ne eksik ne fazla o açıdan 7 puan ama Alcest’i sevmemden ötürü 8 puan veriyorum bu albüme kalıcılık yok belki ama bildiğimiz Alcest’e dair her şeyi de bulabiliceğimiz bir albüm diye düşünüyorum.
Ben albümü sevdim, baya sevdim hem de.
Albümün duygusu henüz ilk dinlemede beni içine aldı. Albümün size “vurucu” hissettirmesi için yansıtmak istediği duyguya açık olmanız gerekiyor sanırım.
Bir saat kadar önce, enerjimin son damlasını harcayana kadar yüzdükten sonra eve gelmiş balkonda oturuyordum. Amethyste ne güzel şarkıydı diyerek açtım spotify’dan. Amethyste’in verdiği hazla yeterince keyifli hissederken günbatımı esnasında Flamme Jumelle başladı. Şarkı ilerledikçe bütün yılın yorgunluğu, çokça sancılı geçen son 6-7 yılımın ağırlığı üzerimden aktı gitti. Ruhumun üzerinden esinti gibi geçti resmen. İki şarkı da ne anlatıyor açıkçası hiç bi fikrim yok, hissettiğim şeyi bundan daha iyi yansıtabilirler miydi onu da bilemiyorum.
Bizim oralarda çok saçma işler yapan adama git götünü yıka denir. Hatta zamanla götünü kelimesi düşme yaşar, sadece “yıka” denir. Neige’ye bunu söylemek istiyorum. Anamız sikildi Neige hala çiçek böcek diyor felsefene soktuğumun.
Bu albümü dinlerken gaze etkilerini hiç sevmediğimin farkına vardım. Zorla güzellik olmuyor.
Tam bir ortalama Alcest albümü bence de ne eksik ne fazla o açıdan 7 puan ama Alcest’i sevmemden ötürü 8 puan veriyorum bu albüme kalıcılık yok belki ama bildiğimiz Alcest’e dair her şeyi de bulabiliceğimiz bir albüm diye düşünüyorum.
Sevmedim… Deafheaven ya da Loathe’dan bir kontra atak bekliyorum şimdilik. Ama gelmeyecek biliyorum.
Heavy is the head that falls with a thousand thoughts:
https://www.youtube.com/watch?v=1KNtbBLr9gw
Bence de ortalama bir albüm olmuş. Bu kadar çiçek böcekli Alcest güzel olmuyor. Yine Spiritual Instinct tarzı bir şey yapsalardı keşke.
Ben albümü sevdim, baya sevdim hem de.
Albümün duygusu henüz ilk dinlemede beni içine aldı. Albümün size “vurucu” hissettirmesi için yansıtmak istediği duyguya açık olmanız gerekiyor sanırım.
Bir saat kadar önce, enerjimin son damlasını harcayana kadar yüzdükten sonra eve gelmiş balkonda oturuyordum. Amethyste ne güzel şarkıydı diyerek açtım spotify’dan. Amethyste’in verdiği hazla yeterince keyifli hissederken günbatımı esnasında Flamme Jumelle başladı. Şarkı ilerledikçe bütün yılın yorgunluğu, çokça sancılı geçen son 6-7 yılımın ağırlığı üzerimden aktı gitti. Ruhumun üzerinden esinti gibi geçti resmen. İki şarkı da ne anlatıyor açıkçası hiç bi fikrim yok, hissettiğim şeyi bundan daha iyi yansıtabilirler miydi onu da bilemiyorum.
Bizim oralarda çok saçma işler yapan adama git götünü yıka denir. Hatta zamanla götünü kelimesi düşme yaşar, sadece “yıka” denir. Neige’ye bunu söylemek istiyorum. Anamız sikildi Neige hala çiçek böcek diyor felsefene soktuğumun.
L’Enfant De La Lune’in son 1,5 dakikası eski alcest albümlerine götürdü. Onun dışında pek içine giremedim. Soğuk havalarda bir daha denerim.